Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Lidena

@ladyrebel

Fanra çekingen bir şekilde etrafa bakındıktan sonra genç kızın karşısına oturdu.

 

"Peki neden ben?" dediğinde Lidena balıktan bir parça koparıp ağzına attı.

 

"Görüyorum ki bunu yapmaya ancak sen cesaret edebilirsin."

 

Genç adam derince bir nefes aldı. Veliaht prenses öngörülemez birisiydi.

 

"Sizi koruyacağım." deyince Lidena kafasını iki yana salladı.

 

"Hayır. Benim korunmaya ihtiyacım yok." dedi açıkça. "Sen diğerlerini benden koruyacaksın. Sürgündeyken büyü yapmama izin yoktu. Büyü yapamazdım. Eğer ki kılıcım olmasaydı." diyerek etrafa bakındı. "Her gelen komutan bunu sorguladı. Nasıl bu kadar hızlı öğrenebilirsin?"

 

Fanra uzattığı bir parça balığa baktı ve sessizce uzanıp aldı.

 

"Ama bu çok saçma. Sonuçta yetenek bu demekti. Eğer yeteneğin varsa bazen eğitime bile ihtiyaç duymazdın. Ben bir imparator soyuydum zaten bilmem ve yetenekli olmam gereken şeydi bu." diyerek kaşlarını çattı. "Ama annem öldüğünde bir şeylerin farkına vardım. Ben problemlerimle soyut bir şekilde savaşıyormuşum. Fiilen savaşan kişi annemmiş. Her ne kadar kılıç benim elimde olsa da."

 

Fanra merakla Lidena'ya baktı. Onun içini açtığını bilmesi bile genç adamı heyecanlandırıyordu.

 

"Annem öldüğünde toprağa ulaşmak için iki metre kar kazıldı. O günün soğuğu hala ciğerlerimde. Bana hep denizden bahsederdi. Saraydaki çiçekli bahçeden." diyerek gözlerini gökyüzüne dikti. "Ben zaten hiç görmediğimden özlem duymadım. İnsan hiç tanımadığı birini özler mi ki? Tıpkı babam gibi." dedi sonrasında. "Ben babamı tanımıyorum. Nasıl özleyebilirim? Annem, annem her gece babamdan bahsettiğinden mi? Bilemiyorum. O öldüğünde elimde hiçbir şey kalmadı. Şu kılıçtan başka. Babamın dövdüğü annemin işlediği kılıç. Ben henüz doğmamışken. Belki de erkek olduğumu düşündüler."

 

Fanra merakla öne doğru eğildi. Sabaha kadar dinleyebilirdi.

 

"Eskiden babamı anlatan annemi dinlerken hizmetlilerin dedikodularını dinler oldum. Sinir olduğum her şey ile gelen giden komutanları öldürdüm. Çünkü dışarı gönderebileceğim tek haber birilerinin ölüsüydü."

 

Lidena balığa baktı ve kaşlarını çattı.

 

"Nedense ölmek hiç aklıma gelmedi. Sonuçta babamı, ailemi kaybetmiştim. Sadece evim vardı. Yaşamaya alıştığım hapishanem."

 

Fanra genç kızın duygularının karmaşıklığını hissetti ama tercüme edemedi. Öfke mi, üzüntü mü, hayal kırıklığı? Tam olarak ne hissediyordu?

 

"Öyle ki kapılar açıldığında benim için evren bambaşka bir boyut aldı." dedi anlamayarak. "Gülümsemek? Teşekkür etmek? " dedi kafasını iki yana sallayarak. "Annem bile gülümsemezdi. O ölünce, ben büyüyünce anladım. Mutsuzmuş."

 

Genç adamın elleri kaşındı. Sarılmak, ona kol kanat germek, yanında olduğunu söylemek istedi. Ama kendisine yakıştıramadı. O kimdi ki bir veliahta kol kanat gersin.

 

"Sonunda başı boş bir hayvan gibi bir hal aldım. Karnım her acıktığında avlandım." diyerek Fanra'ya baktı. "Bu yüzden beni ancak kabiliyetli biri evcilleştirebilir." dedi. "Kendine çeki düzen ver." dediğinde Fanra anlamadı.

 

"Kararlarımın sorgulanması hoşuma gitmiyor. Karşıma geçilmesinden haz etmiyorum. Eğer bana bir konuda karşı çıkacaksan bu öldürmek olsun." dedikten sonra ayağa kalktı. "Eris'e olan düşmanlığını gözlerinden görebiliyorum. Duygulardan pek anlamıyorum ama bu düşmanlığı tanırım." dedi ve eline kılıcını aldı. "Sana hiçbir şekilde zarar vereceğimi düşünmüyorum ama Eris'e karşı bir şey yapamazsın." diyerek bir iki adım üstüne attı. "Hata bile."

 

 

Eris uzanmış kitaplara bakarken gökyüzünü izliyordu. Yeşil gözlerinde gökyüzünün maviliği dönüyordu resmen. Aklında Fanra ile giden Lidena vardı. Tanrı biliyor ya içten içe kendisini yiyip bitiriyordu. Delicesine kıskandığının farkındaydı ama engel olamıyordu.

 

"Ne düşünüyorsun? "

 

Geile ile Eris hızlıca doğruldu.

 

"Gelecek kaygıları."

 

Geile kısa saçlarını düzeltip karşısına oturdu.

 

"Onun için ailene sırtını döndün. Zor olmuş olmalı." dediğinde Eris ellerine baktı.

 

Geile haklıydı. Lidena için her şeyi yapabilirdi. Şu zamana kadar da yapmıştı. Babası iyi bir büyücü olmasını ve ailesini onurlandırmasını istemişti. Annesi günlerce ağlamıştı. Ama Eris neden genç kıza böylesine kapılmıştı ki? Her şeyini bir anda bırakmıştı. Lidena için.

 

"Bilmiyorum. Şu anda zor gelen bu değil sanki." dedi ve gökyüzüne baktı. Aslında şu anda ona zor gelen... İyi miydi? Fanra ile ne konuşuyordu? Neden sadece ikisi gitti?

 

"Herkes hata yapabilir." dedi Geile ufak bir gülseme ile. "Kendini bu kadar zorlama. Biz..." dedi durdu. Dönüp diğerlerine bakarken yumruklarını sıktı genç kız. "...hep arkandayız. " dediğinde Eris hafifçe gülümsemişti.

 

"İyi ki varsın Geile."

 

Genç kız bu sözün üzerine kocaman gülümsedi. İçinde büyük bir sevinç vardı. Biraz ondan biraz bundan bahsederlerken Fanra ve Lidena geri döndü.

 

Siyah saçlarını geriye attıktan hemen sonra lorgandan aşağı atladı.

 

"Yarın sabah ilk ışıklar ile yola devam ediyoruz. Gelecek olanlar bunun hazırlığında olsun. Hiç kimse için beklemeyeceğim." dedikten hemen sonra Eris ve Geile'ye baktı. Diğerlerinden ayrı oturuyorlardı. Lidena uzunca onları inceledikten sonra arabasına yöneldi. Eris hızlıca doğrulmuş ve Geile'ye bakmıştı.

 

"Sanırım onunla biraz konuşmam gerek. İyi geceler! "

 

Koşarak Lidena'nın yanına giden adama baktı Geile. Yüzündeki o memnuniyetsiz ifade her yerden görülebilirdi. Eris'i anlamıyordu. O soğuk kızda ne buluyordu böyle?

 

"Lidena!" Boğazını temizledi. "Majesteleri! "

 

Lidena arabadan kafasını çıkardı ve genç adama baktı.

 

"Lidena." dedi. Ona saygı kiplerine gerek duymadığını defalarca söylemişti.

 

"Biraz konuşabilir miyiz?" dediğinde genç adamın yeşil gözlerine uzunca baktı ve kafasını salladı.

 

Eris de arabaya bindiğinde Lidena kılıcını kenara bıraktı.

 

"Nereye gittiniz?" dedi merakla. İçinde tutamamıştı.

   

"Fanra ile mi? "

 

Genç adam hızlıca başını salladı.

 

"Devriye gezdik, balık yedik. " dediğinde Eris dudaklarını yaladı.

 

"Balık yediniz? " dedi kendi kendine. Kıskançlık. Evet, içerisinde bulunduğu duygu kıskançlıktı.

 

"Sana daha güzel şeyler yedirdim." diyen kız ile hızlıca kafasını kaldırdı.

 

"Ha? "

 

"Kendini Fanra ile kıyaslama." dedi Lidena dürüstçe. "Sen bir büyücüsün, o bir savaşçı. Sen benim dostumsun, o benim Ustam." diyerek mavi gözlerini gözlerine dikti. "Aranızdaki çizgiyi bilmen gerek."

 

"Ben de onun gibi dövüşmek ve sana destek olmak istiyorum. Biliyorum o benden daha kabiliyetli, güçlü ama ben... " dediğinde Lidena elini genç adamın dizine koydu ve eğildi.

 

"Savaşta iki büyük güç vardır. Biri ilim biri kuvvet. İkisi de olmadan bir şey başaramazsın. "

 

Eris kafasını salladı sessizce.

 

"Üstelik güç konusunda bir şeye ihtiyacım olduğu söylenemez ama ilim konusunda oldukça cahilim."

 

Genç adam kaşlarını çattı.

 

"Böyle düşünme. Çok hızlı öğreniyorsun. Ne kadar ilerlediğini tahmin bile edemezsin"

  

Lidena hafifçe kafasını salladı.

 

"O zaman bana biraz daha kitap oku." dediğinde Eris yeşil gözlerini genç kızın mavi gözlerinde gezdirdi ve hafifçe gülümsedi.

 

"Tamam, okuyayım."

 

"İvra Vus. Bir gece vakti. Dar bir gece vakti. Karanlığın karanlıktan korktuğu bir vakit. Küçük bir kız. Şeytandan bozma gözleri ile gezindi Ornian sokaklarında. Halk korktu. Sanki şeytan görünür oldu. Öldürdü yüzlercesini...

 

Bir kadın her gece ağladı. O kadar çok ağladı ki bedeninde su kalmadı. Bir adam her gece yürüdü. O kadar çok yürüdü ki dizlerinde derman kalmadı.

 

Şeytandan bozma küçük kız her gece kapılarını çaldı.

 

"Hadi oyun oynayalım,

ölen çıksın." "

 

 

Loading...
0%