Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Lidena

@ladyrebel

Dilroyn Kasabası

 

   

"O bir şeytan olmalı!"

 

"Ne diyorsun? Sözlerine dikkat et!" diyerek öfkeyle kaşlarını çattı. "O küçük hanım kasabamızı kurtardı."

 

Yaşlı adam gözlerini saatlerce kuyunun önünde duran küçük kadında gezdirdi. Elbisesi kan ve çamur içerisinde olsa bile hâlâ pahalı kumaşın kalitesi ile zarifçe duruyordu. Ne zariflik ama(!) az önce onlarca kişinin canını katledebilen.

 

"Gözlerinde endişe bile yok." diye mırıldandı. "Ruhunu şeytana satmış bir bedenden başka ne olabilir?"

 

"Küçük Hanım Lidena!"

 

Bağırarak yanına koşan Reyni telaşla önünde durdu.

 

"Siz...siz gerçekten imparatorun savaşçısı olmalısınız." diyerek önünde diz çöktü. "Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Lütfen burada sizi ağırlamamıza izin verin."

 

İmparatorun savaşçısı olduğunu duyan kasabalılar şaşkınlıktan bayılacak gibi oldular. Yaşlısından çocuğuna hepsi önüne gelmiş ve selam vermişlerdi. Lidena ise öylece kalabalığa bakıyor ve ifadesiz yüzüyle dikiliyordu.

 

"Sadece yollar düzelene kadar rahatsızlık vereceğiz." dediğinde Reyni telaşla doğruldu.

 

"Rahatsızlık da nedir?" Ellerini iki yana sallarken önünde eğilen topluluğu takdim etti. "Dilroyn Kasabası size varını yoğunu sunmaya hazır!"

 

Lidena, kanlı kılıcına bir kez daha baktıktan sonra sessiz bir nefes alıp kuyuya döndü.

 

"O zaman..." dedi düşünceli bir ses ile. "...bana bu kuyudan dört kova su çıkarır mısınız?"

 

"Tabii! Tabii ki!"

  

Reyni hızla ayağa kalkmış, birkaç kasabalıyı kova almaya yollamıştı. Kadınların çoğu evlerine dönmüş ve her biri güzel bir yemek yapmaya koyulmuştu. Erkekleri ise Lidena için özel bir oda hazırlıyorlardı.

 

Reyni telaşla dört kova su çıkarttığında Lidena kovanın birine uzandı ve eğilip içine baktı.

 

"Bu kovayı atlarıma verin."

  

Bir iki adım attıktan sonra bir kovanın daha önünde eğildi.

 

"Bu kovayı kahyama verin."

 

Son iki kova ise gözlerini kısmasına sebep oldu.

 

"Bu benim bu da..." diyerek işaret parmağını sonuncu kovaya uzattı. "...kılıcımın."

 

Reyni gergince kızın elindeki kılıca baktı. Onu gördüğü andan beri aklında bu vardı. Elinden bir an bile bırakmıyor oluşu bir yana bu kadar iyi kılıç kullanıyor oluşu başka bir yana. Sanki kılıç elinde olduğu sürece ölümün kellesini kesip atabilirdi. Ürkütücüydü.

  

"Hemen bu iki kovayı kahyanızın yanına götürtüyorum. Bu ikisi ise odanıza çıkartılacak."

 

Gelen garip boğuşma sesleri ile Lidena arkasını döndü. Birkaç küçük çocuk yere sapladığı kınını çekip çıkarmaya çalışıyordu. Kafası hafifçe yana eğildi.

 

"Hemen kınınızı getiriyorum!"

 

Bir başka erkek yanlarından hızla ayrılıp çocukları kovaladı.

 

"Uzaklaşın! Sizin işiniz değil böyle şeyler!"

 

Küçük çocukları kovaladıktan sonra elini kına attı ama yerinden kıpırdamadı. Şaşkınca çatılan kaşları ile iki eliyle tuttu ancak hareket etmedi. Lidena gözlerini genç adamda gezdirdi. Kınını çekip çıkaracağını düşünmüş müydü gerçekten?

 

Reyni gergince kızın yüzüne baktı ve elini ensesine attı.

 

"Dorsa, bence bırak Küçük Hanım kendisi alsın!" dediğinde Dorsa kızarmış yüzü ile geri çekildi. Anlayamamıştı. Sanki bu kılıç on farklı yerden toprağa çakılmıştı. Nasıl olur da bu kadar kuvvete rağmen yerinden oynamazdı.

 

Lidena sessiz adımları ile kınına doğru yürüdü ve kılıcını özenle taşıdı. Dışarıdan fazlaca umursamaz ve soğuk gözükse de kılıcına canından fazla değer veren bir savaşçıydı.

 

Kınını kanlı elleri ile tutup çektiğinde toprak parçalanarak kını serbest bırakmıştı.

 

"Ne?"

 

Küçük çocuklar şaşkınca Ledina'ya bakarken ellerini ağzınlarına götürdüler. Yerde derin bir delik oluşmuştu! Tanrım, çok güçlü olmalıydı.

 

"Savaşçının silahı ruhuna bağlıdır." diyen Lidena kılıcını , halihazırda çoktan kan olmuş, eteğine silip temizledi. "Bu yüzden onun ruhunu bir başka bedende kullanamaz."

 

Kılıcını itina ile kınına sokarken yaşlı bir adam sessizce huzuruna çıktı.

 

"İmparatorun savaşçısına saygılarımı sunarım." diyerek eğildiğinde Lidena öylece adama baktı. Bu yaşlı adam da nereden çıkmıştı? "Ben köyün en yaşlı erkeğiyim. İsmim Kimraun."

 

Lidena, gözlerini kasabada gezdirdikten sonra tekrardan yaşlı adama baktı.

 

"Ben Lidena Nien." dediğinde yaşlı adam ağır ağır doğruldu. Karşısındaki şey asla bir insan değildi. Hissediliyordu. Gözlerinden anlaşılıyordu. O gerçekten bir savaşçı olsa bile ruha sahip değildi. Belliydi. Nefes aldığı yaşadığı anlamına gelmezdi. Yaşlı adam bunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirdi ancak bu küçük kadın hayatlarını kurtarmıştı. Bu yüzden onu yargılamak hadlerine değildi.

 

"Sizi küçük ancak huzur dolu evimde ağırlamak isterim."

 

Kimraun dönüp Reyni'ye baktı.

 

"Mümkün müdür Sözcü?" dediğinde Reyni gergince küçük kadına bakıp iç çekti. Kasabanın en yaşlısı bu keskin kılıçlı insana hizmet edebilir miydi?

 

"Tabii ... Tabi..."

 

Kuzey Doğu Vandol Eğitimhanesi

 

  

"Duydun mu?" dedi Mias ellerini iki yana açarak. "Eğitimhanedeki bütün odalar dolmuş! Sadece bizim odamızda ekstra bir yatak ve dolap var." dediğinde Eris gözlerini daha dün tanıştığı oda arkadaşında gezdirdi.

 

Bütün odalar üç kişilikti. Bununla birlikte yurtlar üçe ayrılmıştı. Bu yüzden onların odasına büyücü ve erkek olanlar gelebilirdi. Lakin düşündüğünün aksine bazı odalara eşit dağılım olmamıştı. Çünkü savaşçılar büyücülerden daha fazlaydı. Bazı büyücülerin yanına savaşçılar gelmişti. Kızların olduğu yurt erkeklerin onda biri kadardı. Kızların tamamı büyücüydü. Bu yüzden garip bir bölünme oluşmuştu ve düzenin kurulması bir hayli zaman almıştı.

 

"Evet. Sanırım gerçekten şanslıyız." diyerek yatağına oturduğunda Mias gözlerini pencereye çevirdi ve aşağıdan gelen metalik sesler ile yüzünü buruşturdu.

 

"Bir savaşçı ile aynı odada kalmak istemezdim." dedi kaşlarını çatarak. "Ne kadar kaba ve kibirli oldukları gözlerinden belli oluyor."

 

Eris, bu konuda ona hak veriyordu. Kasları fazla gelişmiş savaşçılar diğerlerine tepeden bakıyordu. Üstelik sanki onlar büyücülerin üstüymüş gibi tavır alması da cabasıydı.

 

"Farkındayım." diyerek boş yatağın üzerine oturdu ve derince bir nefes aldı. "Daha önce hiç büyü yaptın mı?" dediğinde Mias dönüp Eris'in yeşil gözlerine baktı.

 

"Hayır!" dedi gergince. "Büyücü olduğumu bile bilmiyordum. Ben sıradan bir çiftçi ailesiyiz sanmıştım." Uzun kahve saçlarını geriye attıktan sonra beklentili bir ifade ile Eris'in üzerine yürüdü. "Peki ya sen? Sen büyü yapmayı biliyor musun?"

 

Eris, ellerini birbirine sürterken yeşil gözlerini botlarında gezdirdi.

   

"Ben de bilmiyorum."

 

Mias, duyduğu gerçek ile yüzünü assa da hemen kendisini toparladı.

 

"Ne olursa olsun, vatanımız için her şeyi yapabilecek inancımız var! Başaracağımıza inanıyorum!"

 

Durgun bakışları coşkulu sözlerin ardından istemsizce parıldadı. Kafasını kaldırıp ellerini yumruk yapmış, büyük bir heyecan ile, tavana bakan Mias'a bakmıştı.

 

"Evet! Elimizden gelen her şeyi seferber edeceğiz!"

 

İki genç adam o gece sıkı bir dostluğun temelini atmış olsalar bile onlar artık dosttan çok daha öteydi. Onlar artık imparatorun ordusunun bir parçasıydı. Bu parça küçük ya da büyük bir vücudun en önemli kısmıydı.

 

Her şey bir yana eğitmenler büyük avluda toplanmış bu büyük savaşın zararlarını tartışıyorlardı. Gerginlik yüzlerce kilometre öteden bile hissedilebilirdi.

 

"İmparatorun ne denli öfkeli olduğu oldukça açık!" dedi yaşlı teğmen. "Bir kez daha cephe kaybedersek bu yıkılışın ilk adımı olacak!"

 

Öfkeli sesi herkesin sessizce başını öğmesine sebep olmuştu.

 

"Bu gelen yeni savaşçılara en iyi eğitim verilmeli!" Elini uzun masanın başına vurduğunda sakalı boğazına kadar gelen bir adam hafifçe öne çıktı.

 

"Gelen savaşçıların hiçbiri herhangi bir konuda eğitim almamışlar. Altı aylık eğitimin sonunda savaşa katılsalar bile ölmekten başka bir şey yapabileceklerini sanmıyorum." dediğinde yaşlı adam çevresi buruşmuş gözlerini adama çevirdi.

 

"O zaman ölsünler Pron!"

 

Bağırışı ile herkes ellerini önünde birleştirmişti.

 

"Koskoca imparatorun oğlu, imparatorluğumuzun veliahtı ölmüş! Onlar kim ki ölmesin!?" diye haykırdı. "Vatanımız elden giderse bir millet ölecek, hâlâ farkında değil misiniz!?" Ayağa kalktıktan sonra bastonunu gürültüyle yere vurdu. "Ne yapıp edip bu cahil çocukları eğiteceksiniz! İster ter yerine kanınız aksın, ister yorgunluktan uykunun tadını unutun! Bir zamanlar kurması kolay değildi ki bu imparatorluğun savunması kolay olsun!"

 

Öfkeli bir şekilde muhafızlar baktıktan sonra hızla yürümeye başladı.

 

"Yarın tez vakitte her birini sınıflarına koyun!"

  

 

   

 

ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ

 

Gençler!

 

Alalım teorileri tam şuraya

 

------>

 

ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ

 

Loading...
0%