Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Lidena

@ladyrebel

Dilroyn Kasabası

 

" Terlas Komutanı Reaz İmparator Zeord'a sonsuz saygılarını sunar;

Verilmiş emriniz üzerine Guan Terlas'ın kızı, Lidena Terlas, Terlas malikanesinden Vandol Eğitimhanesine doğru yola çıkartılmıştır. Lidena Terlas, keskin soğuğun olduğu bu yerde büyümekle birlikte buzdan yontulma bir kalbe sahiptir. İnsani birçok duygudan yoksun, empati yeteneğine sahip olmayan, öldürmekten başka hiçbir anlayışı bulunmayan bir kız çocuğu olarak büyümüştür. Herhangi bir şekilde hiç kimse tarafından kraliyet soyuna dair büyü yetenekleri geliştirilmemiş olsa bile kendisi savaşçı yönünü en üst seviyeye getirmiş bir katildir.

Affınıza sığınıyor ve bunun adına özür diliyorum ancak vicdana sahip olmayan bu küçük kadın canavardan çok daha yoksun durumdadır. Akli durumunun pozitif olmayışından dolayı herhangi bir düşünce içerisinde bulunmadan gördüğü her düşmanı öldürme meyilindedir. Bu durumda Lidena gibi bir tehdidin İmparator Zeord'a yakın olmasını önermemekteyim.

Hayatında önem verdiği üç şey var. Bunlar arasında ölmüş annesi, ölmüş babası ve kılıcı. Kılıcı ise hem annesinin hem babasının soyundan gelmektedir. Eski veliaht Guan Terlas tarafından dövülmüş, annesi Olvia tarafından işlenmiştir. Bu yüzdendir ki kılıcı elindeyken ölmesi imkansızdır. Kılıcının ona kattığı gücü daha önce hiçbir savaş meydanına görmemiş biri olarak lütfen uyarımı göz önünde bulundurun ve Lidena Terlas'ı yeniden sürgün edildiği Terlas Malikanesi'ne geri gönderin. İmparatorluğun sonunu getirecek olan şey savaştan çok bu küçük kadındır.

Sevgilerimle Reaz Kafkan."

Reyni elindeki mektubu uzunca inceledikten sonra sessizce yutkundu. Eğer ki küçük hanımı görmemiş olsa bunu biraz abartı bulabilirdi. Ama...ama haklıydı. O küçük kadın gerçekten de ruha sahip bir insan gibi durmuyordu! O gerçekten bir devir kapatıp bir devir açabilecek biri gibiydi. Elini nereye koyacağını bilemedi. Genç kızın buradan gidişi üzerine 3 gün geçmişti. Arkalarında yola çıksa bile onlara yetişmesi ya da onları bulması çok fazla zamanını alacaktı.

Ne yapacağını bilemeyerek etrafında döndü. Ne yapacağını bilemese bile bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden telaş içerisinde elindeki mektubu katlamaya başladı. Bu mektubu ulaştırmalıydı!

 

Kuzey Doğu Vandol Eğitimhanesi

 

Yan masadaki savaşçıların gürültülü muhabbetleri birinin sesini yükseltmesi ile son buldu.

"Hey! Küçük tatlı kız!" diyerek elini kaldırdı ve Geile'ya baktı. Kaslı kollarını göstermek için sürekli üniformasını yukarı kıvırıyordu. "Bizimle kahvaltı yapmak ister misin?" dediğinde genç kız kafasını önüne eğip başka tarafa döndü. Sanki onları hiç duymamış gibi.

Eris, elmadan bir ısırık aldığı sıra iki genç kız karşılarına çıkageldi.

"Merhabalar." dediğinde Mias hızla oturduğu yerden doğrulmuştu.

"Merhaba!"

Geile utangaç bir tavırla genç adamlara baktı.

"Yanınıza oturabilir miyiz?" dediğinde yemekhanedeki herkes onlara bakmıştı. Bu iki kız erkeklerin arasında çok popüler oldukları için fazla ilgi çekiyorlardı. Bu durum da yanlarına oturdukları erkekler de bir hayli ilgi odağı olmuşlardı.

"Fanra." diyen Ult dilini dişlerine dayadı ve gözlerini kıstı. "Bu büyücü sıskalar fazla şanslı değil mi?"

Fanra'nın canı, kısa saçlı kızın kızarmış yanaklar ile Eris'i izlediğini görmesi bir hayli sıkılmıştı.

"Kadınların çoğu büyücü. Savaşçı kadın çok az. Olanlar ise fazlaca erkeksi." diyerek en az ortalama bir erkek çocuğu kadar kaslı olan kadınlara baktı. Zaten iki elin parmağını geçemeyecek kadar azlardı. Kadınların soyu genel olarak büyücülük ile yürürdü. Temel böyle atılınca nesil de böyle devam etmişti.

"Boş ver." dedi Fanra. Elini çatalına attı ve bir patatese sapladı. "Kadınlardan daha çok düşünmemiz gereken bir savaş var."

Onun sözleri Ult'un da canını sıkmıştı. Yine de belli etmedi. Sessizce ellerine sonrasında iki kıza baktı ve Fanra'ya hak verdi. Dediği gibi savaş kadınlardan önce gelmeli. Yaşayacak toprakları olmadıkça kadınlar ne olacaktı ki? Öleceklerdi! Olamaz. Ult evlenmeden yapabilecek birisi değil. Mutlaka biri ile evlenip ailesini kurmalıydı!

Eris, gözlerini çevrede gezdirdikten sonra derince bir nefes aldı.

"Bu soy bulma işi çok can sıkıcı. " dedi Mias. "Ne toprağa ne ateşe hükmedebiliyorum. Su ya da hava olsun lütfen. Ruhlara hükmetmek istemiyorum." dediğinde Lule merakla gözlerine baktı.

"Neden?"

Mias genç kızın attığı meraklı bakışlar ile oturuşunu düzeltti.

"Ruhlara hükmedenler deliriyormuş." dediğinde Eris ve Geile'nin de dikkatini çekmişti.

"Ne?"

Mias gizemli bir tavırla gözlerini kıstı ve sesini alçalttı.

"Ruha hükmetmek ile bir başkasını emrin altına almak neredeyse aynı şeymiş. Bir başkasının rüyalarına girebilir ya da ona illüzyonlar gösterebilirmişsin. Bazılarının insanları hipnotik bir güç ile yönettiği bile söyleniyor."

 

Kuzey Doğu Vandol Kasabası

At arabasının durmasıyla Lidena gözlerini açtı ve etrafa bakındı. Bacakları üzerinde duran kılıcını aldıktan sonra arabadan inmiş ve sessizce etrafa bakınmıştı.

"Siz de kimsiniz?" diyen kadın ile soğuk gözlerini kaldırdı ve kadına baktı. Kadın saçlarının uçları kızıl olan küçük adına garip bakışlar attı. Normal olmadığı belli oluyordu.

"Lidena Nien. " dedi genç kadın. Elindeki kılıcı arkasına alıp yol üzerindeki hayvanlara baktı. Büyük baş hayvanlar yolu kapattıkları için kahya ilerleyemiyordu. "Hayvanlarınızı yol üstünden çekebilir misiniz?" dediğinde kadın yüzünü astı.

"Hayvanlarımın bu kasaba için çok önemli! Sabaha süt sağılacağı için bolca yayılmaları gerek." dediğinde Lidena kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı.

"Hava hayvanlarınızın yayılması için pek uygun gözükmüyor." dedikten sonra kafasını çevirip ormana baktı. "Hayvanların saldırısına uğrayabilirsiniz."

Kadın alayla güldü.

"Kasabanın bir yerlisi olmadığınız ne kadar da belli küçük hanım(!) Bu ormanda ayı bile yok. Nasıl bir yırtıcı bekliyorsunuz?"

Lidena kafasını hafifçe yana eğdi.

"Benim gibi."

"Ha?"

Genç kız kılıcını kınından sıyırdığı gibi kadının şah damarına dayadı. Korkudan dilini yutan kadın kızın elinde tuttuğu siyah kılıcın beyaz kınına baktı. Bu, bu normal bir kılıçtan çok öteydi.

"Benim gibi bir yırtıcıdan bahsediyorum." Çenesini hafifçe yukarı kaldırıp kadına baktı. "Şimdi ya hayvanlarınızı yoldan çekersiniz ya da hayvanlarınız kasabaya süt yerine et verir."

Korkudan gözleri dolan kadın ellerini kaldırdı.

"Hemen! Hemen çekeceğim!" dedi telaşla. "Canımı bağışla..."

Lidena kadına şöyle bir baktıktan sonra geri çekildi. İlk defa kılıcını kaldırdıktan sonra birini öldürmeden indirmişti. Bu sanırım onun en büyük başarısıydı. Kadın telaşla hayvanları yoldan çekerken ellerini üzerindeki eski kıyafette gezdirdi. Dilroyn kasabasındaki bir kız kendisine bu soluk renkli elbiseyi vermişti. Rahat olsa da pek de çirkin bir şeydi. Ellerini kılıcının siyah metali üzerinde gezdirdikten sonra beyaz kınına soktu. Kahya ise tedirgince yanına gelmişti.

"Halktan farklı olduğunuzu çok belli ediyorsunuz Efendim." dediğinde Lidena dönüp kahyaya baktı.

"Beni halktan farklı kılan şey nedir?" dediğinde kahya ellerini önünde birleştirdi.

"Bakışlarınız, sözleriniz ve en çok da saçlarınız." dedi çekinerek. "Saçlarınız uçlarındaki kızıllık insana farklı geliyor. Sanki bir büyünün ortasındaymışsınız gibi. Normal bir insandan çok uzak. Ateşe hükmeden bir büyücü gibisiniz."

Lidena elini saçlarına attı. Siyah üzerindeki bu parlak ateş rengi gerçekten de farklı duruyordu sanırım. Bu zamana kadar saçları böyle olan pek insan görmemişti. Bu yüzden kahyasına hak verdi. Elini beline attı ve belindeki kuşaktan bir bıçak çıkardı.

"Kes."

Kahya ellerine tutuşturulan bıçağa baktı şaşkınca.

"Ne?"

"Kızıllıkları kes." dedi Lidena. Arkasını döndü ve adamın saçlarını kesmesini bekledi.

Onun için diğer herkesin önem duyduğu şeylerin bir önemi yoktu.

 

ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ

 

Çok pis hainlikler planlıyorum.

 

ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ

Loading...
0%