Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm

@ladyy_6

10.Bölüm

 

 

 

Gerçekliğimi sorguluyorum. Aslında sadece kendimin değil her şeyin ve herkesin. Ya gerçekten yaşamıyorsak ve bu olanların hepsi bir oyunsa. Belkide bir gün birisi karşımıza geçip her şeyin bir oyundan ibaret olduğunu söyleyecekti.

 

Kim bilir?

 

Ben hayatımızın gerçek olup olmadığını bilmiyordum ama şu an yaşadığım anın gerçek olduğuna emindim.

 

Bu andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bundanda emindim.

 

“İyi misin güzelim?”

 

İyi miydim? Pek sanmıyorum.

 

Cevap vermeden gözlerine baktım. Aklıma mezarlıktaki an geldi. Ne demiştim? ‘Sen bu toprağa gömülmeyecektin ben senin toprağına gömülecektim…” çok doğru söylemişim ama bir yerde yanlışlık vardı. Aslan o toprağa hiç gömülmemişti. Ben onun toprağına gömülmüştüm ebediyen.

 

“Efnan bir şey söyle lütfen,” konuşabilecek durumda değildim. Biraz önceki kovalamaca ve onun bu şekilde çıkıp gelmesi… her şey o kadar çok üst üste geliyorduki, ne yapacağımı ne düşüneceğimi hiç bilmiyordum.

 

Bundan sonra ne olacaktı? Her şey eskisi gibi olacak mıydı? En önemlisi niye böyle bir durumun içinde kalmıştık?

 

Kafamda daha binlerce soru vardı. Ama şu an sadece o özlediğim sıcaklığa kavuşmaktı…

 

Gözlerindeki yaşları tutamazken Aslan’ın beline sarıldım. İlk başta bu ani hareketimden dolayı şaşırmış olsa bile birkaç saniye sonra bana karşılık vererek bedenimi kolları arasına aldı.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve kokusunu içime çektim. Yastığına ve kıyafetlerine sinen kokudan çok daha güzeldi. Bir koku bir insana ancak bu kadar yakışabilirdi.

 

Bir süre daha böyle kaldıktan sonra kafamı göğsünden kaldırdım ve yüzünü inceledim. Teni biraz solgundu, göz altı torbaları oluşmuştu ve gözleri kan toplamıştı. Bu hâlini görmem bile tekrar gözlerimi dolduruyordu.

 

Sol gözümden bir damla yaş düşerken yüzümü avuçları arasına aldı ve baş parmağıyla o bir damlayı sildi. İşte şimdi huzurumu bulmuştum. Yine gelmişti ve gözyaşlarımı silmişti. En çok ihtiyacım olduğu anda yine beni bulmuştu…

 

Alnını alnıma yasladı ve derin bir nefes alıp verdi. “Özür dilerim. Herbir gözyaşın için bir dünya yakabilecekken o gözyaşlarını ben dökmene sebep oldum. Kendimi yakmak istiyorum. Özür dilerim sevgilim…” bu anı asla unutamayacaktım. Ona çok kırılmıştım belki ama yine ona sığınmıştım işte. Gidebileceğim başka bir yerim yoktu, olmasındı zaten. Bir tek o olsa yeterdi…

 

Belki kolayca affedemezdim ama illaki affedecektim. O benim her şeyimdi.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve geri çekildim. Yüzümdeki elleri yavaşça aşağı doğru kayarken bende ellerinin gittiği yolları gözlerimle takip ettim. Elleri ellerimi bulduğunda gözlerimi gözlerine çıkardım. “Gitmemiz gerekmiyor mu?” Diye sordum konudan bağımsız. Sesim titriyordu, heyecandan ve sinirden.

 

Etrafına bakındı ve kafasını aşağı yukarı salladı. “Evet gitmeliyiz,” dedi. Kafamı aşağı yukarı sallayıp onayladım ve yavaşça ayağa kalkmaya çalıştım. Biraz önceki düşüşüm yüzünde dizim acıyordu ve muhtemelen kanamıştı ama şu an bunun pek bir önemi yoktu. Önce buradan gitmemiz sonra benim Aslan’a bu olanların hesabını sormam gerekiyordu.

 

Dikkatlice ayağa kalktığımda Aslan da benimle aynı zamanda ayağa kalktı. İlk başta düşecek gibi olsam bile sonra dengemi sağlamayı başardım. “Şurdan gideceğiz, gel hadi.” Kafasıyla gitmemiz gereken yolu gösterdi ve elini bana uzattı. Önce eline baktım sonra gözlerine baktım. Bir kere gözlerini açıp kapattığında şüphe duymadan elini tuttum.

 

Tam bir adım atacağımız sırada bir ses duydum. Gitmemize engel olacak ve her şeyi mahvedecek bir ses…

 

“Nereye böyle çifte kumrular?”

 

Lanet olası adam! Onun burada ne işi vardı? Bizim burada olduğumuzu nereden bilebiliyordu? En önemlisi bu cesareti nereden buluyordu?

 

“Hay…”

 

Aslan bir şeyler söylemişti ama tam olarak ne söylediğini anlayamamıştım. Aslan ile arkamıza baktığımızda aynı anda derin bir nefes alıp verdik. Ben bu adamın yüzünü bile görmek istemezken karşıma çıkıyordu sürekli. Kim miydi? Sözde babam.

 

Kendi canını kurtarmak için çocuğunu tefeciye satan bir baba. Böyle bir adama bırakın baba demeyi insan bile diyemezdim.

 

Karşımızda sırıtarak elindeki silahı bize doğrulttu. Aslan beni kolumdan tutup arkasına çektiği ve önüme geçti. Görüş açım tamamen kapanmıştı. Adım atıp Aslan’ın yanına geçeceğim sırada buna engel oldu.

 

Belimdeki silahını çıkarıp aynı o adamın -babamın- yaptığı gibi karşısına doğrulttu.

 

“İndir o silahı,” diye bağırdı gür sesiyle Aslan. Benim bir şeyler yapmam lazımdı yoksa hiç iyi şeyler olmayacaktı. Ya Aslan’ı vurursa ve bu sefer gerçekten ölürse? O zaman ne olacaktı? Ben buna bir kere daha dayanabilir miydim? Hiç sanmıyorum.

 

“Asıl sen indir o silahı,” tam o sırada Aslan’ın önüne geçtim ve bir patlama sesi duydum.

 

Aslan ben düşmeyeyim diye belimden tutuyordu. Gözlerindeki korkuyu bir kilometre öteden bile görebilirdim. Ama ben iyiydim ve sanırım Aslan da iyiydi.

 

Pekâla. İşte asıl soru şu. Bu olayda zarar gören kimdi? Kim kime zarar vermişti?

 

Kendimi toparlayıp geri çekileceğim sırada belimden saha sıkı tuttu ve “iyi misin?” Diye sordu. Korkuyordu, tıpkı benim onun için endişelendiğim gibi o da benim için endişeleniyordu. Belkide ilk defa birisi benim için bu kadar endişeleniyordu…

 

Düşüncelerimi bir kenara itip cevap olarak kafamı aşağı yukarı salladım ve birkaç adım uzaklaştım. Aslan’ın üzerinde herhangi bir yara olmadığından emin olduktan sonra arkamı döndüm. Tahmin ediyordum böyle olduğunu. Arkamı döndüğümde yerde cansız bir beden göreceğimi biliyordum. Muhtemelen ölmüştü. Üzülmeli miydim buna? Yıllardır bana bir kere olsun babalık yapmayan bir adamın ölümüne üzülmeli miydim?

 

Öyle olması gerekiyor olsa bile içimden üzülmek gelmiyordu. Üzülmeyecektim. O nasıl benim için senelerdir bir kere bile üzülmediyse bende üzülmeyecektim. “Aslan bey iyi misiniz?” Arkamda duyduğum sesten dolayı gözlerimi yerde yatan cansız bedenden çektim ve arkamı döndüm.

 

Karşımda daha önce görmediğim bir adama vardı. Muhtemelen Ege’nin adamlarında birisi idi. “İyiyiz. Araba nerede?” Adam eliyle sağ tarafındaki patikayı işaret etti. “Bu tarafta efendim.” Aslan kafasını sallayıp bakışlarını bana çevirdi. Bakışlarımı kaçırdım ve hızlı adımlarla yürümeye başladım.

 

O kadar karışık duygular içerisindeydimki. Neye, nasıl tepki vereceğimi bile bilemiyordum. Gözümün önünde iki kişi öldürülmüştü. Öldü diye bir haftadır ağladığım, geceleri sadece yastığına sinen kokusuyla uyuyabildiğim, deli gibi özlediğim adam gelmişti. Ölmemişti. Bu iyi bir şeydi ama bu zamana kadar neredeydi? Ben bu kadar acıyı niye çekmiştim? Bana niye bu kadar acı vermişti?

 

Bir taraftan bunları düşünürken diğer taraftanda patikada hızlı adımlarla ilerlemeye devam ediyordum. Ah tabii ya birde Aslan arkamdan geliyordu, onu unutmamak lazım. Ona sinirliydim ve kırgındım. Bir süre konuşmazdım belkide, bilmiyordum.

 

 

Patikanın sonundaki arabaya ulaştığımda arabanın kapısını benim için açan kişiye küçük bir baş selamı verdim. Aslan’ı beklemeden arabaya binip koltuğa yerleştim. Biraz önce bana kapıyı açan adam bu sefer arabanın diğer tarafına geçti ve Aslan için kapıyı açtı. Bindikten sonra kapattı ve şöför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı.

 

 

 

Eve geldiğimizde hızla arabadan indim ve yine Aslan’ı beklemeden girişe doğru adımladım. Giriş kapısına ulaştığımda beklemeden çaldım. Kapının açılmasını beklerken Aslan yanıma ulaştı.

 

Kapı açıldığında karşımda şakın bir şekilde Aslan’a bakan Dicle’nin kapının önünden çekilmesini beklemek yerine omuz atarak yanından geçtim ve merdivenlere doğru ilerledim.

 

Merdivenleri çıkmaya başladığımda kapının kapanma sesini duydum. Beklemeyip merdivenleri tek tek çıktım ve odama ulaştım. Aslan hâlâ peşimden geliyordu. Odamın kapısını açıp içeri girdim ve sert bir şekilde kapattım. Yatağıma doğru ilerleyip oturdum ve dirseklerimi dizlerime yaslayıp başımı ellerimin arasına aldım. Delirmek üzereydim.

 

Derin derin nefesler alıp kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama pek başarılı olamıyordum. Kapı açıldığında içeriye Aslan’ın girdiğini anladım ama duruşumu bozmadım. “Efnan-” başladığı cümleyi yarıda kesip bağırmaya başladım. “Ne Efnan, Aslan? Ne Efnan?” Oturduğum yataktan kalkıp karşısına geçtim. “Bak açıklamama izin ver, lütfen.” Geçerli bir sebebi olabilir miydi bu olanların? Yoksa bile ben affeder miydim? Ederdim

 

“Efnan bak şu an çok sinirlisin ve bu sinirinde haklısın ama benimde bir nedenim vardı. Lütfen izin ver açıklamama.”

 

Aramızda olan mesafeyi kapatıp konuşmaya başladım. “Neydi Aslan? Bana bu kadar acı verdiğine değen bir şey miydi?” Gözlerim dolmuştu. Kendimi tutmayacaktım, ne olursa olsun buradaydı ve ben onun yanındayken ağlamamı saklamak zorunda değildim.

 

Gözümden bir damla yaş süzülürken gözleri o yaşa takıldı. Elini uzattı baş parmağıyla akan bir damlayı sildi. Geri çekilmek istedim ama yapamadım…

 

“Ben böyle yapmasaydım sen şu an burada olmayacaktın. Ben bunu kaldıramazdım.”

 

“Benim neler çektiğimi biliyor musun?” Cevap vermesini beklemeden tekrar konuşmaya başladım. “Sen yokken ben neler çektim haberin var mı? Geceleri sadece senin yastığına ve kıyafetlerine sinen kokunla uyuyabildim. Her gece dua ettim, senin yerine beni gömselerdi keşke diye. Belkide bunları yaşamak yerine ben öl-” cümlemi tamamlama izin vermedi. Belimden tutup beni kendine çekti. Gözleri dolmuştu, onu ilk defa böyle görüyordum. “Söyleme o kelimeyi Efnan. Duymayı bile kaldıramazken gerçeğini nasıl kaldırabilirdim?” Bu bir soru değildi. Bu bir cevaptı.

 

“Aslan…” konuşamıyordum. Gözlerinin içine bakarken konuşmak benim için çok zordu. Alnını alnıma yasladığında ne kadar itmek istesemde yapamadım. Gözlerimi kapattım ve bekledi. “Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim.” Arka arkaya aynı cümleyi tekrarlıyordu. “Her şey için çok özür dilerim bir tanem…”

 

Kafamı sağa sola salladım ve duymayı reddettim. Geri çekilmek için adım atacağım sırada belimdeki eliyle ben daha çok kendine çekti. “Niye yaptın Aslan? Niye? Niye? Niye?..” ellerimi omuzlarına vururken söylediğim sözlerime devam edemedim. Hıçkırarak ağlarken bedenimi kollarının arasına bıraktım. Belime daha sıkı sarıldı ve diğer elimde saçlarımı okşamaya başladı.

 

Saçlarımdaki elini dizlerimin altından geçirip beni kucağına aldı ve yatağa bıraktı. Kendiside yanıma oturdu.

 

Beni kendisine çekip elini omzuma attı ve başımı göğsüne koymamı sağladı…

 

 

Ne kadar süre ağladım bilmiyordum ama çok fazla olmamıştı. Aslan en sonunda dayanamayıp yüzümün heryerini öpmüştü. Hoş, hâlâ da öpüyordu. Artık ağlamıyordum. Öpücükleri gözyaşlarımı yok etmişti.

 

Önce sol yanağımı öptü.

 

Sonra sağ.

 

Alnımı, burnumu ve çenemi…

 

Alnını alnıma yasladı ve birkaç saniye bekledikten sonra tereddütle dudaklarımızı birleştirdi. Tam karşılık vereceğim sırada odamın kapısının açılması ile hızla geriye doğru çekildik ikimizde.

 

Bakışlarımız kapıya döndüğünde karşımızda Gül’ü gördük. Kalbim heyecandan çok hızlı atıyordu ve biraz önceki basılmamızdan dolayı yanaklarım kızarmıştı.

 

Gül her şeyi bir kenara bırakıp önce Aslan’a tokat attı ve bir tepki vermesine fırsat vermeden sarıldı. Bir açıklama yapmak zorunda kalmamak için odadan çıkmaya karar verdim. Yavaşça yataktan kalkıp odadan çıkıp merdivenlere doğru ilerledim. Bahçeye çıkacaktım.

 

Merdivenleri inip çıkış kapısına ilerledim. Kapıyı açtığımda ilk yaptığım şey derin bir nefes almak oldu. Kapıyı kapatıp arka tarafa doğru ilerledim. Oradaki salıncakta oturmayı seviyordum.

 

Salıncağa oturup etrafıma bakınmaya başladım. Tam karşımda gördüğüm ağacın arkasında bir adam görmüştüm cenaze günü. Oradaki kişi Aslan mıydı yoksa bugün beni takip eden kişi miydi?

 

Aslında çok fazla sorum vardı ama şu an bunlara bir yanıt aramak istemiyordum. Kafamı geriye doğru yaslayıp gözlerimi kapattım. Biraz böyle durmak bana iyi gelecekti.

 

“Tabii ya, neden olmasın?” Aklıma çok güzel bir fikir gelmişti. Aslan’a küçük bir ceza vermek için bence gayet mantıklıydı. Ne olursa olsun bu şekilde olmamalıydı. Ama artık olan bir olmuştu ve küçücük, minnacık bir cezadan bence zarar gelmezdi ama tek başıma yapabileceğim bir şey değildi. Gül’den hatta Ege’den bile yardım almalıydım.

 

Gül bir şekilde kabul ederdi ama Ege eder miydi orasını bilemiyordum. En iyisi ilk olarak Gül ile konuşmaktı.

 

Oturduğum salıncaktan kalktım ve geldiğim yoldan geri döndüm. Kapıyı çaldım ve açılmasını bekledim. Dicle kapıyı açtığında yanından geçerken kolumdan tutup durdurdu. Ben ne olduğunu anlayamadığım kaşlarımı çatarken o konuşmaya başladı. “Aslan iyi değil mi?” Şimdi anlamıştım derdini. Kolumu kendime doğru sertçe çekip “sana ne,” dedim. Tekrar konuşmasına izin vermeden yanından ayrılıp merdivenlere doğru yürüdüm.

 

Merdivenleri hızlıca çıkıp Gül’ün odasının kapısının önüne ulaştım. Kapıyı iki kez tıklattım. Birkaç saniye sonra içeriden duyduğum ‘gir’ cevabı ile beklemeden kapıyı açıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Yatağında oturuyordu. Sanırım hâlâ şoktaydı.

 

Yanına gidip oturdum. İkimizde karşımızdaki duvara bakıyorduk. “Ne düşüneceğimi hiç bilmiyorum,” dedi. Sanırım kafası çok karışıktı, gerçi benimde öyleydi. “Bende” dedim. Bir süre konuşmadan bekledik ama ben dayanamayıp konuya girdim. “Bir şey konuşmak için gelmiştim,” dedim biraz önceki konudan bağımsız. Bakışlarını bana çevirdiğinde bende bakışlarımı ona çevirdim. Devam etmemi ister gibi baktığında beklemeden devam ettim. “Aslan’dan küçücük bir intikam alsak olmaz mı?” Diye sordum. Sanki çok normal bir şey istiyordum. Bu düşüncemle gülmek istesemde gülmemeliydim şu an.

 

“O nasıl olacak?”

 

“Bak şimdi…”

 

 

-30 dakika sonra-

 

Gül ile her şeyi en ince ayrıntısına kadar konuşmuştuk. İkna etmek hiçte zor olmamıştı zaten. Şimdi sırada Ege kalmıştı, onu da ikna etmeliydik. Umarım kolayca ikna olurdu. Planı yarın uygulamak istiyorduk ama Ege’yi ikna edemezsek mecburen biraz ertelememiz gerekecekti.

 

“Ege ile hemen konuşmamız lazım.”

 

“Biliyorum. Bugün gelir muhtemelen, dışardayken yakalarsak hallederiz kolayca.”

 

Doğru, bizim gitmemize gerek yoktu. Sonuçta Aslan bugün eve dönmüştü ve tabiki Ege de gelecekti buraya. “O zaman aşağıya inelim,” dedim gözlerimle kapıyı işaret ederken. Kafasını aşağı yukarı salladı ve ayağa kalktı. Bende ayağa kalktım ve beraber kapıya doğru ilerledik.

 

Odadan çıkıp merdivenleri indik ve bahçeye çıkmak için kapıyı açtığımızda Ege ile karşılaştık. Fırsat ayağımıza gelmişti. “N’aber?” Diye sordu. Önce Gül’e baktım ve onunda bana baktığını gördüğümde sinsice gülümsedim. O da bana aynı şekilde karşılık verdi ve bakışlarımızı tekrar Ege’ye çevirdik. “N’oluyor lan?!”

 

“Seninle konuşmalıyız.”

 

Ege’nin kollarından tutup arka bahçeye doğru sürükledik -aslında sadece yön verdik-. “Ne konuşacağız?” Göz devirdim ve kolundan çekiştirmeye devam ettim. Arka bahçeye vardığımızda kolunu bırakıp karşısına geçtik.

 

“Bize yardım etmen gereken bir konu var…”

 

 

-yazarın anlatımıyla-

 

Gül ve Efnan, Ege ile olan konuşmalarından sonra odalarına çekilmişlerdi. Ege’yi ikna etmeleri pek zor olmamıştı. Her şey sorunsuz ilerliyordu şimdiye kadar. Yarın büyük gündü onlar için. Sadece birkaç günlüğüne ortadan kaybolacaklardı. Aslan’a tatile deyip gideceklerdi ama aslında gidecekleri yere gitmeyip başka bir yere gitmeyi planlıyorlardı. Ama hayatın onlar için sürprizleri vardı.

 

Şimdi ise genç kadın valizini hazırlıyordu. Kısa süreceği için yanına pek bir şey almayacaktı. Kapı çaldığında bakışlarını elindeki tişörtten çekip kapıya baktı. “Gir,” diye seslenip merakla içeri kimin gireceğini beklemeye başladı.

 

Kapı açıldığında karşısında gördüğü kişi ile istemsizce gülümsemişti. “Ne yapıyorsun güzelim?” Diye sordu genç adam merakla. Sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi…

 

Yeşil gözlerini adamın kahverengi gözlerine sabitledi ve hiç tereddüt etmeden “valiz hazırlıyorum dedi,” dedi. Genç adam yatağa oturup önce valize baktı sonra karşısındaki kadına. “Neden?” Diye sordu. “Tatil için,” diyerek cevap verdi. Karşısındaki adamın yüzüne baktığında kaşlarının çatmış ve şüpheli bir şekilde baktığını gördü. Kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Başını önüne eğdi ve yüzünü gizledi. Elindeki şortunu valizine koyarken elinin üstüne konan el ile duraksadı. “Bensiz mi gideceksin?” Hiç şüphe etmeden kafasını sallayıp elini çekip yanından bir tişört aldı ve onu katlamaya başladı.

 

“Bende geleceğim.”

 

“Hayır!”

 

“Neden?”

 

“Ceza olarak burada kalacaksın.”

 

“Hayır bende geleceğim.”

 

Kesin bir dille reddetmesine rağmen hâlâ ısrar etmesi ve ses tonu onu yumuşatmaya başlasa bile kesin tavrından ödün vermeden tekrar reddetti.

 

“Hayır! İtiraz istemiyorum. Burada kalacaksın.”

 

Bunun üzerine tekrar ısrar edemedi. Etse bile bir işe yaramayacağını anladığında oturduğu yerden kalktı ve arkasını döndü. Tam adım atacağı sırada duraksadı ve tekrar arkasını döndü. Birden eğilip genç kadının dudağından öptü ve bir şey söylemeden hızlı adımlarla odadan çıktı. Arkasında ise şaşkınlıktan ağzı açık kalmış ve utandığı için yüzü kızaran birisini bırakmıştı.

 

-ertesi gün-

 

Sabah erkenden uyanıp duş almıştım ve kahvaltımı yapmıştım. Çok heyecanlıydım. Umarım her şey planladığımız gibi olurdu.

 

Kendi odamdan çıkıp Gül’ün odasına ilerledim ve kapıyı tıklatıp içeriden gelecek sesi bekledim. “Gir,” diye uykulu bir ses duyduğumda gülümseyerek kapıyı açtım ve yatakta yatan Gül’e baktım. Kapıyı yavaşça kapatıp yanına gittim ve oturdum. “Uyan artık,”

 

“Off. Hayır ya saat daha çok erken,” diye söylenmesi gülümsememi sağladı. Kolundan tutup yavaşça sarstım. “Kalk hadi.” Oflayarak da olsa kalkmış ve duşa girmişti.

 

Gül’ün odasından çıkıp merdivenlere ilerledim. Merdivenin başında telefon ile konuşan Aslan’ı gördüğümde bir an duraksasam bile hemen eski halime dönüp ilerlemeye devam ettim. Merdivenleri beraber inmeye başladığımızda bakışları bana kaydı ve tebessüm etti. Bende ona aynı şekilde karşılık verdim ve kafamı önüme çevirdim.

 

Merdivenler bittiğinde yemek masasına doğru ilerleyip oturduk ikimizde. Aslan en başa otururken ben sol tarafındaki sandalyeye yani her zaman oturduğum yere oturdum.

 

Ayşe abla ve Dicle servis yaparken bir karşımdaki duvara birde yanımda oturan Aslan’a kayıyordu bakışlarım. Önce duvara baktım, birkaç saniye bekledikten sonra bakışlarımı Aslan’a çevirdiğimde göz göze geldik. Bu durum onun hoşuna gitmiş olmalıki gülümsüyordu. Ona bakarken yakalanmamdan dolayı utanmıştım ve yanaklarım kızarıyordu. Bakışlarımı kaçırıp kafamı başka yere çevirdim.

 

Servis işi bittiğinde kahvaltımız etmeye başladık…

 

 

“Hadi gidelim,” dedim elimdeki küçük valizimi arabanın yanındaki adama verirken. Gül de valizini verdi ve adam ikimizin valizinide bagaja koydu ve kapağını kapattı.

 

Aslan karşımda somurtuyordu. Bu hali tam olarak mızıkçı bir çocuğa benziyordu ve ister istemez kahkaha atmak istiyordum. Yüzündeki ifadeye dayanamayıp aramızdaki mesafeyi kapattım ve kollarımı boynuna doladım. İlk başta şaşırdığı için beklemiş olsa bile daha sonrasında hemen karşılık verip elini belime sardı ve beni kendisine doğru çekti. Kafasını boynuma gömüp derin bir nefes aldı. Bende parmaklarımı boynunda ve saçlarında gezdirdim. Dudakları boynuma baskı uyguladığında ne yapacağımı bilemeyip elimi haraket ettirmeyi bıraktım. Derin bir nefes alıp kendimi daha çok kaptırmadan geri çekildim.

 

Gül de sarıldıktan sonra arabaya bindik. İşte şimdi başlıyorduk…

 

 

Uzun bir yolculuğun ardından sonunda kalacağımız otele gelebilmiştik. Bize odamıza kadar eşlik edip valizlerimizide odaya çıkaran görevli gittiğinde kapıyı kapattım ve kendimi salonun ortasındaki koltuğa attım. Gül ile beraber kalacaktık.

 

Odanın içi olabildiğince genişti. Kapıdan girdikten sonra ufak bir koridor vardı. Sonrasında sol tarafta bir koltuk takımı ve televizyon vardı, sağ tarafta ise iki tane yatak vardı ve bir kıyafetlerimizi koyabilmemiz için gardırop vardı. Koridorun bitişinden hemen sonra sağ taraftaki duvarda banyo kapısı vardı. Benim çok hoşuma gitti. Özellikle odanın manzarasının gözüktüğü yerdeki duvarın yerinde tamamen cam olması çok hoş bir görüntü oluşturuyordu.

 

Neredeyse akşam olmak üzereydi ve benim karnım acıkmaya başlamıştı. Yolda yemek yemiştik ama yolculuk beni gerçekten çok yoruyordu. Birazdan yemek yemek için odadan çıkardık ve geri geldiğimizde de muhtemelen direkt uyurdum ben.

 

Yığıldığım koltuktan kalktım ve banyoya doğru ilerlerken yatağın üzerinde bayılmış gibi uyuyan Gül’e seslendim. “Gül, uyan hadi. Yemeğe inelim.” Mızmızlanarak bir sağa bir sola dönmeye başladı. Banyo kapısını açıp içeri girdim ve kapıyı kapattım.

 

Banyodaki işlerimi hızlıca halledip hazırlanmaya başladım. Gül de duştan çıktığında saçlarını kurutmaya başladı. Valizimdeki elbiselerden birisini alıp inceledim. Mini boy, etek uçları fırfırlı, kare yaka çiçekli bir elbise idi. Kesinlikle bunu giymeliydim, çok tatlı ve hoş bir görüntüsü vardı.

 

Valizimi kapatıp hazırlanmaya başladım.

 

 

“Aa Aslan, hoşgeldin.” Dedim sarhoş olduğum için cümleleri düzgün kuramazken. Normalde içmeyen birisi olduğum için birkaç kadeh içtikten sonra sarhoş olmuştum ama anlayamadığım bir nokta vardı. Aslan’ın burada ne işi vardı?

 

Ayağıma giydiğim topuklu ayakkabıların üzerinde dengemi kaybedip düşeceğim sırada Aslan belimden tutarak bana destek oldu.

 

Onu ittirip ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarttım ve duvardan tutunarak ilerlemeye başladım. Zaten odamızın olduğu kattaydık, yani sanırım öyleydik.

 

Gül neredeydi acaba? En son aşağıda bir şeyler içiyordu ama o sarhoş değildi. Belkide ben farkında değildim bilmiyordum.

 

Bir elim duvarda, sağa sola sallanarak yavaş yavaş ilerlerken Aslan’ın önüme geçmesiyle durmak zorunda kaldım. “Off! Aslan çekil önümden!” Dedim sinirli bir şekilde, artık bu haldeyken ne kadar sinirli olabiliyorsam.

 

Kafasını iki yana sallarken derin bir nefes aldı ve biraz eğilip beni omzuna aldı. Ben ellerimi sırtına vurarak “bırak beni, dağ ayısı.” Diye bağırdım. Ama o bunu umursamadan devam etti. Birkaç metre ilerledikten sonra durdu ve sanırım bizim kaldığımız odanın kapısını açtı.

 

Işıkları yaktı ve içeriye doğru ilerleyip yatakların olduğu tarafa yöneldi. Ben ise hâlâ ellerimi sırtına vuruyordum ama sesimi çıkarmıyordum. Yatağın üstüne beni ne hızlı ne de yavaş sayılabilecek bir şekilde bıraktı ve üzerime eğildi.

 

Ellerimi destek olması için iki tarafıma sabitledim. Aslan da ellerini ellerimin yanına koydu ve üzerime biraz daha eğildi.

 

“Tek bir şey soracağım. Neden böyle bir şey yaptın?”

 

“İntikam için.”

 

“İntikam için, öyle mi?”

 

Gözlerimi gözlerine diktim ve tereddüt etmeden onaylamak için başımı aşağı yukarı salladım.

 

“İntikamını başka yollarla alabilirdin güzelim,” dedikten sonra önce nefesini dudaklarıma doğru üfledi sonrada öptü…

 

 

 

 

Loading...
0%