Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.Bölüm

@ladyy_6

7.Bölüm


Ölüm, bir organizmayı ayakta tutan tüm biyolojik işlevlerin geri döndürülemez bir şekilde sona ermesidir.


Ölümün bilimsel tanımı bu idi.


Peki geride kalanlar için neydi ölüm?


Acı. 


İnsan en çok kendisini severdi bu hayatta. Her zaman önceliği kendisi olurdu. Başkasının acısı, ölümü insanları belirli bir süre üzerdi.


Böyle değil miydi bu her zaman?


Peki şimdi benim içimde bu hiç geçmeyecek gibi acıması neydi?


Ona bişey olmuş olma ihtimali, ölmüş olma ihtimali aklımı kaçırmama sebep oluyordu. Düşüncesi bile canımı yakıyordu. Saçının tek teline zarar gelse içim yanıyordu. Canım acıyordu.


Onun canı bir yansa benimki bin yanıyordu.


Şimdi de doktorun söylediklerini dinliyordum ama bir yerden sonrasını dinleyemedim.


“Ameliyat biraz zorlu geçti ama hastamızın durumu gayet iyi. Hayati bir tehlikesi yok,” doktor bunları söyledikten sonrasını pek dinleyemedim. İyiydi. Hayati tehlikesi yoktu. Savaşmıştı ve o savaşı kazanmıştı.


“Birazdan normal odaya alınır ama pek yormayın lütfen, şimdilik sadece bir kişi girsin,” dediğinde kimseden bir ses çıkmadı.


Efnan’ı normal odaya yerleştirdiklerinde içerideki hemşirenin çıkmasını bekliyorduk. Evet bekliyorduk. Kimse gitmemişti. Gökhan da dahil.


Hemşire içeriden çıktığında tam içeri girmek için hareket edeceğim sırada Gökhan benden önce davrandı ama ben kolundan tutup durdurdum. Tam ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada hemşire konuşmaya başladı. “Aslan bey kim? Birkaç saniye cevap vermek için beklesem de hemen kendimi toparlayıp konuşmaya başladım. “Benim,” dedim. Hemşire hepimizin üzerinde gezinen gözlerini bana sabitledi. “Hasta sizi görmek istediğini söyledi,” dediğinde yüzümde sersem bir sırıtmış belirse de hemen kendimi toparladım. “Tamam,” Gökhan’ın kolunu bıraktım. Hemşire kapının önünden çekilip gittiğinde ben hiç beklemeden içeri girdim.


İçeri girdiğimde zaten Efnan kapıya baktığı için göz göze geldik. “Efnan,” dedim kısık bir sesle. Gülümsedi. İyi görünmeye çalışıyordu ama ağrısı olduğu her halinden belliydi. Zaten ameliyattan da yeni çıkmıştı. Yani yorgundu. Hemen yanına gittim. Yatağın yanında küçük bir sandalye vardı. Ona oturup elini tuttum. Gözlerini asla gözlerimden çekmedi. “İyi misin?” Diye sordum yine kısık bir sesle. “İyiyim,” sesi gerçekten çok yorgun geliyordu.


Benim yüzümden bu durumdaydı. Ben onu koruyamadığım için bu yatakta yatıyordu. Bu düşüncelerimle birlikte başımı önüme eğdim. Efnan elini elimden çekti. Eliyle çenemden tuttu ve kaldırdı. “Aslan senin yüzünden değildi böyle yapma lütfen,” dediğinde elini tutup avucunun ortasını öptüm ve yavaşça geri indirdim. “Benim yüzümdendi Efnan. Ben seni koruyamadığım içindi. Ama merak etme o şerefsizi bulup sana yaptığının on katını hatta bin katını yapacağım,” dedim. Buna itiraz etmedi sadece gülümsedi. “Tamam istediğini yapabilirsin ama kendini suçlama lütfen, bilemezdin. Bak iyiyim. Hiç bişeyim yok sapasağlamım,” dedi gülümseyerek. Bu kızı severek gerçekten hayatımın en büyük doğrusunu yapmıştım. Elini biraz kaldırıp üstünü öptüm. “İyiki iyisin güzelim. Ben sensiz ne yapardım yoksa?” Dedim. Gülümsemesi büyüdüğünde bende gülümsemeye başladım.


“E yani, benim gibi eşsiz bir müstakbel karın olmadan ne yapacaktın?” Düşüncesi bile çok kötüydü.


“Ben sensiz hiçbir şey yapamazdım güzelim,” gerçektende öyleydi. Ben artık o olmadan hiçbir şey yapamazdım. Benim her şeyim oydu. Hayatım. Canım. Her şeyim. Herkesim.


“Neyse, şimdi buradayım sonuçta. O yüzden bunları düşünmeyelim. Olur mu?” Başımı aşağı yukarı salladım. “Olur güzelim sen nasıl istersen öyle olur,” dedim gülerek. O da güldü. Gülümsemesini o kadar özlemiştim ki. Bakışlarım bir anlığına dudaklarına kaydı ama o anlamadan hemen gözlerine çıkarttım bakışlarımı.


Derin bir nefes aldı. “Kendimi çok yorgun hissediyorum,” dedi. “Biraz uyu. Zaten doktor ameliyatının zor geçtiğini söyledi,” bana hak vermiş olmalıkı hiç itiraz etmeden başını salladı. Gözlerini kapattığı sırada bir anda geri açtı ve kaşlarını çattı. “Senin uykun yokmu nerdeyse sabah olacak sende biraz dinlen,” bu halde bile beni düşünmesi beni mutlu etmişti. 3 yaşındasın ya Aslan ota boka mutlu ol zaten. Evet. Olurum. Ne olmuş yani? “Tamam dinlenirim ben hadi uyu,” dediğimde gözlerini tekrar kapattı.


Beş dakika sonra tamamen uyuduğundan emin olduğumda elini ne kadar bırakmak istemesem de mecburdum. Elini bırakırken birden daha sıkı tuttuğunda “lavaboya gidip geleceğim,” dedim kulağına eğilip. Ama lavaboya falan gitmeyecektim. Benim öyle dediğimi duyunca elimi bıraktı. Odadan çıktığımda hâlâ burada bekliyorlardı. Bu Gökhan da hâlâ gitmemişti. Elimde kalacaktı. Ege’ye gözümle dışarıyı işaret ettim. Tam gideceğim sırada Gökhan içeri gireceğini farkettim. Önüne geçtim. “Efnan uyuyor rahatsız etme. Daha sonra tekrar gelirsin. Şimdi git. Burda beklemenin bir anlamı yok,” dedim. Ağzını gözünü dağıtmamak için zor duruyordum. Derin bir nefes alıp arkasını döndü ve biraz önce oturduğu yere oturdu. Gitmeyecek miydi? Neyse ne en azından içeri giremeyecekti.


Ege’nin yanına gitmek için orada beklemeyi bırakıp dışarı çıktım. Ege dışarıdaki banklardan birinde oturuyordu. Hızlı adımlarla yanına gidip oturdum. “Cem Karataş’ın adamlarından birisiymiş,” dedi hiç beklemeden. İşte şimdi o adamı ölmüştü. Zaten ne zamandan beridir sürekli işlerime burnunu sokuyordu. Ama bu son damlaydı. Artık Cem Karataş diye birisi yoktu. “Öldürün hepsini. Sadece karımı vuranı ve o iti sağ getirin. Onlarla özellikle ben ilgileneceğim,” dediğimde sadece beni onayladı. Zaten böyle bir planım vardı ama amacım herkesi öldürmek değildi. Ama artık öyleydi. Çünkü ona zarar gelmişti. Ona ufacık bir zararı dokunanın sonu ölümdü. Onun için herkesi öldürebilirdim. Onun yaşaması için Dünya’yı yakardım.


“Tamam. En geç yarın akşama kadar hallolmuş olur,” deyip ayağa kalktı. “Benim artık gitmem lazım kardeşim yenge de iyi zaten, gelirim bir ara geçmiş olsuna,” dediğinde kafamı salladım. O gerçekten benim en iyi dostumdu. Kardeşimdi. “Tamamdır. Sağol her şey için,” dediğimde teessüf eder gibi baktı. “Ne demek kardeşim her zaman,” elimi uzattım. Elimi sıktı. “Yengeye selam söyle sende,” dediğimde kafasını salladı. Ege bu senenin başlarında evlenmişti. Birbirlerini gerçekten çok seviyorlardı. Acaba bizde bir gün Efnan ile böyle olur muyduk?


Ege gittiğinde hiç beklemeden yukarı çıktım. Kapının önünde Gül Gökhan’ın omzuna başını koymuş uyuyordu. Derin bir nefes aldım. Şu an bununla uğraşamazdım. Gül’ü eve göndersem iyi olacaktı. Gül’ün yanına gidip önünde eğildim. “Gül, abicim uyan hadi,” derken elimi de omzuna koymuştum. Kaç saattir hastane köşelerindeydi. Gözlerini açtığında hemen kafasını Gökhan’ın omzundan kaldırdı. Gökhan sessizce bizi izliyordu. Buda bir gitmedi. “Yiğit’i çağırayım seni alsın eve götürsün burada bekleme daha fazla tamam mı?” Dedim. Ama dinletemedim. “Hayır abi gitmek istemiyorum,” diye itiraz etti. Kaşlarımı çattığımda en başından beri sessiz olan Gökhan ortaya atladı. “Gül ben seni bırakırım eve. Hem abin de seni düşünüyor. Zaten bişey yapamıyoruz. Hem Efnan iyiymiş,” dediğinde ne kadar sevmesemde hak vermiştim.


Gül birkaç saniye düşündükten sonra kafasını salladı ve ayağa kalktı. Gökhan da onunla birlikte kalktığında “dikkatli gidin,” dedim. Kafasını sallayıp Gül’ün arkasından yürümeye başladı. Bende daha fazla orada beklemeden içeri girdim.


“Aslan,” sanırım Efnan ben gelmeyince veya kapının sesine uyanmıştı. Bilmiyordum. “Güzelim ne zaman uyandın?” Diye sordum. Bir taraftanda yanındaki sandalyeye oturup elini tuttum. “Biraz önce. Sen neredeydin? Hani lavaboya gitmiştin?” Sorularını arka arkaya sıraladığında hangisine ne cevap vermeliyim bilmedim. En iyisi gerçeği söylemekti. “Ege ile konuştum. Bunu sana yapan kimmiş onu öğrendim,” dediğimde kim olduğunu merak etmiş olmalıydı. Tam konuşacağı sırada ondan önce davrandım. “Bazı şeyler için erken güzelim. Ama merak etme ben halledeceğim,” dediğimde göz devirdi. Sanırım itiraz edecekti. “Off, Aslan off,” dedi sitemle.


Sonra hemen aklına bişey gelmiş olmalı ki konuşmasına devam etti. “Tamam ben kim olduğunu falan bilmeyim ama bunu bana yapana bir iki kerecik de ben vursam olmaz mı?” Güldüm. O kadar masum ve tatlı söylemişti ki isteğini. Sanki adam dövmek değilde daha sıradan bişey istiyormuş gibi. Ben güldüğümde kaşlarını çattı. “Aslan ciddiyim gülme,” diyordu ama o da bir süre sonrasında dayanamadı ve gülmeye başladı.


Gülmeyi bıraktığımızda o özlediğim yeşil gözlerine hasretle baktım. O da benim gözlerime bakıyordu. “Aslan ben ciddi söylemiştim. Yapabilir miyim?” Bu sefer gerçekten ciddiydi. Benim için bunu yapmasında hiçbir sorun yoktu. “Tabii güzelim,” dediğimde sevinçle gülümsedi. “Gerçekten mi? İzin vermezsin sanmıştım,” bende ona karşılık olarak güldüm. “Niye izin vermeyeyim? Seninde hakkın sana bunu yapanlara hadlerini bildirmek,” dediğimde artık resmen gözlerinin içi parlıyordu. “Yiaa canım kocamm,” dedi birden kocam derken sonunu uzatarak ama bunu bir anda söylediği için eliyle ağzını kapatmıştı. “Canım karımm,” dedim bende onun gibi sonunu uzatarak. Bir taraftan da gülmemek için kendimi zor tutuyordum.


Utandığı için yüzü kızarmıştı. Eliyle yüzünü kapatıyordu. Çok tatlıydı. “Ya Aslan,” dedi. Ben gülmemi tutamayıp kahkaha attığımda elini yüzünden çekip bana ters ters baktı. Gülmemi durdurmak için dudaklarımı birbirine bastırıp düz bir çizgi haline getirdim. Eliyle omzuma vurduğunda acımamış olmasına rağmen yüzümü buruşturup vurduğu yeri ovaladım. “Elin ne kadar ağır ya. Acıdı,” dedim. Göz ucuyla baksa da umursamayıp omuz silkti. “Bişey olmaz.” Bana vurduğu elini tutup üstüne küçük bir öpücük bıraktım. “Ben senden gelen her şeye razıyım.” Yüzü yumuşayıp küçük bir tebessüm etsede hemen kendini toparladı. Tekrar eski memnuniyetsiz yüz ifadesini takındı.


Sanırım hâlâ yorgun olmalıydı ki gözleri kapanmak üzereydi. Ayağa kalkıp elimle saçlarını okşadım. “Hâlâ yorgunsun biraz daha dinlen,” dediğimde itiraz etmedi. Başını sallayıp gözlerini kapattı.


Birkaç dakika sonra hava almak için odadan çıkıp bahçeye gittim. Cebimdeki sigara paketini ve çakmağımı çıkarıp içinden bir dal aldım. Çakmağı yakıp sigaranın ucunu tutuşturdum. İçime derin bir nefes çekip geri üfledim.


Bugün olanları bir türlü kafamdan atamıyordum. Ya ona bir şey olsaydı. Ben onsuz ne yapardım? Nasıl yaşardım?


Ama bir daha asla ona bir şey olmasına izin vermeyecektim.


Sigaramı bitirdiğimde söndürüp izmaritini çöpe attım. Boş olan banklardan birisine oturup dirseklerimi dizlerime yaslayıp başımı ellerimin arasına aldım. Başım ağrımaya başlamıştı.


Bir süre daha orada öylece oturdum. Efnan’ı daha fazla yalnız bırakmak istemediğim için oturduğum yerden kalktım. Odaya çıkmadan önce kafeteryaya uğrayıp bir tane kahve aldım.


Hızlı adımlarla Efnan’ın odasına doğru yürümeye başladım.


Tam kapıyı açıp içeri girecekken birisinin koluma dokunduğunu hissettim. “Pardon,” bir kadın sesi duyduğumda kaşlarımı çatmış kolumdaki eline bakıyordum. Elini hâlâ çekmediğinde ben kolumu çektim.


Yüzüne baktığımda gülümseyerek bana bakıyordu. Kimdi bu kadın? Ya da benim yanımda ne işi vardı? “Şey acaba telefonunuzu kullanabilir miyim?” Diye sordu. Ne için? Bula bula beni mi bulmuştu? “Ne için?” Diye soğuk bir sesle sorduğumda yüzündeki gülümsemeyi biraz daha büyütüp elini omzuma koyacağı sırada bir adım geri çekildim.


Birkaç saniyeliğine bozulsada belli etmemeye çalışıp elini indirdi ve gülümsemeye devam etti. “Şey için… benim telefonumun şarjı bitti de annemi aramam gerekiyor,” dedi. Cidden mi? Hiç öyle bir amacı varmış gibi durmuyordu. “Gerçekten acil bir durum ise danışmaya sorabilirsiniz,” dedim kesin bir dille. Bir şey demesini beklemeden kapıyı açacağım sırada tekrar kolumu tuttu. Bir düşmedi yakamdan. “Ama ben sizden istiyorum,” dedi. Dudaklarını büzüp muhtemelen tatlı olduğunu düşündüğü ama aslında ne kadar itici ve yapmacık durduğunu bilmeden. “İlgilenmiyorum,” bu sefer hızlıca kapıyı açıp içeri girdim ve hemen geri kapattım.


Akıllısı beni bulmaz delisi peşimden ayrılmaz.


İçeriye girdiğimde Efnan hâlâ uyuyordu. Sessizce köşedeki koltuğa oturdum ve kafeteryadan aldığım kahvemi içmeye devam ettim.


Kahvem bittiğinde karton bardağı çöpe attım.


Efnan’ın yatağının yanındaki sandalyeye oturup elini tuttum. Sürekli ona yakın olmak istiyordum. Bir saniye bile yanından ayrılmak ölüm gibi geliyordu bana.


Elinin üstüne gelen baş parmağımı yavaşça hareket ettirdim.


Elinin üstündeki baş parmağım hareket etmeyi bıraktığında elimdeki tutuşu sıkılaştı. Elimi daha çok sıkmaya başladı. Burada olduğumu belli etmek ister gibi tekrar baş parmağımı elinin üstünde hareket ettirmeye başladım. Bu hareketimden sonra tutuşunu gevşetti.


Başımı elinin üstüne koyup gözlerimi kapattım.


⭐️


Daha gözlerim açılmadan saçlarımda gezinen bir el hissettiğimde şaşkınlıkla gözlerim açılsa bile bunun Efnan olduğunu idrak edince gözlerimi tekrar kapattım.


Daha önce hiç böyle uyanmamıştım. Ya da daha önce kimse saçlarımı sevmemişti. Efnan’ın saçlarımı sevmesi o kadar iyi hissettirmişti ki. Gün boyu böyle kalabilirdim.


Birkaç dakikanın ardından yavaşça başımı kaldırdığımda saçımdaki ellini hızlıca geri çekti.


Gülümseyerek “günaydın,” dedim. O da gülümseyerek bana cevap verdi. “Sanada günaydın.” Odanın kapısı çaldı. Kapıdan kimin gireceğine bakıyorduk ikimizde. Hemşirelerden birisinin yemek getirdiğini görünce önüme döndüm. “Günaydın Aslan bey, günaydın Efnan hanım. Kahvaltı getirmiştim,” dediğinde ben hiç tepki vermeden Efnan’a bakıyordum. Efnan ise hemşireye gülümseyip ikimizin yerine de teşekkür etti. “Teşekkür ederiz.”


Hemşire yemekleri bırakıp çıktığında Efnan’a ben yardım edebilirim desemde bunu reddetmişti.


Sanırım pek canı istemiyordu. Çünkü doğru düzgün hiçbir şey yememişti. “Efnan yemeğini ye hadi,” dediğimde memnuniyetsiz ifadesiyle baktığı yemekten bakışlarını bana çevirdi. “İyi ama bunların hiçbirinin tuzu yok. Tatsız tuzsuz şeyleri nasıl yiyeyim?” Diye tatlı tatlı konuştuğunda gülmemek için kendimi zor tutsamda yüzündeki o ifadeyi gördüğümde biraz sinirlenmiştim. Neden yemekler tuzsuzdu? Tamamen saçmalıktı ama iyileşene kadar ya da en azından eve gidene kadar mecburen böyleydi. “Güzelim eve gidene kadar mecburen böyle,” dediğimde yüzü biraz daha asıldı.


Neredeyse yarım saattir Efnan’ı bir şeyler yemeye ikna etmeye çalışıyordum. Ama başaramamıştım bir türlü. Daha fazla ısrar etmeyip kaşığını elinden aldım ve çorbada bir kaşık alıp yemesi için ağzına doğru götürsemde ağzına açmadı. “Güzelim hadi ye birazcık,” dediğimde başını sağa sola salladı olumsuz anlamda. Kaşığı çorba kasesin içine bırakıp arkama yaslandım ve ellerimi de göğsümün üstünde bağladım. “Peki ne yaparsam yemek yersin?” Dedim.


Bir süre düşündü. Sonra birden aklına bişey geldi sanırım ve hemen konuşmaya başladı. “Eve gitmek istiyorum,” dedi. Bende isterdim ama maalesef şuan gidemezdik. “Güzelim ama şuan gidemeyiz ki” omzunu banane der gibi silkti. “Aslan sen istersen yaparsın nolur ki yapsan. Evimize gitsek kocacım. Olmaz mı?” Bilerek yapıyordu. Sırf eve gitmek için hem evimiz demişti hemde kocacım. Ama ben bu tatlılığa nasıl itiraz edebilirdim ki? Derin bir nefes alıp başımı belli belirsiz sağa sola salladım. Bir taraftan da sessizce gülüyordum. “Canım karım benim en erken yarın çıkabiliriz muhtemelen çünkü yapılması gereken testler vardır,” sanki çok büyük bir zafer kazanmış gibi mutlu oldu. Gözlerinin içi bile gülüyordu. İşte bunu görmek herşeye değerdi. “Hadi yemeğini ye artık.”


Efnan yemeğini yedikten sonra doktorla konuşmuştum. Bugün bütün testleri yaptıracaktık. Yarın sabah da çıkacaktık.


Şimdi de Efnan’ı gerekli testler için götürmüşlerdi. Bende dışarıdaydım.


Telefonumun melodisini duyduğumda cebimden çıkartıp kimin aradığına baktım. Ege arıyordu. Beklemeden açtım. “İş tamam. İkisini de depoya götürüyorlar,” dediğinde keyfim yerime gelmişti. “Tamam biz hastaneden yarın çıkacağız. Ama ben birkaç gün sonra gelirim muhtemelen,” dedim. Yarın Efnan’ı bırakıp hiçbir yere gidemezdim. “Tamam ne zaman istersen o zaman gelirsin. Ha birde müsait bir zamanda size geliceğiz Aslı ile,” muhtemelen hem Aslı ve Efnan’ı tanıştırmak hemde geçmiş olsun içindi bu ziyaret. “Tabii kardeşim her zaman gelebirsiniz,” dedim.


“Görüşürüz o zaman kardeşim.”


“Görüşürüz,” deyip telefonu kapattım ve tekrar cebime attım.


Neredeyse öğlen olmak üzereydi. Muhtemelen Efnan’ı yemek için odaya getirmişlerdi. Bende daha fazla dışarıda beklememek için oturduğum yerden kalktım. Hastaneye girip hızlı bir şekilde Efnan’ın odasının bulunduğu kata çıktım. Kapısının önüne geldiğimde beklemeden kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı kapatıp odanın ortasına doğru yürüdüm. Efnan yatağında yatıyordu. “Çok mu oldu geleli?” Diye sordum. Umarım çok olmamıştır. Zaten hastaneyi pek sevmiyordu birde tek başına beklemesini istemezdim. “Yok, çok olmadı. Biraz önce geldim,” anladım der gibi başımı sallayıp yatağının yanındaki sandalyeye oturdum.


Elini tutup gözlerimi gözlerine sabitledim. “Güzel bir haberim var sana,” dedim. Hem meraklı hem heyecanlı gözlerle bana bakıyordu. Çok fazla beklemeden devam ettim. “Sana bunu yapanları adamlarım yakalamışlar,” dediğimde resmen gözlerinin içi parlamıştı. Sanırım cidden intikam almak istiyordu. “Gerçekten mi? Burdan çıkınca direkt yanına gidelim mi o zaman?” Diye sordu bir çırpıda ama şuan gitmesi gerçekten tehlikeliydi onun için. Adım atsa bile dikişleri açılabilirdi. “Hayır Efnan dikişlerin alınana kadar şurdan şuraya gidemezsin,” dediğimde dudaklarını büzdü. Gözlerim ister istemez dudaklarına kayıyordu. Bu sıralar çok fazla dudaklarını büzüyordu ve ben öpmemek için kendimi zor tutuyordum.


Dudaklarına bakmayı bırakıp tekrar gözlerine baktım. “Güzelim asma suratını zaten hastaneden de erken çıkıyorsun. İçim pek rahat değil,” dediğimde ifadesini hiç bozmadı. Hatta daha da düşürdü yüzünü. Ağzını gözünü öpecektim şimdi. “Sen beni götürmemek için böyle yapıyorsun biliyorum,” kısık bir sesle konuşuyordu. “Hayır güzelim. Hem ben sana söz vermedim mi?” Dediğimde sadece başını sallayıp beni onayladı. “E o zaman niye şüphe duyuyorsun? Götürürüm dediysem götürürüm,” dedim kesin bir dille. Benim söylediklerimden sonra yüzünü asmayı bırakmıştı. Gözlerimin içine bakıyordu.


Bakışmamızı bölen şey benim çalan telefonum oldu. Kimin aradığına bakmak için telefonumu cebimden çıkardığımda Gül’ün aradığını gördüm. Sanırım Efnan da merak etmişti kimin aradığını çünkü o da kimin aradığına bakıyordu. Gül olduğunu görünce bakmayı bıraktı. Ben hızlıca aramaya cevap verip telefonu kulağıma götürdüm. “Efendim Gül,” dedim. Birkaç saniye sonra Gül konuşmaya başladı. “Abi biz hastaneye geliyoruz haberiniz olsun,” biz derken? Kiminle geliyordu? “Abicim kiminle geliyorsun sen?” Umarım düşündüğüm kişi değildir. “Gökhan ile,” lanet olsun. Ben bu adamdan kurtulamayacak mıydım? İçimden küfür edip, benden cevap bekleyen Gül’e cevap verdim. “Gelin abicim gelin,” dedim mecburen ve cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp cebime attım.


Merakla bana bakan Efnan’ı gördüğümde sinirlerim biraz yumuşamıştı. “Gül ve Gökhan buraya geliyormuş,” sesim fazlası ile memnuniyetsiz çıkıyordu. Efnan ise bu duruma gayet mutlu olmuş gibiydi. “Gerçekten mi?” Diye sordu heyecanlı heyecanlı. “Hıı. Gerçekten,” maalesef. Bu adamdan nasıl kurtulacaktım ben? “Yaşasın,” niye bu kadar sevinmişti ki?


Ben bunu düşünürken kapı iki kere tıklatıldı ve hemen sonra açıldı. Önde Gökhan arkasındanda Gül içeri girdi. Gökhan’ın elinde koca bir buket beyaz gül vardı. En azından en sevdiği çiçeği bilmiyordu. İşime gelirdi. Bilmesin zaten niye bilecekmiş?


Gül’ün elinde küçük bir çanta vardı, sanırım bizim için bir şeyler getirmişti. Gül arkasındaki duvarın dibine çantayı bıraktı. Odanın ortasına doğru adımladılar ikisi de.


Efnan yattığı yerde biraz dikleşti. “Hoşgeldiniz,” dedi. Gül Efnan’ın yatağına yaklaştı ve canını acıtmamak için yavaşça sarıldı. Efnan da aynı şekilde karşılık verdi. Onlar ayrıldıktan sonra Gökhan elindeki çiçeklerle birlikte Efnan’a yaklaştı ve elindeki çiçekleri kucağına bıraktı. “Geçmiş olsun Efnan,” dedi. Sonra beklemeden devam etti. “Aslında zambak alacaktım ama bulamayınca mecburen bunu aldım,” ne yani en sevdiği çiçeği biliyor muydu? Allah’ım bana sabır ver.


Efnan’ın kucağındaki çiçekleri aldım. Efnan bana şaşkın bir şekilde bakarken Gökhan’ın gözlerinden ateş çıkacakmış gibi bakıyordu. Çokta umrumda sanki. “Çiçekler için teşekkürler ama hastane odasına çiçek getirmek yasak diye biliyorum,” öyle olmasada artık yasaktı. Onun için getirmesi kesinlikle yasaktı. “Öylemiymiş?” Dedi dişlerini sıkarak. Hafifçe yalandan bir tebessüm edip “evet öyleymiş,” dedim.


Çiçeği kenara bir yere bıraktım. Aslında çöpe atacaktım ama Efnan’ın sinirlenmemesi için böyle bir şey yapmaktan vazgeçmiştim.


Neredeyse bir saattir buradaydılar. Efnan yemeğini yerken bile gitmemişlerdi. Birazdan kalkın gidin diyecektim. Bunu yapmama çok az kalmıştı.


Kapı iki kere tıklatıldıktan sonra içeriye hemşire girdi. “Efnan hanımı kalan testleri yapmak için götürmeye gelmiştim,” çok şükür sonunda. Bu sayede bunlarda giderdi. Gül’ün kalmasında sıkıntı yoktu ama Gökhan’ın kalmasında sıkıntı vardı.


Hemşire Efnan’ı alıp çıktığında Gül’e döndüm ve “yarın hastaneden çıkacağız Efnan’ın odasını hazırlat,” dediğimde Gül sevinmiş olmalı ki gülümsemişti. Kafasını aşağı yukarı salladı. “Efnan artık sizinle kalamaz. Tekrar böyle birşey yaşanmaması için benimle kalacak,” derken? Bunu kime sormuştu. Ben Efnan’ı bununla gönderir miydim? Göndermezdim. Bu fikire nereden kapılmıştı? “Efnan seninle falan kalmıyor. Benimle bizim evimize gelecek,” dedim itiraz istemediğimi belirten soğuk sesimle.


Ama o bunu umursamayıp saçma ısrarına devam etti. “Bence bu olanlardan sonra Efnan da seninle kalmak istemez,” öyle bir şeyin ihtimali bile yoktu bence. “Eğer öyle bir şeyin ihtimali bile olsaydı ben zaten şu an burada olamazdım. Efnan burda da kalmamı istemezdi.”


Benim söylediklerimin üstüne Gül onu kolundan tutup çekiştirerek dışarıya sürükledi. İyiki de öyle yaptı yoksa ben bu iti burada boğacaktım. Neymiş? Efnan onunla gidecekmiş. Bende gönderirdim ya.


Çiçeği bıraktığım yerden alıp odanın dışına çıktım. Çöpe atacağım sırada Efnan’ın sorabileceği aklıma geldi. O yüzden mecburen arabaya götürecektim.


Çiçeği arabaya bıraktıktan sonra hastanenin kafeteryasına gelmiş ve bir kahve almıştım. Şirketteki bazı işlerimi telefondan halledecektim. Telefonumu cebimden çıkarttım ve önce gelen mesajlara baktım. Önemli olanlara cevap verip şirketle ilgili birkaç belgeye bakınmaya başladım.


Neredeyse bir saattir buradaydım ve artık omuzlarım ağrımaya başladığı için telefonumu kapatıp cebime attım. Elimi boynuma atıp masaj yapar gibi sıktım ve sağa sola eğerek hareket ettirdim.


Önüme koyulan bir bardak kahveyle daha ne olduğunu anlayamadan yanımdaki sandalyeye bir kız oturdu. “İhtiyacınız olacak gibi,” dedi. Tamam belki kahveye ihtiyacım vardı ama bu konu bu kadını gram alakadar etmiyordu. “Gerek yok,” sesim sert ve soğuk çıkmıştı. Ama kadın bunu umursamayıp oturmaya ve konuşmaya devam etti. “Aaa çok alınırım. Lütfen için,” dedi teessüf ederim der gibi. Sorun şurdaki hâlâ umrumda değildi.


Derin bir nefes alıp kadına ters bir bakış atıp önüme bakmaya başladım. “Alınıp alınmamanız umrumda değil. Gider misiniz rahatsız oluyorum,” bu sefer sesim hem sinirli hem de soğuk çıkmıştı ama kadın bunu da umursamadı. Hatta daha da ileriye gidip elini elimin üstüne koydu ve sandalyesini biraz daha bana yakınlaştırdı. “Lütfen,” dedi kısık bir sesle. Ben ani bir hareketle elimi elinin altından çekip oturduğum yerden kalkıp hızla ordan uzaklaştım.


Lavaboya gidip ellerimi yıkadım. Bazı kadınların bu şekildeki davranışlarından bıkmıştım. Daha fazla oyalanmayıp Efnan’ın odasına geri gittim.


Odanın köşesindeki koltuğa oturdum. Telefonumun şarjı bitmek üzere olduğu için telefonumu da şarja taktım ve Efnan’ı beklemeye başladım.


On beş dakika sonra kapı açıldığında içeriye tekerlekli sandalye ile Efnan ve arkasındaki hemşire girdi. Hemşire Efnan’ı yatağın yanına getirdi ve yatması için yardımcı oldu.


Hemşire dışarı çıktığında hemen Efnan’ın yatağının yanındaki sandalyeye oturdum ve elini tuttum. “Çok yoruldun mu?” Yani der gibi elini sağa sola salladı. “Biraz. Ama iyiyim sıkıntı yok,” dediğinde sadece başımı salladım. “Hadi dinlen biraz zaten yaralısın birde üstüne yorulmuşsun,” dediğimde itiraz etmedi ve yatağa iyice yerleşip gözlerini kapattı.


Birkaç dakikadır Efnan’ın gözleri kapalıydı ama uyumuyordu. Ben onun yüzünü incelemek ile meşguldüm. Birden gözlerini açtı ve kafasını bana çevirdi. “Aslan uyuyamıyorum,” mızmızlanıyordu resmen. “Uyuman için ne yapmalıyız hanımefendi?” Düşünmeyi başladı. Sanırım aklına bir şey gelmiyordu çünkü oflamaya başlamıştı. “Aslında aklıma bişey geliyor ama yapar mısın ki?” Ne olduğunu bilmesemde ben onun için her şeyi yapabilirdim. “Neymiş? Söyle bakalım,” pek emin olamıyordu sanırım. Neydi acaba diyeceği şey?


Tam konuşacağım sırada o benden önce söze atıldı. “Bana kitap okur musun?” Dedi. Bunun için mi bir saattir kıvranıyordu? “Okurum tabii. Ama burada kitap yok ki,” dediğimde dudaklarını büzdü. Bunu bilerek mi yapıyordu? Bakışlarım dudaklarına kaydığında zorla da olsa tekrar gözlerine bakmayı başardım. Bir gün öpecektim gerçekten.


Birden aklına bir şey gelmiş olmalı ki hızla yattığı yerde hareket ettiğinde yarası hâlâ çok taze olduğu için acımış olmalı ki yüzünü buruşturmuştu. “İyi misin?” Diye endişeyle sormuştum. Belki dikişleri açılmazdı ama yarası ve etrafı sızlardı. “İyiyim,” dese bile hiç inandırıcı gelmemişti. Çünkü yüzü hâlâ acıdığının deliliydi. Benim hâlâ endişeli bir şekilde baktığımı görünce “Aslan gerçekten iyiyim,” bir taraftan da gülümsüyordu. “Güzelim ani hareketler yapma. Daha iyileşmedin,” dediğimde başını önüne eğdi. Elimle hafifçe çenesinden tutup “başını eğme güzelim. Sadece daha dikkatli ol,” dedim. Bana baktı ve başını salladı. “Telefonumdan kitap okuyabilirsin dicektim ben,” dedi.


Fazla mı tatlı konuşuyordu yoksa bana mı öyle geliyordu? Gülümseyip “tamam güzelim telefondan okurum ben,” dedim. Efnan’ın eşyalarının arasından telefonunu çıkartıp ona verdim. Ekranın kilidini açtı bir şeylere baktı ve telefonu bana uzattı. “Bunu oku,” telefonu elinden aldım ve okumaya başladım.


On beş dakika kadar okuduktan sonra bakışlarımı telefondan çekip Efnan’a baktım. Uyumuştu. Telefonu kapatıp bir kenara koydum. Köşedeki koltuğa oturup telefonumu elime aldım ve gelen mesajlara cevap verdim. Bazı şirket işlerini halletmesi için Ege’ye mesaj attım.


Telefonumu tekrar şarja taktım ve Efnan’ın telefonununda şarjının az kaldığını hatırlayınca onunkini de şarja taktım.


Dünden beri doğru düzgün uyumadığım için arkama doğru iyice yaslandım ve gözlerimi kapattım.


Gözlerimi açmaya çalışıyordum ama birkaç saniye bunu başaramadım. Bağırma sesleri duyuyordum ama tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım.


Gözlerimi açtığımda Efnan’ın yatağının yanındaki doktora baktım şaşkın şaşkın. Neler oluyordu burada?


Ayağa kalkıp baktığımda doktorun Efnan’a kalp masajı yaptığını gördüm. Ama Efnan en son iyiydi. Niye böyle olmuştu şu an?


Hemşire kolumdan tutup beni dışarıya çıkarmak için çekiştirdi ama ben olduğum yerden hiç hareket etmedim.


Ne bir şey söyleyebiliyordum ne de bir şey yapabiliyordum. Sadece olanı biteni izliyordum.


Doktor kalp masajını bıraktığında ne olduğunu anlayamamıştım. “Ölüm saati 16.48,” dediğinde şoktan çıkıp doktorun yakasına yapıştım. “Ne demek ölüm saati? Ne saçmalıyorsun sen,” dediğimde doktor hiçbir tepki vermeden yüzüme bakıyordu. Doktoru sertçe geri itip yatakta yüzü kapalı olan Efnan’a baktım.


Ellerim titreyerek yüzündeki örtüyü açtığımda kimseyi göremedim.


Sonra birden heryer karanlığa gömüldü.


“Aslan uyan hadi,” gözlerim kapalıydı ama sesleri duyabiliyorum. Efnan’ın sesiydi. Birden gözlerimi açıp etrafıma bakındım.


Sadece bir rüyaymış. Çok şükür. İyiydi. Sakin ol Aslan iyi. Bir şeyi yok. Sakin ol.


Oturduğum yerden kalkıp hemen yanına gittim ve elini tutup elinin üstüne öptüm. Hatta bir tane yetmedi biraz daha öptüm. Sadece elinin üstünü değil avucunu parmaklarını da öptüm. Efnan ise ilk başta şaşkın bir şekilde bakıp ne olduğunu anlayamasa da bir süre sonra kıkırdamaya başladı.


Elini öpmeyi bırakıp sandalyeye oturdum. “Kabus falan mı gördün?” Diye sordu. Çok mu belli oluyordu? “Niye sordun ki?” Dediğimde yüzünde biraz endişe var gibiydi ama biraz önceki kıkırtılarını da pek durduramamıştı. Gülümsüyordu. “Bir şeyler sayıklıyordun o yüzden dedim. Öyle miydi?” Cevap olarak başımı aşağı yukarı salladım. Avucunu yanağıma yerleştirdi ve baş parmağıyla yanağımı okşadı. “Kabuslar gerçek değildir moralini bozma,” elini tutup bana ilgiyle bakan gözlerinden gözlerimi çekmeden avucuna bir öpücük bıraktım ve yatağın üstüne indirdim. “Sen yanımda olduğun sürece sıkıntı yok,” gülümsedi. Gülümsedim.


Bakışmamızı bölen şey çalan kapıdan sonra içeri giren hemşire olmuştu. Akşam için yemek getirmişti.


Efnan bu sefer itiraz etmeden yemeğini yemişti. Öğlen de biraz mızmızlanmıştı ama şu an mecbur olduğunu ve son kez olduğunu bildiği için itiraz etmiyordu sanırım.


Yemeğimizi yemiş sessizce oturuyorduk çünkü ikimizde telefon ile uğraşıyorduk. Efnan telefonunu kapatıp yatağın kenarına koydu.


Derin bir nefes alıp oflayarak verdiğinde bende telefonumu kapatıp cebime koydum. “Ne oldu güzelim?” Dedim. Sanırım canı sıkılmıştı. “Canım sıkıldı. Zaten dünden beri buradayım hava almaya bile çıkamıyorum,” yine dudaklarını büzüyordu. Bakışlarımı dudaklarına saniyelik kaysa bile tekrar gözlerine çıkarttım. “Asma suratını istersen ben çıkartırım seni,” dediğimde fazlası ile sevinmişti. Gözlerinin içi parlıyordu resmen ve gülümsüyordu. Hatta neredeyse mutluluktan kahkaha atacaktı. Sanırım gerçekten çok sıkılmıştı.


Ben tekerlekli sandalye almak için odadan çıktım. Danışmaya sorup bir tane sandalye alıp Efnan’ın olduğu odaya geri gittim.


Kapıyı açıp içeri girdiğimde biraz toparlanmıştı. Sandalyeyi yatağına yakın bir şekilde koydum. Doğrulmasına yardım ettim. Yataktan aşağı ayaklarını salladığında sanırım yarası acımıştı çünkü yüzünü buruşturmuştu. Daha fazla hareket etmemesi için yavaşça bir elimi sırtına koydum diğer elimi ise bacaklarının altından geçirip kucağıma aldım ve sandalyeye yavaşça oturttum.


Sandalyenin arkasına geçip iterek ilerlemeye başladım. Odadan çıktık. Hastanenin koridorlarında yavaşça ilerledik.


Bahçeye çıktığımızda Efnan yıldızlara bakmak istediğini söyleyince yıldızları daha iyi görebileceğimiz bir köşeye geçtik.


Birkaç dakika sonra sanırım Efnan daha fazla sessiz kalmak istememişti. “Aslan,” dedi. “Efendim güzelim,” ben arkasında durduğum için başını arkaya doğru yatırıp bana baktı. Bende ona baktım. Gülümsüyordu. Başını düzeltip konuşmaya başladı. “Şu beni vuran adamı buldun mu?” Sanırım gerçekten adamdan sinirini çıkartmak istiyordu. Haklıydı da. Ama ben bunu zaten ona söylemiştim. Sanırım unutmuştu. “Evet buldum güzelim,” tekrar kafasını arkaya doğru yasladı ve bana baktı. Yine gülümsüyordu ama bu sefer biraz daha sinsi bir gülümseme vardı yüzünde. Kesin bir şey isteyecekti. Başını geri düzeltti. “Hiç dokunmayın ona tamam mı? İlk ben yanına gidip hesap sormak istiyorum,” dedi.


Zaten dokunmamıştık ama niye böyle birşey istiyordu anlayamamıştım. “Niye güzelim?” Güldü. Ama sinsi bir gülüştü bu. “Sen dediğimi yap Aslan,” dediğinde şaşırdım. Resmen karım bana emir veriyordu. İşte bu hoşuma gitmişti. Biraz eğilip önce saçlarını kokladım sonra da kafasına bir öpücük bırakıp fısıldadım. “Sen nasıl istersen karıcım…”


Loading...
0%