Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm

@ladyy_6

8.Bölüm

 

 

“Rahat mısın böyle?” Hastaneden eve gelmiştik. Aslan asla yerinde durmuyor ikide bir rahat olup olmadığımı soruyordu. “Aslan yeter artık. İyiyim ben. Bir sakin olur musun?” Endişeliydi, bunun farkındaydım ama biraz fazla abartıyordu. “Ne yapayım Efnan endişeleniyorum,” dedi. Yanıma oturması için elimle koltuğun üzerine hafifçe iki kere vurdum. “Otur şuraya Aslan,” hem emir verir gibi söylemiştim hemde rica eder gibi.

 

Dediğimi yapıp yanıma oturdu. Üzülüyordu farkındaydım. Bir şeyin daha farkındaydım. Suçluluk duyuyordu. Olanlardan dolayı kendini suçluyordu. “Bak farkındayım kendini suçluyorsun,” yere bakan gözleri gözlerimi buldu. “Ama böyle yapmana gerek yok ki. Senin bir suçun yok,” gözlerini kaçırdı tekrar. Başını önüne eğdi. Derin bir nefes alıp elimi uzatıp hafifçe çenesinden tuttum ve göz göze gelmemizi sağladım. “Bir daha gözlerini kaçırırsan asla yüzüne bakmam. Küserim,” dedim. Açık açık tehdit etmiştim. Tamam belki çok uzun sürdürmezdim öyle bir durumda ama birkaç gün sürerdi. “Tamam, tamam küsme,” dedi. Biraz telaşlanmıştı. Bu haline gülmemek için dudaklarımı ısırdım.

 

Şu an sadece birbirimize bakıyorduk. Biz değil gözlerimiz konuşuyordu. “Odama çıkıp biraz dinlensem iyi olur,” sessizliğimizi bozarak kurduğum cümleden sonra Aslan kafasını sallayıp ayağa kalktı. Ben ne yapacak diye merak ederken eğilip bir elini diz kapaklarımın altına bir elini de belime yerleştirdi ve beni kucağına aldı. Bu biraz ani olduğu için ağzımdan ufak bir çığlık kaçmıştı. “Aslan ne yapıyorsun?” Dikkatlice merdivenlerden çıkarken sorumu cevapladı. “Seni odana götürüyorum?”

“Böyle mi?”

“Evet.”

 

Bu adam beni deli edecekti. Ben birde bununla evlenmeyi kabul etmiştim. Gerçi sahteydi ama yine de evlilik evliliktir. Gerçek veya sahte olmasının pekte bir önemi yoktu.

Belki de gerçek olur.

İç sesim susar mısın lütfen? Saçmalama yine.

 

Odama girdiğimizde Aslan yatağımın olduğu yere adımladı ve beni yatağa yatırdı. Tekrar doğruldu ve “benim birkaç ufak işim var. Bişey olursa çalışma odamdayım,” dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım. “Tamam. Görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

 

Arkasını dönüp yavaş adımlarla odadan çıktı. Bende biraz uyusam iyi olacaktı sanırım. Kendimi biraz yorgun hissediyordum. Zaten hastaneden benim ısrarlarımdan dolayı erken çıkmıştık ve yine benim ısrarlarımdan dolayı sabah da epey bir erken çıkış yapmıştık. Şu an saat dokuza geliyordu. Biz hastaneden bir saat önce çıkmıştık.

 

 

2 saat sonra

 

 

Saçlarımda hissettiğim hafif baskı ile kapalı olan gözlerimi açmaya çalıştım ama başaramadım. Hislerim daha da netleşirken saçlarımda gezinen ellerin Aslan’a ait olduğunu anladım. Bu gülümsememe sebep olurken yavaşça gözlerimi araladım. “Günaydın uykucu,” yüzümdeki gülümseme biraz daha büyürken konuştum. “Günaydın,” yeni uyandığımdan dolayı sesim biraz boğuk çıkıyordu. Boğazımı temizleyip yattığım yerde biraz dikleştim. Derin bir nefes alıp karşımdaki masama baktım. Uykum hâlâ açılmadığı için pek bir şey düşünemiyordum. Sadece boş boş bakıyordum. “Nasılsın? Ağrın falan var mı?” Aslan’ın sesini duyduğumda duvara boş boş bakmayı bırakıp gözlerine bakmaya başladım. “Biraz var,” dedim. Çok fazla ağrım yoktu ama yine de yaranın orada olduğunu hatırlatacak kadar ağrım vardı. “Bişeyler ye, sonra ilaç içersin,” kafamı sallayıp tekrar karşıma bakmaya başladım.

 

“Hadi aşağıya inelim o zaman,” dedim. Karnım acıkmaya başlamıştı. Bir şeyler yemeliydim. Aslan yanımdan kalkıp yatağın etrafından dolandı ve benim olduğum tarafa geçti. “Aslan bak sadece kolumdan tutup yardımcı o-” cümlemi tamamlama izin vermeden beni kucağına aldı. Bu adam asla söz dinlemiyordu.

 

Kaşlarımı çatıp hafifçe omzuna vurdum. “Yapma diyorum sana,” dedim. Sesimin sinirli çıktığını düşünüyordum ama beyefendi bunu umursamayıp kıkırdamaya başladı. “Sinirlenince bile çok güzelsin,” dedi. Yan gözle yüzüne baktım ama göz göze geldiğimiz an kafamı tam tersi yönde çevirdim. Ellerim boynundaydı ama yüzüm tam tersi yöndeydi. Bu durum gülümsememe sebep olsa da hemen yüzümü eski haline geri çevirdim. Sinirli bakmıyordum. Düz bir ifade vardı yüzümde.

 

Aslan son merdivenide dikkatli bir şekilde indiği sırada kapı çaldı. Bakışlarım kapıdaydı. Kim gelmişti acaba? Dicle mutfaktan çıkıp koşar adımlarla gitti ve kapıyı açtı. Gelen kişi Zeynep idi. Göz devirdim. Niye gelmişti acaba? Aslan’a baktığımda bana baktığını gördüm. Aslan hızlıca salona yürüdü ve beni koltuğa oturtup kendisi de yanıma oturdu.

 

Geçen birkaç saniyenin ardından Zeynep salona girdi. Yüzünde sinir bozucu bir gülümseme vardı. Hızlı adımlarla Aslan ve benim oturduğum koltuğun önüne geldi ve Aslan’ın karşısına geçip kollarını açtı. “Bir hoşgeldin yok mu?” YOK. Aslan’a baktığımda yüzünde hiçbir mimik yoktu. Bu yüzden de aklından ne geçtiğini bilmiyordum ama bu durumdan pek memnun değildi sanırım. “Niye geldin Zeynep?” Diye sordu kısaca. Zeynep derin bir nefes alıp kollarını indirdi. Karşımızdaki tekli koltuklardan birisine oturdu. “Ziyaret için canım ne için gelicem başka,” dedi.

 

Bu kadının konuşması bile sinirlerimi zıplatıyordu. Aslan sessiz kaldığı için Zeynep devam etti. “Neyse. Ben aslında bir şey için daha buradayım. Ama seninle baş başa konuşmalıyız Aslan,” dedi. Kaşlarımı kaldırıp ‘öyle mi?’ der gibi baktım. Zeynep Aslan’ı süzen gözlerini Aslan’dan çekmeyi başarıp bana çevirdi. Samimiyetsizce gülümsediğinde gözlerimi devirip Aslan’a baktım. Aslan bana bakıp elimi tuttu. “Benim Efnan’dan saklayacağım bir şey yok. Rahat olabilirsin,” sözlerini Zeynep’e söylüyordu ama gözlerini benden çekmiyordu.

 

Bizim bakışmamız devam ederken Zeynep boğazını temizleyip dikkati kendi üzerine çekti. Bakışlarımız Zeynep’e çevrildi. “Herneyse. Madem öyle uzatmadan konuya gireceğim. Evliliğinizin sahte olduğunu biliyorum. Bak Aslan seni nasıl ikna etti bilmiyorum ama bu kız senin için uygun değil,” pardon da buna o mu karar verecekti. Zaten sinirliydim. Birde üstüne bu kadın burda saçma sapan konuşuyordu. Tam ağzımı açıp cevap verecekken Aslan benden önce davrandı. “Bak Zeynep senin bu saçma sapan fikirleri nereden bulduğunu bilmiyorum. Ama bu fikirlerini kendine sakla. Ben Efnan’ı seviyorum. Uygun olup olmamasına da sen değil ben karar veririm. Şu anki durum içerisinde senin bir söz hakkın yok.” Oh olsun. Az bile söylemişti. Aslan’ın sesi hem tahammülsüz hemde buz gibi çıkıyordu. Sanki Zeynep biraz daha zorlasa kolundan tutup kapı dışarı edecekti. “Ama Asla-” Zeynep’in konuşmasına izin vermeden Aslan tekrar konuşmaya başladı. “Zeynep bak ben Efnan’ı seviyorum. Bunun daha ötesi yok. Zorlama.” Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Vücudumdaki bütün kan yanaklarıma pompalanıyormuş gibi hissediyordum.

 

“Alnından öpesim geldi şu an,”

“Seni durduran ne?”

 

Ortam pek müsai- bir dakika ya, ben biraz önce onu sesli mi söylemiştim? Hayır ya böyle bir şey yapmış olamam. Neyseki ikimizde sessiz söylemiştik. Muhtemelen Zeynep duymamıştır. Duymasında zaten. Onu alakadar eden bir durum değildi bu.

 

Zeynep sinirle ayağa kalktı. “Bu söylediklerini bir gün keşke söylemeseydim diyeceksin Aslan. Bu fahişe için değmeyeceğini sende anlayacaksın.”

 

“Ne saçmalıyorsun sen be. Seni istemeyen bir adama zorla kendini yamamaya çalışan sen iken bana fahişe diyemezsin.” Sinirden elim ayağım titriyordu. Önceki söylediklerine sesimi çıkarmadım ama bu yenilir yutulur bir şey değildi. Buna göz yumamazdım. “Zeynep düzgün konuş.”

“Ne yalan mı?”

“Çık dışarı” Aslan’ın sesi o kadar yüksek ve sert çıkmıştı ki bir an korkup, irkilmiştim. Zeynep de irkilmişti. Gözlerinden korku akıyordu resmen. Aslan’ın sinirden şakaklarındaki damarları belirginleşmişti.

 

Zeynep, Aslan’a karşı çıkamayacağını anladığında -sonunda- hem sinirli hemde korku dolu bakışlarla bana bakarken bir taraftanda çıkışa yöneldi. Göz temasımız kesildiğinde Aslan’a baktım. Kafasını yere eğmişti. Önünde serbest halde duran elini tuttum ve kendi kucağıma koydum. “Sakin ol,” dedim. Sanki kendim çok sakindim de birde Aslan’ı sakinleştirmeye çalışıyordum.

 

Aslan kafasını kaldırıp bana baktı. Yüzündeki sinirli ifade yerini ufak bir tebessüme bıraktı. “Bunu bana cidden sen mi söylüyorsun? Biraz önce yaralı olmasan üzerine atlayacağından adım kadar eminim,” dedi. Bu su götürmez bir gerçekti. Kesinlikle yapardım. Yapamlıydım. “Haklıydım ben,” ben dedim ellerimi iki yanda açıp. Arkama yaslanıp bulunduğum konumumu biraz daha rahat bir hale getirdim. “Tabiki haklıydın. Ona bir sözüm yok zaten ama bana bu durumda sakin ol deme lütfen,” ne dememi isterdi acaba. Hadi git cezalandır falan mı? Gerçi ona ne yapabilirdi ki? Herneyse. Onunda bir zamanı vardı. Onun cezasını ben halledecektim.

 

İkimizde konuşmadan karşıya bakıyorduk. Tam sessizliği bozmak için konuşacağım sırada Aslan konuştu ve sessizliği bozan Aslan oldu. “Sen beni alnımdan öpecektin hani?” Keşke konuşmasaydın Aslan. Ne cevap verecektim şimdi? “Şey…” ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Kafasını çevirip bana bakmaya başladı. Ama ben ona pek bakamıyordum. Genelde tavana, yere ve karşıya bakabiliyordum. Kafasını sola doğru yatırıp tek kaşını kaldırdı. “Yani ben bir an ağzımdan kaçırdım. Yoksa…”

“Ne yoksa?” Off! Beni niye köşeye sıkıştırıyordu ki? Büyük stres altındaydım şu an. “Yok bir şey,” dedim.

 

Kafamı Aslan’ın olduğu yerin tam tersinde çevirdim. “Efnan bana bak yoksa ben senin alnından öperim,” dedi. Gözlerim şaşkınlıktan sonuna kadar açılmıştı. Kafamı Aslan’ın olduğu yere çevirdim ve ona bakmaya başladım. “Ne?” Dedim şaşkınlığımı gizleyemeyerek. “Ne anladıysan o,” yapar mıydı ki? Yapardı.

“Saçmalama,” dedim gülerek. O da gülümsüyordu.

“Niye ki? Neyi saçma,”

 

“Bilmem. Neyse ben acıktım yemek yiyelim hadi,” bu konuyu uzatırsak içinden çıkamazdık ve sonunda ben zararlı çıkardım muhtemelen. “Kaç bakalım kaç.” Gözlerimi kısıp baktığımda neredeyse kahkaha atacaktı. “Tamam, tamam. Hadi yemek yiyelim.” Gözlerimi eski haline getirip gülümsemeye başladım. Oturduğumuz yerden kalkıp yemek masasına doğru yürümeye başladık beraber. Yemek masasındaki yerlerimize oturduktan sonra Ayşe teyze yemekleri servis etmeye başladı…

 

-2 hafta sonra-

 

Bugün sabah dikişlerimi aldırmak için hastaneye gitmiştik. Dikişlerimi aldırdıktan sonra eve geri döndük. Ama bir şey olmuştu. Eve döndüğümüzde babam olacak adam buradaydı. Aslan ile yalnız konuşmuşlardı. Ama ben babamın en son evden çıkarken bağırdığı o cümleleri duymuştum. “Onu senin elinden alacağım. Ne olursa olsun alacağım. Bunların bedelini çok ağır ödeyeceksiniz ikinizde.” Tam olarak böyle bağırmıştı ve sonra da arkasına bakmadan çıkıp gitmişti. Ne olduğunu anlayamamıştım. Aslan’a sormuştum ama söylememişti.

 

Babam gittikten sonra Aslan’a bir telefon gelmişti. İş için İtalya’ya gitmesi gerekiyormuş bir haftalığına. Ben gitmesini istemiyordum çünkü beni vuran adamın yanına gidecektik. Ama Aslan iş gezisine gideceği için bir hafta daha ertelenecekti bu.

 

“Asma yüzünü. Sadece bir hafta sürecek,” dedi. Birazdan gidecekti. Aslında gideceği için de üzülüyordum. Biraz garip hissediyordum. Sonuçta bu evde ilk defa Aslan olmadan bir hafta geçirecektim. Tek başıma değildim, Gül vardı ama yine de…

 

Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi ve oturdu. “Bana bak hadi,” dedi. Yavaşça kafamı onun olduğu yöne çevirdim. “Suratını asmak yok. Sadece bir hafta. Her şey yolunda gidecek ve bende bir hafta sonra geleceğim. Sonrada ne istersen onu yapacağız. Anlaştık mı?” Sadece kafamı sallamakla yetinmiştim. Ama haklıydı. Sadece bir hafta daha sabretmem gerekiyordu. Derin bir nefes alıp yüz ifademi düzelttim. “Haklısın. Sadece bir hafta sonra burda olacaksın,” dedim.

 

Merdivenlerden küçük bir valizle inen Ayşe teyzeyi görünce yüzüm tekrar asıldı. Ama sonra hemen geri düzelttim. Aslan ile ikimiz aynı anda ayağa kalktık. Valizini almak için Ayşe teyzenin yanına gitti. Bende yanına gittim. Valizini aldı. “Sen dışarı gelme, yoksa ben gidemem,” dedi. Kafamı salladım. Aslında gidemeyecekse bende dışarı çıksam güzel olabilirdi. Neyse saçmalama Efnan. Mecbur olduğu için gidiyor. Bir hafta. Sadece bir hafta sürecek.

 

“Sarılmayacak mısın?” Diye sordu.

“Sarılayım mı?”

“İstersen sarıl,”

“Sarılayım bari. Çok ısrar ettin,”

 

Son dediğime ikimizde aynı anda kıkırdamıştık. Kollarını iki yana açtı ve bekledi. Bende fazla bekletmeden hızlıca kollarının arasını girdim ve kollarımı vücuduna sardım. O da beklemeden kollarını vücuduma sardı. Başımı göğsüne yasladım. Gözlerimi kapattım ve kokusunu içime çektim.

 

Bir süre böyle kaldıktan sonra ilk ayrılan ben oldum. “Görüşürüz,” dedim kısaca. Ne ben gözlerimi kaçırıyordum ne de o. Ağzımızdan çıkan kelimelerden çok daha fazlasını gözlerimiz anlatıyordu aslında. “Görüşürüz,” dedi kısaca. Ben gülümsediğimde o da gülümsedi ve gitmek için arkasını döndü. Yavaş adımlarla dışarı çıktığında bende salona geri döndüm. Salondaki camın önüne geçtim. Burdan bahçenin büyük bir kısmı gözüküyordu.

 

Aslan görüş alanıma girdi. Arkası bana dönük olduğu için o beni görmüyordu. Bineceği arabanın yanına gittiğinde elindeki valizi korumaya verdi. Arabanın arka kapısını açıp bineceği sırada durdu ve benim önünde durduğum cama baktı. Göz göze geldiğimizde tebessüm ettim. O da bana aynı şekilde karşılık verip arabaya bindi. Valizini verdiği koruma da valizi bagaja koyup kapattı ve şöför koltuğunun olduğu kapıyı açıp arabaya bindi. Birkaç saniye sonra araba bahçeden dışarı çıkıp gözden kayboldu.

 

Biraz ders çalışsam iyi olacaktı. Olan şeylerden dolayı uzun süredir ders çalışamıyordum ve sınavıma 3 ay kalmıştı. Bir an önce eksiklerimi tamamlamalıydım.

 

Karnım acıkmaya başlamıştı, sabah kahvaltı yapmıştım ama pek bir şey yememiştim. Mutfak kapısını açıp içeri girdim. Kimse yoktu. Buzdolabını açıp yiyebileceğim bir şeyler var mı diye baktım. Üst raflarına göz gezdirdim. Ama oralarda sadece kahvaltılıklar vardı. Alt raflara bakarken çilekli pasta gördüm. Çilekli pastayı çok severdim. Hemen dolaptan çıkarıp tezgahın üstüne koydum. Önünde durduğum çekmecelerden bir tane bıçak aldım ve pastadan bir dilim kestim. Hemen yukarıdaki dolaptan da bir tane tabak aldım. Çekmeceden de spatulayı alıp çekmeceyi tekrar kapatacağım sırada çatal almam gerektiği aklıma geldi. Çatalımı da alıp çekmeceyi öyle kapattım. Spatula yardımıyla pasta dilimini tabağa koydum. Spatulayı ve bıçağı lavabonun içine bıraktım. Pastayıda tekrar dolaba koydum. Dolabın kapağını kapatacağım sırada aklıma içecek almak geldi. İçeceğimi de alıp dolabın kapağını kapattım.

 

İçeceğimi ve pastamı bir tepsiye koyup tezgahın üstünden aldım ve mutfaktan çıktım. Hızlı bir şekilde merdivenleri çıkmaya başladım. Pastayı yemek için sabırsızlanıyordum. Merdivenleri hızlıca çıktım ve odama doğru yürüdüm. Odamın kapısının önüne geldiğimde kapıyı açıp içeri girdim. Tepsiyi çalışma masamın üzerine bıraktım ve bende sandalyeme oturdum. Çatalı elime aldım ve pastadan birazcık alıp ağzıma götürdüm. Gerçekten ben tam olarak çilekli pasta aşığıydım.

 

 

 

 

Üç saattir falan ders çalışıyordum. Biraz mola versem iyi olacaktı. Elimdeki kalemi kitabımın içine bıraktım ve geriye doğru yaslandım. Sırtım ve boynum ağrıyordu.

 

Biraz öyle durduktan sonra sandalyeden kalktım ve hâlâ masamın bir köşesinde duran tepsiyi aldım.

 

Odamdan çıkıp merdivenlere doğru ilerledim. Merdivenlerin başında Gül ile karşılaştım. Pek iyi gözükmüyordu. Gözleri kızarmıştı ve yüzü asıktı. Birde biraz makyajı akmıştı. Yanımdan geçecekken önüne geçtim ve durmasını sağladım. “Ne oldu sana?” Dedim merakla. Kafasını öne eğdi. “Bir şey olmadı,” dedi. Sesi hiç iyi gelmiyordu. Ne kadar ağladıysa sesi bile değişmişti. “Hiç iyi yalan söyleyemiyorsun. Odana geç bende şunu bırakıp geliyorum,” dedim. Derin bir nefes alıp sadece kafasını salladı. Önünden çekilip gitmesine izin verdim.

 

Merdivenleri hızlıca inip mutfağa girdim. Elimdeki tepsiyi tezgaha bırakıp mutfaktan çıktım. Merdivenleri çıkıp Gül’ün odasına gittim. Kapıyı çalacağım sırada içerden bir şeyin kırılma sesi geldi. Kapıyı çalmaktan vazgeçip direkt açtım.

 

Gül yatağının yanında ayaktaydı. Yere baktığımda biraz önceki kırılma sesinin nereden geldiğini anlamıştım. Gül sanırım su almak için yatağının yanındaki komodinin üzerinden bardağı alırken elinden kaymıştı ve bardakta kırılmıştı.

 

Hızlıca yanına gittim ve elimi koluna sardım. “İyi misin?” Görünürde bir şeyi yoktu ama yine de sormak istemiştim.

 

Kendini arkasındaki yatağa bıraktığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sanki şu an burada değilde başka bir evrendeydi. Hiçbir tepki vermeden sadece karşısındaki duvara bakıyordu. Yanına oturdum ve kolunu tuttum. “Gül ne oldu?” Cevap vermedi. Sol gözünden bir damla yaş düştü. Sonra bir tane daha ve hemen arkasından bir tane daha…

 

Ben hâlâ ne olduğunu anlayamamıştım. Ne olduğunuda söylemiyordu. Sadece ağlıyordu. “Gül… ne oldu?” Yine cevap vermedi. Derin bir nefes alıp kafasını omzuma koymasını sağladım. Şu an konuşmak yerine buna daha çok ihtiyacı vardı. Sakinleşmesi için saçlarını okşadım.

 

Neredeyse yarım saattir ağlıyordu ve ancak sakinleşebilmişti. Ağlamasından geriye sadece hıçkırıkları kalmıştı.

 

Bu muydu hayat? Sonsuza kadar canın yandığı için ağlayamazsın. Ama unutamazsında, hep içinde kalır acısı. Kabuk bağlar yarası. Sonra birisi gelir ve o yarayı kanatır. Bazende yaşayamadıklarımız kanatır yaralarımızı.

 

Herkesin yarası başkaydı işte. Benim yaram neydi?

 

Yaşayamadığım çocukluğum mu?

 

Babam hayatta olmasına rağmen bir kere bile öyle hissettirmemesi mi?

 

Annemin ölmesi mi?

 

Belkide hepsidir. İnsanın sadece bir yarası mı olurdu? Hayır. Bir insanın bir yarasıda olabilir, bin yarasıda.

 

Önemli olan o yaraları kanatmayacak insanlarla birlikte olmaktır bence. Her gün yeni yara açan değil açılan yaraları saran birisiyle olmak.

 

Peki benim hayatımda açılan yaraları sarabilecek birisi var mıydı?

 

Sanırım vardı.

 

Bana yara açmak yerine, yaralarımı saran o kişi hep Aslan olmamış mıydı? Cenk’in beni aldattığı gün yanımdaydı. Onun omzunda ağlamıştım. Babam dediğim adam beni bir tefeciye sattığında hep yanımda olmuştu. Belkide benim yaralarımı saran kişi Aslan’dır.

 

“Efnan,” Gül’ün ağladığından dolayı kısık çıkan sesini duyduğumda düşünmeyi bıraktım. Hâlâ omzumda yattığı için yüzünü görebilmek için boynumu eğdim. “Efendim?” Dedim. Önce burnunu çekti sonra kafasını kaldırıp yüzüme baktı. “Ben sevilmeyecek birisi miyim?” Diye sordu. Niye böyle bir şey sormuştu anlayamamıştım. “Sen niye sevilmeyecek birisi olasınki? Ben seni çok seviyorum,” kafasını önüne eğdi ve tekrar burnunu çekti. “Ama o sevmiyor,” dedi kısık bir sesle. Bunu kabullenmek istemiyordu ama gerçeğin bu olduğunun farkındaydı. Lakin kafamda şöyle bir soru vardı. Kim sevmiyordu?

 

Nazikçe çenesinden tutup kaldırdım. “Kim sevmiyor seni?” Dudaklarını büzdü. Tekrar ağlayacak gibi bir hali vardı. Ağlamamak için kafasını yukarı kaldırıp tavana bakmaya başladı. Derin bir nefes aldı ve biraz bekledi. Ağlamayacağından emin olduğunda tekrar bana bakmaya başladı.

 

“Gökhan, başka birisini seviyormuş.”

 

Doğru Gül, Gökhan’ı seviyordu. İyi ama Gökhan’ın başka birisini sevdiğinden benim niye haberim yoktu? Normalde bana her şeyini anlatırdı ama bununla ilgili hiçbir şey söylememişti. “Kim olduğunu biliyor musun?” Diye sordum. Sadece kafasını iki yana sallayarak cevap verdi.

 

Tekrar gözünden yaşların aktığını gördüğümde yüzünü avuçlarımın arasına aldım ve baş parmağımla gözyaşlarını sildim. “Ağlama,” beklemeden devam ettim. “Lütfen ağlama. Belkide böylesi daha iyidir.” Belki birazcık olsun sakinleşir diye düşünmüştüm ama hiçte düşündüğüm gibi olmadı. “Gül bana bak. Benim yaşadıklarımı biliyorsun. Sadece bir kişi seni sevmedi diye bu kadar üzülme lütfen. Belki ileride karşına çok daha iyi birisi çıkar,” dedim. Dikkatlice beni dinledi ve kafasını aşağı yukarı doğru salladı. Derin bir nefes aldı ve dimdik durdu.

 

“Haklısın.” Dedi. Buna kendini inandırmaya çalışıyordu. “Hadi bakalım, bir duş al.” Saçları dağılmıştı ve makyajı akmıştı. Üstüne birde gözleri kıpkırmızıydı. Kafasını sallayıp beni onayladı ve banyoya girdi.

 

Gül duşa girdiği için bende onun odasından çıkıp kendi odama girdim. Masamın üzerindeki telefonumu aldım ve sandalyeme oturdum. Gelen mesajlara bakarken Aslan’ın yazdığını gördüm.

 

 

Aslan: Biraz önce indim uçaktan. 16.44

 

Aslan: Hey! Nerelerdesin? 17.15

 

Aslan: Efnan, iyi misin? 17.36

 

Tam cevap yazacağım sırada bir mesaj daha düştü.

 

Aslan: Aktifsin ve cevap vermiyor musun? Küs müyüz? 17.43

 

Bu mesajı gülümsememe neden olsada kendimi toparlayıp cevap yazdım.

 

Efnan: Küs değiliz. Mesajlarını yeni gördüm ve tam cevap vereceğim sırada sen yazdın.

 

Aslan: Hmm. Anladım. Ama bir daha böyle yapma lütfen aklım sende kalır sonra.

 

Efnan: Tamaaammm.

 

Aslan: Özledin mi beni?

 

Efnan: Ya ya çok özledim ne demezsin.

 

Aslan: Ben özledim. Sen niye özlemedin?

 

Efnan: Hmm. Şöyle bir düşüneyim.

 

Efnan: Belki gideli daha dört saat falan olduğu için olabilir mi?

 

Aslan: Ben seni dört dakika görmesem bile özlüyorum. Kırıldım.

 

Resmen kahkaha atıyordum şu an. Telefonumdan arama sesi yükseldiğinde kim arıyor diye baktım. Aslan arıyordu. Hemde görüntülü. Kendimi sakinleştirip derin bir nefes aldım ve açtım. “Açmazsın sanmıştım,” dedi. Kınayıcı bir bakış atıp konuşmaya başladım. “Niye öyle düşündün?” Birkaç saniye düşünüyormuş gibi yapıp cevap verdi. “Özlememişsin ya. O yüzden,” cidden bu konuyu kafasına takmıştı. “Aslan saçmalama istersen. Öylesine söyledim onu,”

 

“Ha özledin yani,”

 

“Öyle bir şey demedimki,”

 

Aslan tam tekrar konuşacağı sırada kapı çaldı. “Gir,” diye seslendiğimde kapı yavaşça açıldı. Gelen Gül idi. “Müsait misin?” Kafamı sallayıp elimle yanıma çağırdım. “Gel canım gel. Abinle konuşuyordum,” kapıyı kapatıp içeri girdi. Sorgularcasına yüzüme bakıyordu. Yanıma geldi ve dikkatli bir şekilde telefondaki abisini inceledi. “Abicim neredesin sen?” Neler olduğunu anlayamamıştı ve muhtemelen Aslan haber vermeden gitmişti. “İş için İtalya’ya geldim,” diye kısa bir açıklama yaptı Aslan. Gül başını sallayıp telefondaki bakışlarını bana çevirdi. “Yemek yiyelim mi diyecektim ama sen-“ konuşmasını yarıda kesip ben konuşmaya başladım. “Benimde karnım acıkmaya başlamıştı zaten. Gelirim birazdan,” kafasını sallayıp beni onayladı.

 

Odadan çıktığında Aslan “Gül’ün neyi var?” O kadar belli mi oluyordu? Aslında biraz toparlanmış gözüküyordu. “Bir şeyi yok,” ne söyleyebilirdimki bu konu hakkında? Mecburdum yalan söylemeye. “Hiç iyi yalan söyleyemiyorsun,” dedi. Cevap vermeyip bakışlarımı kaçırdım. “Ama sana güveniyorum. Kendinizin halledemeyeceği bir şey olursa buradayım biliyorsun.” Bakışlarımı tekrar telefon ekranına çevirip Aslan’ın gözlerine diktim. Gözlerine bakarken yüzümde hafif bir gülümseme belirdi. Benim gülümsediğini görünce o da gülümsemeye başladı. O sırada aklıma bundan yıllar önce defterimin bir köşesine yazdığım bir söz geldi.

 

Ben ormanım sen topraksın. Sen olmadan ben olamazdım, ben olmadan senin bir anlamın kalmazdı. Bir bütünüz. Biz, bizken anlamlıydık…

 

Yıllar önce defterimin bir köşesine karaladığım, benim için bir şey ifade etmeyen cümlelerdi bunlar. Artık benim için bir anlamı vardı bu cümlelerin. Hayatımdaki anlamsız şeyleri anlamlı yapan birisi vardı. Ne olursa olsun benim için hep varolmaya devam edecekti.

 

Derin bir nefes alıp bunları düşünmeyi bıraktım. “Ben gideyim artık,” dedim. Gül yemek için aşağıda bekliyordu ve ben onu daha fazla bekletmek istemiyordum. “Tamam. Görüşürüz,” gülümseyip “görüşürüz,” dedim ama ne o ne de ben kapatamadık. Sanki çok uzun zaman bir daha hiç konuşamayacak gibi vedalaşmak istemiyorduk. Oysa yemekten sonra veya en geç yarın yine konuşacaktık. Bundan emindim ama şu an ikimizde kapatamıyorduk.

 

Derin bir nefes alıp gülümsedim ve elimi salladım. O da bana aynı şekilde karşılık verdiğinde kapatmayı başardım. İçimde kötü bir his vardı. Ne olabilirdiki? Bir hafta sonra geri gelecekti sonuçta.

 

Telefonumu masanın üzerine bırakıp sandalyemden kalktım. Kapının önüne gelip kulpunu tuttum ve kapıyı açıp dışarı çıktım. Kapıyı kapatıp merdivenlere doğru yürüdüm. Yavaşça merdivenleri indiğimde Gül beni salonda bekliyordu. Yanına gidip oturdum ve “nasılsın?” Diye sordum. Birkaç saat öncesine göre daha iyi duruyordu ama eskisi gibi değildi. “Daha iyiyim,” diyerek cevap verdi kısaca. Kafamı sallayıp ayağa kalktım. “Hadi yemek yiyelim, ben acıktım.” Dedim. Kafasını sallayıp o da ayağa kalktı ve zaten kurulu olan sofraya oturduk. Ayşe teyze yemekleri servis etmeye başladı.

 

 

Yemeğimizi yemiş salonda televizyon izliyorduk. “Off,” Gül’ün iç çekişini duyduğumda kaşlarımı çatıp ona baktım. “Ne oldu?” Diye sordum. Sorduğum sorudan sonra o da bakışlarını bana çevirdi. “Canım sıkıldı,” dedi. Aslında canı sıkılmamıştı ama neyse. “Ne yapmak istersin?” Belki bir şeyler yaparsak morali biraz olsun yerine gelirdi. “Biraz uyusam iyi olur,” deyip oturduğu koltuktan kalktı ve başka bir şey söylemeden merdivenlere doğru yürüdü ve merdivenleri çıktı.

 

Bende televizyonu kapatıp merdivenlerden yukarı çıkıp odama gittim. Odama girdiğimde masamın üzerindeki telefonumu alıp gelen mesajlara baktım kısaca. Aslan hiçbir şey yazmamıştı. Sanırım işi vardı. Gökhan’ın attığı mesaja baktım. Nasıl olduğumu soruyordu. Cevap yazdıktan sonra telefonumu geri masanın üzerine bıraktım. Kitaplığımdan bir kitap alıp yatağım uzandım ve ilk sayfasını açtım.

 

Birkaç sayfa okuduktan sonra telefonuma bir bildirim düştü. Kitabı kapatıp yatağın üzerine bıraktım ve yataktan kalkıp masama gittim. Telefonumu elime aldım ve ne olduğuna baktım. Bir son dakika haberiydi. Ne olduğunu merak edip gelen bildirime tıkladım.

 

Haberde şöyle yazıyordu;

 

ÜNLÜ MİMAR ASLAN ARSLAN GİTTİĞİ İŞ GEZİSİNDE BİR TRAFİK KAZASI GEÇİRDİ. HAYATİ DURUMU HAKKINDA HENÜZ BİR BİLGİ YOK!!!

 

Gördüklerimle gözlerim dolarken ellerimde titremeye başlamıştı. Daha birkaç saat önce konuşmuştuk. Ne ara olmuştu böyle bir şey? Gözümden bir damla yaş süzüldü. Bir tane daha ve bir tane daha…

 

Haberden çıkıp Aslan’ı aradım. Çalıyor… çalıyor… çalıyor…

Açmıyordu. Tekrar aradım yine açmadı. Bedenimi daha fazla ayakta tutamayıp dizlerimin üstüne düştüm.

 

Gözyaşlarımı tutamazken aklıma Ege geldi. Eğer böyle bir şey varsa onun kesin haberi vardır. Elimden düşmek üzere olan telefonun kapanan ekranını açtım ve rehbere girdim. Ellerim titreyerek ismini buldum ve arama tuşuna bastım. Çalıyor… çalıyor… tam kapatacağım sırada açtı. “Alo?” Burnumu çekip konuşmaya başladım. “Gökhan doğru mu?” Sesim titriyordu. İçimden doğru olmaması için dua ediyordum. Gözyaşlarım benden bağımsızca yanağımda süzülüyordu. “Efnan bak sakin ol tamam mı? Evet doğru ama ne olduğunu bilmiyoruz.” Bu cümlelerden sonra ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Gözyaşlarım daha da artarken konuşmaya çalıştım. “Gökhan…” konuşamıyordu bile. Devam edemedim. “Bak ben birazdan oraya gideceğim. İlk işim sana haber vermek olacak. Sakin ol,” dedi. Kafamı iki yana sallayıp bu fikrini reddettim. Bende gitmeliydim. Ne olursa olsun bende gitmeliydim ve yanında olmalıydım. “Hayır bende geleceğim.” Dedim. Yerden kalktım ve üzerimi değiştirmek için kıyafetlerimin olduğu odaya girdim.

 

“Hayır Efnan sen gelmiyorsun,” derin bir nefes alıp bir taraftan dolaptan bir tişört ve eşofman çıkarttım bir taraftanda Ege’ye cevap verdim. “Bende gelicem. İtiraz istemiyorum,” dedim kesin bir dille. Derin ve sert bir nefes aldı. “Tamam. 15 dakikaya alırım seni,” cevap vermeden telefonu kapattım.

 

Aldığım eşofmanı ve tişörtü hızlıca giyip üstüme ince bir hırka aldım. Telefonumu alıp hızlıca aşağı indim ve aşağıda Ege’yi beklemeye başladım.

 

Beş dakika sonra Ege geldiğinde beklemeden arabaya bindim. “Bir haber var mı?” Diye sordum korkarak. Sadece kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. Konuşmadı. Bende daha fazla konuşmadım, zaten konuşabilecek durumda da değildim. Bakışlarımı camdan dışarı çevirdim. Yine gözyaşlarım benden bağımsız akıyordu…

 

 

Uçaktan inmiş ve hiç vakit kaybetmeden hastaneye gelmiştik. Girişte Gökhan, Aslan’ın durumunu sormuştu ama hâlâ ameliyattan çıkmadığı için bir şey söyleyememişlerdi.

 

Şimdi de ameliyathane kapısının önünde bekliyorduk. Bir umut ile. Belkide biz fazla endişe ediyorduk. Ben biliyordum sapasağlam çıkacaktı oradan. Söz vermişti bana, sapasağlam geri döneceğim demişti. Sözünü tutardı o.

 

Oflayarak arkama doğru yaslandım ve gözlerimi kapattım birkaç saniye. Sonra geri açtım. Tam o anda ameliyathanenin kapısı açıldı ve içeriden doktor çıktı.

 

“Siete i parenti di Aslan Arslan?” (Aslan Arslan’ın yakınları siz misiniz?)

 

Çok iyi olmasa da İtalyanca biliyordum.

“Sì” (evet).

 

“Prima di tutto, si calmi…” (öncelikle lütfen sakin olun…)

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%