@ladyy_6
|
9.Bölüm
Ölüm, bir organizmayı ayakta tutan tüm biyolojik işlevlerin geri döndürülemez bir şekilde sona ermesidir.
Ölümün bilimsel tanımı bu idi.
Peki geride kalanlar için neydi ölüm?
Acı.
İnsan en çok kendisini severdi bu hayatta. Her zaman önceliği kendisi olurdu. Başkasının acısı, ölümü insanları belirli bir süre üzerdi.
Böyle değil miydi bu her zaman?
Peki şimdi genç kadının içindeki bu hiç geçmeyecek gibi acıması niyeydi?
Peki ölümün tanımı kişiden kişiye değişmez miydi? Herkes ölümü farklı tarif edebilirdi. Ya da geride kalanlar ölümün ne anlama geldiğini farklı tarif edebilirdi. Ama onlar için ölümün tarifi aynıydı. Geride kaldıklarında aynıydı.
Acı.
Onlar için buydu işte ölüm. Geride kaldıklarında canları acırdı. İkisinin ortak noktası buydu işte.
Şimdi ise genç kadın acı çekiyordu. Aslan nasıl Efnan’ın ölme riskini her düşündüğünde acı çekiyorsa şimdi de genç kadın aynı şekilde acı çekiyordu. Ama arada bir fark vardı. Bütün dengeleri değiştirecek bir fark.
Aslan’ın ki sadece bir düşünce olarak kalmıştı ama Efnan için öyle değildi. Artık geride kalmak bir düşünce değildi genç kadın için. Bir gerçekti. Acı çekiyordu.
“Innanzitutto, si calmi. Abbiamo fatto del nostro meglio, ma purtroppo... Mi dispiace per la sua perdita.” (Öncelikle sakin olun lütfen. Elimizden geleni yaptık ama maalesef… başınız sağolsun.)
Genç kadın bu duyduğu cümlelere inanamadı. Kafasını iki yana sallayarak ‘hayır’ dedi içinden, ölmüş olamaz, olmasın diye geçirdi. Herkes onu bırakıp gitmişken o da gitmiş olmazdı, olmasındı. Vücudunu ayakta tutmayıp önce dizlerinin üzerine düştü sonrada bütün bedeni yere yığıldı. Ege hemen yanına gidip kendine getirmeye çalıştı genç kadını ama nafileydi.
Önce gözleri kapandı sonra bilinci.
09.17
Genç kadın bir hastane yatağında sırt üstü uzanmıştı ve kolunda bir serum vardı. Yavaş yavaş bilinci yerine gelirken bazı sesler duyuyordu ama tam olarak anlayamıyordu.
Gözlerini açmaya çalıştığında başaramadı. Duyduğu sesler iyice netleşmeye başladığında tekrar gözlerini açmaya çalıştı ve bu sefer başardı.
Gözlerini açtığında ilk gördüğü şey hastane odasının beyaz tavanıydı. Bir süre o beyaz ve buz gibi hissettiren tavanı izledi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kafasında bir sürü soru vardı.
Burası neresiydi?
Neden buradaydı?..
Bir süre düşündü ve sonra hatırladıklarıyla kafasını iki yana salladı ve olan her şeyin bir kabus olmasını diledi. Ama bu hayattı işte. Kimseye acımazdı ve bazı gerçekler vardı. O gerçekler ne kadar kaçmak istesek bile kaçamazdık…
Gözlerindeki yaşlar ondan habersiz yanağından aşağıya doğru süzüldü. Bağırmak istiyordu ama yapamıyordu. Sanki bir el boğazını öyle bir sıkıyorduki nefes bile alamıyordu. Sessizce ağlıyordu, tek başına. Sonra omuzunda bir el hissetti. “Aslan,” hızla kafasını çevirip kim olduğuna baktı ama düşündüğü kişi değildi. O elin ne kadar Aslan’a ait olmasını istesede öyle değildi. Omzundaki elin sahibi Ege’ydi. Bu durum gözyaşlarının daha da artmasına neden oldu.
Eğer Aslan olsaydı böyle olmazdı hiçbir şey diye düşündü.
Belki şu an ağlıyor olmazdı, olsa bile Aslan yanında olurdu ve onun omzunda ağlardı. Ama şimdi durum çok farklıydı. Ağlıyordu ama başını koyabileceği bir omuz yoktu.
Düşündükçe daha çok ağlıyordu ve bu durum nefesinin kesilmesine neden oluyordu. Bağırmıyordu, sadece sessizce ağlıyordu. Çünkü ona bu öğretilmişti.
Sus Efnan.
Bu kadardı işte. Sus.
Ne olursa olsun sus.
Ne söylenirse söylensin sus.
Bunu ona kim mi öğretmişti? Babası. Dayak attığında sus demişti. Ağladığında sus demişti. Annesi öldüğünde babası ile konuşmak istediğinde de sus demişti. Efnan o günden sonra kendine söz vermişti. Ağladığı zaman sessiz ağlayacaktı. Kimse görmeyecekti. Görse bile sesini duymayacaktı.
Onu ağlarken gören bir kişi vardı. Aslan.
Ağlarken sesini duyan bir kişi vardı. Aslan.
Ama geçmiş zaman işte. Artık yoktu. Bir daha kimseyle böyle bir ilişkisi olmayacaktı. Bir daha kimsenin yanında ağlamayacaktı, ağlasa bile kimseye sesini duyurmayacaktı.
Şimdide aynısını yapıyordu. Ege onu ağlarken görüyordu ama sesini duymuyordu. Duymamalıydı. Bir tek Aslan duymalıydı ama o da artık duyamazdı.
“Efnan…” dedi genç adam çekinerek artık gitmeleri gerekiyordu. Cenaze töreni için. Derin bir nefes alıp ağlamaktan gözleri kızaran kadına baktı. İçinden Aslan’a ne kadar kızsa bile böyle olmalıydı, en azından bir süre.
Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Cenaze töreni için dönmeliyiz,” ağlamaktan kızaran gözleri ile genç adama baktı. Sonra hızla kafasını önüne çevirdi ve karşısındaki duvara bakmaya başladı.
Güçlü olmalıydı çünkü Aslan onu böyle görmek istemezdi, biliyordu. İki eliyle yanağındaki ve gözlerindeki yaşları temizledi. Sonra yanındaki adama dönüp kafasını aşağı yukarı salladı.
Kolundaki seruma baktı ve hiç düşünmeden çekip çıkardı. Genç adam daha ne olduğunu anlayamadan o yataktan kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı. Acımadı mı diye düşündü genç adam. Acımıştı ama bunu hissetmemişti bile. İçindeki acı ondan çok daha büyüktü. En büyük acı içindeydi ve hiç geçmeyecekti.
En azından o öyle düşünüyordu…
Efnan kapıdan çıkmak üzereyken Ege’de peşinden hızlıca ilerledi.
Beraber hastaneden çıkıp arabaya bindiler. Havaalanına gidip oradan uçağa bineceklerdi. Aslında dün gece gitmeleri gerekiyordu ama Efnan uyanmadığı için gidememişlerdi.
(Efnan’ın anlatımından)
Biraz önce gelmiştik mezarlıktan. Aslan’ın öldüğüne hâlâ inanamıyordum, inanmak istemiyordum.
Niye beni burada bırakmıştı bir başıma?
Niye gitmişti?
O da mı beni sevmemişti hiç?
Senin artık kimsen yok Efnan. Tek başınasın.
Unutma, kimse kalıcı değildir. Herkes birgün gider, gitmese bile hayat elinden alır. Aynen şimdi olduğu gibi…
Unutma bunu. Bir daha birisini seveceğin zaman bunları hatırla.
İçeriye girmemiş olmama rağmen tıka basa dolu olduğunu anlayabiliyordum, içeriden gelen seslerden.
İçeriye girmek istememiştim çünkü duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Bahçedeki büyük salıncakta oturuyordum.
Burada en son Aslan ile oturmuştuk. Gözlerimi kapattım yoksa yine ağlayacaktım. Bahçede, evde, sahilde ve daha bir sürü yerde anılarımız vardı. Beraber olduğumuz anılar. Gözlerim kapalı olmasına rağmen bir yaş yanağıma doğru süzüldü yavaşça. Tam o sırada bir dalın kırılma sesini duydum ama bahçede kimse yoktu. Hızlıca gözlerimi açtığımda etrafı kontrol ettim. Karşımdaki ağacın dibinde birisi vardı ama arkası dönük olduğu ve ağacın arkasında olduğu için kim olduğunu tam seçemiyordum.
Oturduğum yerden kalkıp yavaş adımlarla ağacın olduğu yere doğru adımladım. Ağaçla aramda uzun bir mesafe varken arkamdan birisi bağırdığında duraksayıp arkamı döndüm. “Efnan,” bağıran kişi Ege’ydi. “Efendim?” Dedim. Aklım hâlâ o ağacın arkasındaki kişideydi. “Hadi içeri gel artık?” Dediğinde kafamı aşağı yukarı sallayıp tekrar arkamı döndüm. Biraz önce pür dikkat baktığım ağacın arkasındaki adam şu an yoktu. Hayal mi görmüştüm? Ama çok gerçekçiydi, hayal olamazdı değil mi?
Birkaç dakika orada durup düşündüm ama hayal miydi yok gerçek miydi ayırt edemedim bir türlü. Tekrar etrafıma bakınıp arkamı döndüm ve evin girişine doğru adımlamaya başladım. Bir taraftan hâlâ biraz önceki gördüklerimin gerçekliğini sorguluyordum.
Eve girdiğimde salon çok kalabalıktı, bir sürü insan vardı tanımadığım. Fazla kalabalıktan hoşlanmadığım için odama çıkmaya karar verdim. Merdivenlere doğru yürüyüp yavaş bir şekilde çıkmaya başladım.
Merdivenler bittiğinde bakışlarım önce kendi odamın kapısında sonra Gül’ün odasının kapısında gezindi. Gül haberi aldığında dayanamayıp bayılmıştı ve şu anda da odasında uyuyordu. Yanına gitsem mi diye düşünsemde ikimizde yalnız kalsak daha iyi olacaktı. Bu yüzden kendi odamın kapısına doğru adımladım ve kapıyı açıp içeri girdim. Kapıyı kapattığımda derin bir nefes aldım. Odaya biraz göz gezdirdiğimde burada bile anılarımızın olduğunun farkına vardım.
Ayakta beklemeyi bırakıp yatağıma doğru ilerledim ve önce oturdum sonrada uzandım. Burada da anımız vardı. Meğerse ne kadar çok anımız varmış bizim. Oysaki tanışalı daha çok bir şey olmamıştı. Gerçi anı biriktirmek için uzun bir süreye gerek yoktu. Kısacık bir zamanda bile birçok anı biriktirilebilirdi, iyi veya kötü farketmeksizin.
Karşımdaki duvara bakarken gözlerimin yanmaya başladığını hissettim ama ağlamak istemiyordum. Hemen gözlerimi kapatıp en azından bir süre ağlamama engel oldum.
Gözlerim kapalıyken anılarımız canlandı aklımda. Sanki hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Çoğu yüzümde acı bir tebessüm bıraktı. Ondan bana kalan tek şey buydu sanırım. Acı bir tebessüm, her aklıma geldiğinde böyle olacaktı sanırım. Yanağımda bir ıslaklık hissettiğimde ağladığımın farkına vardım. Engel olamayacağımı bildiğim için kendimi saldım ve daha çok ağlamaya başladım.
Bir süre sonra ağlayarak uykuya daldım…
“Efnan,” bir ses duyuyordum ama kim olduğunu tam anlayamıyordum. Gözlerimi açmaya çalıştım ama başaramadım. Sonra aynı ses tekrar konuştu. “Efnan,” sesin sahibinin kim olduğunu hâlâ tam olarak çözmüş değildim ama bir kadın sesiydi.
Tekrar gözlerimi açmaya çalıştığımda bu sefer başardım. Etraf çok karanlıktı ve ben yeni uyandığım için ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum. Arkamdan omzuma bir el dokunduğunda kafamı çevirip kim olduğuna baktım. Karanlıkta tam seçemesemde sesinden biraz tahmin edebilmiştim. “Şey uyandırdım ama ben uyuyamadım. Seninle birlikte uyuyabilir miyim?” Gelen Gül idi.
Ben sanırım yorgun olduğum çok fazla uyumuştum çünkü dışarısı zifiri karanlıktı. Üstümdeki ince örtüyü kenara attım ve esneyerek kalkıp ayaklarımı yataktan aşağı salladım. Elimle yanıma hafifçe iki kere vurdum Gül’ün oturması için. Yavaş bir şekilde yanıma oturup başını omzuma koydu. Önce derin bir nefes alıp verdi. Bir şey söylemek istiyordu sanırım. “Biraz konuşalım mı?” Diye sordu. Ağlamaktan sesi kısılmıştı ve muhtemelen gözleri kızarmıştı.
Pek konuşabilecek durumda değildim ama yine de şu an Gül’ün buna ihtiyacı vardı. Pek konuşmasam bile en azından dinlerdim. “Efnan ben nasıl dayanacağım böyle bir şeye? Abim benim her şeyimdi. O olmadan ben ne yapacağım?” Abin benimde her şeyimdi Gül? Peki ben Aslan olmadan ne yapacaktım? Ben daha kendi sorularıma cevap veremezken Gül’ün sorularına nasıl cevap verebilirdim? Veremezdim. O yüzden sadece saçlarını okşadım. Bazen insan sorduğu soruya cevap alamasa bile, saçının okşanması her şeye cevap verebilirdi.
Daha fazla soru soramadı çünkü sorsa bile bir cevap alamayacağını biliyordu. Bundan sonra ne olacaktı ikimizde bilmiyorduk ama birbirimizi bırakmayacaktık. Bunu ikimizde biliyorduk. Ne olursa olsun beraber olacaktık.
Gül omzumda uyuduğunda hâlâ saçlarını okşuyordum. Kafamı biraz eğip yüzüne baktım. Uyandırmak istemediğim için elimle başını destekledim ve biraz geri çekildim. Yavaşça yatağa uzanmasına yardım ettim. Üzerini örttüm ve bende yanına uzanmak için yatağın diğer tarafına geçtim.
Yatağa uzandım ve üzerimi örttüm. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ama hiç uykum yoktu. Gözlerimi açıp tavanı izlemeye başladım. Kafamda bir sürü soru vardı ama hiçbirinin cevabı yoktu.
Özlüyordum.
Kokusunu, sesini, gözlerini… her şeyini özlüyordum.
Gül’ü uyandırmamak için yavaşça yataktan kalktım ve kapıya doğru adımladım.
Odanın dışına çıktığımda evde birisinin olup olmadığını bilmediğim için parmak uçlarımda yürüyerek Aslan’ın odasının önüne gittim. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Kapıyı kapatıp yatağının olduğu yere adımladım. Yatağına oturup etrafı inceledim. Oda karanlıktı ama içeriye ay ışığı vuruyordu.
Yatağa uzandım ve derin bir nefes aldım. Yastığına sinen kokusu burnuma dolduğunda gözlerim doldu. Kafamı koyduğum yastığı alıp sarıldım. Buram buram onun kokusu vardı. Yanağıma doğru yavaşça bir yaş süzüldü.
Derin derin nefesler alırken bir taraftanda ağlıyordum ama her nefes aldığımda burnuma dolan kokusu biraz olsun rahatlatıyordu beni…
Yavaş yavaş uykuya dalarken bir ses duydum ama gerçekten duyduğumdan emin değildim. Etrafıma bakmak istesem bile uykum daha ağır bastı ve uykuya daldım.
Sabah burnuma dolan kokuyla buruk bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Esneyerek kalktım ve ayaklarımı yataktan aşağıya salladım. Derin bir nefes alıp etrafıma bakımdım. Dün gece pek fazla inceleyememiştim.
Daha uykum açılmadığı için boş boş etrafı izliyordum. Bakışlarım önce karşımdaki banyo kapısında sonra çaprazımdaki giyinme odasına kaydı. Giyinme odasına bakarken aklıma bir şey geldi ama yapıp yapmamakta kararsızdım. Ama ne olabilirdi ki? Kimse bir şey demezdi herhalde.
Ayaklarımı yere daha sağlam basıp ayağa kalktım. Giyinme odasına girdim ve önce etrafa kısaca göz gezdirdim. Karşımda tişörtlerin olduğu bölümü gördüğümde oraya doğru adımladım ve dolabın kapağını açıp beyaz bir tişört aldım. Bu bana biraz büyük gelebilirdi belki ama yinede giyecektim.
Hızlıca üzerimdeki tişörtü çıkartıp Aslan’ın tişörtünü giydim. Giyerken kokusu burnuma dolduğunda tekrar gülümsemiştim. Ama bir taraftanda gözlerim dolduğunda derin bir nefes aldım ve düşünmemeye çalıştım. Biliyordumki eğer düşünürsem dayanamazdım.
Giyinme odasından çıkıp kapıya doğru adımladım. Yavaşça kapıyı açıp dışarı çıktım. Kendi odama gidip Gül’e bakmam lazımdı.
Odamın kapısının önüne gelince ses çıkartmamaya özen göstererek kapıyı açtım. Yatağın üzerine baktığımda hâlâ uyuyan Gül’ü gördüm. Sanırım çok yorgundu bu yüzden de hâlâ uyanamamıştı.
Odadan telefonumu alıp sessizce dışarıya çıktım ve yine ses çıkartmamaya özen göstererek kapıyı kapattım. Aşağıya inmek için merdivenlere doğru adımladım. Birkaç basamak indiğimde kapının çaldı. Dikkatim kapıdayken bir taraftanda merdivenleri inmeye devam ediyordum. Dicle hızlı adımlarla gidip kapıyı açtığında Gökhan’ı gördüm. Elinde Zambak çiçekleri vardı farklı farklı renklerde.
Gökhan içeriye girerken bende merdivenlerden inmiştim ama başka bir şey yapmamıştım. Tam adım atıp yanına gideceğim sırada Ege salondan çıkıp Gökhan’ın yanına gitti. Önce Gökhan’ı süzdü sonra elindeki çiçekleri aldı. Gökhan ne olduğunu anlayamamıştı ve kaşları çatılmıştı. Gerçi bende neler olduğunu pek anlayamamıştım ama daha fazla gerginlik olmaması için hızlı adımlarla yanlarına ulaştım.
“Gökhan hoşgeldin.” Hayır hayır bunu ben söylememiştim. Bu ses arkamdan gelmişti. Arkamı döndüğümde uykulu gözlerle merdivenlerden inen Gül’ü gördüm. Hızlıca yanıma geldi ve Gökhan’a sarıldı. Gökhan ilk başta ne olduğunu anlayamasada sonunda karşılık vermişti. Ayrıldıklarında hafifçe gülümseyip “hoşgeldin,” dedim. Cevap olarak sadece gözlerini kapatıp açtı ve başını aşağı yukarı bir kez hareket ettirdi. Tam konuşacağı sırada “Çocuklar hadi gelin kahvaltı edin,” Ayşe teyzenin bizi çağırmasıyla hepimizin bakışları ona dönmüştü. Benim pek bir şeyler yiyesim yoktu ama biraz atıştırmam gerekiyordu. “Tamam Ayşe teyze geliyoruz,” dedim hem yeni uyandığım için hemde yorgun olduğum için güçsüz çıkan sesimle.
“Hadi gelin,” dedim ortamdaki gerginliği ve sessizliği bozmak için. “Ben aç değilim sabah atıştırdım bir şeyler. Afiyet olsun size,” dedi Ege ve arkasını dönüp salona gitti ve koltuklardan birisine oturdu. Bakışlarımı ondan çekip Gökhan’a çevirdim. Bunun farkına vardığında “bende aç değilim sabah yedim,” dedi. Kafamı sallayıp mutfağa doğru yürümeye başladım. Gül de peşimden geliyordu.
Gül ile kahvaltımızı yaptıktan sonra salona geçmiş ve orada oturmuştuk. Gökhan da biraz önce gitmişti ve ben Ege ile konuşmak için dışarıya çıkmıştım. Aklıma takılan sorular vardı. Kaza denilmişti ama belkide kasıtlı bir şeydi. Önce benim vurulmam sonrada bu olay sadece bir tesadüf müydü yoksa kasıtlı bir şey miydi? Bu sorularımı cevaplayacak kişide Ege idi.
Şimdi ise arka bahçede Ege’nin gelmesini bekliyordum. Arkamdan adım sesleri duyduğumda Ege’nin geldiğini anlayıp arkamı döndüm. Yavaş ve sakin adımlarla yürüyordu. Aslında Ege biraz değişikti, sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Yani sonuçta en yakın arkadaşı ölmüştü ama Ege hiç öyleymiş gibi davranmıyordu. Bu bile aklımı karıştırıyordu. Belkide Ege, Aslan’a ihanet etmiştir ya da bir oyun çeviriyorlardır. Hangisi bilmiyordum ama bir şeyler olduğu çok belliydi.
Karşıma geçtiğinde düşüncelerimi bir tarafa itip ona odaklandım. “Ne konuşacağız?” Diye sordu sakin bir sesle. Derin bir nefes alıp doğru kelimeleri seçmeye çalıştım. Gökhan ile ilgili olan ve olanların bir oyun olma düşüncesini kendime saklayacaktım. “Kaza… nasıl olmuş?” Bu konu hakkında sesli konuşmak benim için gerçekten çok zordu. Cevap vermediğinde bir soru daha sordum. “Bir kasıt mı var?” Bu sorumdan sonra kaşları çatıldı ve önce tepkimi ölçmek için yüzümü inceledi. “Bilmiyorum. Araştırılıyor,” demişti ama ben inanmıyordum. Bir şeyler oluyordu ve bana söylemiyordu, yalan söylüyordu. Tepki vermeden kafamı salladım sadece. “Anladım.”
Ege’nin yanından uzaklaşıp bahçedeki salıncağa oturdum. Bana yalan söylüyordu ve ben bundan emindim. Ne olduğunu bulacaktım ama önce biraz beklemem lazımdı…
1 hafta sonra
Kahvaltımı yaptıktan sonra dışarıya çıkmıştım. Bugün Aslan’ın mezarına gidecektim. Normalde onun bugün eve gelmesi gerekiyordu ama o gelmedi, gelemedi. O yüzden de ben gidecektim.
Bir taksiye binip çarşıda bir çiçekçiye gitmek istediğimi söyledim. Kafasıyla beni onayladı ve yola odaklandı. Bende camdan dışarıyı izliyordum.
Gül de gelmek istemişti ama ben tek başıma gitmek istediğimi söyleyip çıkmıştım evden. İlk günlere göre herkes biraz daha toparlanmıştı. Artık eve gelen kimse yoktu. İlk günler annesi sık sık gelse bile birkaç gündür gelmiyordu. Babasını hiç görmemiştim.
“Abla geldik,” ben düşüncelerim ile boğuşurken taksi şöförünün konuşması ile düşünmeyi bıraktım. “Hemen geri geleceğim birkaç dakika bekleyebilir misiniz?” Aynadan bana bakıp kafasını aşağı yukarı salladı. Değişik bir adamdı, pek konuşmuyordu.
Arabadan inip çiçekçiye girdim. “Hoşgeldiniz,” önce çiçeklere kısa bir göz attım ama zaten ne alacağımı biliyordum. “Beyaz Zambak var mı? Varsa bir buket alabilir miyim?” Diye sordum. Genelde bulmak kolay olurdu ama bazen olmayabiliyordu. “Tabi var hemen vereyim,” gülümseyip kafamı salladım. Adam yanımdan ayrılırken çiçekleri incelemeye başladım. Çok güzel ve tatlı çiçekleri vardı. Belki sonra tekrar uğrardım.
Adam elinde bir buket Beyaz Zambak ile geldiğinde bakışlarımı çiçeklerden çekip adama çevirdim. Gerekli olan ücreti verip çıkış kapısına doğru adımladım. Tam kapıdan çıkarken yolun karşısında birisini gördüm. Üzerinde siyah bir kapüşonu vardı ve şapkası yüzünün bir kısmını kapatacak kadar kapalıydı. Benim ona baktığımı fark ettiğinde arkasını dönüp hızlıca oradan uzaklaştı. Biraz tedirgin olmuştum ama yinede mezarlığa gidecektim.
Çiçekçiden çıkıp beni bekleyen taksiye bindim ve mezarlığa gideceğimizi söyledim.
Yaklaşık on beş dakika sonra mezarlığa ulaştığımızda taksiciye parayı verip arabadan indim. Yanımda getirdiğim siyah şalımı başımın bir kısmını örtecek şekilde koydum ve sağ ucunu sol omzumun üzerine attım.
Gözlerim mezar taşlarının üzerinde gezinirken Aslan’ın mezar taşında takılı kaldı. Aslan’ın mezarının yanına gidip elimdeki çiçekleri toprağının üstüne bıraktım. Elimi toprağın üzerinde gezdirirken gözlerim yanmaya başladı ama ağlamayacaktım. Kendime söz vermiştim, bugün ağlamayacaktım. “Sen bana gelemedin ama ben sana geldim…” derin bir nefes aldım. Ne zordu ölüm, özellikle geride kaldığında o acıyı hep hissedeceğini bilmek daha da zordu.
Hiç geçmeyecekti, biliyordum. Alışırdım belki ama geçmeyecekti…
“Sen bu toprağa gömülmeyecektin, ben senin toprağına gömülecektim…” ağlamamak için kendimi o kadar çok kasıyordumki sesim boğuk çıkıyordu.
Özlemiştim. Bir haftada deliler gibi özlemiştim. Bundan sonra onsuz nasıl yaşayacaktım ben?
Aslında en önemli soru ben ona bu kadar nasıl alışmıştım? Aslında bu alışmak değildi, bu sevgiydi, aşktı. Benim ona olan sevgim ve aşkımdı. Bunu daha yeni anlıyordum ama ben onu gerçekten çok seviyordum.
Daha fazla burada kalırsam ağlayacağımı bildiğim için ayağa kalktım ve arkamı döndüm. Tam o sırada bugün çiçekçiden çıkarken gördüğüm kişiyi gördüm. Bu adam kesinlikle beni takip ediyordu ama neden? En önemli soru ben şimdi ne yapacaktım?
Cebimden telefonumu çıkarıp Ege’yi aradım. Şu an bana yardım edebilecek tek kişiydi. Rehberden Ege’nin ismini bulup arama tuşuna bastım ve kulağıma götürdüm. Bir taraftanda mezarlıktan çıkmak için hızlı adımlarla yürüyordum.
Tam kapatacağım sırada karşıdan Ege’nin sesini duydum. “Alo,” soluk soluğa kalmış gibiydi sesi. Ama bu şu durumda sorgulayabileceğim bir şey değildi. “Ege peşimde birisi var,” dedim mezarlıktan çıkarken. Cevap vermek için birkaç saniye bekledi. “Neredesin sen? Ben gelemem ama hemen birisini gönderirim,” etrafıma baktığımda mezarlıktan uzaklaştığımı ve bir ormana girdiğimi farkettim. “Mezarlığın yakınında bir orman var oradayım şu an.”
“Tamam. Hemen birilerini gönderiyorum. Dikkatli ol.”
Telefonu kapatıp cebime geri koydum. Arkamda olduğunu biliyordum ama arkamı dönersem her şey daha kötü olacaktı.
Tamam Efnan, sakin ol kızım. Sakin ol. Arkana bakma, koşma. Derin bir nefes aldım ve adımlarımı farkında olmadan biraz daha hızlandırdım.
Arkamdan gelen kalın erkek sesiyle olduğum yere çivilenmiş gibi kaldım. “Daha nereye kadar kaçacaksın?” Kafamı çevirip arkama baktığımda elinde bir silah gördüm. Ah cidden mi ya? Bunların hepsi benim başıma gelmek zorunda mı?
Önüme dönüp koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım. Birkaç metre koştuktan sonra bir silah sesi duydum ve bu dikkatimi dağıtıp yere dizlerimin üzerine düşmeme sebep oldu. Lanet olsun!
Tekrar ayağa kalkmaya çalıştığımda başaramadım. “Bence kendini yorma hiç,” biraz önce elinde silah olan adamın sesi artık çok yakınımdan geliyordu. Sanırım her şey buraya kadardı.
Arkamı dönüp ayağa kalkmadan geriye doğru gitmeye başladım ama bir kurtuluşum yoktu. Her şey buraya kadardı sanırım.
Ben geliyorum annem. Ben geliyorum Aslan. Yanınızda banada yer ayırın.
Elindeki silahı aramızda birkaç adım kaldığında bana doğrultu ve “son sözlerini alalım,” dedi gülerek. Kendince eğleniyordu pislik. Gözlerimi gözlerine dikip sanki kafama silah doğrultulmamış gibi tehditkar bakışlar atıyordum.
Birazdan beynim dağılacaktı muhtemelen ama bu adama boyun eğmeyecektim. “Şerefsi-” kelimemi tamamlayamadan bir el silah sesi duydum. Ben o silahı karşımdaki adam ateşledi sanmıştım ama öyle değildi.
Karşımdaki adam yere yığıldı, ben olayın şaşkınlığını üzerimden atamamıştım. Gözlerimi kafasından vurulmuş olan adamdan çekip silah sesini duyduğum tarafa baktım.
Görmeyi beklediğim kişi Ege’nin gönderdiği adamlardan biri idi. Ama benim gördüğüm kişi kesinlikle Ege’nin adamlarından birisi değildi. Gözlerime inanamıyordum. Rüya falan gördüğümü düşünerek gözlerimi kapatıp açtım.
Böyle bir şeyin olması imkansızdı. Ölmüş olabilir miydim? Olamazdım. Rüyada değil.
Ben hâlâ şaşkın gözlerle karşımdaki kişiye bakarken o hızlı adımlarla yanıma doğru gelmeye başladı. Ben hâlâ gerçekliğini sorgularken yanıma diz çöktü ve elimi tuttu. İşte şimdi gerçekliğinden emin olmuştum. Gerçekti bu olanlar ama nasıl olabilirdi? Gözlerimi elimizden çekip gözlerine çıkarttım. Ben hâlâ ona bakmaya devam ederken önce beni süzdü sonra konuşmaya başladı.
“İyi misin güzelim?” |
0% |