Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@ladyydark

Duyduğum tiz kız sesiyle Yazgı'yla ikimiz de aynı anda sıçramıştık. Kafamı yukarı kaldırdığımda, upuzun kızıl saçları olan bir kız gördüm. Oldukça bakımlı ve süslü duruyordu. Yüzüne dağılmış çilleri yeşil gözleriyle çok uyumluydu. Gerçekten güzeldi. "Korkuttum mu? Ah, kusura bakmayın."
32 diş sırıtarak bize bakıyordu.

Gülümseyerek kafamı salladım. "Sorun de-" Yazgı'nın beni çimdiklemesiyle kısık bir çığlık dudaklarımdan firar etti. Ağzım bir karış açık ona döndüm. Bunu neden yapmıştı ki şimdi?

"Sana bahsettiğim yapma bebeklerin en maharetlisi olur kendisi. İyi niyetle gelmediğine adımın Yazgı olduğu kadar eminim." Diye fısıldadı. Bir şey demek için dudaklarımı araladım fakat hemen ardından geri kapadım. Abartıyor olabileceğini düşünmeden edemedim çünkü kız çok tatlı duruyordu.

Ancak yine de o yaklaşık üç buçuk senedir bu okuldaydı ve herkesi benden daha iyi tanıdığına da emindim. Bu yüzden temkinli yaklaşmakta fayda vardı. Boğazımı temizleyerek kıza döndüm.

Elini uzatarak şen bir gülümsemeyle, "Ben Alin." Dedi. Ardından boştaki eliyle parmağını şıklatarak beni işaret etti. "Ve sen, yeni kız öyle değil mi?"

Elimi uzatarak selamına karşılık verdim. "Lidya." Dedim kısaca hafif bir gülümsemeyle ardından elimi onunkinden ayırdım.

"Ah, evet Lidya." Arkasına doğru bakıp tekrardan bize döndü. "Bunlar da bizim kızlar. Deren ve Ekim." Bana hemen sol arkamızda ki masayı işaret ettiğinde o tarafa doğru baktım. Sarı küt saçları olan minyon bir kız ve uzun kahverengi kıvırcık saçları olan bir kız oturuyordu. Saçları uzunluğundan dolayı bi hayli kabarık duruyordu. Kıvırcık saçlı olan diğerine göre daha balık etli ve uzundu. Bana el sallayıp gülümsediklerinde sadece gülümsemekle yetindim.

"Bize katılmak ister miydin?" Bakışları Yazgı'ya döndüğünde gülüşü solmuştu. "Belki arkadaşın da gelmek ister?
Öyle değil mi Yazgı?" Dedi iğneleyici bir tavırla.

Çekingen bir tavırla Yazgı'ya baktığımda dudağının bir köşesi yukarı doğru kıvrılmış, alayla Alin'e doğru bakıyordu. "Sen ve emrine amade minik askerlerinle aynı masaya oturmayı mı? Aslına bakarsan, bunu hiçbir zaman istemedim. Bunu sende biliyorsun." Dedi son derece iğneleyici bir tavırla.

Alin hala gülümsese de sinirlendiği kasılan çenesinden ve yumruk yaptığı ellerinden belli oluyordu. "Git buradan, Alin." Dedi keskin bir tonla Yazgı.

Kaşlarını meydan okurcasına kaldırdı Alin. "Senin asosyalliğini elbette anlayabiliyorum. Fakat, arkadaşının yerine karar veremezsin öyle değil mi? Belki de o, senin huysuzluğundan sıkılmış biraz sosyal ortama ihtiyaç duyuyordur." İstemsizce kaşlarım çatıldı.

Yazgı'nın sandalyesini ittirdiğini gördüğümde hızla koluna yapışıp onu durdurdum. Olay çıksın istemiyordum. "Sakin ol." Diye fısıldadım ona.

Bakışlarımı Alin'e doğru çevirdim. "Dinle, kimseden sıkılmadım tamam mı? tanışmak istiyorsanız tabii ki geliriz. Hatta Yazgı'da gelir. Değil mi?" Sesim sorun istemediğimi açıkça belli ediyordu.

"Tabii ki hayır!" Bakışlarımı hızla İclal'e doğrultup annemin misafirlikte pot kırdığımda attığı uyarıcı bakışlardan attım. Ardından dudaklarımı büzüp kedi yavrusu misali, "Lütfen, ilk günden kimseyle papaz olmak istemiyorum. Sadece gidip geleceğiz." Diyerek fısıldadım.

Surat ifademe karşın yüzünü buruşturup bakışlarını kaçırdı. Ardından burnumdan soluyarak da olsa kalktı. Ona 32 diş sırıttığımda huysuzca homurdandı.

Kızların yanına vardığımızda ilk sarı saçlı olan elini uzattı, "Deren." Kıvırcık ve esmer olan da hemen ardından uzattı soğuk bir şekilde. "Ekim." Elini sobaya değdirmişcesine hızla çekti. Buna takılmamaya çalıştım. "Lidya."

Kıvırcık olanın kıkırdadığını gördüm. "Ne bu, masal prensesi ismi falan mı?" Alayla sorduğunda tavrından rahatsız olsam da, belli etmemeye çalışarak samimiyetsizce güldüm.

İsimlerin anlamıyla pek ilgilenmezdim. Ve bildiğim kadarıyla ismimin anlamı Cennet Bahçesiydi. Bence çok güzel bir anlamı vardı.

"Aslında, bu çok mantıklıymış. Ona bir baksana, masal prensesi gibi. Bazen yaratıcı olabiliyormuşsun demek." Gözlerini kırpıştırarak gülümsedi samimiyetsizce Yazgı. Beni koruması içimi yumuşacık ederken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ben genelde, tıpkı az önce olduğu gibi susardım. Kendimi koruyamayacağımdan değil aslında kimseyle tartışmaya girmek istemezdim, tartışmazdım da. Biraz çekingen içe kapanık bir kişiliktim. Sessizliğin hep en iyi cevap olduğunu düşünmüştüm. İşte gel görelim ki böyle zamanlarda pek de iyi olmuyordu ya, hoş.

Ekim'in suratından bozulduğu net bir şekilde belli oluyordu. Homurdanarak geri önüne döndüğünde Yazgı ile bende boş olan sandalyelere oturduk.

"Burslu okuyormuşsun sanırım?" Diye sordu gülümseyerek Alin. Bana pek sıcak bir gülümseme gibi gelmemişti.

"Evet, öyle." Diyerek onayladım onu.

"Buraya öyle kolay kolay almazlar kimseyi. Burslu dahi olsan. Çok zeki olsan gerek." Ekim'in sonlara doğru yaptığı imayı takmamaya çalıştım.

"Öyleyim." Dedim hiç gocunmadan ona gülümserken. Net olmayı her zaman sevmişimdir. Derslerim hep iyi olmuştu ve bunu söylemekten de asla çekinmiyordum. "Ama Civan amcanın da çok yardımı oldu tabii."

"Civan amca?" Bu defa söze giren kişi Deren'di.

"Evet, babamla çok yakın arkadaşlar uzun bir süredir."

"Müdür olandan bahsetmiyorsun herhalde değil mi?" Diye sordu Alin gizleyemediği bir şaşkınlıkla.

"Hayır, ondan bahsediyorum." Biraz egoist bir cevap mı olmuştu?

"Dalga geçiyorsun değil mi?" Deren şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. Aslında bu kadar da şaşırılacak bir şey var mıydı bilmiyordum.

"Hayır ama, neden ki?" Dedim aynı şekilde garipseyerek.

"Sen ve Bat-" Deren'i susturan şey Alin'in aniden söze dalmasıydı. "Biz sadece bir an duyunca şaşırdık o kadar."

Anladım anlamında kafamı salladım.

Daha sonra masada üçü arasında derin bir sohpet dönüyor düzenli olarak kahkaha atıyor arada bana da sorular soruyor ve sohpete dahil etmeye çalışıyorlardı. Pek ilgimi çekmeyen konular olduğundan kısa cevaplarla geçiştiriyordum. Bu süre içerisinde Alin'in arada Yazgı'ya olan kaçamak ters bakışlarını da sürekli yakalamıştım. Bu ikisi arasında ne olmuştu doğrusu oldukça merak ediyordum.

Ben ortamı incelerken sarışın olan kızın bir süredir öylece bana baktığını sonunda göz ardı edemeyip çekinerek de olsa sordum. "Bir şey mi diyeceksin?" Dedim gülümseyerek.

"Aslında evet." Elini çenesine koymuş düşünceli bir tavra bürünmüştü. "Hangi kuaföre gidiyorsun?"

Yüzüm otomatik olarak buruştuğunda ne demek istediğini anlamamıştım. Şu an kuaför ne alakaydı? "Anlamadım?" Diye sordum bana dünyanın en garip sorusunu sormuş gibi.

"Saçların diyorum, canım. Hangi kuaför?" Dedi göz kırparak.

Ellerim otomatikman saçlarıma doğru gitmişti. "Ha, o, şey boya değiller." Saçlarımın rengi normal bir sarışına göre çok daha açık ve beyaza yakındı. Bu yüzden boya sanılmasını anlıyordum. Ayrıca oldukça düz, parlak ve uzunlardı. Kafama seksenli dönemlerin peruklarından takmışım gibi görünüyorlardı. Boyuysa belimin hemen kenarında bitiyordu.

Şuh bir kahkaha attılar hep bir ağızdan. "Eminim öyledir."

Neden bu konu hakkında yalan söyleyecektim ki. "Bak gizlilik kuralların varsa dert etme. Kimseye söylemem."

Bunda bu kadar inkar edip inanmayacak ne vardı cidden? Dudaklarımı ıslattım. "Hayır. Cidden boya değil." Dedim gülümsemeye çalışarak.

Ekim göz devirerek off ladı. "Amma kastın."

Derin bir nefes çekerek sinirlenmemeye çalıştım.

"Dinle, sonbahar. Daha önce hiç doğal sarışın görmemiş olmanı anlıyorum fakat cidden, cahilliğini biraz olsun gizlemeyi deneyemez misin?" Yazgı, bir kez daha ona ağzının payını verdiğinde Ekim'in burnundan soluyarak ona baktığını gördüm. Fakat bu Yazgı'nın hiç umrunda gibi durmadığından dudağının bir köşesi yukarı doğru kıvrılmış, ona bakıyordu.

"Bizlik bir sorun yok canım da, sen niye bu kadar avukatı kesildin anlamadım? Arkadaş kendini savunamıyor galiba?" Deren'in sözlerinin ardından hepsi birden kahkaha atmıştı. Yazgı, tekrar söze girmek için hareketlenmişti fakat hemen onu durdurdum.

"Bildiğim ve önerebileceğim çok iyi bir yer var aslında." Dedim son derece sakin bir tonda.

Hafifçe gülümsedi. "Gördün mü Yazgıcım? Gerçek için biraz sıkıştırmak gerekiyormuş. Söyle bakalım, şu doğal saçların sırrı neymiş?" Yine ima yapmıştı.

Omuz silktim. "Dedim ya. Ben daha önce hiç gitmedim."

Kaşları çatıldı. "Bana gitmediğin bir yeri mi öneriyorsun yani?" Sinirle gülümsediğini gördüm.

"Evet."

"Peki, nedenmiş o?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça ona doğru yaklaştım. "Şey, dibin gelmiş de."

Gülüşü aniden suratında solmuş, boynu kızarmaya başlamıştı. Yutkunduğunu görebilmiştim. Gözlerim açıldı hızla.

Ne demiştim öyle? Annem bu halimi görse şok geçirirdi.

Yazgı'nın yanımda ıslık çalışını işittim. Hızla bir elini masaya vurdu. Bu yaptığı üçünün birden irkilmesine neden olmuştu. "Bum."

Ardından beni de kendiyle beraber ayğa kaldırdı. "Nokta atışı." Ardından koluma girip ikimizi de hızla yürütmeye başladı.

Az önce ne olmuştu öyle? "Çok yanlış tarafı seçtin, Lidya!" Arkamdan Alin'in bağırışını işittiğimde ilk günden başıma aldığım belayla gerginliğim iki katı artmıştı.

"Bu aptal kızıla aldırış etme." Diyerek beni rahatlatmaya çalıştı Yazgı. Gerildiğimi görebiliyordu. Genel olarak herkesle çok iyi anlaşan taraf olurdum fakat üzerime gelmiş, beni kışkırtmışlardı. Ve sanırım gerçekten Yazgı'yı dinlemeliydim. Amaçları kesinlikle arkadaş olmak değil, aşağılamaktı.

Sınıfa doğru hız kesmeden ilerlerken Yazgı'yı durdurup, "Lavabo ne taraftaydı?" Diye sordum.

"İkinci katın hemen solunda."

Kafamı sallayıp ondan ayrıldım. "Sen sınıfa git. Lavaboya gidip geleceğim."

"Emin misin?" Diye sordu çok da emin olamayarak. Kafamı sallayıp ona gülümsedikten sonra arkama dönüp hızla ilerlemeye başladım.

Kaç dakikadır dolanıyordum bilmiyordum fakat biraz daha böyle dolanmaya devam edersem kendimi merdivenlerden yuvarlayacaktım. Tam bir alık olduğumdan etrafı incelerken Yazgı'nın söylediği koridoru kaçırmıştım. Okul o kadar karışık bir inşaaya sahipti ki şu an kaçıncı katta olduğumu bile bilmiyordum. Üstelik tüm bunlar olurken iki kere düz yolda takılmış, bir kere bir çocuğa çarpmış, iki kere kızlara çarpmış ve dört kez merdivenlerden düşme tehlikesi atlatmıştım.

Kesinlikle sakar değildim. Sadece bugün oldukça şanssız bir gün oluyor o kadar.

Nihayet uzunca bir oflamanın ardından pes ederek girdiğim uzun dar koridorda etrafımda dönerken, sinirle olduğum yerde zıplayarak çırpındım. Bu esnada saçımı başımı da dağıtmıştım. Oldukça uzun bir öfke patlamasının ardından nefes nefese kalarak olduğum yere bakınmaya başladım.

Uzun, pek fazla ışık almayan ve oldukça dar bir koridora girmiştim. Hadi ama, bir okul ne kadar anlaşılmaz olabilirdi ki?

Cidden kendime inanamıyordum. Kafamı yan tarafa doğru çevirdiğimde hemen yan tarafımda duran o kapıyı gördüm. Bir ümitle yangın merdiveni olabileceğini düşünüp kapıyı aralamaya çalıştım. Kapıyı hafifçe araladığımda ise karanlık, bir kaç temizlik malzemesi ve birtakım eşyadan oluşan bir odayı görmek kesinlikle beklediğim şey değildi.

Pes ederek kapıyı sinirle çektim. Resmen. Okulda. Kaybolmuştum. Annem bunu duysa bir on yıl kadar aptallığımla dalga geçerdi. Üstelik derste çoktan başlamış olmalıydı. Sinirle homurdanarak önüme döndüm. Şimdi geldiğim koridoru aynı şekilde geri dönecektim.

Tam önüme döndüğüm esnada, döndüğüm gibi kafamı sert bir şeye çarpmam bir olmuştu. Acıyla inleyerek burnumu tuttuğumda, öfkeyle soluyarak kafamı doğrulttum hızla.

Öfkeyle doğrulttuğum başımı bu defa şaşkınlıkla doğrulttum. Gözbebeklerim irileşirken karşımda gördüğüm kişinin şokunu yaşıyordum. Kaşlarım çatıldı. Cidden, burada ne işi vardı? Ve beni nasıl bulmuştu? Ya da beni mi bulmuştu?

"Önüne bak." Diye homurdandı ben hala burnumu tutarken. Burnumu son kez düzeltip elimi indirdim. Şimdi ise hafif aralanmış dudaklarımla hala şaşkınlıkla ona bakıyordum. Batın'a

"Önemli değil." Dedim bastıra bastıra imayla.

Bir kez daha burnum acıyla sızladı. Kızardığına emindim. Üstelik gözlerim de acıyla dolmuştu. Birazdan sinirden ve çaresizlikten ağlayacaktım. Bakışlarımı yüzüne dikerek ufak bir mahcubiyet belirtisi aradım ancak yoktu. Basit bir pardon bile diyemiyordu.

Bıkkın bir nefes aldı. "Pardon. Ne işin var senin burada?" Dedi oldukça sert bir tavırla.

"Sana da merhaba." Dedim bir kez daha burnumu çekerken oldukça güler bir yüzle.

Gözlerini devirdi bu defa. "İsim neydi?"

Tamam, yeni geldiğimden ismimi bilmemesi oldukça normaldi fakat bunu bu kadar kaba sormak zorunda mıydı gerçekten? Bozuntuya vermeyerek, "Lidya." Dedim ve çekinerek de olsa elimi uzattım.

Bakışlarını bir elime bir gözlerime çevirdi. Elime bir kez daha baktı ardından bakışları tekrar beni buldu. Bir ümit elim hala havada beklerken o, ellerini cebine yerleştirerek yavaşça bana doğru bir adım attı. Elim anında aşağı inerken refleks olarak bende bir adım gerilemiştim.

Bir adım ve bir adım daha. O bana doğru geldikçe ben de aynı şekilde geri gidiyordum. Sonunda atacak adımım kalmadığında ve sırtım sert zeminle buluştuğunda, yutkunarak sırtımı iyice duvara yasladım. Yanlış bir şey mi söylemiştim? Neden o şekilde üzerime gelmeye devam ediyordu?

Aramızda yarım adımlık bile olmayan bir mesafede duraksayıp kafasını aşağı doğru eğdi hafifçe. "Dinle, Lidya. Bir dahaki sefere insanları gizli gizli gözetleyeceksen eğer, bunu gerçekten gizlice yap." Gözleri gözlerimden uzun bir süre ayrılmadı. Bu süre zarfında bense tabiri caizse donakaldım. Böyle bir şeyi cidden beklemiyordum.

Doğrulduğunda hızlı bir şekilde eski yerini alarak aramızdaki mesafeyi açmıştı fakat göz temasını hala kesmemişti. Aramızdaki mesafenin açılmasıyla rahat titrek bir nefes vermiştim. Boğazımı temizleyip saçlarımı karıştırdım. "Seni gizlice izlemiyordum ki." Sesim bile aksini inkar edercesine çıkıyordu.

Öyle bakmaya devam ettiği sürece de böyle çıkacaktı. Bakışlarını bir an olsun ayırmıyor, gözlerinde ki ifade asla okunmuyordu. Sadece bakması bile insanı geriyordu. Değişik biriydi. Değişik ve rahatsız ediciydi.

Ve ben hemen buradan gitmeliydim.

Kaşları alayla yukarı doğru kavislendi. "Öyle mi?"

Kafamı salladım. "Evet. Gizlice yapmıyordum ki, bunu oldukça açık bir şekilde yaptım." Dedim gülümseyerek.

Kural bir, battıysan sadece kendini bırak. Çırpınmak her zaman seni dibe çeker.

Cevabımı beklemiyor olacak ki ilk kez yüzündeki bir ifadeyi açıkca seçebilmiştim. Şaşırmıştı, bu oldukça net belli oluyordu.

Güzel, dürüst olmak her zaman çalışırdı.

Boğazını temizleyerek kendine geldi. "Öyleyse hiçbir şekilde yapma." Neden karşısında düşmanı varcasına sert ve soğuk bir şekilde konuşuyordu hala anlayamamıştım. Sanırım karakteri böyleydi.

"Şimdi, söyle burada ne işin var?"

Hatırlatmasıyla unuttuğum asıl konuyu hatırladığımda gözlerim kocaman açıldı. Onunla konuşmaya dalmış dersi ve kaybolduğumu tamamen unutmuştum. Bakışlarımı ona doğrulttum. Hala aynı monoton ifadeyle yüzüme bakıyor, bir cevap bekliyordu. "Bilmiyorum." Dedim sonunda pes ederek ağlak bir yüz ifadesiyle.

Tek kaşı havalandı. "Ne demek bilmiyorum?"

"Bilmiyorum işte. Kayboldum sanırım."

Kaşları çatıldı. "Okulda?"

Utançla gözlerimi kaçırdım. "Evet."

"Aptal mısın sen?" O kadar şaşkın ve garipseyerek sormuştu ki, cidden aptal olduğumu düşündüğü çok açıktı. Açıkcası bence haklıydı da.

"Niye üzerime geliyorsun? Okula yeni geldim." Hala utanç içerisindeydim. Bir insan okulda nasıl kaybolabilirdi ki?

Bir süre daha bana baktıktan sonra kafasını iki yana sallayarak bıkkın bir nefes verdi. Aynı zamanda da ellerini beline yerleştirip etrafını süzmüştü.

"Sen burada ne arıyorsun peki? Sınıfta olman gerekmiyor muydu?" Diye sordum kuşkuyla.

Bana cevap vermeden sırtını dönüp hızla ilerlemeye başladı. "Hey! Nereye gidiyorsun?!" Arkasından seslenerek bende ilerlemeye başladım.

Beni yine cevapsız bırakarak ilerlemeye devam etti. "Sana diyorum!" Adımları o kadar büyüktü ki o bir adım attığında ben koşarak hala ona yetişmeye çalışıyordum.

"Beklesene!" Nefes nefese kalmıştım. Fakat beni hala duymazdan geliyordu. Sinirlerimi bozduğunda öfkeyle burnumdan soluyordum. "Sana kayboldum diyorum! Bana yardım etmen gerekirken çekip gidiyor üstüne beni duymazdan geliyorsun! Gerizekalı!" Kendimi tutamayark söylediğim şey sonunda dilimi ısırdım küfrederek.

Aniden olduğu yerde durduğunda hızla sırtına çarpıp arkaya doğru sendeledim. Ani bir refleksle önüne dönüp beni kolumdan yakaladıktan sonra hızla yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.

"Biraz olsun o çeneni kapalı tutamaz mısın?!" Diye bağırdığında olduğum yerde irkildim.

Sinirden gözlerim dolduğunda sözler boğazımda düğümlenmişti ve konuşamamış, yutkunarak genzime oturan yumruyu gidermeye çalışmıştım. Her şey üst üste gelmişti ve ben artık ciddi anlamda eve gitmek istiyorum diye ağlayacaktım. "Beni duymuyordun." Dedim dişlerimin arasından. Ağlamamak adına dişlerimi sıkıyordum.

"Hayır, duyuyordum." Dedi düz bir sesle. Kaşları hala çatıktı.

Duyduğunu bende biliyordum ancak ayıp olmasın diye yalan söyleyebilirdi. Ne diyeceğimi bilemediğimden susarak yüzüne baktım bir kaç saniye. "Neden cevap vermiyorsun o halde?"

Bıkkın bir nefes vererek yüzünü sıvazladı. "Susup yürüseydin anlardın."

"Ama bana sus ve yürü demedin." Dedim kaşlarımı kaldırıp oldukça sade bir ifadeyle. Doğruydu, dememişti.

Kaşları ciddi misin? Dercesine çatılmıştı. "Az önce dedim."

"Az önce sadece susmamı söyledin."

"Ne fark eder?!" Diyerek bağırdığında irkilerek geri çıktım.

"Bağırmasana. Demedin işte." Dedim omuz silkerek.

Derin bir nefes çekti içine kafasını tavana doğru kaldırarak. Daha sonra tek eliyle yüzünü sıvazladı ve bakışlarını yüzüme doğrulttu. "Sus. Ve yürü. Oldu mu?"

Tekrardan omuz silktim saçlarımı savurarak. "Oldu." Dedim ve yürümeye başladım.

O arkamda ben önde ilerlediğimizde nihayet o dar, karanlık koridordan çıkmıştık. Bir okulda neden böyle bir yer vardı doğrusu onu da hiç anlamamıştım.

Koridorun sonuna geldiğimizde ayaklarıma takılan bir şeyle öne doğru sendeledim. Tam anlamıyla bir insan ne kadar sakar ve duyarsız olabilir sorusunun vücut bulmuş haliydim. Kafamı eğerek takılmama neden olan şeye baktığımda ilk önce olduğum yerde buz kestim.

Parmak uçlarımdan başlayıp tüm vücuduma kadar uyarılmış, tüm hücrelerim karıncalanmıştı sanki. Dudaklarımın arasından benden bağımsız olarak bir feryat koptuğunda geri geri yürümeye başladım. Sırtım, Batın'ın göğsüne sertçe çarptığında duraksamama neden olmuştu. Hızla bedenimş ona doğru çevirdim.

Kaşları çatılmış yüzümü inceliyordu. Muhtemelen atan rengime ve bir karış açık ağzıma anlam vermeye çalışıyordu. "Ne bağırıyorsun kızım?!"

Arkamı işaret ettim önce. Konuşamıyordum, şoktan konuşamıyordum. Konuşmayı denedim, bir şeyler söyledim fakat cümlelerimi bir türlü toparlayamıyordum.

Kafasını tavana kaldırarak derince offladı. "Sabrımı sınıyorsun. Sus da yürü artık."

Benim yanımdan geçip ilerlemeye başladığında kolundan çekerek durdurmaya çalıştım. "Bak." Dedim nihayet konuşmayı başarabildiğinde. Korkudan bacaklarım ve ellerim titremeye başlamıştı. Titreyen elimle koridorun sonunu işaret ettim. "Oraya bak."

Sertçe kolunu çekip koluma yapıştı ardından hızla bedenimi kendine çekti. "Bana bak, buraya senin saçma sapan davranışlarını çekmek için gelmedim! Tamam mı?! Şimdi beni daha fazla sınama ve yürü!" Ardından hızla beni itti. Çok bir güç uygulamamıştı fakat bedenimde güç kalmadığından geriye doğru sendelemiştim.

Nefes alışverişlerim korkuyla sıklaştığında, nabzımın kulaklarımda attığını hissediyor bayılacak gibi alıyordum.

Hızla ilerlemeye başladığında ben hala olduğum yerden kıpırdayamamış, öylece bekliyordum. Sonunda söylemek isteyipte söyleyemediğim ve bahsettiğim şeyi anlamış, olduğu yerde kalmıştı.

"Siktir!" Ondan duyduğum son sözler bu olmuştu.


 



 

 


 

 

 

 

 



 

 

Loading...
0%