Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm: Ayın Hikayesi

@ladyynizzz

“Zamandır, saklı gerçekleri ortaya çıkaran.”

Sıcak bir yaz akşamıydı. Alp ailesi evlerinin bahçesine toplaşmış yıldızları izleyeceklerdi. Bu fikir tabi ki de evin neşesi Alya dan çıkmıştı. İzlediği çizgi filmde evlerinin bahçesine yatmış yıldızları izliyorlardı.

Semih bey eşinin verdiği örtüyü sererken küçük kız babasının etrafında zıplayıp duruyordu. Eren ise kardeşinin bu haline burun kıvırıp elin de tuttuğu elmayı ısırıyordu. Kardeşi ile nedenini bile hatırlamadı bir kavgadan dolayı küsmüşlerdi. Kardeşi ne yapsa gözüne batıyordu. Alya ise abisiyle olan küslüğünü unutmuş heyecanla yıldızları izlemeyi bekliyordu. Babası sofrada eğer yemeğini bitirirse yıldızları izlerken masal anlatacağını söylemişti. Sırf babası masalı anlatsın diye annesi ne koyduysa yemişti. Şimdide babasının masalı anlatmasını bekliyordu.


“Hadi baba.” Dediğinde Semih bey gülümsedi.

Serdiği örtüye uzanırken “Annenle abin gelsin başlıyacağım.” Dedi.


Alya, babasının dediklerinden sonra hamakta elma yiyen abisinin yanına adımladı. Boyu yetmediği için hamağa oturamıyordu. “Abi hadi gel babam masal anlatacak.”

Eren elmasından bir ısırık daha alıp kardeşini duymazdan geldi. Küçük kız kendisine ses vermeyen abisi ile kaşlarını çattı. “Abi hadi!” Eren sesizliğini sürdürdüğün de Alya çığlık attı. Semih bey ve Nagihan hanım endişeyle kızlarına döndüklerinde endişelerinin yersiz olduğunu anladılar.

Nagihan hanım çocuklarının yanına yaklaşıp kızının kalçasına minik bir sille geçirdi. "Kızım ben demiyor muyum çığlık atma."

“O zaman sizde gelin, babam masal anlatacak.” Dedi homurdanmaları arasından küçük kız. Nagihan hanım kendisine söylenen kızını takmayıp hamaktaki oğluna uzandı.


Ereni hamaktan indirip kendilerini bekleyen eşine doğru adımladı. Tabi Alya, annesi ve abisinden önce babasının yanına varıp boynuna atlamıştı. Semih bey tek kolu ile kızını tutarken diğer kolunu gelmesi için oğluna açtı. Eren anında annesinin elini bırakıp babasının kolu altına girdi. Nagihan hanım küskün bir şekilde yanlarına vardığında Semih bey eşine bıyık altından sırıttı. Onunla gece özel olarak ilgilenecekti.


Çift ortalarına çocuklarını alacak şekil de oturdu. Şimdi hepsi sessizce uzanmış Semih beyin konuşmasını bekliyordu. Semih bey eli ile ayı işaret etti.“Bugün size Ayın hikayesini anlatacağım.” Diye söze başladı. “Çok eskiden başlamış Ayın hikayesi. Çok eski dedik ya, o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş, yağmurYağmadıkça; geceleri hep yıldızlı olurmuş. Yıldızlar ne kadar parıl parıl parlasa da Ay hep kapkaranlıkmış. Işığını yıllar önce kaybetmiş. ”

Alya merakla araya girdi. “Nasıl kaybetmiş baba?” Semih bey kolunun altında ki kızına yandan bir bakış attı. Eren herdayim konuşan kardeşinin alnına küçük bir sille geçirdi.


“Sus da anlatsın akıllım.”


Alya kendisine vuran abisini babasına şikayet edeceği sıra annesinin araya girmesiyle sessiz kaldı. Nagihan hanım didişmemeleri hakkın da kısa bir uyarı çektiğin de ikisi de sus pus olmuşlardı. Semih bey sessizleşen ortam ile kaldığı yerden devam etti.


“Başına bir takım talihsiz olaylar gelmiş. Her olayda daha çok sarsılmış. İlk önce umudu sonrada ışığını kaybetmiş. Zamanla karanlığa mahkum düşmüş. Işığını kaybeden Ay, Dünyayı da karanlığına hapsetmiş. Ay yine Dünyanın etrafında dönerken Güneşle karşılaşmış. Güneşin aydınlığı karşısın da kendi karanlığından bir kez daha nefret etmiş. Ay zaten ışığını kaybettiğinden beri kendini sevmezmiş Güneşin ışıltısı karşısında kendinden daha da nefret etmiş.” Semih bey soluklanmak adına birkaç saniye sessizliğe gömüldü. Nagihan hanım yüzün deki tebessümü ile ezbere bildiği masalı ilk kez dinliyormuş gibi büyük dikkatle dinliyordu.


“Bir gün Ay her zaman ki gibi dünyanın etrafın da dönerken Güneş ona gülümsemiş. Hiçbir şey konuşmamışlar. Ertesi gün tekrar karşılaştıkların da Güneş tekrar gülümsemiş. Ne Ay konuşmuş ne Güneş. Zaman bir su misali akıp geçerken Güneş Ayı nerde görse gülümseyip durmuş. Bu duruma daha fazla katlanamayan Ay karşılaştıkları bir gün sormuş ‘Neden gülüyorsun’ diye. Güneş bir şey dememiş fakat gülümsemesini de kesmemiş. Nasıl diye bilirdi bu karanlığın içinde nasıl bu kadar parladığını.”


Kafası karışan Eren araya girdi. “Hani ışığını kaybetmişti?” diye sordu. Semih bey elini oğlunun saçlarına daldırıp karıştırdı.


“Herkesin için de herkesin göremeyeceği bir ışık vardır, Güneşte kimsenin göremediğini görmüş.”


“Benimde mi ışığım var baba?” merakla babasına baktı Alya.


Semih bey gülümseyip başını salladı. “Senin, benim, abinin, annenin hepimizin için bir ışık var. Bu ışığın kimi zaman farkın da değilizdir. Siz içinizde ki ışığı unutmayın hiçbir zaman.”


Nagihan hanım kafası karışan çocuklarına kıkırdadı. “Tamam Semih çocuklarımın aklını karıştırma da hikayeye geç.”


“İstersen sen anlat.” Diye laf attı Semih bey.

Nagihan hanım kocasının yatığı imayı görmezden geldi. “Bilsem anlatırım.”Semih bey gözlerini kısmış kendisine bakarken bakışlarını kaçırdı. Semih bey gülümseyip gökyüzüne baktı.

“Günler birbirini kovalarken Ay Güneşin kendisine gülümsemesine alışmış. Ay bir gün tekrar dayanamayıp sormuş ‘neden gülümsüyorsun’ diye Güneş bu sefer ‘ışıltın karşısında ışığım ne kadar sönük kalıyor.’ Demiş. Gel zaman git zaman Ay Güneşe aşık olmuş. Ay hiçbir zaman diyememiş Güneşe olan aşkını fakat Güneş anlamış. Ay bir gün ışığı olmadığı için geceleri Dünyayı karanlığa mahkum ettiğini Güneşe anlatmış. Güneşte Ayın derdine derman bulup eksisi gibi ışık saçmasını sağlamış. Fakat Güneş her ne yaptıysa kimse bilmemiş çünkü Ay derdini anlattığı an Güneş ortadan yok olmuş.”
Nagihan hanım içinden masalı devam ettirirken çocuklarına göz ucu ile baktı. Eren düşüncelere dalmışken Alya merakla babasının devam etmesini bekliyordu.


“Sonra nolmuş baba?” Semih bey bilmiyorum manasın da dudak büzdü. “Ne saçma masal sevmedim ben bu masalı.”


“Bence Güneş Ayı sevmediği için gitmiş.” Dedi Eren. Nagihan hanım ve Semih beyin bakışları oğullarına döndü. “Ama Ay ışığını nasıl almış bilmiyorum.”


“Bazı şeyler sonradan açığa çıkar.” Diye mırıldandı Nagihan hanım. Bu dediğini sadece Semih bey duyup anlamıştı. Çocuklar masalın sonunu düşünerek bahçede uyuya kaldı.




Salonda annem, abim ve tabi ki de ben oturmuş annemin neden takip ettiğini bilmediğimiz dizisini izliyorduk. Birkaç dakika sonra abimle uykumuzun geldiğini söyleyip odalarımıza dağılacaktık. Daha doğrusu annem öyle bilecekti. Bu akşam abimin malum maçı vardı ve ilk kez izlemeye bende gidecektim. Maça katıldığından annemin tabi ki de haberi yoktu. Sebebi ise annemin yersiz endişesiydi.


Kucağımda ki telefon titrediğinde abime baktım. Gözleri ile telefonu işaret ediyordu. Anında telefonu elime alıp attığı mesaja baktım.


Anamın oğlu:
Yatmadan kapını kitle. Pencerenin altına merdiven dayayacağım oradan inersin.


Onu onaylamak adını gözümü açıp kapadım. İlerleyen dakikalarda abim yarın işi olduğunu söyleyip yukarı çıkarken bende koltukta uyuklama numarası yaptım. Annem yukarı çıkıp uyumam gerektiğini söylediğinde itiraz etmeden abimin arkasından ilerledim. Yukarı çıktığımızda ikimizde odalarımıza dağıldık. Geçen akşam tayfa ile uzun uzun konuşmuştuk neler yapacağımızı.

Bizim için tek sıkıntı Besteydi. O meydanda oturuyordu ve birisine gözükme ihtimalimiz çok yüksekti. Beste bu durumu dile getirdiğinde Barış abi Besteyi kendisinin alacağını söyleyip konuyu kapamıştı. Hepimizin ona güveni tam olduğu için ağzımızı açmamıştık fakat Beste yine de şansını deneyip kendisini başkasının alıp alamayacağını sordu. Hasan abi Barışın dırdırı ile uğraşamam demekle yetinmişti. Karansa her zaman ki gibi sessizliğini sürdürmüştü.


Dolabımın karşısına geçip neler giyebileceğime baktım. Eylül ayının ortalarında olduğumuz için havalar sıcaktı. Üstüme beyaz askılı bir badi altıma da siyah kargo pantolonumu geçirdim. Siyah deri ceketimi de aldım mı tamamdım. Saate göz attığımda gitmemize daha var olduğunu fark ettim. Masamdaki düzleştiriciyi prize takıp ısınması bekledim. Birkaç dakikam saçlarımın düzleşmesi ile geçerken telefonuma gelen bildirim ile dikkatimi mesaja verdim.


Abim annemin yattığını söyleyen bir mesaj atmıştı. On dakika sonra cama çıkmamı söylüyordu. Saçlarıma elim ile son kez şekil verip makyaj masamın karşısına geçtim. Göz altlarımı kapatıp kirpiklerime rimel sürdüm son olarak toprak renginde bir ruj sürdüm. Aynada son kez saçlarıma şekil verirken camımın tıklatılması ile bakışlarım cama kaydı. Abim bana süslenmenin sırası mı diye bakarken onu umursamayıp parfümü sıktım. Bakışları altında daha fazla ezilmemek adına cama doğru ilerledim. Telefonumu cebime atıp camı açtım.


Abim hala dik dik bakarken onu öpücük attım. “Çabuk in, Karanlar çalılığın ilerisinde bekliyor.” Dedi, sesindeki gerginlik yüzüne de yansımıştı.


Ayakkabılarımı giyinirken “Bir şey mi oldu?” diye sordum. Başını iki yana salladı. İnandım mı? Hayır. Anlatması için ısrar edecek miydim? Hayır. “Pekala.” Deyip ayaklandım. O merdivenlerden inip bana işaret yaptığında bende indim.


“Sen arabaya geç ben şunu saklayıp geliyorum.”
Merdivenle beraber arka bahçeye geçerken bende çalılığın oldu alana doğru ilerledim. Karanı görecek olmanın verdiği hevesle hızlıca ilerlerken arabanın içinde oturan Hasan abiyi görmem ile adımlarım duraksadı. Karan arabanın içinde değildi, o zaman neredeydi?


Arabanın daha doğrusu minibüsün sürgülü kapısını açıp arkaya bindim. Önde telefonu ile ilgilenen Hasan abinin bakışları bana döndü.“Pes etmedin geldin ha.” Diye lafa başladığında gülümsedim. İnadım inattı ve bunu herkes bilirdi. “Yangazın geliyor mu?”


“Ayıp ettin.” Dediğimde gülümseyip önüne döndü. Hasan abiyi severdim. Abimle ne zaman kavga etsek abim olması için az yalvarmamıştım. O ise her seferin de sümüklü bir kardeş istemediğini söyleyip durmuştu. Hasan abi tek çocuktu ve bir kez olsun bu durumdan yakındığını görmemiştim.


Oturduğum yerin kapısı açıldığında gördüğüm yüz ile gülümsedim. Karan kapıyı açıp karşıma oturdu. Kolundaki sporcu çantası bu gün maça katılacağını söylüyordu. Ben ona gülümseyerek bakarken o ise bana kaşlarını çatmıştı. Ne zaman istemediği bir şey olsa kaşları çatılırdı.


“Alya.” Alya olduğumu belirten bir mırıltı çıkardım. İsmimi en çok onun dudaklarından çıktığında seviyordum. Birkaç saniye beni süzüp gözlerimin içine baktı. “Oradayken yanımdan ayrılmıyorsun.” Canıma minnet ama neden?“Oraya gittiğimizde herhangi bir küçük olayda bana söylüyorsun.”


Hasan abi önden söze atladı. “Abart.” Karan, Hasan abiye göz devirip bana baktı. Dediklerini onaylamamı istiyordu. Müptelası olduğum mavileri yeşillerim ile birleştiğinde başımı salladım. Eskiden olduğu gibi yanından ayrılmamamı istiyordu.


“Tamam.” Diye mırıldandım.


Bu sırada şoför koltuğunun kapısı açılmış abim oturmuştu. Dikiz aynasından göz göze geldik. Benim aksime onun gözleri elaydı, babamın adeta kopyasıydı.
“Ben maçtayken ne Barışın ne de Karanın yanından ayrılıyorsun.” Sesi sertti bu demek oluyordu ki sözümden çıkma. “Beste ile cici cici oturup maçı izleyin tamam mı?”

“Ya abi maç izlerken nasıl olay çıkarabiliriz!”


“Ben bilmem.” Yeme beni der gibi bakıyordu. “Önceden önlemimi yapayımda.” Kollarımı göğüs hizamda birleştirip göz devirdim. Görende gitti her yerde olay çıkaran biri sanardı.“O üstünde ki ceketi de çıkarma.” Dediğinde göz ucu ile üstüme baktım. Badi göğüsdekolteliydi ve göğüslerimi ön plandaydı. “Laf atan olursa da bana söyle.”


“Laf atan olursa kendim halledebilirim.”


Abim ben kime ne anlatıyorum diye bir bakış atıp arabayı çalıştırdı. Kısa bir süre içinde Bestelerin evinin önüne geldik. Beste önden Barış abide arkasından arabaya bindi. Beste yanıma Barış abide Karanın yanına oturdu.

Yandan Besteye bakıp süzdüm. Siyah badi altına da yine siyah pantolon geçirmişti. Saçlarını salık bırakmıştı. Besteyi Beste yapan milli kırmızı rujunu sürmüştü. Beste ve kırmızı ruj ayrılmaz bir ikiliydi. Esmer tenine kırmızı ruju çok yakışıyordu. Yandan Barış abiye baktım, hayran hayran Besteye bakıyordu.


Erkekler maça kimlerin çıkacağı hakkında konuşurken Beste ile sessiz kalmış onları dinliyorduk. Kulübün sahibi bu gece ki maçı izleyip başarılı olan bir kişiyi ödüllendirecekmiş. İlk başta kulağa saçma gelse de sonrasında vadettikleri mantıklı geliyordu. Bir boksörün isteyebileceği her şey ellerinin altındaymış. Bu kulübe girip de başaralı olmayan kimse yokmuş. Bu maçın abim için önemli olduğunu anlatırken ki sesinden anlıyordum. Derece yapıp adını duyurmak istiyordu.


Abim içerde olacaklar hakkın da bilgi verirken gözlerim maviler ile kesişti. Karşılıklı oturduğumuz için ayaklarımız arabanın sarsılması ile birbirine değiyordu. Ayağı ile ayağıma bastığın da kaşlarımı çattım.
Ayakkabılarım beyazdı ve kirletiyordu.


Ayağının altındaki ayağımı çekip ayağına bastım. Kaşlarını kaldırıp aynısı yaptı. Kısa bir süre için de bu durum oyuna döndüğün de ikimizde kıkırdayıp birbirimize baktık. Bakışları altın da ezilirken boğazımı temizleyip camdan dışarıya baktım. O ise bir süre bakışlarını çekmedi.

Karanla olan minik oyunumuz arabanın durması ile son bulmuştu. Camdan geldiğimiz yere baktım. İstanbulun lüks caddelerinin birindeydik. Abim arabayı kenara çekip park ettiğin de erkekler sanki önceden anlaşmışlar gibi hepsi sessizliğe gömülmüştü, Barış abide dahildi. Arabadan ilk inen Hasan abi oldu. Arkasından abimde indi. Onlar önünde durduğumuz mekanın önünde ki adamlarla konuşurken huzursuz oldum. Buraya büyük bir hevesle gelmiştim fakat şimdiden gitmek istiyordum.

Bacağımda hissettiğim el ile bakışlarım Karanı buldu. Bacağımı hafif hareket ettirip temasından kaçındım. Temas sevmiyordum. “Mekanın sahibi geldiği için güvenlik ekstra sıkı gerilecek bir şey yok, fıstık.”

Fıstık.

Küçüklüğümüzden beri Karanın bana taktığı lakap. Bir ara o kadar çok söylüyordu ki insanlara kendimi tanıtırken ‘fıstık’ diye tanıtıyordum. Şimdi ise eskisi kadar olmasa da arada sırada söylüyordu.Göz teması kurmadan başımı salladım. Yanımda oturan Beste ile göz göze geldiğimiz de bana imalı bir bakış atıp önüne döndü. Kendisini bir şey desin diye ağzının içine bakan Barış abiyi işaret edip aynı bakışı bende ona attım.

Kaşlarını çatıp huzursuzca önüne döndü. “Ne oldu Bestem?” diye başladı Barış abi. “Kaşların yine neden birleşti.” Sonra yalancı bir sinirle bana döndü. “Ne dedin de sinirlendirdin.”


Benim bir şey dememe kalmadan Beste araya girdi. Barış abinin bu hallerine ne kadar alışsa da bir yerden sonra patlıyordu. Doğal olarak. “Barış artık bir sussan mı? Yeter ya sabahtan beri susmak bilmedin.” Beste ne kadar benimle yaşıt olsa da abimlere abi demiyor adları ile hitap ediyordu. Hatta bir ara sırf Barış abi sussun diye abi demişti fakatBarış abi bana mısın dememişti.
Barış abi dudak büzdü. “Niye öyle diyorsun ki, güzelim?”

Beste bezgin bir bakış atıp Karana döndü.
“İçerde şunun düşük çenesini kıracak adamlar vardır umarım.”


Karan gülümseyip “Şüphen olmasın.” Dediğin de Barış abi hayal kırıklığı ile ikisine bakıyordu.


“Ah Alya ne olacak benim bu durumum?” kederli bir bakış attı Besteye. Beste onu her zaman ki gibi takmadı. O kendi kendine ağıt yakarken kimse onu dinlememişti.
Oturduğum yerin camı tıklatıldığında irkilerek cama döndüm.

Abim gelmemiz için el kol yaptığında kapıyı açıp sırayla indik Beste ile anında kol kola girerken geldiğimiz mekanı inceledim. İki koruma kapıda dikilmişti. Kapı camdan olduğu için azda olsa içeriyi görebiliyordum. Bakışlarım tabela da takılı kalırken açılımın adını merak ettim.


CG.


Yanım da bir haraketlilik hissettiğim de bakışlarımı mekandan çektim. Abim maşallah dedirttiren cüssesi ile tepemde belirdi. Boyu bende bir hayli uzundu. Babamın tüm uzun genini o almıştı bana ise annemin kısa genini bırakmıştı.Adi herif.


O gözlerimin içine bakarken gülümsedim. Elaları kuşguluydu.


“Alya.”


“Abi.” Dedim onun gibi. Herkes pür dikkat bize bakıyordu. Korumalar da dahil.


“İçerdeyken olay çıkarmak yok.” Sıkıyorsa yap, dercesine konuşuyordu. “Olurda çıkarırsan.” Deyip sustuğun da yutkundum.


“Çıkarırsam?” cümlesini devam ettirmesi için tekrar ettim. Bana yapacaklarını gözleri ile anlatırken bir kez daha yutkundum.


“Anladın mı canım kardeşim?” art arda başımı salladım. O sırıtıp kolunu omzuma attı. Sert halinden sıyrıldığın da rahat bir nefes verdim. Birlikte mekana doğru yürürken diğerlerine göz attım.


Barış abi Bestenin yanında korumacı tavrını bürünmüştü. Hasan abi çoktan içeriye girmiş lobide birileri ile konuşuyordu Karan ise birkaç adım da yanımıza gelmişti. Mekana girmeden önce abim Besteye seslendi. Beste arkasını döndüğün de göz göze geldik. Bana bu halde olmanın nedeni sensin der gibi bir bakış atıp abime döndü.
“Beste bu olay çıkarırsa aynı şekil de senden de bilirim.” Besteden önce lafa Barış abi atladı.


“Benim Bestemin ne suçu var Eren senin bacın oynaksa.” Barış abiye kaşlarımı çattım.


Abim, Barışı görmezden gelip Besteye baktı. Beste eli ile Barış abiyi işaret edip “Şunla aynı görüşte olmak istemezdim fakat benim ne suçum var.” Dediğin de Barış abi kendisine ‘şu’ diye hitap edilmesi ile homurdanıyordu.

“Sende az değilsin.” Dediğin de abim Beste sessiz kaldı.

Haklıydı.İçeriye sorunsuz bir şekilde girdiğimiz de etrafı incelemeye başladım. Lobi kırmızı ağırlıklıydı. İçeriden gelen bağırış sesleri maçın başladığına haberciydi. Abim kolunu omuzumdan çekip danışmada ki kıza doğru ilerledi. Tek tek isim verdiğinde kadın geçmemiz için yön verdi.


Duvarlar kırmızının en koyu halindeydi. Koridorda yürürken yol ikiye ayrıldı. Sol tarafta yine iki tane koruma bekliyordu. Önden ilerleyen abimin adımları durdu ve bize döndü. “Burdan sonra ayrılıyoruz. Ben ve Hasan boksörler için ayrılan yerde olacağız. Siz de Barış ve Karanla beraber oturup bizi izleyeceksiniz.” Bana kısa bir bakış atıp Hasan abi ile beraber sola döndüler.

Bizde sağa doğru devam ettik. Yüksek ses, alkol ve ağır sigara kokusu bunca zamandır abimin beni neden buraya getirmek istemediğini anlatıyordu. Barış abi ve Beste önden ilerlerken biz de arkalarından geliyorduk. Barış abi artık ne dediyse Beste Barış abinin koluna bir sille geçirdi.


Barış abi Bestenin vurduğu yere elini atıp kendini acındırırken Beste gram umursamadı. Sesler git gide artarken duyduğum küfürler ile yüzümü buruşturdum. Yolun sonunda kocaman ardına kadar açık bir kapı vardı. Oradan içeriye girdiğimiz de içerisi sandığımdan büyüktü. Ortada kafes vardı çevresini insanlar sarmıştı atışarak birbirlerine hakaretler ediyorlardı.


Kolumda hissettiğim el ile Karana döndüm. Kolumu hafif kendime çekip temasından kaçındım. Bana attığı bakışları göz ardı ettim. Sevdiğim adamın temasına bile tahammülüm yoktu.


“Barış!” Barış abi Karana dönerken birkaç santim uzağımda olan Bestenin yanına ilerledim.


“Bizimkilerin çıkmasına daha var mavi bölgeye gidelim.”
Mavi bölge artık neresi oluyorsa kafesin arka tarafına doğru yürümeye başladık. Bu sırada buranın bir tiyatro salonu gibi tasarlandığını fark ettim. Bazı yerde kapılar vardı o kapılarda yukarda ki balkonlara çıkıyordu.


Barış abi önde arkasında ben ve Beste yan yan yürürken Karan arkamızdan geliyordu. Kafesi görebileceğimiz insanlardan uzak bir yere geçtik. Barış abi ve Karan bir uçta bizi de ortalarına alacak şekilde oturmuştuk.
Fark ettiğim bir şey vardı o da oturduğumuz yer mavi ile kaplıyken bazı yerler kırmızıyla kaplıydı. Balkonlar ise yeşille. Barış ve Karan kendi aralarında konuşurken duymuştum oturduğumuz bölgenin belirli anlamları varmış.


Gürültü o kadar çoktu ki birbirimizin sesini dahi zor duyuyorduk. Sessiz geçen 15 dakikanın ardından bir anda ışıkların kesilmesi ile gerildim. Sağ tarafımda oturan Karanın“Sakin ol” diye fısıldaması hiç de yardımcı olmamıştı.


Yüksek ses bir anda kesilirken tek ses kafesin içindeki adama aitti. Adam klasik spikerliğini yapıp gür sesle “Kaplan ve Aslan!” diye bağırdı. Kadınların tiz çığlıkları erkeklerin gür sesleri ile yüzümü ekşittim. Gerçekten bu ortam benlik değildi. Yanımda oturan Besteye baktığım da dikkatlice kafese bakıyordu. O dövüşü dikkatlice izlerken bakışlarım sağıma kaydı. Karan elindeki telefona gömülmüştü. Göz ucu ile telefona bakmaya çalıştım fakat ekran parlaklığı kısık olduğu için hiçbir şey anlaşılmıyordu. Geri önüme döndüm.


Sıkıcı geçen dakikalar sonucunda hakemin mola demesiyle maça ara verilmişti. Herkes yavaş yavaş dağılırken Beste gazını alamayıp Barış abiye sorular soruyordu. Barış abi maç sırasında bazı hareketlerin bitirci olduğunu söylemişti. Bunun ardından Bestenin meraklı sorularının hedefi Barış abi olmuştu. Barış abi bir anlık çocuksu hallerini kenara bırakıp Besteye ciddi ciddi hareketleri anlatıyordu.


Karana yandan bir bakış attım. Mavileri ile göz göze geldiğim de sanki onu kesiyormuş durumuna düşmemek için ona döndüm. “Bir şey soracağım.” Bana döndü. Bu sırada bakışlarımı etrafta gezdirdim.


“Ne soracaksın?” Dediğinde yutkundum. O ilgiyle bana bakarken bense kal gelmiş gibi duruyordum. Ne diyecektim gerçekten? Ne soracaktım? O sırada gözüme iki alt sokağımızda oturan Emel teyzenin oğlu Selim çarptı. Ne işi vardı bunun burada?


“Alya?” Diyen Karan ile bakışlarımı Selimden çektim. O şüpheyle bana bakıyordu. “Bir sorun mu var?”
“Hayır” dedim anında. Bir saniye arkasına bakıp geri bana döndü. “Sadece sana Selim’i tanıyıp tanımadığını soracaktım.” Kelimeler benden bağımsız çıkarken içimden sıçtığıma dair çığlıklar atıyordum.
“Selim mi?” Kaşları çatılmıştı anında. “Aşağı sokakta oturan Selim’i mi soruyorsun?”
Art arda başımı salladım. “Evet o nasıl çocuk?” Sana ne Alya onun nasıl çocuk olduğunundan. Sana ne o da herkes gibi Allah’ın bir kulu.


İç sesime yüzde bir milyondan fazla hak verirken ilgimi mavilere verdim. Neden durup dururken ona bunu sorduğumu merak ediyordu.


Haklı!


Bir süre gözlerime şüpheyle bakıp rahatsızca yerinde diklendi. Yanım da mahallenin yürüyen dedikoducu Beste dururken ona bu soruyu sormam normal değildi. Yanaklarımın utançtan kızardığını hissettim.


Boğazını temizleyip “İyi.” Diye mırıldandı. Umursamaz durmaya çalışıyordu fakat ben onun her hareketini ezbere biliyordum. “Ne yapacaksın?”


Dudak büzdüm. “Hiç sadece merak ettim.” Tek kaşını kaldırdı. Başka yalan bulamadın mı der gibi bakıyordu. “Öyle bakma gerçekten merak ettim.” Konuyu kapatıp üste çıkmaya çalıştım. O tam ağzını açmış bir şey diyecekken imdadıma Beste yetişti.


“Lavaboya gidelim mi?”


Barış abi ile yaptıkları dövüş hareketi yüzünden kan ter içinde kalmıştı, kuzum benim. Anında Karan ile olan göz teması mı kesip “Olur.” Ayaklandığında bana seslenen Karan’a döndüm. Ayaklanmış tepemde zebellak gibi dikiliyordu. Soran gözlerle ona baktım.


“Bende sizle geleceğim.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Beste lavobada yüzüne su serperken bende dudağım da ki ruju tazelerken Karan’ ın yanımızda ne yapabileceğini düşündüm. Aklıma bir şey gelmeyince içimde ki merakımı dışarıya çıkardım.


“Kızlar tuvaletine mi?”


Karanın yüzüne şaşkınlık yavaş yavaş ev sahipliği yaparken Beste gülüyordu. Barış abi de Beste’nin yüzünün neyin bu kadar güldürdüğünü merak ediyordu. Şüpheli bi şekilde bana baktığında gülümsedim. Karan’ın şoktan çıkmasını beklemden bende ayaklanıp tuvalete doğru adımlamaya başladık. Tuvalete vardığımızda Karan bizi burada bekleyeceğinin altını çizerek belli etmişti. Kıkırdayıp içeri girdiğimizde Beste saçını düzeltirken ona başıma açtığım Selim vakasını anlattım.

Bana verdiği dâhiyane fikri koluna bir sille yeme hakkı kazandırmıştı.“Hoşlandığını söyle bu şekilde Karan’ın tepkisini ölçeriz. Eğer senden hoşlanıyorsa büyük ihtimalle kıskanır.”


“Babamda yanımda bir erkek gördüğün de kıskanıyor o zaman oda mı benden hoşlanıyor.” Dediğimde bana hak vermişti.

“O konuyu açmadığı sürece açmayacağım.”
Başını sallayıp beni onayladı. Cebinden kırmızı rujunu çıkarıp tazelemeye başladı. “ Olurda o açarsa o konuyu ne yapacaksın?” Aynada göz göze geldiğimizde dudak büzdüm.


“Bilmiyorum.” Utanmasam şuraya oturup ağlıycaktım.
O rujunu tazeleyene kadar sesiz kaldık bu sırada içeriye hemen hemen bizden bir kaç yaş büyük üçlü kız gurubu girdi. Onlar kendi aralarında konuşurken Besteyle işimizi halledip çıktık. Az ileride kollarını göğsünde birleştirmiş bakışları yerde bizi bekleyen Karan’ı gördüğüm de yüzüme istemsiz bir tebessüm oluştu. Saçları dağılmıştı, dudakları düz bir çizgi halindeydi sağ bacağını salladığında düşündüğünü anladım.


Neyi düşünüyordu acaba? Onu ne kadar yakından tanısam da bir o kadar yabancıydım. Çoğu zaman onu anlamakta güçlük çekiyordum. Besteyle yanına vardığımız da başını kaldırdı, yeşillerim mavileri ile buluştuğun da başını sallayıp yaslandığı yerden dikleşti. Boyu 188 di, yan yana durduğumuz için hafifçe gözlerimi yukarıya diktim. Çok aman aman bir boy farkımız yoktu.


Alt üstü 28 santimcik.


Yerimize geldiğimizde Barış abiyi telefonda gergince birisi ile konuşurken bulduk. Nadir zamanlarda ortaya çıkan ciddiyeti mevzunun önemli olduğunu belli ediyordu. Bir süre karşı tarafı dinledi, sonra onaylayıp telefonu kapattı.

Tüm bakışların üstün de olduğunu fark edince durumu açıklamaya başladı “Eren aradı. Bir azdan maça çıkıcaklarmış bizim burada oturmamızı istemedi.”

Karan’ın bedeni kasıldı. ”Nere de izleyecekmişiz onu da söyledi mi bari ?” Dedi alayla. Beste ile bakışlarımız Barış abiyi buldu.


Barış abi başını sallayıp eli ile yukarıyı işaret etti. “Yeşil alanda izleyecekmişiz.”


...


Yeşil alan diye adlandıran bölgedeydik. Teraslara çıktığımızda buradan maçı daha rahat izleyebiliyorduk. Buraya gelmeden önce Barış abi ve Karan arasında sözsüz bir bakışma geçmişti. Bir şeyler yolunda gitmiyordu ve ikili inatla bize söylemek istemiyordu. Karan ve Barış abinin gergin halleri beni de germişti. Kendimi pek iyi hissettiğim söylenemezdi.


Saat biri çoktan geçmişti enerjim tükenmeye başlamıştı. Yanımda oturan Bestenin de benden farkı yoktu. Ağzımı açıp kış uykusuna hazırlanan ayı gibi esnedim. Bu sırada koca salonda yankılanan isim ile dikleştim.


“KARTAL!”


Hakemin abimin burada ki takma ismini söylediğin de kafese baktım. Abim ellerinde ki sargılar ile kafese girerken adını bağırarak tezahürat eden topluluğa el sallıyordu. O sıra da göz göze geldik. O an ona verebileceğim en büyük desteği yapıp dil çıkardım.
Bana imalı bir bakış attı. Bu bakış evde görüşürüz bakışıydı. Bence görüşmeyelim abiciğim. 19 yıl yeterince birbirimizi gördük.


“NOİR!”


Bu sefer çığlıklar daha da yükseldiğinde kaşlarım çatıldı. Kafese girmeden gölgesi düştü. Sonrasında heybetli beden ortaya çıktı. Boyu uzun, kara saçlı , kara gözlü oldukça heybetli bir adam kafesin içine girdi. Abimden uzundu ama abimde en az onun kadar iriydi. O abimin aksine tezahürat edenleri görmezden gelip gözlerini balkonlarda gezdirdi.


Kara gözleri bizim balkonda durduğunda göz göze geldik. Sert yüzü bozuldu ve gülümsedi.


Noir bana gülümsedi.


...


Loading...
0%