


Üzmek, kırmak, incitmek.
Bu eylemler bana göre değildi. Herkesin kendince bir hayat felsefesi vardı. O felsefesinin için bir takım olaylar yaşadığı kişiye karşı bu eylemleri yapmak sorun değilken bende öyle değildi. Birisini üzmek, o kişiyi bin bir parçaya bölecek şekilde kırmak ve en önemlisi incitmek bana göre değildi. Benim felsefemde yoktu.
Bu hayat felsefemi beni tanıyan herkes bilirdi. Kimine göre yaşanan güzel günlerin hatırına fazla minnettardım. Kimine görede fazla merhametliydim.
Ben sadece kötü bilinmek istemiyordum. O kişiyi beni hatırladığında iyi günlerimizi güzel anlarımızı hatırlasın isterim. Onu nasıl kırdığımı değilde.
Peki ben böyle düşünürken bir kaç gün önce ne yapmıştım? Cihangiri üzmekten, kırmaktan ve incitmekten neden çekinmemiştim o an. Cihangirin bana bir kötülüğü olmamıştı ki, bir anda aramıza duvarlar örmüşüm. Aklım neredeydi.
Ben sadece korkmuştum. Korkmam ona hissettirdiğim duyguların bahanesi değildi fakat korkmuştum. Amacını kestirememiştim. Hata etmiştim. Ona gidip sormak yerine durup dururken onu kötü bir duruma bırakmıştım.
O gün Karanın sözlerinden sonra Cihangir yanımızdan gitmişti. Bense yaptıklarımı gözlerinde gördüğüm ve hâlâ anlandıramadığım duyguyla varmıştım. Cihangir gittikten sonra üstüme çöken sessizlikle Karan ilk başta dikkatimi dağıtmaya çalışsada olmamıştı. Bizde çok durmamış diğerlerinin yanına gitmiştik. İçeriye girdiğimiz de eğlenceli ortamı benim durgun halim bozmuştu.
Abim ilk başta ne olduğunu sorsada bir şey dememiştim bakışları Karana değdiğinde Karanın bir baş işaretiyle sormayı bırakmıştı. Maça katılmayacak olan Barış abiye beni eve götürmesini rica etti. Beste maçı izlemek istediği halde bizimle geldiğinde ısrarla dil dökmeme rağmen maçı izlemeye gitmemişti. Barış abi kafamı dağıtmak için benle uğraşsa da ağızımı açıp tek kelime etmemiştim.
Kucağım da ki ellerimi yumruk yapmış başımı öne eğmiştim. Konu Cihangir'e öyle hissettirmem çok Karanın sözlerinin kulaklarımda çınlıyor olmasıydı. Cihangiri kırmıştım fakat aklım hâlâ Karanın sözlerindeyi.
"Sana sınırlarımdan uzak dur demiştim. Sınırlarımın içinde ve hatta sınırım o, ondanda uzak duracaksın."
O gün akşam Beste bize yatıya gelmişti. Israr etmemişti anlatmam için. Ona gerek kalmadan içimde yaşadığım suçluluk duygusuyla dökülü vermiştim her şeyi. Olanları en rahat ona anlatabilirdim çünkü biliyordum o yargılamazdı. Öylede olmuştu yargılamamıştı. Hissettiklerime dil getirmişti. Cihangirin yaptıklarının geçmişte yaşadıklarımdan normal olmadığını söylemişti. Tepkimi doğru bulmuştu fakat beni kaçtığım bir gerçekle yüzleştirmişti.
"Cihangir için farklısın Alya."
Farklıydım, biliyordum.
"Erende bunun farkında."
Farkındaydı, her şeyin hemde tek bir şey hariç.
"Erenin farkında olduğu halde tepki vermemesi Cihangirin sana zarar vermeyeceğinin farkında olması."
Sözleri aklıma geldikçe suçluluk duygusuyla gözlerimi kapattım. Hata etmiştim. Özür dilemem lazımdı. O günün üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti ve her gün karşıma çıkan adam bu bir haftada yok olmuştu.
Meydanı bir çok kez turlamıştım karşılaşmak adına. Gözüm hep karşı evdeydi, olurda görürüm diye. Bazen geceleri çatılarına bakmıştım. Olurda o gece ki gibi çıkmıştır diye. Ama yoktu. Cihangir hayatıma aniden girdiği gibi anidende çıkmıştı.
Bu bir hafta da Besteyle sık sık buluşmuştuk. Ya o bize ya ben onlara gitmiştim. Gündemimiz de Karan olduğu gibi bu seferde Cihangir vardı. Besteye Karanın sözlerini söylediğimde yüzünde ilk kez bir afallama gördüm. "Öylesine birisine söylenecek laflar değil." Demişti. Karışık olan aklım iyice karışırke Bestenin ortaya attığı öneri durup düşünmeme neden olmuştu.
"Karanı en iyi hatta hepimizi en iyi tanıyan kişi Hasan, ona anlat sor Karanın gözünde ne olduğunu."
Bu sorunun cevabını ilk Karandan öğrenmek varken Hasan abiden öğrenmek mantıklı gelmemişti. Fakat nereye kadardı bu dengesizlik. Ben kesin bir cevap almadığım sürece Karana içimde ne bir dur diyebilirdim ne de bitirebilirdim.
Kabul etmiştim. Hasan abiyi arayıp müsait olduğunda konuşabilir miyiz, diye mesaj atmıştım. Kabul etmiş fakat iki sonraya söz vermişti. İşleri varmış. Hasan abinin tam olarak ne iş yaptığını bilmesemde yoğundu. Ona ne zaman işini sorsak her seferinde farklı cevaplar veriyordu. Kimi zaman bir mühendis, kimi zaman bir pilot kimi zamanda insanları hayata bağlayan bir doktor olduğunu söylüyordu.
Aldığım nefes ciğerlerime yeterli gelmediğinde odanın camını açtım. Aynada kendime kısa bir bakış attım. Üzerime beyaz vücut hatlarımı belli eden beyaz badi altımada koyu lacivert kotumu giymiştim. Silver takılarla da kombinimi bitirmiştim. Kızıl saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğuyla toplatmıştım. Yüzümde hafif denilebilecek bir makyaj vardı.
Bir azdan Beste gelecek onunla beraber Hasan abinin evine gidecektik. Konuşacağım için gergindim çünkü hislerimi ilk kez Besteden başka birine anlatacaktım. Hasan abinin abime söyleme ihtimali bir an olsun aklıma dahi düşmemişti. Hasan abiye verilen sır onunla beraber mezara kadar giderdi. Benim gerginliğim Hasan abinin yüzüme vuracağı şeylerdi.
Düşündükçe boğulduğumu fark etsemde zihnime söz geçiremiyordum. Gözlerimi saatte gezdirdim. Beste bir azdan gelirdi. Telefonumu alıp odadan çıktım. Bakışlarım yan oda da horul horul uyuyan abime değdi. O günden sonra bir daha ne olduğunu sormamıştı. Karan ne anlattıysa 'ben çözücem merak etme.' Demiş yanımdan ayrılmıştı. İçimi yine suçluluk duygusu kapladı. Verdiğim söze rağmen arkasından iş çeviriyordum.
Karan, tüm yanlışlarım arasın da ki tek doğrumdu.
Bakışlarımı yere indirip aşağı indim. Annem yine evde değildi ve nerde olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Bu hafta ortasında babamla bir kere telefonda konuşmuş ondada saha görevi çıktığını söyleyip bir kaç gün kendisine ulaşamayacağımızı söylemişti. Bu telefon konuşmamız da annem Beste ve benim evden kaçtığımızı abarta abarta babama anlatmıştı. Babamsa bana göz kırpıp gelince bizzat cezayı kendinin keseceğini söylemişti. Üçümüz emeklilik haberini beklerken hala dağ tepelerinde olan babama bir şey dememiştik. Babamla kısa bir an telefonda konuşurken bakışmış o bakışından bile bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştı. Özlüyordum. Deli gibi özlüyordum. Güvenli kollarını özlüyordum, nasırlaşan ellerinin saçımı okşarkenki hissini özlüyordum, inatla kesmediği bıyığının öptüğünde yüzüme batmasını özlüyordum. Babam abime klasik 'emanetlerime sahip çık.' konuşması yaptığından beri abim annemle ikimize düşkünken olduğundan daha düşkün olmuştu. O da dile getirmese de, özlüyordu.
Evin kulak tırmalayan zil sesi evi inlettiğinde koşarak kapıya adımladım. Deliğe bakmadan açtım. Hafta sonu bu saatte bize gelebilecek tek kişi Besteydi. Kapıyı açtığımda elinde tuttuğu brownisine aşkla bakan arkadaşımla tanıştım. Onun bu haline çok odaklanmayıp ayakkabılarımı giyinmeye koyuldum. "Sabah sabah yeme şunu." Söylenmeyi tabiki de ihmal etmedim.
Omuz silkmekle yetindi. Giyindiğim ayakkabılarımla doğrulup koluna bir tane geçirdim. Bana sert bir bakış attı. "Bakma öyle yürü."
Birlikte evin bahçesinden çıktığımızda bakışlarım diğer günlerde de olduğu gibi karşı eve kaydı. Motoru yoktu, diğer günlerde ki gibi. Bestenin şüpheli bakışlarımı üstümde hissettiğim de bakışlarımı evden çektim. Hasan abinin evi hepimizin evlerinden uzaktaydı. Yol boyu gerginliğimden olsa gerek çok konuşmadık. En sonunda mahalle de ki en eski ve en pahalı evin önüne geldik.
Ev burda ki diğer evlerin aksine ahşap görünümlüydü. Bahçede antika olduğuna emin olduğumuz bahçe süslerinin yanından geçerken yüzümü buruşturdum. Bir ay öncesine kadar bam başka şeyler vardı. Hasan abi kadar parasını etrafa saçan birisi görmemiştim.Çok para harcıyorsun dediğimizde de hiç bir şeye alınmayan adam buna alınıyordu.
Değişik bir tipti.
Gerginlikten titreyen ellerimle kapıyı çaldım. Çok geçmeden kapı Hasan abi tarafından açıldı. Dağınık saçları kızarmış gözleri yeni uykudan uyandığının habercisiydi.
"Merhaba canım." Dedim en yapmacık halimle. Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirmiştim. "Müsaitsen bir çayını içecektik."
Boş boş göz kırpıştırdı. "Çay yok."
"Sorun değil bizde kahve içeriz." Davet etmesini beklemeden içeriye girdik. Sesini çıkarmadı. Birlikte her yeri gold döşemelerle kaplı salona geçtik. Gerginlikten saçmalamamak için ağızımı kapalı tutuyordum.
"Dökülün." Orta sehpada bulunan birasına uzanıp yudumlamaya başladığında Besteyle bakıştık. "Yine ne bok yediniz."
"Bu sefer benim suçum yok." Diyerek beni bir güzel savundu canım arkadaşım. Hasan abinin bakışları bana döndüğünde şirinve gülümsedim.
"Hasan abi."
"Hı."
Uzatmaya gerek yoktu. Hem uzatırsam beni evden kovabilme ihtimali yüksekti. "Ben aşık oldum." Birasından bir yudum alacakken duraksamış sonra kaldığı yerden devam etmişti.
"Belliydi zaten o salak haraketlerinin sebebi."
"Ne!" Sesim fazla yükseltmiş olmalıyım ki yüzünü buruşturdu.
"Bağırma sabah sabah." Mahçup bir bakış attım. "Kim diye sormuyorum."
Omuzlarım düştü. "Dışarıdan o kadar çok mu belli oluyor?"
"Hayır ben çok üstün zekalıyım, anlıyorum."
"Hasan." Diyerek sonunda kendini belli etti canım arkadaşım. "Alyanın bu olayda kafası çok karışık ona bir yol gösterirsin umuduyla gelmiştik."
Hasan abi tip tip Besteye baktı. Eminimki içinden gelmeseydiniz diye geçiriyordu.
"Benden Karanın ona karşı hisleri olup olmadığını mı söylememi istiyorsunuz." Alayla güldü. "Bir çöp çatan olmadığımız kalmıştı." Bir şey demedim. Kısa bir süre ortalığı sessizlik kapladı.
"İnsan kendinden emin olmadan karşı tarafı düşünür hep." Hasan abinin sözleri ortalığı doldururken yerde ki bakışlarımı yüzüne diktim. "Sen kendinden emin misin ki karşı tarafı düşünüyorsun?"
...
Ben her zaman hislerim konusunda kendimden emindim ki. Hiç bir konuda kesin olmayan ben hislerim konusunda kendimden emindim. Yoksa değil miyim? Dışaraya mı yanlış yansıtıyordum. Yada dışarıdan yanlış mı anlaşılıyordu. Karanın benim hakkım daki düşüncelerini öğrenmeye gelmişken düştüğüm durum acınasıydı.
"Düşünme artık." Her anımda yanımda olan arkadaşım beni bu günde yalnız bırakmamıştı. Hasan abinin sözleri üzerine kendimden emin olduğumu dile getireceğim zaman duraksamıştım. Hasan abide her şeyi zamana bırakmam gerektiğini söylemişti.
"Elimde değil." Diye mırıldandım. Bestelerin evine gidiyorduk. Onlarda kahvaltı yapıp dağılacaktık. Ben ders çalışmaya gidecektim. Dersleri boşlamıştım.
"Belki senin hislerin tutuklu bir aşk değil." Yerde ki bakışlarımı ona çevirdim. "Ama takıntı da değil. Bunu zaten biliyoruz, takma o çok bilmişin laflarını."
"Hasan abi boş sözler söyleyecek biri değil."
Omuz silkti. "Yüzde yüz doğruyu da söyleyecek biri değil." Kolunu omzuma atıp yarım sarılmasıyla bana verebileceği en büyük desteği verdi. "Bana kalırsa ondan bundan akıl alacağımıza gidip konuş."' Adımlarım kesildi. Şaka yapıyor olmalıydı.
"Açılır ve red yersem abim anında öğrenir, olmaz bakamam yüzüne."
"Kabul eder ve aranız da bir şeyler olmaya başlarsa yüzüne bakabilirsin öyle mi?" Başını iki yana salladı. "Sen bu yola girdiğin an abine verdiğin sözü sildin Alya. Abin bilmese de -şu anlık- yinede sözünü çiğnemiş olmuyor musun, oluyorsun." Sessiz kaldım. Sessizliğimden faydalandı. "Eren seni zor durumda bırakacak biri değil, eğer onunla mutlu olduğunu görürse aradan çekilir." Yutkunup bakışlarımı kaçırdım.
Korkumu bırakıp cesaretlenmem lazımdı, kaçmasam bile olduğum yerde durmak bir şey değiştirmiyordu. Konu karşına geçip ona anlatmaktan korkmuyordum ki. Korktuğum red yediğim de olacaklardı. Karan belki abimle arası bozulmasın diye olanları abime anlatmaz aramız da kalırdı. Sonrasında bana soğuk yapar ben tüm çocukluğumu onunla beraber kaybederdim.
Meydana geldiğimiz de bakkala girip bir kaç şey almak için içeri girdik. Ben ekmek almak için ekmekliğe adımlarken Beste çikolata reyonuna gitmişti. Kasa karşılaştığımız boş elleri ve asık suratıyla karşılaştım.
"Rıfat abi browniler bittimi?" Rıfat abi benden ekmeklerin parasını alırken başını salladı.
"Bir genç tüm hepsini alıp gitti."
"İnsan bana bir tane ayırır." Diye söylenmeye devam etti. Rıfat abiye kolay gelsin deyip huysuz arkadaşımı ensesinden tutarak bakkaldan çıkardım. Sabah bir tane yediği için şu an hiç markete gidip almakla uğraşamazdım. Akşam alır yanına giderdim.
"Hangi aç gözlü insan tüm brownileri alıp götürür ki!" Binadan içeriye gireceğimiz sıra gördüğüm bedenle adımlarım kesildi. Bestenin söylenmeleri kulağıma uğultu gibi geliyordu. Çünkü koca haftadır aradığım adam karşımda motorunu temizliyordu. İşine o kadar çok odaklanmıştı ki etrafında motoruna hayran hayran bakan çocukları görmüyordu.
Yüzünü göremesemde beyaz tişörtü üstüne yapışmıştı. Gerilen sırt kasları burdan bile belli oluyordu. Bakışlarım apartmanın kapını açmaya çalışan arkadaşıma kaydı. Bir anda duraksamamla baktığım yere baktı. Bakışlarımızı birleştirip başını salladı.
O apartmandan içeriye girene kadar olduğum yerde durdum. Alacağım tepkiden korkarak kaygı adımlarla Cihangirin yanına adımladım. Yerde bulunan bezlerden birini elime aldım. Bir beze bir de karşım da ki adama baktım. Nolur, bana her zaman ki gibi gülümsesin.
Çünkü bir tek o sıcak gülümsemesin de inanırdım ne hissettiğini.
Boğazımı temizledim. Omuzları dikleşti başı yavaşça bana dönerken gözlerine bakmaya korkarak "Yardım lazım mı?" Dedim. Şaşkınlık duygusu yavaşça yüzüne otururken tepkisini bana göstermekten sakınmadı. "Çok güzel parlatırım." Teklifimi reddetmemesi adına saçmalarken. "Motorunu çizmem merak etme."
Son dediğim komiğine gitmiş olmalı ki alaylı bir gülümseme kondurdu dudaklarına. "Çiz sorun değil."
Başını iki yana salladım. "Motor, araba bunlar kimileri için önemli şeyler çizsem böyle tepki vermezsin."
"Canın sağolsun."
Rahat halinden yararlanıp yanına adımladım. "Bu bir evet mi oluyor?"
Başını yarım yamalak salladı. "Galiba."
Uzatmamak adına köpük yaptığı motoruna ilerledim. Bir kovanın içinde sünger alıp bana uzattı. Elinde bulunan diğer süngerlede motoru silmeye başladı. Yaptığının aynısı uyguladım. Etrafta bulunan bir kaç çocuk çekingen adımlarla yanımıza gelene kadar konuşmadık. Ona bakmasam da bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
"Abi." İçlerinden en büyüğü en fazla 6-7 yaşında olan çocuk söze başladığın da Cihangir gülümseyerek çocuğa döndü. "Hani geçen demiştin ya bindiririm diye." Aralarında nasıl bir muhabbet geçtiyse başını salladı Cihangir.
"Bindiririm ama önce," dedi ve elini cebine atıp para çıkardı. "Şunla kendine ve arkadaşlarına bir şey al, halı sahaya gelemedim özür hediyem olsun." Çocuk ilk başta almak istemese de Cihangirin zorla uzatmasıyla alıp arkadaşlarıyla beraber yanımız dan uzaklaştı.
"Sildin mi?"
Başımı salladım. Özellikle ne adımı ne de bana taktığı lakabı kullanıyordu. Tüm cesaretimi toplayıp bir anda "Konuşabilir miyiz?" Diye sordum. Yerdeki bakışlarını kaldırdı. "O gün sana karşı çok sert çıkıştım, yapmamalıydım. Sadece içimde sana karşı sorular vardı. Ben o soruları sana sormak yerine duyduklarımla gözlemlerimle cevapladım."
Sakin bir tonda "Aklın da ki sorular ne?" Diye sordu.
"Balın bize oranın senin olduğunu söyledi." Bu dediğimi onayladı. "Senle ilk karşılaşmamız da son maç için herkesin kurayla çıkan yerlere oturacaklarını söylemişlerdi. Patronun emriymiş."
"Benim bilgim dahilindeydi her şey."
"O gün yanıma bilerek mi yoksa şans eserimi oturdun?" Bir an bile şüphe etmeden sordum. Vereceği cevap benim için çok önemliydi. Neden bilmiyordum fakat Cihangir bana yalan söylemez gibi geliyordu.
"Bilerek oturdum." Nefesim titredi. Neden diye soracakken o cevapladı. "Farklısın Alya, benim için farklısın. Senin bende yerin farklı. Sana olan içim de ki hislerim farklı. Senden bir şey beklemiyorum. Sen nasıl bende farklıysan bende sende farklı olmak istiyorum sadece." İsmimi ondan duymamla ağızım aralandı fakat geri kapandı. "Bazı şeylerin farkındayım." Karandan bahsediyordu. "Ona rağmen çabalarım ama ona gidersende engel olmam." Elini ensesine atıp etrafa baktı. "Evet o gün yanına bilerek oturdum diğer günler karşına şans eseri değil bilerek çıktım bu haftada bilerek senden kaçtım. Şimdi ben sana bir soru soruyorum, git dersen giderim bir şey demesen dahi de kalır çabalarım. Soruyorum, gideyim mi Portakal?"
...
Genç kız dudakları büzük bir şekilde evinin asansörüne bindi. Kahvaltıdan sonra kolayla beraber üç tane browni yemek istiyordu. Yarım kalmıştı hayalleri. Asansör evinin bulunduğu kata geldiğinde kabinden çıktı. İçinden tüm brownileri alan gence saydırıyordu.
Cebinden evin anahtarını çıkartırken kapının önüne gelmeden adımları yere çakıldı. Yerde bir kutu ve bir gül buketi vardı. Yere eğilip nefret ettiği güllere ve kutuya uzandı. Kutunun içinde ne olduğunu merak etsede dikkatini güllere verdi. Ona bu hayatta tek gül alan kişi babasıydı. Bestenin anlık içini minik bir korku kapladı.
Bunca yılın ardından dönmüşmüydü?
Buketin köşesinde ki zarfı açtığında gördüğü el yazıyla içinde bir şeyler oldu. Buket kendisineydi, Barış tarafından gönderilmişti. Kağıdı zarfın içinden çıkarıp titreyen elleriyle okumaya başladı.
"Gülün hikayesini bilirsin, güzelliğini korumak için dikenlerle kaplıdır. Sende benim gözümde paha biçilmez eşi benzeri bulunmaz bir gülsün. Kendini korumak için dikenlerle kaplısın. Gülleri sevmediğini söylemiştin fakat seni kendinle tanıştırmazsam olmazdı. Geçmişi değiştiremem belki ama gelecek için her zaman çabalıyor olacağım."
Titreyen elleriyle kutuyu açtı. Bestenin yüzüne işte ilk kez o zaman gerçek bir tebessüm oturdu. Bakkalda ki o tüm brownilerin sahibi artık kendisiydi. Sayısız tane browni vardı ve her birinin üzerinde tarih yazıyordı. Gelecek günlerin tarihi. Bu sefer kutuda bulunan kağıda değdirdi bakışlarını.
"Bir kaç gün yokum, Ankara'ya gideceğim. Sanma ki sözümü unuttum. Hepsinin üzerinde tarihler yazıyor. Gününde ye kutu bitmeden gelmiş olacağım."
Bestenin boğazına bir yumru otururken ağlamamak için kendini sıktı. Kapının önünde kucağın da ki güllere bakarken kapının köşesinde duran çöp poşetine baktı.
Kaç yıl geçmişti, bilmiyordu. Bırakmıştı saymayı. Babası bir gün ansızın gelmiş her şey için özür dilemişti. Yeni bir başlangıç yapmak istemişti. Derya hanım yeni bir düzen kurmuşken reddetmişti. Fakat babasının pes edeceği yoktu. Bir akşam kapılarını elinde güllerle çalmıştı. Eşine ve kızana almıştı. Derya hanım reddetsede o zamanlar babasına bağlı olan Beste kabul etmişti çiçekleri. Annesiyse 'o çiçek solduğunda yenisini almak için yanında olmayacak.' Demişti. Beste inanmamıştı. Okul çıkışı babası yanına geliyor onunla ilgileniyordu. Mutluydu dilekleri kabul olmuştu.
Her şeyin bir sonu olduğu gibi bu mutluluğun da bir sonu gelmişti. Bir gün babası yine gitmişti. Okul çıkışı tüm gün babasını bekleyen Beste hava karardığında ağlayarak eve gitmişti. O zamanlar yoğun çalışan Derya hanım işte olduğundan bu ana tanıklık edememişti. Beste odasına geçip yatağına kendini attığında masasının üzerinde ki solmuş güllerine baktı. Annesi bir kez daha haklı çıkmıştı.
Yıllar sonra tekrar karşılaştığı manzaraya baktı. Artık nefret etmiyordu fakat sevmiyordu da. Solduğun da yanımda olup yenisi alırsa severim, dedi içinden.
Evin kapısını açıp içeriye girdi. Normalde ilk yapacağı brownilerin hepsini gömmekken bu sefer adımlarını mutfağa çevirdi. Masa bulunan içinde sahte çiçeklerin bulunduğu vazoyu boşalttı. Temiz su koyup güllerin bekli yerleri bantlanmış saplarından tuttu. Dikeni batmasın diye koyulmuş gibiydi. Güller daha uzun ömürlü olsun olurda sever diye vazoya yerleştirdi.
Bukette 12 gül vardı normalde fakat genç oğlan içlerinden birini almış kendine saklamıştı. Solduğun da yenilerini alabilmek için.
...
Kızlar tahmini Barış Korhanımızı ne zaman buluruz?
Bölüm hakkında ki düşünceleriniz?
Sosyal Medya Hesaplarım:
Tiktok: ladyyniz
Insta: parlakgece_official
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |