


...
Takvimler Eylül ayının ortalarını gösterirken koca mahalle yana döne minik kızı arıyorlardı. Küçük kız yine yapacağını yapmış abisine sinirlenip evden kaçmıştı. İlk başlarda bu durumu ciddiye almayan Eren havanın kararmasıyla tedirgin olmuştu. Saatler yediyi gösterdiğinde küçük kızdan ses yoktu. Eren dakikalardır turladığı sokaktan koşarak geçip eve dönmüştü. Bir az utanç bir az korkuyla salonda oturan anne ve babasının yanına gidip kardeşinin olmadığını söylemişti.
Bu tür durumlarda Semih bey mesleğinin verdiği tecrübe ile sakin kalırken aynı durum Nagihan hanım için geçerli değildi. O dışarda çocuklarını beraber oynuyor sanıyordu. Semih bey hızla evden çıkarken aklına bin bin türlü sahne geliyordu. Olurda kızı eve gelir diye eşine evde durmasını söylemiş oğlunu yanına almıştı. Kızmıyordu ona o da daha çocuktu. Suçluluk duygusundan yüzüne bakmayan oğlunu kendine çekmişti. Bu sırada elinde ki telefonla aile dostlarını arıyordu. Her aradığı telefondan olumsuz dönüş aldığında Semih beyin yüreğin de ki korku arttı. Yarada bir kere daha yaşatma bana o acıyı, dedi içinden.
Böyle olmayacağını anlayan Semih bey yakın çevresine durumu anlatmıştı. Sevilen biri olduğundan herkes sokaklara dökülmüştü. Bilenler bilmeyenlere haber vermiş duymayanlar duyurulmuştu. Bir saate kalmadan koca mahalleli minik Alyayı arıyor olmuştu.
Arayanların içinde ve belki de en başında Karan da vardı. O herkesin yaptığının aksine öylece durmuş düşünüyordu. Alya olsam nereye giderdim, diye. Aklına ilk park gelmişti fakat sonrasın da vazgeçti. Yalnız kalmak istiyorsa kimsenin onu bulamayacağı bir yere gitmeliydi.
Göz önünde olup bir o kadarda fark edilmeyecek yerde.
Sokakta turlarken bakışları tüm mahallenin çocukların bisikletinizi koyduğu kulübeye takıldı. Acaba, diye geçirdi içinden. Adımlarını oraya yönelendi. Tahtadan yapılmış minik iki katlı bir kulübeydi. Bu kulübeden iki tane daha vardı fakat onlar buraya uzaktı. Temkinli adımlarla kulübenin içine girdi. İçerisi oldukça karanlık ve tozluydu. Bakışları üst üste girmiş bisikletlerin arasın da gezindi. Tam pes edip çıkacakken duyduğu tıkırtı sesiyle gözleri sesin kaynağını aradı.
"Fıstık?" Sesi boş kulübede yankılandı. Eş zamanlı olarakta kulaklarına art arda hıçkırı sesi geldi. Bakışları kulübenin her yerin de gezinirken en sonunda kendi bisikletinin bulunduğu köşede durdu. Minik beden bacaklarını kendine çekmiş bisikletin arkasın daydı. Karanın ciğerlerine rahat bir nefes dolarken anında biti vermişti yanında. "Ne işin var burda, herkes seni arıyor."
"Sıkıştım." Diyebilmişti ürkek beden. Karan yanına vardığında bisikletle duvar arasın da tıkılı kalan bedeni yeni fark edebilmişti. "Kurtar beni Karam."
Dolu gözler, ağlamaktan kızarmış bir yüze daha da bakmaya maruz kalamadı Karan. Diğer bisikletler ve en başta küçük kıza dikkat ederek sıkıştığı verden kurtardı. Yaşına göre oldukça kalıplı olduğundan minik bedeni kucağına alırken gram zorluk yaşamamıştı. Fakat minik bedenin titremesi dinecek gibi değildi. Kulübenin için Alya için karanlık sınıfına giriyordu. Karan kızın korkusunu bildiğinden ses etmedi. Onun yerine bisikletinin direksiyon kısmında bulunan yerden minik feneri yaktı.
Karanlık ortam artık aydınlık olduğun da "Karan bir daha ışıklar hiç kapanmasın." Diyerek titreye titreye ağlamaya başladı. Terden ensesine yapışan uzun kızıl saçlarını geriye attı. Allah bilir kaç saattir buradaydı. Küçük kızın minik inadı en çok ona bela oluyordu.
"Olduğum sürece buna izin vermeyeceğim."
Aradan dakikalar geçtiğin de minik beden "Babamı istiyorum." Diye mırıldandı. Karan başını sallayıp kucağın da ki bedenle beraber kulübeden çıktı. Kulübe evlerine çok uzak değildi. Bir kaç dakika sonra eve vardıkların da bahçede ağlamaktan çöken Nagihan hanımla karşılaştılar. Arkadaşları Bestenin annesi Derya teyze de yanlarındaydı.
Karan kucağın da ki bedenin tutuşunu sıkılaştırdı. Ne kadar süre karanlıkta kaldıysa titremesi bir an olsun geçmemişti. Çiçeklerle dolu bahçe kapısından içeriye girdiklerin de Nagihan hanımın yaşlı gözleri kapıya döndü. Karşılaştığı görüntüyle gözleri tekrar dolarken sarsak adımlarla ayaklandı. "Bebeğim nerdesin?" Hemencecik yanlarına vardığın da kızını kucağına alıp bağırına bastı. Annesinin kucağına geçmesiyle minik bedenin ağlayışları daha da arttı.
Derya hanım da rahat bir nefes verdiğin de küçük kızı arayan herkese haber vermiş bulunduğunu söylemişti. Kızının bulunması haberi ilk kendine gelen Semih bey aceleci adımlarla eve varmıştı. Bahçede sarılarak ağlayan eşi ve kızını gördüğün de anca içi rahat edebilmişti.
Babasını gören minik Alya herkesi unutup kendini babasının kucağına atmıştı. Konuşmuyor sadece titriyordu. Alyanın konuşamayacağını anlayan Karan duruma açıklık getirmişti. Bisikletleri koydukları karanlık kulübede kaldığından bu halde olduğunu söylemişti.
İlerleyen zamanlarda çift kızlarını bulmalarına yardım eden herkese teşekkür edip eve geçmişlerdi. Karan annesi evde olmadığından babasının da işleri yüzünden toplantı da olduğundan dolayı saati çok kafaya takmıyordu, evde onu bekleyeni yoktu. Bunlar yaşanırken Eren de kendini odasına atmıştı. Çok utanıyordu. Eğer kardeşine kötü davranmasaydı sinirlenip evden kaçmaz akşamın da bunlar yaşanmazdı.
Dakikalar sonra ilk kez küçük Alya "Baba." Dediğinde Semih bey içi yana yana kızına baktı.
"Babam, söyle güzelim?"
Alya çekingen bir şekilde bir Karana bir babasına baktı. Utanacak son kişiyken üzerinde hafif bir çekingenlik vardı. "Uyuyalım." Diye mırıldandı en sonunda.
"Uyuyalım babam ama az yemek yesen?" Semih bey şansını denemek istediğin de kızının tekrar ağlacağının haberci olan dolu gözleriyle göz göze geldi. Korkuyla "Ya da yemeyelim." Deyip ayaklandı. "Yatalım biz." Boynu konu kızı ve eşi olduğunda kıldan inceydi.
Alya koltukta sessizce oturan bedene bir bakış attı. Yüzünü babasının boynuna gömüp "Karam da gelsin. Ben, sen, o ve abim beraber uyuyalım." Semih beyin yüzüne yapmacık bir tebessüm otururken koltukta sessizce kendisine bakan bedene baktı.
Karan iyiydi hoştu ama o kadardı. "Ne gerek var babacım!" Diyerek durumu kurtarmaya çalıştı. "Biz ikimiz uyuyalım." Küçük kız dudaklarını büzdü. "Tamam abin de olsun." Bu sefer gözlerini doldurdu. Semih Alp yenilgilikle omuzlarını düşürdü. Fakat "İkimiz uyusak olurdu." Diyerek söylenmeyi es geçmedi.
"Baba!"
"Bir şey demedim." Dedi korkuyla Semih bey. Bu hayatta kızının ağlamasından korktuğu kadar hiç bir şeyden korkmuyordu. Kızı çeşmeleri açınca tam açıyordu.
Gülerek kendince kıskançlık krizlerine giren eşine minik bir baş salladı Nagihan hanım 'daha bu ne ki' manasında. Birde kendisi görevdeyken kızının mahallede ki oğlan çocuklarıyla yaptıklarını kastederek. Semih'in Karana bir adım atmayacağını anlayan Nagihan hanım ayaklandı. "Karancığım," diyerek öylece oturan çocuğun kendisine dönmesini sağladı. "Geç oldu bir az biz de kal istersen bu gün, annenle ben konuşurum."
"Başka zaman kalsın yatıya." Diye homurdandı Semih bey. Nagihan hanım gülümseyen suratını düşürmeden eşinin ayağına bastı. "Ah!"
Karan 'en azından bu akşam yalnız değilim.' diye içinden geçirirken başını salladı. "Annem evde değil Nagihan teyze." Diye mırıldandı utana sıkıla. Anne ve babasının bitmek bilmeyen kavgalarını koca mahalleli biliyordu.
Nagihan ne yapacağını bilemeyerek duraksadı. Aslı'yı severdi çok iyi bir arkadaşdı fakat aynı durum anneliği için geçerli değildi. "Tamam canım düşünme sen bunları." Semih bey az önce kendisi söylenmiyormuş gibi elini uzattı.
"Hadi bakalım bu akşam Komutan ve minik askerler gecesi." Diyerek saçma bir geceye başlığı attı.
Nagihan hanım daha iyi uykuya dalmaları için üçüne sıcak süt ısıtmaya giderken Semih bey kucağın da ki kızı ve elini tutan manevi oğluyla yukarı çıktı. Hâlâ babalık damarı ağır bastığından kızının odasına oğlanları sokmak yerine oğlunun odasına geçti. Hem bu şekilde dakikalardır görmediği oğluyla bir konuşma yapabilecekti.
Karan kapıyı tıklatma gereğinde bulunmadan kapıyı açtı. Semih bey de kucağın da ki kızıyla içeriye girdiğin de Alya küskün bir tavırla başını babasının boynuna gömdü. Küsmüştü abisine. Kararlıydı bu sefer ger seferin de olduğu gibi barışmayacaktı.
Eren eğik başını kaldırmadan öylece yatağının üzerinde oturuyordu. Karan canı sıkkın olan arkadaşının yanına geçip başını kaldırması adına hafif dirsek attı. Erenin başı anlık sinirle kalkarken gördüğü bedenle geri inmişti.
"Oğlum." Dedi Semih bey. Kucağın da kızıyla beraber oğlunun yatağına adımlarken. "Suçlama kendini bak kardeşin iyi burada." Yanına oturup sessizce kucağın da oturan kızını dürttü. "Kızım bir şey desene."
Omuz silkti. "Kümtüm ki ne."
"Kardeşler arasın da küslük olmaz." Dedi iki taraf adına Semih bey. Alya duymadı babasını. Eren kollarını göğüsün de birleştirip kardeşini işaret etti 'bak o küs ama.' manasında.
Semih bey şefkat dolu bir gülümseme gönderdi."Gönlünü al, evde ki kadınların gönlünü hoş tutki senin de gönlün hoş olsun." Diyerek yıllar sonra kullanacağı bir öğüt verdi.
Dakikalar sonra Semih bey küçük yatağa çocukları yatırdı. Oğlunu ortaya alıp Karanla yan yana yatmalarına engel olmak istedi fakat kuduruk kızı buna babasından önce engel oldu. Abisi geçmeden ortaya geçip yanına Karanı yatırdığında iş işten geçmişti. Bu durumdan rahatsız olan tek kendisi değildi Eren de kardeşini kıskanmasa da arkadaşını kıskanıyordu. O da arkadaşıyla yan yana yatmak istiyordu.
Karansa bu süre zarfında sesini çıkarmıyor sadece Alya ne derse dediğini yapıyordu. Onların yer kavgasını bölen Nagihan hanımın getirdiği ballı sütler oldu. Çocuklara sütlerine verip hepsine iyi geceler öpücüğüyle veda etmişti. Eşine ise geç gelmemesi konusunda minik bir imada bulunmuştu.
Bu durum üzerine Semih bey sütlerini içen üçlüye hızlıca kızın seveveği oğlanların da sıkılmayacağı bir masal anlattı. Prenseslerin, uçan arabaların bulunduğu bir masal...
"...En sonun da kral gelip prensesi canavarlardan kurtarmış. Prenses de o günden sonra kralın yanından hiç ayrılmamış, sonsuza dek mutlu yaşamışlar." Semih bey dolandıra dolandıra anlattığı masalın sonuna geldiğin de rahat bir nefes vermek istedi fakat kızının çatık kaşları bu nefesi ona çok gördü.
"Prens neden gelmemiş kurtarmaya?" Diyerek dudak büzdü. "Yanlış anlatıyorsun hep baba!"
Semih aynı kızı gibi kaşlarını çattı. "Doğrusunu anlatıyorum prensesim, hem kral daha güçlüymüş dandik prensten."
Alya dahada kaşlarını çaldığında Semih Alp korkuyla yutkundu. "Prensime dandik deme baba!"
...
Bazı anlar olur. Zaman içinizde durur, dışarıdan olduğu gibi akmaya devam eder. O anlar genellikle bir çıkmaza düştüğümüz zaman gerçekleşir. Bir yolun sonunda iki farklı çıkışın olması. Bir tarafı seçseniz ömrünüz boyunca aklınız diğer tarafta kalacaktı. Çıkmazdaydınız. Yollar olmasına rağmen durmuş çıkmazı kendiniz oluşturmuştunuz.
Şu an olduğum gibi.
Ne demişti o. Git desem gider miydi? Giderdi. Kal desem kalır mıydı? Kalırdı. Bir şey demesem. Yine mi kalırdı. İki dudağımın arasından bu iki kelime de çıkacak gibi değildi. Kal desem ona umut vermiş olurdum. Git desem de... Git diyemezdim. Neden bilmiyorum fakat diyemezdim. Ne kadar söylerken korkusuz olsa da git dediğimde kaç parçaya bölüneceğini gözlerinden anlayabiliyordum.
Omuzlarım yenilgilikle düştü. Madem biliyordu hislerimi bu soruyu bana neden soruyordu. Neden beni zor durum da bırakıyordu. Onu kırmak istemiyordum fakat tarafım belliydi. Cihangir benim için bu kısa zamanda hayatıma girmiş bana gizem dolu bir arkadaşlık yaşatmıştı. O kadardı, sadece bir arkadaş. Ne fazlası ne eksiği.
Siyah gözleri konuşmasını tamamlarken dudaklarımı araladım. Bir şey diyemeden geri kapadım. Aramızı daha yeni düzeltmişken onu üzmek istemiyordum. Fakat ona kesin bir dille cevap vermezsem de umut vermiş olacaktım. Kapadığım ağızımı geri araladığım da aramız da ki sessizliği bir başka ses bozdu.
"Alya!"
Tüm sokağı inleten endişe dolu ses. Bakışlarım ağırca sokağın başın da ki bedene döndü. Nadir karşılaştığım öfkeli bedenin sert ve aceleci adımları bana doğru gelirken, öfkenin sahibi ben değildim. Yanım da ki bedendi.
Cihangir'e cevap vermek için açtığım ağızım "Karan?" Diyerek kapandı. Yanıma gelene kadar yüzüme bakmadı. Bu sırada onu süzdüm. Üzerin de ki eşofman takımı ve dağınık saçları yataktan yeni çıktığını belli ediyordu.
Yanıma geldiğindeyse bakışları bedenimde gezindi. Bir yara bir hasar aradı. "Nerdesin sen." Bana değilde kendi kendine konuşuyor gibiydi. Mavi gözlerini yeşillerimle birleştirdi. O zaman anladım bu öfkenin sebebini, korkmuştu. Bana bir şey olmasından korkmuştu. Endişelenmişti.
Neden?
"Neredeydin?" Nefes nefeseydi. "Bir şey oldu sandım." Ellerini bedenime değdirmeden öylece havada tutuyordu. Temas kurup içini rahatlatmak istedim fakat yapamadım. Nedenini sormayın sadece yapamadım. Ondan uzak durmak en son istediğimken yapamadım. "Sabah evden haber vermeden çıkmışsın, telefonun kapalı." Ellerim cebime gitti. Hasan abinin yanından ayrıldıktan sonra kapamıştım. Bir süre kendimi soyutlamak istemiştim.
"İyiyim." Dakikalar sonra ağızımı anca açabildim. Gözlerin de ki endişe bir an olsun azalmadı. O mavilerde ki endişenin sahibi bensem öfkenin sahibi yanım da ki bedendi. Benden bakışlarını çekti, yanım da ki bedene döndü.
Bir an olsun duraksamadan "Ben seni uyarmadım mı." Dedi. Cihangir omuzlarını dikleştirdi. "Sana ondan uzak duracak demedim mi?"
Cihangir o günün aksine konuşmaktan çekinmeden "Buna sen değil o karar verir." Dedi. Kendinden emin konuşması dik duruşu Cihangirin bir nevi Karana uyguladığı güç gösterisiydi.
Karan dudaklarına alaylı bir tebessüm kondurdu. "Hadi ya." Diye mırıldandı, küçümseyici bir üslupla konuşuyordu. Cihangir kadar o da en az kendinden emindi. "Geçmişi anlat da öyle bakalım yanın da mı istiyor diye." Karanın dilinin kemiği yoktu. İleri gideceğini anladığım da elimi koluna attım. Öfkeli bakışları bana döndü fakat bana o öfkeyi kusmadı.
"Karan." Diye mırıldandım uyarı manasında. Kimsenin geçmişi kimseyi ilgilendirmezdi. Önemli olan gelecekti. Geçmişte yaptığı hataları bilmesine rağmen o hataları yapıp yapmadığına bakardım ben.
Bakışlarımı Cihangir'e değdirmiyordum. Oysa inatla bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp bulunduğum ortamdan sıyrılmak istedim fakat bu neredeyse imkansızdı. Karan ne ona seslenmemi duydu ne de beni gördü. Tüm odağı Cihangirdi.
"Bu seni kaçıncı uyarışım, anlamıyor musun?" Bileğinden tutup kendime döndürmek istedim tekrar fakat bu sefer elini çevik bir hararetle benden kaçırdı. "Hadi anlamadın, görmüyor musun?"
"Karan." Diye seslendim tekrar. İkisinin bakışları anın da bana döndü. Sonunda mavileriyle göz teması kurduğum da "Gidelim." Diye mırıldandım. İkisinin arasının iyi olmadığını ilk günden beri biliyordum fakat bu kadar olduğunu tahmin dahi etmemiştim. Cihangirin Karan hakkında ki düşüncelerini bilmesem de Karanın Cihangir hakkın da ki düşüncelerini biliyordum. "Eve gidelim, lütfen."
Bu sözlerimle Karan Cihangir'e imalı bir bakış atmıştı. O imalı bakışın altın da ne yattığını sadece ikisi bilirken olaya Fransız kalmak sinirimi bozuyordu. "Gidelim tabi Fıstık." İzin isteyerek kolunu omuzuma atmak istediğin de izin verdim. Huzursuzdum, güvendiğim kolların altında huzura kavuşmayı istedim.
Cihangiri bana sorduğu soruyla beraber arkımızda bırakırken aslında bir nevi de olsa tarafımı belli etmiştim.
Bir an olsun arkama bakmadan dakikalarca yürüdük. Ne o konuştu ne ben. Meydandan çıkmış evime uzak olan yoldan gidiyorduk. Bilerek yapmıştı bende sesimi çıkarmamıştım. Aramız da ki sessizliği minik söylenmesi bozdu."Sabah Hasan aramasa haberimiz yok." Hâlâ kolları arasındaydım. "Kötü görmüş seni seslenmiş duymamışsın." İçim de ki ses Bak sen şu Hasan'a, derken yüzümden mimik oynamıyordu. Başımı hafif kaldırıp mavilerine baktım.
"Bir az hava almak istedim."
"Anladım onu." Dedi çekingen bir şekilde. Kelimelerini seçerek kullanıyordu. "Anlamadığım şeylerde var Alya."
Benimde demek istesem de sustum. Onun yerine "Beni nasıl buldun?" Diye sordum.
Dudak büzdü, kolaydı manasında. "Alya olsam nereye giderdim diye düşündüm." Meraklı gözlerimi ona diktim. Kalbime söz dahi etmiyordum. "Aklıma ilk kulübe geldi, ilk oraya gidecektim sonra oraya gitmek için fazla büyük olduğun aklıma geldi. Belki bir şey olduğunda eski günlerde ki gibi bana gelirsin dije düşündüm." İkimizin de aklına aynı anılar doldu. İkimiz de farkındaydık eskisi gibi olmadığımızın. "Sonra Besteye gidebileceğini düşündüm onu aradım fakat açmadı."
"Abimin haberi var mı?" Diye sordum tüm dediklerini es geçerek. Birde eve gidip ona hesap vermek istemiyordum, şimdilik.
"Olsa şimdiye ortalığı yıkmıştı." Tebessüm ettim. Doğru demişti bir kaç kere anneme, baba ve ya ona sinirlenip evi terk etmiştliğim olmuştu -bir saat- her seferinde annemlere kalmadan en büyük tepkiyi o vermişti. Hatta bir keresinde de polis arkadaşlarına mahallede adımı anons ettirmişti.
O günden sonra adım Kaçak Kız diye ün salmıştı.
"Fıstık."
Karam demek istesem de sustum.
"Sorun neyse hallederiz." Mavileri titriyordu. "Olmadı hallederim. Takma bu kadar."
Halledelim demek istesem de sustum.
"Zor zamanlar atlattın, biliyorum. Hâlâ o günlerin vebalini çekiyorsun." Bakışları anlık benim bile yeni fark ettiğim titreyen ellerime düştü. Temas kurduğumdan oluyordu bunlar. Sevdiğim adamın temasın da bile elim titriyordu. Bakışlarımı eğdim mahçupca. "Eğme başını." Dedi sert bir dille. "Utanması gereken sen değilsin." Kolunu omzumdan yavaşça çekti. Boşluğa düştüğümü hissettim.
Elini çeneme doğru getirdi, değmeden başımı yukarı çıkarmama neden oldu. "Geçicek bunlarda."
Sözüne inansam da sormadan alı koyamadım kendimi. "Ya geçmezse?"
"Geçiririm."
Gülümsedi, gülümsedim. Aramız da ki neden ördüğünü bile bilmediğimiz duvarların birini yıkmış olduk. O farkında değildi fakat yaralarım kapanmıştı geriye o yaraların geçmesi kalmıştı.
...
Sosyal Medya Hesaplarım:
Tiktok: ladyyniz
Insta: parlakgece_official
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |