

...
Genç kadın dakikalardır kucağında olan bedene bir kez daha sıkıca sarılırken aklı ve bedeni yavaş yavaş kendine geliyordu. Bir anne için en zor birkaç saatini geçirmişti. Oğlunu bilmediği bu şehirde kaybetmişti. Dakikalardır kucağın da ki minik bedene sarılırken tek yaptığı ağlamaktı. Babasının sözleri berrak zihninde yankılanıyordu.
"Yapamazsın." Demişti. "Kucağın da ki o çocukla orada yapamazsın." Kendi gibi oğluda baskı altında büyümesin diye ailesinden ayrılıp buraya gelmişti. Kendi ve oğlu için yeni bir başlangıç yapmış yeni bir sayfa açmıştı. Fakat daha ilk günden yaşananlarla kendi suçlamadan edemiyordu. Bir kez daha sarı saçlara derin bir öpücük kondurup kokusunu içine çekti.
"Nerden buldum oğlum?" bahçede ki koltuk da oturan Nehir'in iki yanında ayakta duran Nagihan hanımın oğluna sorduğu soruyla Nehir'in bakışları yanın da ki adama döndü. Mavileri yabancısı olduğu elalarla buluştuğunda titrek bir nefes alıp başını eğdi.
Eren bakışlarını birbirine sarılan anne oğuldan çekmeden konuştu: "Birisinin yerine taksiye geçtim, meydanda beklerken geldi bindi araca." Devamını getirmeden küçük bedene baktı. Gözlerinin kapalı olduğunu görmesiyle devam etti. "İzmire gidebilir miyiz, diye sordu. Babasına gidecekmiş." Bakışlarını sarışın kadına dikti. Uzun saçları beline kadar geliyordu, ağlamaktan her yeri kızarmıştı. Dedikleriyle de kızaran yüzüne minik bir şaşkınlık oturdu.
Nagihan hanımın omuzları duyduklarıyla düşerken bir kes daha eşine minnet etti. Görüp görebileceği en iyi babaydı Semih Alp. Nagihan hanım birkaç saattir edindiği yakınlıkla "Telefon da falan da mı görüşmek istemiyor mu canım?" diye sordu. Nehir utangaç bir şekilde başını salladı.
"Aklı başın da mı ki aklına gelsin." Diye mırıldandı.
Öyle sessiz söylemişti ki dediğini kendi bile zor duyarken Erenin duyduğundan bir haberdardı. Mahkeme salonuna bile çıtır keyifle gelmiş eski eşi geldi aklına. "Son konuşmamız da nafaka vermemesi karşılığın da ne benim ne de oğlumun peşine düşecekti sözünü tutuyor."
"Ayten'in oğlu pedagog istersen o yardımcı olsun."
Diyerek bir öneride bulundu Nagihan hanım. Eren tek amacı kadına yardımcı olmak isteyen annesine baktı. İyi niyetliydi fakat genç kadının aklını nasıl karıştırdığını görmüyordu. Elini annesinin naif bedenine attı. Nagihan hanım hissettiği temasla açtığı ağızını örttü.
Eren annesinin sessizliğe gömülmesiyle araya girdi. "Bir daha evden kaçmaz." Korkudan titreyen bedene bakarken tek amacı bir az olsun içini rahatlatmaktı. "Küçükken kerata gibi bende evden kaçmıştım onu anlattım." Bakışları annesinin kucağında yorgunluktan uyuyan bedene bakarken. "Annemin nasıl korktuğunu söyledim." Demesiyle annesinin güçsüz tokadını omzunda hissetti. Yüzüne alaylı bir tebessüm oturdu. "Senin üzüntüden hastalanabileceğini söyledim." Kadın ağlamaktan akan burnunu çekerken Eren içinden 'yanılmamışım' diye geçirdi.
Nehir dakikalar önce kurması gereken cümleyi kurmak için ayaklandığın da Nagihan hanım annesinin kucağın da ki bedeni almak için eğildi. "Ver canım içeriye götürüyeyim hava esiyor hasta olmasın." Nehir sesini çıkarmadan küçük bedeni güvendiği kollara bıraktı. Birkaç saniye boyunca Nagihan hanım içeriye girene kadar ikili arasında sessizlik hüküm sürdü.
Nehir zihninde cümleleri toparlamaya çalışırken Eren kadının titreyen ellerine bakıyordu. Arada genç kadının yumruk yapmasına rağmen bir an olsun durmuyordu. Eren kadının titreyen ellerine baka kalmışken Nehirin kollarını göğsünde birleştirmesiyle başını kaldırdı. Elaları mavilerle buluştuğunda rahatsız etmemek amaçlı göz temasını kısa tuttu.
"Teşekkür ederim." Diye mırıldandı Nehir dakikalar sonra. "Buraya getirdiğin, sahip çıktığın için teşekkür ederim."
"Teşekkür etme boşuna yapmam gerekeni yaptım."
Klasik o cümleyi kurdu Nehir. "Herkes yapmaz."
"Ben herkes değilim." Dedi Eren genç kadının bir az olsun aklını dağıtabilmek adına. Omuzlarını dikleştirmiş bir eliylede saçlarını geriye atmıştı. "Herkes diyerek bu yavrulara," kollarını sıkıp kaslarını gösterirken "hakaret etmiş olursun." Dedi.
Nehir'in bakışları kaslara kayarken Eren bu durumu fark edip genç kadını suratına daha çok soktu, kaslarını. "Bak bak çekinme, istersen dokunabilirsin." Erenin pişkin pişkin kurduğu cümleyle genç kadının yanakları daha al al olurken suratına tutulan kola bir tane geçirdi.
"Ne dokunması be!" Eren utancını sinirle kapamaya çalışan kadına güldü. "İki teşekkür edelim dedik burnumuzdan getirdin." Erenin gülümsemesi kahkahaya dönüştüğünde Nehir dayanamayıp bir tane daha geçirdi. "Ya gülmesene."
Eren yüzüne sahte bir ciddiyet kondurup "Ne bu şiddet?" Diye sordu. "İtiraf et çocuğu da böyle dövdüğün için çocuk evden kaçtı." Ardından kadının cevap vermesini bile beklemeden eve doğru bir kaç adım attı. "Çınar yetiştim aslanım kurtarıcam seni."
Genç kadının sinirleri hoplarken adamın oyuncu haline gülmeden edemedi. "Ya ne dövmesi oğlum o benim."
Eren dudak büzdü. "Keşke benim anamda böyle deseydi. Belimde 8 yaşındayken attığı terliğin izi hala duruyor."
"Seni çöpe atmadığını dua et sen." Diye söylendi Nehir. Adamın bilmiş bilmiş konuşması canını sıkmıştı.
"Kıyamaz o bana." Dedi. Demesiyle beraber göklerde uçan bir karartı Erenin kafasına çarpıp yerle buluştu. "Ah!" Erenin eli acıyan yerine giderken Nehir'in dudaklarından uzun süre sonra sahici bir kıkırtı firar etti. Evin bahçeye açılan kapısında bulunan Nagihan hanım biricik oğluna terlik atmıştı.
"Getir terliğimi!" Eren sinirle annesine ağızını açmadan terliği alıp annesinin ayaklarının dibine bıraktı.
"Sağol anne yerle bir ettin karizmayı."
Nagihan hanım terliklerini ayağına geçirirken oğlunu duymuyordu. Anne oğul tekrardan genç kadının yanına geldiklerinde Nagihan hanım ilgisini genç kadına verdi. "Canım üstü terlemişti değiştirdim yukarda uyuyor, bir şey olursa çekinmeden arayabilirsin."
"Teşekkür ederim Nagihan abla ne desem az kalır çok sağolun."
"Ne demek kızım bir şey olursa aramaktan çekinme." Dedi sıcak bir tavırla. Tek başına çocuk büyütmek zordu onu bir tek o anlardı. Nehir başını sallarken bakışlarını annesinin arkasında duran bedene çevirdi. Yüzünde ukala bir gülümseme vardı.
"Neyse biz gidelim, görüşürüz."
"Görüşürüz."
Eren hafif bir kafa işareti yaparken yüzünde ki gülümseme daha da genişlemişti. Titreyen eller durmuş ağlayan suratın yerini gülümseme almıştı.
...
Dershaneden çıkmış evin yolunu tutmuştum. Adımlarımı olabildiğince minik tutuyordum. Büyük ihtimalle yarım saatte gelebileceğim eve bu gün bir saat geç gidecektim. Ayaklarım adeta geri geri gidiyordu. Bunun sebebi de abimdi.
Bu hafta boyunca bir kere bile işe gitmemiş ben nereye gitsen peşimden gelmişti. Evdeysem evde, bahçedeysem bahçedeydi utanmasa akşam yatmak için odama bile gelecekti. Hareketlerinde anormallik olduğu gibi bana karşıda mesafeliydi.
Bu mesafeyi ilk kez iliklerime kadar hissetmiştim. İğneleyici konuşmaları hiç bitmemişti koca hafta boyunca dışarı çıkmama engel olmuştu. Benimle gerekmedikçe konuşmuyor hatta uğraşmıyordu bile.
Aramız da herhangi bir kavga geçmemesine rağmen aramızın bu derece bozuk olması belli etmesemde üzüyordu. Aramız hiç bir zaman süper olmamıştı hep kavga ederek anlaşırdık ama hiç bir zaman küs kalmamıştık.
Abim bana küsmüştü. Nedenini bilmediğim küslükten dolayı bende ona küsmüştüm. Aramız olduğunca soğuktu. Koca hafta birbirimize laf çarpıtmamızla geçmişti.
Besteyle de abimden dolayı rahat buluşamamıştık. Açıkçası bir haftadır aklım oldukça doluydu. Karanın birisini sevdiğini öğrendikten sonra abimin soğuk davranışları üst üste gelmişti. Bir haftada sönmüştüm. Abimin lafları gün içerisinde o kadar acıtmasada geceleri zihnime dur diyemiyordum.
En sonunda bu duruma daha fazla dayanamayıp kendimi dershaneye atmıştım. Etüt saatleri için burda kalmamız gerekiyordu fakat ben dersten sonra çıkıyordum.
Bu gün ise sırf abimle daha fazla yüz göz olmamak için eve gitmemiş etüte kalmıştım. Tüm herkes bu duruma şaşırırken matematikçi Halit hocamız durumu ciddiye bindirip bana ödül niyetinde çikolata almıştı.
Aklıma o anların tekrar gelmesiyle gülümserken yanımda yavaşça duran arabayla bedenimi kenara çektim. Yabancı olmadığım araba yanımda durduğunda aklım bu anın yaşanıp yaşanmadığının gerçekliğini ölçerken yüzüme günler sonra gerçek bir tebessüm oturdu.
Karan uzun bedeniyle arabadan çıktığında yanı başımda bitmişti. Mavilerinde gördüğüm ışıltıyla mutlu olduğunu anlarken bu mutluluğunun sebebini merak ettim. Üzerinde üst kısmını saran beyaz bir gömlek altında siyah pantolonu vardı. Normal giyimine göre daha şık giyinmişti.
"Karan?"
"Alya?" Fıstık değil Alya.
Bakışlarımı sokakta gezdirip ona döndüm "Bir şey mi oldu?" Başını iki yana salladı. Yüzünde uzun süredir görmediğim geniş bir gülümseme vardı. Tam neden burda olduğunu sormak için ağızımı açacağım sırada elini kaldırıp kendi dudaklarının üzerine götürdü.
"Bu günlük bir şey sorma." Gözler git gide koyulaşırken sessiz kaldım. "Başka bir zaman gel sorabileceğin tüm soruları ama bu gün sorma." Sesinde gizleyemediği mutluluğuna eşlik eden bir heyecan vardı.
Uzatmadım inat etmedim başımı salladım. Elini omzumda asılı olan çantama attı. Yadırgamadan ona verdim. Küçükken her okula gidiş ve dönüşümde ya çanta mı o ya da abim taşırdı.
Çantamı alıp arabaya doğru ilerlediğinde onunla eşlik ettim. Önde ki yolcu koltuğunun kapısını açmak için elimi uzattığım sıra benden önce davranıp kapıyı açtı. Pekala bu durum Karandan beklenmeyecek bir şey , sesimi çıkarmadan arabaya bindim. Kapımı da aynı şekilde o kapadığın da şaşkınca arabanın içinden onu izledim. Bu sefer sürücü koltuğuna geçip oturduğunda elinde olan çantamı arkaya bıraktı. Elini kemerine attığında aynı şekilde bende kendi kemerimi taktım.
Yavaş bir şekilde arabayı sürmeye başladığında tüm dikkatini yola vermişti. Bense pür dikkat onu izliyordum. Bir şey olmuştu ve olacaktı. Heyecandan arabanın tuttuğu direksiyonunu elleriyle ritmik bir şekilde vuruyordu.
Aradan geçen bir kaç dakika sonra araba sahil yoluna çıktığında kaşlarım çatıldı. Mahalleye gitmediğimize adım kadar emindim.
"Karan." Dedim bakışlarımı dışarda gezdirirken. "Nereye gidiyoruz bari onu söyle."
"Süpriz, Fıstık."
"Çok açıklayıcı oldu sağol ya." Kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım.
Bakışlarını saniyelik üzerimde hissettim"Bugün küsmekte yasak." Huzursuz bir şekilde başımı salladım.
"Küsmedim."
"Trip de atmak yok o zaman."
"Trip de atmıyorum." Dedim gözlerimizi birleştirdiğim de. Alaylı bir bakış attı.
"Emin miyiz?"
"Evet."
"Peki." Dedi daha fazla uzatmadan.
Ona ayak uydurdum. Çok değil bir kaç saniye sonra arabayı kenara çektiğinde elimi kemerime attım. O hızlıca arabadan inip benim aralık bıraktığım kapıyı açtığı. İnmek için hareketlendiğim de bana uzattığı elini gönül rahatlığıyla tuttum.
Sanki elimi eline teslim etmemi bekliyormuş gibi anında sarıldı. Dikkatli bir şekilde arabadan indigimde ellerimizi ayırdım. Nereye gideceğimizi bilmediğimden aynaya bakarken o ise eliyle bir adamın durduğu yeri işaret etti. İşaret ettiği adam, soğuk havaya rağmen yerde minik bir piknik hazırlamış oturuyordu. Adımlarımızı adama yönlendirdiğimizde çok geçmeden yanına vardık. Adam sanki bizim gelmemizi bekliyormuş gibi anında ayaklanıp bir baş selamıyla yanımızdan ayrıldı.
"Onu tanıyor musun?"
Karanın soru sormamı yasaklamasına rağmen bitmek bilmeyen sorularımdan birini sıraladığım da yine cevapsız kaldı. Onun yerine " aç mısın?" Diye sordu.
Üzerimdeki monta dikkat ederecek piknik örtüsüne oturdum. Karanda oturmuş hasır sepetin içinden kapları çıkarıyordu.
"Karan." Dedim durumun saçmalığına katlanamayarak. "Şu an ne yaptığının farkında mısın?"
"Napıyormuşum?" Kendini süzdü bir. "Sevdiğim biriyle oturmuş piknik yapıyorum, bunda ne gibi bir anormallik var." Benim aklım cümlenin başından kurduğu zamir veya sıfat her ne haltsa ona giderken o ise konuşmaya devam ediyordu. "Açıkta bir yerim mi var, yok. O zaman..." demiş sepete geri dönmüştü.
İstanbulda ekim ayının sonlarındaydık. Hava kararmış biz bir sokak lambasının altında çimenlerin üstünde hafif serin havaya rağmen piknik yapıyorduk.
Karanın sözlerinden sonra başka bir şey sormadım. Ağızımı açmadan ona eşlik ettim. Sepetten çıkardığı kapların için de ki yemekleri yemeye koyulduk çok geçmeden.
Benim için yaptığını adım kadar bildiğim pastadan büyük bir çatal alırken sessizce onu dinliyordum. "Geçen gün evin önünden geçerken bahçede seni gördüm." Gözlerimi eğdiğim pastadan kaldırıp ona diktim. "Daha doğrusu sen ve Ereni gördüm, kavga ediyordunuz." Zihnimde anında abimin durup dururken bahçede değilde odamda çalışmam için beni çocuk gibi azarlaması geldi. "Eren bu hafta benimle de hiç konuşmadı."
"Derdi ne onun?" Diye sordum dayanamayarak.
Karan alt dudağını dişleri arasına alıp gözlerinin ağırlığını üzerime verdi. "Derdi,"Göz temasını kesmemi istemiyordu. "Biziz."
"Biziz derken?" Diye sordum anlamayarak ama artık her şey bitmişti. Filmin sonuna gelmiştim. Saklanan her şey ortaya çıkmıştı.
"Biz." Dedi başını sallarken. "Sen ve ben." Ortamı saran telefon sesiyle ikimizinde bakışları ayağımın dibinde olan telefona kaydı.
Anamın oğlu arıyor...
...
Asker çocuğu olduğumdan hayatımın bir çoğu zamanında baba yokluğu hep hissetmiştim. En basiti okul çıkışlarında. Arkadaşlarımı babası alırken benim babamsa sayılı şekilde almıştı. Mezuniyetim de bile yoktu, görevdeydi. Bu sözleri babamı suçlamak için söylemiyorum sadece olanı söylüyorum.
Doğum günleri, özel günler, bayramlarda babam olmasada babamın yerini almış ve her zaman yanımda olan abim vardı. Babamızın eksikliğini ilk bana sonra kendine unutturuyordu. Okul çıkışları beni babam almasa bile abim alıyordu. Mezuniyettimde beni dansa kaldıracak babam yanımda olamasada abim vardı. Abi demek benim lügatımda baba demekti. Abim çoğu zaman babam olmuştu.
Kalbim göğüs kafesimi delecek şekilde atarken tek yaptığım beklemekti. Beni dershane çıkışı almaya gelen abim beni bulamayınca soluğu beni aramakla bulmuştu. Nerde ve kimle olduğumu öğrenincede yıllar sonra ilk kez öfkesiyle karşılaşmıştım.
Her zaman içim rahat bir şekilde "Karanlayım." Dediğim cümleyi bu sefer rahat söyleyememiştim. Karan gibi abim de her şeyin farkındaydı. İkiliye nazaren ben hâlâ daldığım rüyadan uyanamamıştım.
Evin salonunda oturmuş öyleyece yeri izlerken abimi bekliyordum. Yanı başımda oturan adam yanımda kalmasıyla bana destek olurken ben omuzlarımı kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum. Öylece sessizce abimi bekliyordum.
Şimdi anlıyordum abimi. Koca hafta boyunca yaptıklarını. Öfkesini kusuyordu bana. Hırsını çıkarıyordu. Bu da patlayacağı nokta olmuştu. Fakat bilmediği bir şey vardı ne biz diye bir şey vardı ne de bir yaşanacaklık.
Tıkırtı. Evin kapısından gelen tıkırtıyla omuzlarım olabildikçe daha da çöktü. Çok geçmeden kapının açılmasının o tok sesi yankılandı. Hareketleri sert ama yavaştı. Bakmasamda içeriye giren bedeniyle gözlerimi kapadım.
"Eren." Yanım da ki bedenin sesi kulaklarıma vardı. "Kız kötü üzerine gelme."
Abimin alay dolu bir şekilde güldüğünü işittim. "Karan." Kucağımda titreyen ellerimi yumruk yaptım. "Kes sesini."
"Geçmişte yaşanmış bir olay için kızdan zorla aldığın sözü kızın suratına vuramazsın."
"Ağızımı açmadım." Dedi abim dinginlikle. "İnan bu akşam bana ettiğin sözde dedin ya o benim canım diye ha işte o da bana babamın emaneti."
Abimle Karan konuşmuşlardı, benim hakkımda. Bu sefer kaldırmaya korktuğum bakışlarımı şüphe etmeden kaldırdım. Karşılaştığım manzarayla gözlerim kapamamak için zor tutarken her şey için çok geçti.
Bir zamanlar birbirlerine iki can dostu gibi bakan kişiler bu gün birbirlerine can düşmanı gibi bakıyorlardı.
Araların da ki bakışmayı ilk kesen abim oldu. Elalarını benim yeşillerimle buluşturduğunda gördüğüm kırgınlık gözlerimin dolması için yeterliydi. Bakış açım bulanıklaşırken üzerime doğru geldiğini hissettim.
Belki bağırmak, belki kızmak ve belki sarılmak için attığı adımlar yarıda kesildi.
Evin kapısı üç kere sert ama acelesiz şekilde çaldı.
Saat gece yarısıydı neredeyse. Eve geldiğimden beri yüzüme bakmayan annem odasındaydı. O da biliyordu her şeyi. Neyin tavrını almıştı bilmiyordum fakat benle konuşmadan odasına çekilmişti. Aklıma ilk bir şey olduğunda her zaman yanıma gelen Beste gelirken ayaklandım.
Kapıya adımlarken diğer iki bedende arkamdan geliyordu. "Bekle." Abimin sert sesini hissettiğim anında durdum. Bedenimin önüne geçip deliğe bakmadan kapıyı kendi açtı.
Annemin "Kim gelmiş oğlum." Sesi kulaklarım da çınladı. Üç kişi vardı kapıda. Üç kişi değil üç asker. İkisi üstlerinin arkasında durmuş silahlarıyla beraber hazır olda beklerken en önde duran üstleri rahattan hazır ol moduna geçip "YÜZBAŞI DEFNE ÇELİK/ VAN." Diyerek selam verdi.
"ALBAY SEMİH ALP gittiği görev yerinde kurulan süikas sonucu UMUT timiyle beraber bindikleri helikopter bombalanmıştır. Herhangi bir ceset bulunamasada hala Albaydan ve timinden haber alınamamıştır."
Cümleler zihnimde yankılanırken olduğum yerde buz kesmiştim. Anlamsızca kapıda dikilen üç askere bakıyordum. Gözlerim abimi bulduğunda boş bakışları kapıdaydı o da donmuştu.Bizden bir ses alamayan annem merakla kapıya geldiğinde gördüğü üç askerle beraber elini refleksle ağzınıza attı, ağlamaya başlamıştı. O an cümleler tekrar tekrar zihnimde yankılanırken, kapanmış algılarım bir nebzede olsa açılmıştı.
Baban kayboldu Alya. Bindiği helikopter bonbalanmış. Bulamamışlar babanı.
Annem hızla gelip bizi kenara çekerken kapıdaki askerlere döndü " Semih nerde ?" Sesi güçlü aynı zamanda titrek çıkmıştı. En öndeki asker bir kaç saniye önce ki cümlelerini tekrar ederken çok geçmeden annem dengesini kaybetti. Abim onu tutmak için öne atılırken sesimi duyurmak istedim.
Acıyan canımı haykırmak istedim çünkü babam canımın acıdığını duysa koşarak gelirdi.
Görüş alanım bulanıklaştığında ağladığımı daha yeni idrak ediyordum. "Alya" zar zor da olsa bana seslenen Karan'ı son anda seçebilmiştim. Bir elini omzuma atmıştı burda olduğunu bana haber vermek ister gibi. İçimde birşeyler kopuyordu babam yoktu, bulamamışlardı onu. Ağlamam şiddetlendiğinde bedenimdeki tüm güç gitmişti. Kendimi sertçe yere bırakırken kafamın altında bir el seçebilmiştim.
Algılarım benden tamamen giderken içimde hissettiğim tek şey boşluktu.
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |