18. Bölüm

17.Bölüm:Kanayan Yara

Lady Yazar
ladyynizzz

...

"Elimi tutan, beni bu savaştan çekip çıkaran koruyucu meleğim, abimdi."

 

 

 

 

...

 

 

Saatler sabah saatlerini gösterirken, şehir yeni uyanıyordu. Dışarda herkesin bu koşturmaca hayatta ki aceli adımları duyulurken Semih Alpin adımları onlara zıt bir şekilde yavaş, dingindi.

 

Omuzları ilk kez çöküktü.

 

Dün akşam eve gelirken arabada bıraktığı çiçekleri aldı. Başı yere eğikti. Utanıyordu. Daimi iki görevinden birini yerine getiremişti.

 

Birinci görevi; Vatanıydı.

 

İkinci görevi; Ailesiydi.

 

Başarısız olmuştu Semih. İlk kez yenilmişti. Adımları mezarlığın toprak yollar geçerken başını bir an olsun yerden kaldırmıyordu. En sonunda adımları durduğunda sertçe yutkundu.

 

Umut Alp.

 

Semih'in oğlu. Sadece Semih onun babasıydı. Bir başkası değil. Oğluda öyle derdi ona zaten. İlk Semih abi, demişti. Sonra baba. Son kez de babam.

 

Nagihan. Sadece Nagihan. Semih olmadan önce o sadece Nagihandı.

 

Bir zamanlar Urfa'nın en köklü ailelerinden birinin bir tanecik kızıydı. Ailesinde herkes ona hürmet eder, severdi. Fakat onun bir rahatsızlığı, bir kusuru vardı. Hastaydı Nagihan. Çok büyük bir günah işlemiş günahının meyveside daha 15 yaşındayken kucağında ki bebesiydi.

 

Konak dışın da ki herkes böyle bilirdi olan biteni. Tüm Urfa hasta bilmişti Nagihanı, deli bilmişti, fahişe ve belkide daha beteri. Fakat yaşadıklarını bir Nagihan, anne demeye bin şahit bir anne ve şeytanı bilirdi.

 

Küfür işitmişti kulakları. Dayak görmüştü bedeni. İstismar edilmişti ruhu. Ve olmuştu küçük yaşta anne.

 

İlk başta kilo aldı demişlerdi. Karnı daha da belirgin olunca hasta demişlerdi. Çocuk doğduğunda kardeşi demişlerdi.

 

O çocuk Umuttu.

 

Annesi Nagihandı.

 

Baba ise yoktu.

 

Sonra bir gün Semih çıka geldi. Görev geriyi girdi o konağa ailesini bulup çıktı.O zaman sadece Nagihan, Nagihan Alp oldu. Sadece Umut o zaman Umut Alp oldu. Nagihanın oğlu diye değil Semih'in oğlu diye bilindi.

 

Yıllar geldi geçti. Kara bela peşlerini bırakmadı. Hastalığa yakalandı Umutun küçük bedeni. Kaldırmadı. Annesini korumak için hep yaşıtlarına göre büyük olan bedeni zamanla küçüldü. Ve yeni bir kardeşini göremeden gitti.

 

"Kardeşim olursa adını Alya koyun." Derdi her seferinde Nagihan anlamazdı nedenini. Fakat bir tek Semih anlardı. Oğlunun tek oyun arkadaşı Alyaydı. Sessiz oğlu bir tek onun yanında konuşurdu. Bir tek onun yanında çocuklaşır istediği gibi davranmaktan çekinmezdi.

 

Taki Alyanın ailesi eşyalarını toplayıp gidene kadar. Bir anda o neşeli, konuşkan çocuk gitmiş yerine o eski Umut almıştı.

 

"Babacığım." Dedi Semih büyük bir şefkatle. Mezarın yanına çöktü. Elleri buz gibi mezar taşın da gezintiye çıktı. "Geciktim bir az." Mahçupluk vardı sesinde. "Görev uzadı, bir de kardeşlerin çok yoruyor be oğlum." Nasırlaşmış ellerini sıktı acısını gizlemek adına.

 

"Habire kavga ediyorlar. Eren çok hırçın, Alya da çok şımarık. İkisinin arasını yapıcaz diye annenle perişan olduk. Annen hep seni anıyor oğlum." Sessizce unutulmadın demek istedi. Unutun en büyük korkusuydu unutulmak. "Bende öyle hatta kardeşlerin bile. Alya daha küçük olduğundan çok kavrayamasa da varlığından haberdar. Uzaklarda bir abisi olduğunu biliyor."

 

Bir süre sessiz kaldı Semih Alp. Bakışları buraya getirdiği çiçeklere kaydı. Ellerini yavaşça toprak alanda gezdirdi. Çukurlar açmaya başladı. Silah tutup ateş ederken titremeyen elleri şimdi zangır zangır titriyordu.

 

"Bu gün kardeşinin doğum günü." Diye mırıldandı. "Erenin." Gözlerini kapadı Semih. Nagihanla ilk hamilelik haberini aldıkların da bu ana tek sevinemeyen Umuttu. Çocuk dahi olsa farkındaydı herşeyin. O babasının kanından değildi fakat o çocuk babasının kanından olacaktı.

 

Günlerce konuşmamıştı. Bir şey yememişti. Sessizce beklemişti. Nagihan anlamasa da Semih anlamıştı. İkiside aynı kaderi paylaşan iki çocuktu. Sadece birisi büyümüş diğeri çocuk yaşta kalmıştı.

 

Semih anlamıştı oğlunun sessizliğini. Zaten Umut'u bir tek o anlardı. Baba oğul acıları ortaktı. Semih'te bir zamanlar bir Umuttu.Sadece Semih sonra Semih Alp olmuştu.

 

Günlerden bir gün Nagihan hamileliğinden dolayı erken saatte uykuya dalmıştı. Semih evde bulunduğu sayı zamanlarını oğlunun odasında geçiriyordu.

 

Umut genel olarak sakin bir çocuktu. Uslu, asla bakarken yorulmazdın. Semih oğlunu yatağına yatırmış üstünü örterken araların da sessiz bir savaş geçiyordu. Semih konuşması için oğlunun gözüne bakarken Umut acaba ne yaparsam beni sevmeyi bırakmaz, diye düşünüyordu.

 

Semih üstünü örttüğün oğluna dikkat ederek yatağının ayak kısmına oturdu. Yaşıtlarına göre uzun ve iriydi. "İyice uzadın ha." Diye laf attı. "Yakın da beni de geçersin." Geçemedi. Umut sessiz kaldı. O an geleceğimi gördü bilinmiyordu fakat babasını geçeceğine ihtimal dahi vermedi.

 

"Okul nasıl gidiyor?"

 

Düz bir cevap verdi. "İyi."

 

"Derler nasıl?"

 

"İyi." Yalan değildi. Yaşıtlarına göre okuma yazmayı çabuk sökmüştü.

 

"Var mı birileri." Diye çapkın bir sırıtış takındı Semih.

 

Sessiz kaldı. Babasının ne demek istediğini anladı fakat anlamazlıktan geldi. Semih ise almıştı cevabını.

 

"Bana bak söyle kıza vermem ben oğlumu kolay kolay." Umut dik dik Semih'e baktı. "Birtanecik oğluşumu vermem, bir tanem o benim."

 

"Artık öyle değilim." Diye mırıldandı Umut günlerdir içini yiyip bitiren düşüncesini dile getiriken. Mırıltısı oda da yankılanmadı fakat Semih duydu.

 

"O ne demek lan?"

 

Sorusunu duymadı Umut. "Anneme söyliycem seni." Dedi onun yerine.

 

"Ne alaka!"

 

"Küfrettin."

 

"Lan küfür mü?"

 

Sessiz kaldı Umut. Ona göre değildi fakat annesine göre öyleydi.

 

Semih sıkıntılı bir nefes verdi. "Annen beni yataktan atarsa senin yatağın da yatarım." Diye minik bir tehditte bulundu. Nagihan hiç bir zaman böyle bir şey yapmamıştı fakat aralarında bunun espirisi çok geçmişti.

 

Umut bir iri bedene bir de kendisinin bile bazen zor sığdığı yatağına baktı. Tam bir şey demek için ağızını açacağı sıra bedeninde hissettiği kollarla neye uğraşdığını şaşırdı. Annesinden sonran güven duygusunu ilk kez tattığı kollar bedenini sıkıca sarmış sarmalamıştı. Tepki vermedi Umut. Veremedi.

 

Semih'in nasırlaşmış elleri oğlunun saçlarında gezdi. Sırtında dolandı. Huylandığını bildiği halde ensesinde gezdirdi. Umut kıkırdayıp geri çekildiğinde elini ensesine atıp başını öne eğdi.

 

"Ergen triplerinde gördüm seni." Başını eğip oğlunun kafasına hafif bir kafa attı. "Almayayım ayağımın altına, kendine gel." Umut annesinin birer kopyası olan gözlerini babasına dikti. Aralarında sözsüz bir konuşma geçti. Semih oğlumsun, dedi elalarıyla. Oğlunun, dedi Umut yeşilleriyle.

 

Semih aklına gelen anılarla başını mezar taşına yasladı. "Bir canım gitti." Diye mırıldandı. "Geriye kaldı iki." Kızı ve oğlu. Nagihana bir şey olsa can diye bir şey kalmayacağını biliyordu. Bir kaç saniye öyle kalıp düşüncelerini toparladı.

 

Sonra o görünmez zırhını geri giyindi. Dik duruşunu bozmadan çiçekleri toprağa dikti. Sonra mezarlığın akan suyuyla mezarı temizledi. Bir daha ki gelişene kadar oğluna iyi geceler deyip mezar taşına bir öpücük kondurdu.

 

... 

 

 

İçimde yaşadığım duygu karmaşasına bir isim koymaya çalıştım. Kalbimde bir sızı en derinlerime işledi. İçime bir boşluk hissi düşerken bu hissi ortadan kaldıran karşım da ki adamdı. Karan gelir demiştim, emindim kendimden. Gelmemişti. Emin oluşum hayal kırıklığına uğratmıştı. Hayal kırıklığım boşluk hissini yaşatırken karşım da ki adam bu hissinde almıştı.

 

Bakışlarımı çekinmeden yüzüne çıkardım. Yüzün her noktası ezberlemek istercesine detaylıca inceledim. Artık bazı şeylerin farkındaydım. Cihangir beni sandığımdan daha iyi tanıyordu. Hemen aklıma nasıl sorusu geldi.

 

Nasıl?

 

Başımı hafif eğdim. Gözlerimi yavaşça açıp kapadım. Siyah hareleri her zaman ki gibi gözlerime bakıyordu. Aynı şekilde bende ona baktım. Bakışlarımız birbirine bağlıyken birbiriden ayıran tek şey onun gözlerin de olan saf sevgi.

 

Onda olup bende olmayan.

 

Yanaklarımın hafif kızardığını hissettim. Bakışlarımı tekrardan abime çevirdim. Onun hakkında bildiklerim sayılıydı. Hastalıktan vefat etmişti onu biliyordum. Fotoğrafları annemdeydi. Zarar görmemesi adına odasından dahi dışarı çıkarmazdı. Bodrum katta ki kilitli odanın sahibide oydu. Onun odasıydı. Vefatından sonra annem kitlenmiş kimsenin girmesine izin dahi vermemişti. Kokusu geçmesin diye. Abimde abimiz hakkında çok şey bilmezdi ve ya bilirdide bana söylemezdi.

 

Her ailenin kanayan bir yarası olurdu. Alp ailesinin de kanayan yarası Umut Alpdi.

 

Ellerim mezar taşın da gezinirken "Bu da beni nasıl oluyorsa hep buluyor." Diyerek söylendim. Cihangirin abime şıkayet ettim.

 

Hayalim deki süliyeti Cihangirin ensesine bir tane şamar geçirdi. Buruk bir tebessüm oturdu yüzüme.

 

Cihangir sanki şikayet edilen o değilmiş gibi saygıyla eğildi. "Merhabalar." Dedi büyük bir saygınlıkla. Üzerine napacağını bilmediği bir sessizlikle oturduğunda araya girdim.

 

"Cihangir." Bakışlarını bana çevirdi. "Tanıştırayım..." dedim fakat benden önce davrandı.

 

"Abin."

 

Bilmesine şaşırmadım. Benim burda olmamı dahi buluyorsa sandığımdan çok daha şeyler bildiğini biliyordum. Tahmin etmesi zor değildi ve ya daha öncesinden Sevgi teyze-ananesi- söylemiş olmalıydı.

 

"Abim." Elimle annemin itinayla baktığı çiçekleri severken. Aramız da uzun bir süre sessizlik hakim oldu. Bozmak için çabalamadım. O da öyle. Ben abimi izledim o beni. Cebimde ki telefonuma sayısız bildirim düştü. Hiç birine açıp bakmadım.

 

Aramız da ki sessizlik giderek içim deki duygu yoğunluğunu dışa çıkardığın da kendimi sıkmadım. Şu an ağlasam çekinmem gereken birisi yoktu. Göz yaşlarımı yavaşça gün yüzüne çıkardım.

 

"Abi." Diye mırıldandım. Devamını getiremedim. Hıçkırıklar iki dudağımdan akıp giderken ellerimle yüzümü kapadım. İçim de ki duygu yoğunluğunu bir tek böyle dışarı atabilirdim. Sanki o an evrenden bir işaret gelmiş gibi bir anda yağmur bastırdı. Bedenimi kaldırmadım. Yağmur göz yaşlarımı kamufle etti.

 

Ellerimle yüzümü daha sıkı kaparken ağır adımlar hissettim. Tam önümde durdu çok geçmeden. Sonrasından omuzlarıma bırakılan bir kaban. Ellerimi ağırlıkla yüzümden çektim ve siyah harelerle yüz yüze geldim. Önümde çökmüş ellerini hiç bir yerime değdirmeden ceketi omuzlarıma oturtmaya çalışıyordu.

 

Göz göze geldiğimiz de bakışlarımı kaçırdım. "Ağlamadım." Sesim mırıltıdan farksızıdı. "Yağmur damlaları yüzüme çarptı." Bakışlarımı batmak isterk gibi iyice yere indirdiğim de şefkat dolu sesi kulaklarıma vardı.

 

"Sorunlu biri değilsin, kendini öyle görmekten vazgeç Portakal."

 

...

 

Çamura batmış ayaklarımla girdiğim mezarlığın kapısını örterken son kez "Geri geleceğim." Diye mırıldandım. Omuzlarım da ki kabana dikkat ederek taşlık alandan yola çıktığımda bakışlarımı arkam da ki bedene çevirdim.

 

Uykusuzluktan olsa gerek adımlarım dengesizdi. O da fark etmiş olmalı ki her ihtimale karşı bir adım arkamdaydı. Yağmur etkisini dindirmişti. Üstüme bir elbiseden farksız olan kabanı alıp asıl sahibine uzattım.

 

"Teşekkür ederim." Kabanı almadı. Alması adına yüzünün hizasına getirdim. Cıkladı. "Alsana adam."

 

"Alamam." Dedi büyük bir ciddiyetle.

 

Aval aval yüzüne baktım. "Sebep."

 

Cebindeki elini ağırca cebinden çıkardı elin de ki motor anahtarsa parlıyordu. "Seni eve bırakıcam, üşürsün."

 

Üşümem demedim ne kadar dil döksem ceketi benden almayacağı kesindi. Onun yerine "Eve gidemem." Dedim. Başını hafif eğdi. Gözlerime en net bu şekilde bakıyordu. Bende gözlerimi iyice yukarı diktim.

 

Gözlerinden sebebini merak ettiği anlaşılıyordu. Dudakları aralandı ve "Nereye?" Diye sordu. Tekrar bocaladığımı hissettim. Neden diye sormadı, eve gitmeyip ne yapacaksın diye sormadı nereye diye sordu.

 

Omuzlarım yorgun bir şekilde çöktü ve ağızımdan tek bir isim çıktı. "Besteye."

 

Sonrasın da olanlar bir film şeridi gibi hızlıca akıp geçti. Yolun köşe tarafından motoruna gittik. İlk kez motora bineceğim yüzümden anlaşılıyor olmalı ki yüzünde tatlı denebilecek bir tebessüm vardı.

 

Moturun üstüne bıraktığı kaskını alıp bana uzattığından aldım. "Kask takman gerekmez mi?" Göründüğünden ağır olan kaskı tutarken bir yanda ona bakıyordum.

 

"Sakınmam gereken bir canım olsaydı gerekirdi."

 

Bir şey diyemedim. Cihangirin dik duruşunun kendinden emin oluşunun arkasında bir o kadarda öz güvensizliği yatıyordu. Kendini sevmiyordu. Bunda da büyük ihtimal Karanın geçmiş diye bas bas bağırdı geçmişin etkisi vardı.

 

Bakışlarım bir kaska bir de Cihangir'de gidip geldi. Versem takmayacaktı garip bir şekilde inatlaşmadan üzerimde söz sahibi olabiliyordu. Sonrasında gözlerim bileğim de ki şans diye anladırdığım bilekliğime kaydı. Kaskı bir kolumun altına alıp beyaz bilekliği bileğimden çıkardım. Pür dikkat beni izliyordu. Bileklik avuç içimde saklı kaldığında bir anlık duramasadım.

 

Bu duraksamam çok uzun sürmedi. Düşmüş sol bileğinden tutup ovuçlarının içine bilekliği bıraktım. "Bunu tak." Bilekliği bana geri vermesin diye parmaklarını avuç içine sardırdım. "Bu bir şans bilekliği. Seni olup olabilecek her şeyden korur."

 

Düz bir tonda "Sende kalsın." Diye mırıldandı.

 

Başımı iki yana salladım. "Unuttun mu, benim kaskım var." Gözlerimi gözlerine dikmiş yorgun bir gülümseme gönderirken saatler sonra kendimi ilk kez bir tık rahatlamış hissettim. Sözümün üzerine bir şey demedi. Belkide ilk kez karşılık vermeyip çekildi. Motoruna bindiğinde bir kaç saniye sırtıyla bakıştım. Sonrasında kaskı kafama geçirip arkasına yerleştim.

 

"Cihangir."

 

"Portakal." Alya değil Portakal.

 

"Yavaş ve dikkatli sür." Sana bir şey olsun istemiyorum diyemedim. "Korkarım." Motordan çalıştığına dair sesler çıktığında rahat ama bir o kadarda çekingen bir şekilde ellerimi beline sardım.

 

Gerilen gerilen sırt kasları dikkatimi çekse de başımı yana döndürüp sırtına yasladım. Sıcaklığını hissedebiliyordum. Motur yavaş denilebilecek düzeyde ilerledi. Tümseklerde yavaşlamış yürüyen bir insanla kapışacak şekilde yavaş gitmişti.

 

En sonunda meydana geldiğimiz de rahat bir nefes verdim. Başımı yasladığım sırtdan kaldırdım. Motoru binanın giriş kısmına park gelişi güzel park ettiğinde isteksizce ellerimi bedeninden çektim. İnmemi kolaylaştırmak adına ilk kendi indi. Bacağımı inmek için diğer tarafa atacağım sıra uzattığı eli bocalama neden oldu.

 

Gözlerimi saniyelik siyah harelerine değdirdim. Sıcak gülümsemesiyle bakıyordu. Hava da asılı kalan elinin üzerine elimi bırakacağım sıra duyduğum sert fren sesiyle elim asılı kaldı. Cihangir arkasına dönüp bakma gereğinde bulunmazken duran araba direk bakış açıma giriyordu.

 

Arabada ki beden arabadan inerken ellimi elline bırakacağım elim yana düştü. Her attı adımda sarsıntı hissi yaratıyordu. Yüzüm de ki varlığından bir haber olduğum gülümseme asılı kaldı.

 

"Karan?" İsmim sokakta yankılanırken onun gözleri Cihangirdeydi. Beni görmedi. Sert adımları yanımıza geldiğin de durdu. Gözlerin de gördüğüm öfke kendimi ikisinin arasına atmama neden oldu.

 

Karanın öfke kusan suratına Cihangir alaylı bir gülümsemeyle cevap verdi. "Dostum." Dedi en imalısından.

 

Karan başını sallayıp. "Laftan anlamıyor musun yoksa özellikle mi yapıyorsun." Bir saniye duraksadı. Sesin de ki tiksinti gerilmeme neden oldu. Bir anda elini kaldırıp beni işaret etti. "Bu kızdan uzak duraksının neyini anlamıyorsun, dostum!"

 

"Karan." Dedim, beni duymadı.

 

Cihangirin alaylı cıklamasını duydum. "Bu kız mı?" Diye sordu. "Bu kız kim? Benim bildiğim bir adı var."

 

"O adı bilmeyeceksin." Dedi Karan, öfkesi harmanlaşmıştı. Cihangirin dediğine bozulmuştu.

 

"Karan." Dedim tekrar. Duymadı yine.

 

Cihangir tekrar alayla cıkladı. "Tüh." Dedi yapmacıklıkla. "Ben o adı ezbere biliyorum."

 

Zorunlu bir şekilde güldüm. Kahkaha attım. "İyi ne güzel budan sonra adımla seslenirsin manavcı abiler gibi Portakal diye dolanmazsın." Tekrar sahte bir kahkaha attım.

 

Cihangirin bu sefer ciddi cıklaması kulağıma geldi. "Yok, Portakal tercihim." Sırtımı anlık Karana dönüp Cihangir'e baktım.

 

Sus dedi gözlerim.

 

Susmam dedi gözleri. Devamını getirecek gibi olduğunda bakışlarımı ondan çektim.

 

Tekrar Karana döndüm. Gözlerinde ki öfkesi bedenine yansımıştı. Elimi göğüsüne atıp hafif geri gitmesine neden oldum. Fakat o bileğimden sertçe kavrayıp buna engel oldu. Elim aşağı düşerken Karanın "Çekil." Diyen sesini duydum.

 

Canım acıdı o an. Acıyan hızlıca ittiğinden acıyan bileğim miydi yoksa Karanın ilk kez tanıştığım öfkesimiydi, kestiremiyorum.

 

"Çekilmiyorum." Diye mırıldandım. Duymadı beni. Beni duymamasına bu sefer izin vermedim. "Çekilmiyorum Karan!" Öfkeli gözleri sonunda üzerime çekebildiğim de geri adım atmadım.

 

"Çekilmiyorum." Dedim sakin bir tonda.

 

"Napıcaksın?" Duraksadı. Bundan faydalanıp ona doğru bir adım daha attım. Attığım her adım da yer yerinden oynuyordu. Karşım da canımdan çok sevdiğim adam varken kulaklarım da babamın sesi vardı.

 

"Düşmanın dikkatini ancak onun gibi olursan çekebilirsin."

 

Bağırmış çağırmış aynı hırçınlık aynı öfkeyle ona karşılık veriyordum. Babamın da dediği gibi onun gibi olunca dikkatini anca çekebilmiştim.

 

Bir adım atmak daha istediğim de bileğimden sertçe tutuldum. Cihangir'e bırakmasına dair sesleneceğim sıra bileğimi tutan beden önüme geçmiş beni arkasına almıştı. Fakat yanıldığım bir şey vardı. Bileğimi tutan kişi Cihangir değil, abimdi.

 

Eren Alp.

 

Yorgun bedeni dağınık saçlarıyla önüme geçmiş beni ikisinden de saklamak ister gibi arkasına almıştı. Bileğim de ki sert tutuşu olan bastırılmış öfkesini belli ediyordu."Ben size ne dedim." Sesi buz gibiydi. "Aranız da ki olayı kardeşime yansıtmayacaksınız demedim mi?" Abim ikisine yönelik konuşurken hedefi belliydi.

 

Karan.

 

"Abi." Diye mırıldandım. Duydu sesimi bileğim de ki elini bir kere sıktı.

 

Sus demek oluyordu.

 

"Kız ayakta zor duruyor almışsınız aranıza hırpalıyorsunuz. Adamlık mı yaptığınız." Sesi giderek yükseliyordu. "Aramız da ki sorunu naparsanız yapın kardeşimden uzak tutun bu sizi son uyarım. Yoksa yeminim olsun göstermem yüzünü. Alır saklarım alayı gelse bulamaz."Üçü arasın da sessiz bir bakışma geçti. Sonrasında abim ikisine de arkasını döndü.

 

Elaları öfke kusarken bana yansıtmadı. Öfkesini gördüğümü gördü. Gözlerini saniyelik kapayıp açtı sonrasında büyük bir dinginlikle "Eve gidelim abiciğim." Dedi. Bileğim de ki elini elimin içine alıp kolları altına girdim.

 

 

...

Bir sonraki bölüm görüşürüz.🤍

 

Sosyal Medya Hesaplarım:

Tiktok: ladyyniz

Insta: parlakgece_official

 

Bölüm : 12.01.2025 17:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...