3. Bölüm

2.Bölüm

Lady Yazar
ladyynizzz

... 

 

Güzel bir yaz akşamıydı. Semih Alp uzun bir görevden yeni dönmüştü. Uzun süre sonra ailecek bir aralardı. Küçük kız babası yokken abisi ve arkadaşlarının ona öğrettiklerini babasına anlatıyordu, Nagihan hanım çorbaları servis ederken Erende sessizce oturmuş bekliyordu. Kavga etmişti ve arkadaşını fena hırpalamıştı. Çift oğullarının durgunluğunu fark etseler de anlatır deyip çok üstüne düşmemişlerdi. Yemeğin ortasın da çalan kapı ile mutlu an son bulmuştu. Neşeli akşama bomba gibi düşen bir haber. Daha doğrusu şikayet.

 

Oğulunuz benim oğlanı dövmüş.

 

Duyduğu söz ile adeta küplere binmişti Nagihan hanım. Herkes bilirdi ki konu şiddet olunca Nagihan hanımın gözü kimseyi görmüyordu. Erense sessizdi annesinin siniri kimsede yoktu. Sessiz kalmak en makulüydü. Hem konuşursa ağlardı. Zaten ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

 

“Yavrum söylesene neden kavga ettiniz? Neden arkadaşına vurdun?”

 

Annesinin sinirli çıkışına gözlerini diktiği halıdan çekmeden sessiz bir cevap verdi Eren. “Sinirimi bozdu.”

 

Nagihan hanım sinirle ellerini saçlarına geçirdi. Komşularının şikayet üzerine kapılarına gelmesiyle çileden çıkmasına bir falan varken oğlunu cevabı ile iyice çileden çıkmıştı.

 

“Sinirini bozdu diye arkadaş mı dövülür?” diye yükseldi oturduğu yerden. Şiddet Nagihan hanımın kırmızı çizgisiydi. Çocukları dünyayı yaksa sesini çıkarmazdı. Konu şiddet olunca Nagihan hanım için akan sular duruyordu. Sessiz kaldı Eren cevap vermedi. Halının desenlerini incelemeye devam etti. Alt dudağını dişledi, ağlamasına ramak kalmıştı.

 

“Nagihan.” Oğlunun kendini zor tuttuğunu fark eden Semih bey eşinin sakinleşmesi adına koluna dokundu. “Yapmış bir hata dua edelim iki tarafta büyük bir hasar almamış.”

 

Koluna değen eli ittirdi Nagihan hanım. “Arkadaşını dövmüş ya ne duasından bahsediyorsun Semih!”

Yan komşuları ile zaten iyi anlaşamazlardı bu kavga aralarının dahada kötü olmasına neden oldu.

Sinirle baktı eşine. Utanmasa ‘aferin aslanım iyi yapmışsın’ diye madalya takacaktı oğullarına.

 

“Tamam da kızdın kızacağın kadar o aldı dersini hem yarın gider özür diler arkadaşından.” Deyip oğuluna döndü. “Dimi Eren?”

 

Erenden ses çıkmadı.

 

“Oğlum.” Diye uyardı Semih bey.

 

Daha fazla kendini tutamadı Eren. Sol gözünden bir damla yaş aktı. Gözlerini halıdan çekip annesinin yeşil gözlerine dikti. “Sinirimi bozdu bende hak ettiği için dövdüm. Sinirimi bozmasa dövmezdim. Bana kızacağınıza gidin ona sorun ne yapmış diye!”

 

“Sana mı kaldı ceza kesmek, sana mı kaldı hak edene hak ettiği dersi vermek?” diye yükseldi Nagihan hanım. Oğlunun pişman olmayışı sinirini bozuyordu. “Ben sana böylemi öğrettim? Bir şey olduğunda gel bana ben çözüm bulurum demedim mi? Ha cevap ver!”

 

“Nagihan.” Sinirlenip oturduğu yerden kalkan eşini dizginlemek namına uyardı Semih bey.

 

“Ne Nagihan sende biliyorsun şiddet en nefret ettiğim şey. Hadi desem ki pişman, pişman da değil.”

 

Eren göz yaşlarını gizlemek adına halıyı tekrar incelemeye başladı. Bu sırada da tekli koltukta oturan Alya gergin ortamı ürkek bakışlar ile izliyordu. Annesi çok sinirliydi. Annesinden hafif tırstığı için gerçekleri anlatamıyordu.

 

“Gitmiş arkadaşını dövmüş pişman değilim diyor açık açık. Ne yapalım Semih aferin oğlum bir daha ki sefere çenesini de kır ki şikayet edemesin ailesine mi diyim ne diyeyim?”

 

Annesinin sözlerine daha fazla dayanamadı Eren. Yaşların gözlerinden akın ederken koşarak odasına çıktı. Nagihan hanımın kendine seslenmesini ise duymazdan geldi.

 

Ortamdan giden Eren ile Nagihan hanım kendini koltuğa bıraktı. Elini ağrıyan başına attı. Bu sırada da koltukta oturan Alya annesi ve babasının karşısına geçti.

 

“Abim Ardayı sinirini bozduğu için dövmedi.” Dedi dolu gözleriyle. O abisi gibi dayanıklı değildi anında ağlardı. Semih bey ve Nagihan hanımın bakışları kızlarını buldu. “Arda ben paten kayarken kolumdan çekip yere düşürdü. Kalktığımda da omzundan ittirdi tekrar yere düştüm abim gördü özür dile dedi dilemedi sonra abimi de itti o zaman abimde dövdü. Hasan abide vardı o da gördü olanları.” Burnunda ki sümüğü kıyafetinin yakası ile sildi. “Abime kızmayın beni korudu sadece. Babam koru dediği için. Kızma abime anne.” Deyip ağlayarak abisinin peşinden ilerledi.

 

Odasının olduğu kata geldiğin de odasına girmek yerine yan odaya, abisinin odasına girdi. Eren arabalı yatağının üzerinde oturmuş duruyordu. Kardeşin kapıyı çalmadan odaya girmesiyle ona baktı. Ağlamaktan ikisinin de yüzü kızarmıştı. Eren yatağa birkaç kere vurdu. Alya mesajı almıştı. Ağlayarak abisinin yanına gidip ona sarıldı. Eren kardeşini kolları altına aldı.

 

Babası her kız gibi kahramanıydı abisi ise koruyucu meleğiydi.

 

... 

 

 

Maç başlayalı dakikaları geçmişti. İkisi de birbirine adam akıllı vuramamıştı. Abimin ismini söyleyenlerle Noir ismini söyleyenler eşitti. Abimin adamın yumruğundan kaçarken zorlandığını yüzünden anlayabiliyordum. Ne kadar onları izlesem de aklım adamın gülüşündeydi. Yüz hatları o kadar sertti ki gülümsemesini beklemiyordum. Fakat sert mizacının aksine gülümsemek ona yakışıyordu.

 

Yanımda haraketlilik hissettiğim de bakışlarım Karanı buldu. Benim gibi kollarını balkonun demirliklerine yasladı. Hafif öne eğilip kafalarımızın eşit hıza da olmasına neden oldu. Burnumu talan eden mentol kokusu ile gözlerimi kapamamak adına dudağımı dişledim.

 

“Abin istese rahat maçı alır.” Dedi bana bakmadan. Tüm ilgisi maçtaydı. “Rakibinin sol kolu hasarlı savunma yaparken kaçırıyor.” Bakışlarımı ondan çekip kafese çevirdim. Dikkatli bir şekil de Noir denen adamı inceledim. Adı gibi simsiyahtı. Birkaç saniye dövüşmelerini izledim. Abim sol koluna sert bir yumruk geçirdiğin de çenesi kasıldı. O abimin aksine vurmak yerine kendini koruyordu. Abim de kaçan kovalanır taktiğini uyguluyordu.

 

“Bu maç berabere biter.” Diye mırıldandı Karan. Dibin de olmasam duymamam imkansızdı. Birkaç dakika sessizce maçı izledik. Barış abi Besteye yeni savunma hareketleri öğretirken Beste yine bir an olsun her şeyi unutup büyük bir ciddiyetle Barış abiyi dinlemeye başlamıştı. Onların bu özel anına dahil olmak istemediğim için önüme dönüp onları arkam da bıraktım.

 

Maç dakikalarca devam etti. Ne abim kazanabilmişti ne de Noir. Hakemin düdüğü çalması ile birbirlerinden uzaklaştı ikili. Karanın dediği gibi berabere bitmişti. Karan bu sahneyi yadırgamadan yaslandığı yerde diklendi. Geri kafese baktığım da abim ve Noir el sıkışıyordu. Abim yapmacık bir gülümseme atıp kafesten çıktı. Noir abimin seri adımları aksine sakin adımlarla kafesin kapısına kadar geldi sonrasın da maç başlamadan yaptığı gibi gözlerini tek tek yeşillik alanda gezdirdi. Son olarak tekrar göz göze geldi. Ve tekrar gülümsedi.

 

Noir bana gülümsedi. İkici kez.

 

Bir yabancıya göre gülümsemesi o kadar içten o kadar sıcaktı ki… Gözlerimi ondan kaçırdım. Büyük ihtimal bir daha birbirimiz görmeyecektik fakat içimde ona karşı anlamsız bir merak vardı. Derin bir nefes alıp tanımadığım bir adamın aklımı talan etmesine engel oldum.

 

“Hasan abi ne zaman çıkacak?” Soru attım ortaya. Beste ve Barış abi ikilisi hala birbirleri ile itişiyorlardı. Onlara göz devirip Karana baktım. “Ne oldu, sıkıldın mı?” diye sordu mavilerini yeşillerim ile birleştirirken.

 

Evet çok sıkıldım hatta boğaldım, uykum geldi, acıktım daha sayayım mı?

 

“Hayır merak ettim sadece.” Kolundaki saatine göz attı.

 

“Çıkar bir azdan.” Daha fazla üstelemeyip itişen ikiliye baktım. Beste yüzündeki gülümsemesi ile Barış abinin saçını çekerken Barış abinin bu andan çok keyif aldığını söyleyemezdim. O, Bestenin saçlarında olan ellerinden kurtulmaya çalışırken canım arkadaşım Barış abiye ağızının payını veriyordu.

 

Dakikalar sonra Barış abi yolunmuş tavuğa dönerken Beste sanat eserine gururlu bir bakış atıp yanıma geldi. Elimi uzattığım da beşlik çaktı. Barış abi hamurdanarak soluklanırken biz bu halinden büyük keyif alıyorduk.

 

Bu sırada balkondan içeriye giren abim ile tüm bakışlar onu buldu. Yüzü hafif dağılmıştı fakat büyük bir hasar yoktu. Anında yanına adımlayıp omuzuna bana öğrettiği gibi bir yumruk geçirdim. “Ben sana dayak yiyip gelme demedim mi?” yumruğumu umursamadan kolunu omzuma attı. Ağırlığının bir kısmını üzerime verirdi.

 

“Ne dayak yemesi kızım.” Dedi omuzlarını dikleştirirken. “Görmedin galiba adam anne deyip ringden çıkacaktı.”

 

“Yo görmedim ne zaman baksam dayak yiyordun.” Elini enseme atıp beni kendinden uzaklaştırdı. Onla inatlaşmaktan büyük zevk alsam da sonu benim için hiç iyi bitmiyordu.

 

“Doktora götürmek farz oldu desene, gidelim de baksın şu gözlerine.” Eli hala ensemdeyken burun kıvırdım.

 

“Gözlerini kıskanıyorum diyemiyorsun da bozuk doktora götürelim diyorsun ha.”

 

“He Alya dünya da başka çift göz kalmadı senin yeşilini kıskandım he.” Dediğinde ciddiyetle başımı salladım.

 

“Şimdi sende haklısın abiciğim dünyanın yüzde 2 si yeşil gözlü kıskanmamak elde değil.” Diğerleri bu halimize gülerken abim ne günah işledim diye söyleniyordu. Ah sen doğarak en büyük günahı işledin demek istesem de sustum. Beni onun gazabından koruyacak babam henüz yoktu, annem desem üç lafından ikisi oğlum. Boş yere can sağlığımızı riske atmaya gerek yok.

 

Abim elini ensemden çektiğinde anın da yanında uzaklaştım. Abim de bu sırada Barış abinin yolunmuş saçlarını yeni fark ediyordu. “Ne oldu lan sana kız kavgasından mı çıktın?” Barış abi, abime cevap vermeden önce Besteye imalı bir bakış attı.

 

“Yok, tavuğun biri ile dalaştık da.” Gülmemek adına dudaklarımı dişledim. Besteye korkumdan bakamıyordum. Eminim ki Barış abinin kendisine tavuk demesine sessiz kalmayacaktı.

 

Salak abim gözlerini kırpıştırıp “Tavuk?” diye sordu. Barış abi başını salladığın da Beste sinirle yerinden fırladı. Tutsam bende ateşinde yanacağım için hiç elleşmedim.

 

“He tavuk bildin mi?”

 

“Oğlum burada tavuğun ne işi var?”

 

“Onu henüz bizde çözemedik.” Dedi Barış abi. Abim konuyu uzatmayıp Karanın yanına adımladı. Gelirken getirdiği çantasını omuzlarından indirip yere bıraktı. Bu sırada bende Beste olay çıkarmasın diye kolundan tutuyordum.

 

“Alya gözünü seveyim bırak da kim tavukmuş şuna göstereyim.” Beste sinirle kulağıma fısıldarken başımı iki yana salladım. Sırıtarak bize bakan Barış abi sinirlerine hiç iyi gelmiyordu.

 

“Sus şuradan gidelim sonra ne istersen yaparız.” Diye fısıldadım kulağına. Bana sinirli bir bakış atıp önüne. Bir süre sonra bir şey yapmayacağından emin olunca elimi kolundan çektim. Bakışlarım abimlere kaydı. Karan ile maç hakkında konuşuyorlardı. Abim demese de maçı alamadığı için canı sıkkındı. Yüzünden belli oluyordu.

 

İlerleyen dakikalarda içerisi yavaş yavaş boşalırken biz de Hasan abinin çıkmasını bekliyorduk. Eski kalabalıktan eser kalmamıştı. Beste ve ben kendi aramızda boksörleri puanlarken abimlerde kendi aralarında konuşuyorlardı. Derin bir muhabbete dalmışken içeriye giren takım elbiseli bir adamla konuşmalarımız yarı da kesildi.

 

Orta yaşlarda sakallı kel bir adamdı gelen. Elinde cam fanus vardı içinde ise siyah minik kağıtlar. “Hayırdır?” diye ayaklandı abim. Adamın yanına ilerlerken adam elinde tuttuğu fanusu abime uzattı.

 

“Patron gönderdi son maçı herkes bir kağıt seçip neresi geldiyse orada izleyecekmiş.” Abimin çatılan kaşları bu durumu beğenmediğini belli ediyordu.

 

“Bu nereden çıktı?” adam bilmiyorum manasında omuz silkti. Abim elini yüzünde gezdirip bir bana bir de adama baktı. Burayı en az oda güvenli bulmuyordu ve başıma bir şey gelmesinden korkuyordu. İçini rahatlatmak adına gülümsedim.

 

“Eren istersen gidebiliriz.” Dedi Karan. Bakışlarımı abimden çekip ona diktim. Mavileri koyulaşmıştı abimin başını sallayıp buradan gidelim demesini bekliyordu.

 

Beste “Ne gitmesi be.” Deyip ayaklandı. Barış abi durması için kolundan tutmaya çalıştı fakat geç kaldı. Beste çoktan adam ve abimin arasına girmişti. Adam cam fanusu Besteye doğru uzattı. Beste uzatılan fanusa elini daldırıp siyah kağıtlardan birini çekti.

 

“Beste!” Barış abi abimle adamın arasından Besteyi alıp kendine çekti. Beste bu durumu pek ciddiye almayıp merakla kağıdını açtı. Gözleriyle kağıdı tarayıp kendisine sinirle bakan Barış abiye uzattı. “Neresi burası bilmiyorum.” Dedi masumca. Barış abi sesli bir nefes alıp kağıda baktı. Bu kadardı işte Barış abinin Besteye olan siniri bir dakika sürmüyordu.

 

Abim elini cam fanusa daldırdığın da yanına adımladım. Kendinkine bakmadan seçmem için bana baş salladı. Elimi cam fanusa daldırıp bir tane aldım. Çektiğim kağıdı merakla açıp içine baktım.

 

Mavi 21.

 

Benden sonra Barış abi ve Karanda seçti. Adam 15 dakika içinde herkesin yerlerine geçmesini söyleyip yanımızdan ayrıldı. Abim kendi seçtiği kağıdı açarken yanıma gelen Karanla ona baktım.

 

“Nere çıktı?” cevap vermek yerine kağıdı ona uzattım. Kağıdı ellerimden alırken tenime temas eden parmakları dokunduğu yeri yakıyordu. Gülümseyip ona bakarken o dikkati kağıttaydı. “Seni ben bırakırım bende yeşil alanda olacağım.”

 

“Neden mavi, kırmızı ve yeşil olarak ayrılmış bura?” geldiğimizden beri deli gibi merak ettiğim soruyu sordum. Bu sırada Beste ve Barış abi yanımızdan ayrılmıştı. Abimde sorduğum soruyu duymuş fakat ses etmemişti.

 

“Buranın sahibinin verdiği bir kural. İzlemeye gelenler mavi bölgeye, zamanında olay çıkarıp ismi alınan kişiler kırmızı bölgeye, yeşil bölgeye ise sadece davetli kişiler girebilir.”

 

Bulunduğumuz yere göz gezdirdim. Balkonların hepsi yeşildi. Peki biz neden buraya davet edilmiştik, bildiğim kadarıyla abimler sıradan bir boksördü. “Neden buraya davet edildiğimizi soruyorsan bunu henüz bizde bilmiyoruz.” Dedi abim aklımdaki soruyu yanıtlarken. Konuyu uzatmamak adına başımı salladım.

 

“Siz nerelerdesiniz?” abim elinde tuttuğu kağıdı göreceğim şekilde çevirdi. Kırmızı 18deydi. Farklı bölgelerde olacaktık. “En azından bir süre benden uzaksın.”

 

“Çok heveslenme maç bittiği an yakandayım.” Gülümsememi gizleme gereğinde bulunmadan Karana döndüm. Almam için seçtiğim kağıdı bana uzattı. Ondan alıp bakışlarımı abim ve Karan arasında gezdirdim. Hangisi beni götürecekti.

 

“Ben yeşil bölgedeyim.” Diye mırıldandı Karan. Gözlerimi ona diktim o ise abime bakıyordu. “Alya yı ben bırakabilirim.” Abim başını salladı. O önden biz de arkasından çıktık. Bir yerden sonra abimle ayrılmıştık. Karanla baş başa kalmamız ile yersiz heyecanım bedenimi hapsetti.

 

“Yeşil bölge balkonlar olmuyor mu?” diye sordum aramızda ki sessizliği bozmak adına. Yerden bakışlarını çekip bana döndü. Mavileri bir süre yüzümde dolaştı sonra gözlerini çekip önüne döndü.

Cevap vermemesi ile konuşmaktan vazgeçtim. O konuşmuyorsa bende konuşmazdım. Sessizce mavi denilen bölgeye geldiğimiz de beni bırakıp yanımdan ayrıldı. Karanın dengesiz hallerine alışık olduğum için onu pek takmadım.

 

Cebimdeki telefonun titremesi ile elime cebime alıp telefonu çıkardım. Abim mesaj atmıştı. Bildirimin üzerine tıkladım. Yazdıklarını okurken yüzümde bir gülümseme oluştu.

 

Anamın oğlu:

Napıyorsun?

Yanında bir var mı?

Karan itine dedim ki maç başlayana kadar yanın da dur durdu mu?

Alya!

Biri bir şey derse anında beni ara.

 

Siz:

Ne yapacaksın ben arayınca?

Eskisi gibi dövecek misin?

 

Anamın oğlu:

Oraya gelip laf atana bir çay kahve ısmarlayacağım.

Ne yapacaksın ne demek ya

Gelip tabiki de dövücem.

 

Siz:

Ya adam seni döverse?

 

Anamın oğlu:

Yavaş.

Beni dövecek daha anasının karnından çıkmadı.

Bi bok yapamaz bana.

 

Siz:

Bak şu an inandım.

 

Anamın oğlu:

Geç sen dalganı.

Telefonun açık olsun.

En ufak şeyde beni ara.

 

Siz:

Dalga denizde olur, bebeğim.

(Görüldü)

Profil resmin neden gitti.

(iletilemedi.)

Ya abi.

(iletilemedi)

Yine mi engelledin.

(iletilemedi)

 

Sinir bozukluğu ile telefonu kapayıp kucağıma fırlattım. İlk engelleyişi olmadığı için artık şaşırmıyordum fakat bu durum sinirlenmeme engel değildi. Başımı elime yaslayıp maçın başlamasını bekledim. Uykum vardı, açtım ve en önemlisi en yakın arkadaşım tanımadığım bu yerde benden en uzak noktadaydı. Lanet maçı izleyip eve gitmek istiyordum. Bir daha yalvarsalar da buraya gelmezdim.

 

Kollarımı göğsümde birleştirdim. Yanımda bir haraketlilik hissettiğim de yan gözle bakacağım sıra kapanan ışıklar ile oldum yerde dikleştim. Işıklar birçok kez gidip geliyordu. Karanlıktan korkmuyordum fakat aynı durum bura için geçerli değildi. Işıklar kesilince cam olmayan burası zifiri bir karanlığa bürünüyordu. Kucağımda ki telefonuma uzanıp anında açtım. Ekranın ışığı bir an için içimi rahatlatırken yanımda oturan adamın yüzünü hala net göremiyordum. İri biriydi belki de abim gibi boksördü. Birkaç saniye içinde ışıklar tekrar açıldığın da rahat bir nefes verdim. Bu sırada gözüm kafeste takılı kaldı.

 

Hasan abi karşısında ki rakibi ile konuşuyordu. Adamın sinirden kızaran yüzünden Hasan abinin adamı laflarıyla dövdüğünü anladım. Hasan abi gülümserken bir anda adam Hasan abinin üzerine yürüdüğünde Hasan abi omuzlarını dikleştirdi. Hakem ve birkaç kişi adamı tutarken Hasan abi büyük bir zevkle adamı izliyordu. Başımı iki yana sallayıp gülümsedim. Birkaç dakika sonra adam sakinleştiğinde hakemin düdüğü çalması ile maç başlamıştı. Adam hücum yaparken Hasan abi vurmuyor kaçıyordu.

 

“Beni de böyle izledin mi, portakal?” yabancı olduğum sesle bocaladım. Gözlerim ağır ağır yan tarafımda ki adama döndü. Kemikli yüzü, gamzeli çenesi, kara saçları ve koca karanlığı içine hapsetmiş gözleri… Şaşkınlık duygusu birkaç saniye içinde bedenimi ele geçirdi. Yüzünde ki gülümsemesiyle bana bakıyordu. Noir bana gülümsiyordu, tekrar.

 

“Efendim.” Dedim uzun süren sessizliğimi bozmak adına. Kara gözleri yeşillerimi talan etmişti. Gözler konuşur derler ya onun gözleri konuşmuyordu, gülümsüyordu. Dili ile alt dudağını ıslattı. Gülümsemesi bir an olsun azalmıyordu.

 

“Beni de ringdeyken böyle mi izledin?” bakışları ile kafesi gösterdi. “Dikkatlice, her adımı ezberlemek ister gibi.” Saniyeler akıp geçerken gereksiz samimiyetinin nerden geldiğini sorgulayamadım. Sersemlemiştim. Sert mizacının aksine konuşması da aynı gülümsemesi gibi sıcaktı, içtendi. Yaşı yirmilerinin başların da gibiydi. Sesi sertti fakat konuşurken yumuşak tutmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

 

Kendimi toparlamak adına boğazımı temizledim. Oturduğum yerde dikleştim. “Tanışıyor muyduk?” diye sordum en sonunda. Tanıştığım birçoğu erkek yüzümü incelerken o gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

 

“Soru sorabilmem için illa tanışmamız mı gerek Portakal?” soruma soruyla cevap verdiğin de cevabımı almıştım. Daha önce tanışmıyorduk. Onu sadece birkaç dakika önce abimle dövüşürken görmüştüm. Mahlası Noirdi aynı kara gözleri gibi. Onun hakkında bildiklerim bu kadardı.

 

“Portakal deme bana benim bir adım var Noir.” Ona ilk kez mahlası ile seslenme ile kara gözleri mümkün olabilirmiş gibi daha da koyulaştı. Sert çıkışım yüzünde ki gülümsemesinin genişlemesine neden oldu. Beyaz dişleri gülüşü arasından parklarken başını yana yatırdı.

 

“Peki madem adın ne?” dedi sonra cevap vermeme izin vermeden cıkladı. “Ne kadar kabaca bir hareket, birazcık daha nazik olabilirim.” Aynı benim gibi oturduğu yerde dikleşti. “Merhabalar isminiz nedir küçük hanım?” başını iki yana salladı. “Bu da olmadı, çok klişe.” Tatlı çabasına gülümsedim. Dışardan bakıldığında üç kişiyi tek seferde rahat dövebilecek adam ciddi bir şekilde ismimi nasıl daha nazik sorabileceğini düşünüyordu.

 

“Alya.” Dedim onu daha fazla uğraştırmamak adına. Etrafta olan gözleri yeşillerimi buldu. “Adım Alya, Alya Alp.” Gülümsemesi donuklaştı bir şey demedi. Sessiz kalışı ile bakışlarımı kaçırıp kafese baktım. Hasan abi kaçmayı bırakmış adama yumruklarının tadını denettiriyordu.

 

“Benim adımı sormayacak mısın?” diye sordu sessizliğini bozup. Ona bakmadan omuz silktim önemsemediğimi belli etmek adına. Yalan, vallahide yalan billahi de yalan. “Bu hiç nazik bir hareket olmadı.”

 

Başımı döndürmeden kısa bir süre ona baktım. “Tüh ne yaparsın ben senin kadar nazik değilim demek ki.” Dedim alayla.

 

“Oysaki ben bir İstanbul beyefendisiyim.” Aynen dercesine başımı salladım. “Centilmenlik akıyor kanımdan.” Diye şarkıdan alıntı yaptı. Pabucumun centilmeni dedim içimden.

 

Açlıktan guruldayan karnım kendini belli ettiğinde Noire söylenmeyi başka bir zamana bıraktım. şahsen şuan çok açtım. Tek istediğim eve gidip annemin yaptığı kısırı yemekti.Büyük ihtimal sabah misafirler için yaptığı kısırı yediğim için evde bana kırk takla attırıcaktı. Ama ne yapıyım açım!

Telefonuma gelen mesajla uygulamaya girmeden üsten okudum.

Anamın oğlu:

Maç birkaç dakikaya biter.

Ben yanına gelene kadar bir yere ayrılma.

Telefon ekranını kilitleyip kucağıma geri bıraktım. Salak bu çocuk madem engeli açıcaksın niye engelliyorsun. En son ben engelliycektim o olucaktı. Her huysuz olduğumda yaptığımı yapıp kollarımı göğsüm de bağladım.

Açım, uykusuzum ve açım. Aç olduğumu söylemiş miydim? Söylemediysem hatırlayım, açım.

“Portakal” diye seslendi Noir. Adımı söylememe konusunda inatçıydı. Fakat bilmediği bir şey vardı ben ondan daha inattım. “ Turuncu kafa.” Dediğinde sinirle ona döndüm.

“ Ben sana ismimi söyledim artık biliyorsun ne diye mahlasımmış gibi Portakal Portakal diye sesleniyorsun?!”

Sinirli halim daha çok gülmesine neden oldu. “ Biliyorum fakat sana bakınca Portakal demekten kendimi alı koyamıyorum.” Ağzıma gelen yaratıcı iltifatları saymamak adına derin bir nefes aldım. Sonra verdim. Rahatlamadım tekrar aldım tekrar verdim.

Ak bok Alya.Ak bok. Aktan boktan şeylere sinirlenip kendimizi yormaya gerek yok. Ak bok.

“Bu kadar sinir bünyeye zarar ha haberin olsun.” Sinirle güldüm. Hatta kıkırdadım. “ Şimdide delirdin.” Benim gülüşüme karşılık o alayla konuşuyordu. “ Neyse sen deli ben zırdeli.” Gülen ifadem bir anda durdu “ Ne o zırdeli sen mi olmak istiyordun?”

“ Hani İstanbul beyefendisiydin sen, hani naziktin ne oldu şimdi deli diyorsun bana.” Sinir bozucu gülümsemesi bir an olsun yüzünden ayrılmadı.

“ İstanbul beyfendisiyim zaten.” İç geçirdim. En içten iltifatlarımı söylemek vardı. Kahrolası karizmatik yüzüne söylemek vardı. Ah ah.

“ İstanbul beyfendilerine hakaret ediyorsun.” Demekle yetindim. Etrafta gözlerini gezdirip siyahlarını yeşillerimle buluşturdu. Çenesinin köşesinde ben var o kadar küçüktü ki gülünce yok oluyordu.

“ Aslında oldukça kibarımdır, centilmenimdir, nazikimdir.” Sondaki imasını göz ardı ettim. Bunları söylerken alaylı hali yok olmuştu. Ciddiydi. “ Herkese karşı öyleyimdir fakat bir kişi hariç en çok onla konuşurken kibarımdır, en çok ona karşı centilmenimdir ve sadece ona karşı nazikimdir. Bilmem anlatabildim mi portakal?”

Nagihan'ı çıldırttıktan sonra Eren ve Alya.

Sosyal Medya Hesaplarım:

Tiktok:ladyyniz

İnstagram:parlakgece_official

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.01.2025 22:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...