


...
Mutsuzdu küçük Alya. Çok dertliydi. Bir daha hiç mutlu olamayacakmış gibi hissediyordu. Babası görevden gelip ona tek boynuzlu at dahi getirse mutlu olmazdı. Mutsuzdu çünkü hayal kırıklığına uğramıştı. Mutsuzdu çünkü kandırılmıştı. Mutsuzdu çünkü abisi onu bırakıp arkadaşlarına gitmişti. Evde tek başına oturmuş sıkıntıdan patlamak üzeriydi. Uyandığında abisiyle uğraşmayı düşünürken abisinin odasına girdiğinde kendisini karşılayan boş yatakla dünyası başına yıkılmıştı.
Annesi mutfakta kendince tatlı yaparken Alya koltukta tepe taklak oturmuş abisine yapacaklarını düşünüyordu. İlk babasının aldığı Beşiktaş formasını yırtmayı düşünmüştü öylede yapacaktı fakat sonunda dayak yerdi, biliyordu. Anın da vazgeçti bu düşünceden. O abisine ne yapacağını düşünürken kapı çaldı.
Mutfakta olan annesinin kapıya bakması için ona seslenmesiyle yattığı yerden oflayarak kalktı. Hem dışarı çıkamıyordu hem de annesi tüm işleri ona yaptırıyordu! Kapı tekrar çaldığında homurdanarak açtı. Kapıyı açtığında karşılaştığı yüz ile asık suratı anında düzeldi. Karan gelmişti. Elinde piknik sepeti vardı. Gür koyu kahve saçlarını taramış, üzerine en şık kıyafetlerinden birini giymişti. Alya ile bulaşacaktı öyle sıradan kıyafetler giyemezdi.
"Kim gelmiş kızım?" İkili birbirlerine bakarken içerden gelen Nagihan hanımın sesiyle Karan ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Kapının hemen solunda kalan mutfaktan görünmesi zor olmamıştı.
"Ben geldim Nagihan teyze." Diye mırıldandı. Burayı ne kadar ikinci evi olarak görse de ister istemez çekiniyordu. Yapısın da vardı zaten çekingenlik. "Annem parkta yememiz için birkaç şey hazırladı da Alyayı da gelebilir mi?" bu sırada elinde olan hasırdan yapılmış piknik sepetini gösteriyordu.
"Eren nerde canım?" diye sordu Nagihan hanım. Oğulları evden çıkarken Karanlarına gideceğini söylediğini hatırlıyordu. Karan mavilerini kaçırdı. Eren diğer arkadaşları Barışa gitmişti. O gelirken Alyayı da getirmesini istemişti fakat Eren her yerde kendisine bela olan kardeşini evde bırakmıştı.
"O parkta bizi bekliyor." Aklına ilk gelen yalanı söyledi. Yalanda sayılmazdı pek. Eren, Barış ve Hasanla meydan da ki parkta oynuyorlardı. "Akşam geç olmadan getiririm, söz." Nagihan hanımın izin vermeyeceğini düşünen Karan panikle konuştu. Nagihan hanım oğlanın bu haline gülümseyip başını salladı.
Nagihan hanımın izin vermesiyle Karan rahat bir nefes aldı. Mavilerini içinde bir ormanı saklayan yeşillerle buluşturdu. Omuzlarına gelen küçük kızın kızıl saçları taramadığından olsa gerek kabarmıştı. Üzerinde pembe benekli pijamasıyla kendisine alık alık bakıyordu.
"Karam." Dedi Alya. Karan değil, Karam. Az önce annesiyle olan konuşmasına çok odaklanamamıştı. O yüzden neden geldiğini bilmiyordu. Karan gözlerini küçük kızın beline gelen saçlarından çekti. "Neden geldin?"
"Gelen misafire öyle denir mi Fıstık?" diye sitem etti Karan. "Hadi hazırlan parka gidiyoruz. Piknik yapıcaz."
"Piknik mi?" oldu yerde zıplayıp çığlık attı küçük Alya. En son piknik yaptıkların da babası sürpriz yapıp gelmişti belki bu seferde öyle gelirdi. "Babam da mı gelicek?"
Karan parlayan yeşillere bakarken ilk ne dediğini anlayamadı. Sonrasın da eskide olanlar aklına düştüğünde kendini suçlu hissetti. O kendi babasının gitmesi için her gece yaratıcıya dua ederken karşısın da ki küçük kızın gözlerin de gördüğü baba hasretiyle içi burkulmuştu.
"Hayır." Dedi fakat pişman oldu. Yeşiller anında dolmuştu. "Ama sana çok güzel süprizlerim var." Küçük kızın ağlamaması için teselli verdi. Dışardan ne kadar rahat görünse de ecel terleri döküyordu. Küçük kızın ağlamasını hiç istemiyordu. Ağlamaması için elinden ne gelirse yapardı.
"Ne?" dedi küçük kız. Suratı asılmıştı. Bir an her şeyi unutup haftalardır görmediği babasının geleceğine inanmıştı. İşte böyle zordu asker çocuğu olmak. Daha küçük yaşta fedakarlık yapmak gerekiyordu.
Kapının ağzında dikilmek yerine salona doğru adımladı Karan, Alyada peşinden geldi. "Piknik yapacağız ve en sevdiğin oyunu oynayacağız." Küçük kızın soluk yüzüne duyduklarıyla renk geldi.
"Yerden yüksek mi oynayacağız?" Karan hiç sevmediği oyunu burun kıvırarak başını salladı.
"Evet hatta ebe ben olacağım." Küçük kız sevinçle ellerini birbirine çarptı. Yerden yüksek küçük kızın en sevdiği oyundu. Bu oyunu ilk öğrendiğin de herkesin kendisiyle oynaması için o kadar darlamış ki oyunu sevenler bile küçük kızdan sonra oyundan nefret etmişlerdi.
"Hadi gidelim." Karanın koluna yapışıp onu sürüklemeye çalıştı. Karan kolunu küçük kızdan kurtarıp başını iki yana salladı. "Yaa neden?"
"Üstünü değiştir gel senide kapıda bekliyorum."
Alya Karana karşı hiçbir zaman baş kaldıramadığı için boyun eğip odasına doğru yola koyuldu. O üstüne bir şeyler giyinirken Karan Nagihan teyzesine veda edip evden çıktı. Evin bahçesinde çok uzun sayılmayacak bir süre kadar küçük kızı bekledi. Alya üstüne rahat ettiği şortlu takımını giyip evden çıkmıştı. Başında annesinin zorla taktığı mavi şapkası vardı. Ağustos ayının başında oldukları için hava bir hayli sıcaktı.
Karan küçük kız yanına gelene kadar onu izledi. Geldiğin de sağ elinde tuttuğu sepeti sol eline alıp küçük kızın minik elini sağ eliyle sardı. O zamanlar temas seven küçük Alya sesini çıkarmadı.
"Karam." Diye seslendi Alya ezbere bildiği sokakta yürürken. Yine Karan değil, Karam.
"Fıstık." Alya değil, Fıstık.
"Bana neden öyle sesleniyorsun?"
Karan minik bir omuz silkti. "Sen neden bana öyle sesleniyorsun?" Dudak büzdü küçük kız. Karan ona en sevdiği çikolatayı -karam- hatırlatıyordu. Ve ne zaman buluşsalar ona hep en sevdiği çikolatayı arıyordu. Yeşillerini iri bedenin üstünde gezdirdi. Sevdiği çikolataya dair bir iz aradı fakat yoktu. gözleri elinde ki sepette birkaç saniye takılı kaldı. Belki sepetin içindedir, diye içinden geçirdi. Alya biliyordu Karan ona hep alırdı ve asla almayı bırakmazdı.
Parka gelene kadar Alya okulda öğrendiklerini, mahallede ki çocuklarla oynadığı oyunu ve bir çok gereksiz bilgiyi Karana anlattı. Karan büyük bir dikkatle kızı dinledi. Arada sorular sorup oyunlarını bozan çocukların eşkâlini aldı. Akşam eve gitmeden önce çocuklarla özel olarak birde kendi ilgilenecekti.
Parka geldiklerinde Alya salıncakta sallanan abisi görmesiyle Karanın elini bırakıp yanına gitti. Karan annesinin hazırladığı sepeti bırakmak için çardaklardan birine adımladı. Eren mutlu, huzurlu ve özellikle sessiz geçen günün sevinciyle sallanırken onu bu güzel rüyasına giren karabasanıyla tüm mutluluğu, huzuru ve sessizliği yok olmuştu. Kız kardeşi kollarını göğüsünde birleştirmiş kırmızı görmüş boğadan farksız kendisine bakıyordu. Duvara toslamış gibi hissetti.
Ayaklarını yere sürtüp salıncağın hızının yavaşlamasını sağladı. Yan salıncakta sallanan Barış arkadaşı için sela okurken Hasan kulaklıklarını kulağına takıp gereksiz gürültüden sıyrıldı. Bazen yanlarında neden bulunduğunu çokça sorguluyordu.
"Abi." Diye ürkütücü bir sesle seslendi Alya. Eren sertçe yutkundu. İçinden geçirdi: keşke kulaklarım duymasaydı, keşke gözlerim görmeseydi, keşke şuan var olmasaydım.
"Bebek." Dedi Eren. Sallandığı salıncak durmuş, ayakları yere sağlam basıyordu. Ellerini salıncağın demirliklerinden çekip hafif ayaklandı. Fakat çok geç kalmıştı. Sevgili kız kardeşi soluğu burnunun dibinde almıştı. O daha ne olduğunu anlayamadan saçında el hissetmişti.
"Seni babama diycem." Diye tehditlerine başladı Alya. "Bilgisayarını kırıcam, ayakkabılarını köpeklere vereceğim." Ve Ereni can damarından vuran sihirli sözcüğü söyledi. "İmzalı formanı yırtıcam."
"Alya sakın." Demek istedi fakat Alyanın eline doladığı saçlarını çekmesiyle cümlesi yarıda kesildi.
"Banane beni tek bırakmasaydın sende."
İki kardeş olayı tatlıya bağlayana kadar kavga etmişti. Bu sırada Barış ve Hasan Karanın annesinin hazırladığı piknik sepetinden bir şeyler yemişti. Hasan başka bir şey var mı diye sepete bakmak istediğinde Karan izin vermemişti. İki kardeş kavgalarını sonlandırıp arkadaşlarının yanına gittiklerinde Alya Karanın boğazına yapışmıştı. Yerden yüksek oynamak için.
Karan, Alyanın ısrarlarına daha fazla dayanamamış tıkınan arkadaşlarını bir lafıyla oyun oynamak için sıraya dizmişti. Söz verdiği gibi ebe kendi oldu. O sırf Alya istiyor diye Ereni ebeledi Eren Barışı, Barış Alyayı. Dakikalar akıp geçerken Alyanın Hasanı ebelemesiyle Hasan oyunu terk etmiş bu şekilde oyun sona ermişti.
Alya susadığını söyleyip çardağa su içmeye giderken Karanda peşinden ilerlemişti. Küçük kız eline gelen ilk şişeden su içerken Karan sepete doğru adımladı. İçini açıp sabahtan beri vermek istediği çikolatayı eline aldı. Karam.
Alya pet şişeyi dudaklarından çektiğinde önüne gelen cisimle duraksadı. Bir elin sahibine bir de cisme baktı. Ve gülümsedi. Bu gün hiç mutlu olmadığı kadar multu oldu. Karan elinde en sevdiği çikolatayı tutmuş ona uzatıyordu. Alacağını biliyordu Alya. Karanın uzattığı çikolatayı alıp birkaç saniyede hepsini bitirmişti. Karandan gelecek olan son çikolatası olduğunu bilmeden.
...
Uzun boyu, kara saçları, kara gözleri ve eksik olmayan gülümsemesi ile Noir içeriye girdi. Şaşkınlık bedenimi ele geçerirken o onu her gördüğümde baktığı gibi gülümsüyordu. Gözlerini ilk sefer ki kadar uzun bir süre üzerimde tutmamıştı. "Buda büyük torunum Cihangir." Gözlerini tekrar gözlerimle birleştirdiğinde gülümsemesi milimetrik daha da arttı. Noir bana gülümsüyordu, üçüncü kez. Ve bu gülüşünün altında birçok şey yatıyordu.
Şaşkınlık, afallama, sersemleme. Bu üç duyguyu aynı anda sadece tek bir adamın yanında yaşıyordum. Dakikalar birer su misali akıp geçerken benim bu üç duygum geçmek bilmiyordu. Bir daha görmem dediğim herif burnumun dibinde bitmişti. Sevgi teyzenin sözlerinin ardından bakışlarım yanımda oturan abime kaydı. Yüzünde herhangi bir duygu kırıntısı bekledim. Ne bir düşmana hissedilen öfke nede bende ki şaşkınlıktan vardı. Bakışlarında onun burda olduğu hakkında bir duygu kırıtışı aradım fakat o etrafa 'açım' bakışları atıyordu.
Cihangir. İsmi hafızama kazıdım. Kazımam gerekti. O gün yanıma oturması, sarfettiği imalı sözler ve bu gün aynı alayla karşımda olması, tesadüf değildi. Karşılaşmamızın hepsine tesadüf der çekilebilirdim, konuyu kendi içimde kapatabilirdim. Yapmadım. Kolaya kaçmak olurdu. Şüpheyle annemle selamlaşan adama baktım. Dışardan bakıldığında sporla ilgilendiği belli oluyordu. Bu karşılaşmalarımızın illa bir nedeni vardı, öyle değil mi?
Aklıma birkaç ihtimal gelirken rahatsızca yerimde kıpırdandım. Yanımda oturan abimin bakışları bana kaydı fakat ona dönmedim. Annemle kısa bir diyalog kurup koltuklardan birine oturan adama baktım. Dik omuzları sarsılmam imajı çizerken gülüşü kendini sempatik hissettiriyordu. Baştan aşağı süzdüm o günkü haliyle şuan ki hali arasında farklılık aradım. O günde gülümsüyordu. Bu günde gülümsüyordu. Arada tek fark o gün sadece bana bakarken gülümsüyordu bu günse bana sunduğu gülümsemesini herkese sunmuştu.
Sevgi teyze torununa övgü sözlü bir cümle söyledi. Cihangirin siyah hareleri kısıldı ve o an tekrar göz göze geldik. Simsiyah gözleri kaçmak istesem saklanacağım ilk yer olurdu. Bakışları derin ve anlamlıydı. Bir kez daha emin oldum Cihangir beni tanıyordu. Kim olduğumu, o gün neden maça geldiğimi çok iyi biliyordu. Nasıl bildiğini sorgularcasına yüzüne baktım. Cevap alamadım alamazdım da zaten. Sorularımın cevabı Cihangirde saklıydı.
"Kınalı kuzum neden bir şey yemiyorsun?" Diye sordu Sevgi teyze. Bakışlarımı Cihangirden çektim, oysa bakışlarını çekmedi. Balının birkaç dakika önce önümüze koyduğu tabağa baktım. Dalgın olmamdan mı bilinmez iştahım kaçmıştı.
"Çok yedim, bu günlük affet sultanım." Aklıma ilk gelen yalanı söyledim. Normalde yediğim için ısrar etmedi. Annemin benden bağımsız soru yöneltmesiyle ikili derin bir sohbete dalarken bakışlarımı abime çevirdim. O imalı bir şekilde Cihangire bakıyordu. Cihangir abime alaylı gülümsemesini gönderip yanında oturan kız kardeşin omzuna kolunu attı. Balın yoldan dolayı yorgun olsa gerek başını abisinin göğsüne dayadı.
"Cihangirimde çok şefkatlidir, bir karıncayı bile incitemez. Kardeşlerine karşıda çok korumacıdır." Sevgi teyzenin torunu öven sözleriyle abimle bakışlarımız birbirini buldu. Bir Cihangire birde Sevgi teyzeye baktık. Aynı kişiden mi bahsediyorduk.
"Aynen." Dedik aynı anda. Sadece biz, ikizler ve Cihangir duymuştu. İkizler sırıtırken Cihangirin homurdandığını duydum.
"Ya ne güzel." Dedi annem. Sonra bir bana bir de abime baktı. Bakışlarında ki kınama az sonra bize laf sokacağının habercisiydi. "Bende acaba ne zaman birbirlerini öldürürler de rahatlarlar diye düşünüyorum." Ve bingo Nagihan Alp lafını çaktı.
"Aşk olsun anne." Dedik aynı anda. Diğerleri halimize gülerken annem bize susun bakışları atıyordu. Sustuk. Saatin geç olmasıyla kalktık. Hepsi kapıya kadar eşlik ettiğinde evden ilk çıkan ben oldum. Benim arkamdan abimde çıktı.
"Birgün kahvaltıya beklerim." Diye davette bulundu annem. Sevgi teyze geleceğinin sözünü verdi. Herkesle tek tek vedalaşırken en sona Cihangir kalmıştı. Yiğitle temas kurmadığım gibi onlada kurmadım. Ben yarım yamalak görüşürüz derken o bastırarak görüşeceğimizi ima etmişti.
Eve geçtiğimizde annem uykusu olduğunu söyleyip odasına çekilmişti. Abimle iyi geceler dileyip odalarımızın bulunduğu kata çıktık. O odasına geçerken bende peşinden ilerledim. Aklımda ki birkaç sorunun cevabını onda bulabilirdim. Peşinden odasına girmememi hiç yadırgamadı.
"Nasıl yardımcı olabilirim?" dolabına ilerlerken sorduğu soruyla bakışlarımı ona çevirdim. Neden bura da olduğumu en iyi o biliyordu. Yatağına kurulup rahatça oturdum.
"Cihangir oydu değil mi?" dolabından eşofman seçip bana döndü. "Maçta dövüştüğün adam, Noir." Babamın kopyası olan elaları bayık bayık bakıyordu.
"Evet, o."
"Sevgi teyzenin torunu olduğunu biliyormuydun?"
"Evet."
"Önceden tanışıyorsunuz yani?"
"Evet."
"Arkadaşmısınız?"
"Evet."
"Ama ringde hiç öyle durmuyordu."
"Olabilir." Dedi sonra ofladı. Abim sorgulanmada nefret ederdi ve şuan onun damarına basıyordum. "Gitsene sen, uykum var uyucam."
"Daha sorularım bitmedi." Diye direttim. "Mesela birbirinizi tanıdığınızdan neden annemlerin haberi yok?" Beni takmadı. "Bir şey demeyecekmisin? Elinde tuttuğu kıyafetini yatağın üzerine bırakıp bir anda koluma yapıştı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan ben sürgüleyerek odadan çıkardı.
Engel olmaya çalıştım. Çabam boşunaydı. Beni bir yavru kediyi gibi kapının önüne koydu. "İnan hiç konuşacak kafa da değilim iyi geceler." Ve ısrar etmeme izin vermeden suratıma kapıyı kapadı.
...
"Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim."
Bu cümle benim gibiler için birer can simidiydi. O kişinin sizi sevebilme ihtimali... hayali bile kalbimin hızlanmasına neden oluyordu. Sevmesi değil sevme ihtimali. İhtimali bile bir imkan dahilindeydi. Aşk buydu işte onu severken birçok kez hayal kırıklığına uğrar, acı çekerdiniz, yaşamak için bir cümleye tutunurdunuz. Ama severdiniz yine de. Aşk cehennemin içinde cenneti yaşatırdı. Şikayet etmezdiniz, edemezdiniz. Hayal kırıklıkları ve acılar onun bir bakışıyla son bulurdu. Bir cümlesiyle iyileşirdi.
Ellerimin arasında ki çikolataya baktım. Karam. Küçükken ne çok yerdim. Sadece Karanın aldıklarını. Şimdiyse yıllardır ağızıma sürmüyordum. İçimde ki küçük kız onun almasını bekliyordu. Belki yıllar olmuştu yemeyeli ama inat etmiştim. O almadığı sürece yemeyecektim.
Elimde tuttuğum çikolatayı reyona geri bıraktım. Boşta kalan elimi elime ilk gelen çikolataya attım.
Laviva. Bir değil birkaç tane daha alıp sepete attım. Sabah erkenden dershaneye gitmiştim, akşama doğru eve geçerken anlık gelen çikolata kriziyle soluğu markette almıştım. Elimdekilerle kasaya geçtim, ücretimi ödeyip marketten çıktım. Evde abimden gizlediğim aburcubur stoğum bitmişti yenilemem gerekmişti. Abimden gizlememin sebebiyse benim bir ayda tükettiğim onun bir saatini bile almıyordu.
İki cips birkaç paket jelibon ve sayısız çikolata vardı. Paket bir tık ağırdı fakat taşınılmayacak kadar değildi. Ezbere bildiğim sokaklarda arkamdan gelen adım sesleriyle duraksadım. Adımlarım yavaşlarken hafif başımı çevirip arkama baktım. Gelen tanıdıktı. Yüzünden hiç ayırmadığı gülümsemesiyle Cihangir hızlı adımlarla yanıma geliyordu.
Önüme dönüp ilerlemeye devam ettiğimde yanıma gelmesi uzun sürmemişti. Yandan kısa bir bakış atıp onu süzdüm. Boyunun uzun olduğunu biliyordum fakat dibime girdiğinde çenemi hafif yukarı kaldırmak zorunda kalacağımı tahmin etmiyordum. Çenemi hafif kaldırdım. Dağınık saçları üstünde rahat ettiği eşofman takımıyla gülümseyerek bakıyordu. Siyah gözleri renginin aksine gözlerinin içi parlıyordu.
"Nedir seni bu kadar güldüren?" aklımda ki soruyu daha fazla içimde tutamayıp sordum. Bu sırada yan sokağa geçmiş beraber yürüyorduk. Bakışlarımı ondan çekip cevabını bekledim.
Cevabı çok gecikmedi. "Gülümsememi neden merak ettiğini sorabilir miyim?" soruma soruyla cevap verdi. Bakışlarımı ona değdirmeden başımı iki yana salladım. "Sevdiğim biri gülümsemenin bana yakıştığını söyledi." Başımı çevirmeden bakışlarımı yüzüne çıkardım. Kemikli yüzü gülümsemesiyle beraber geriliyor çenesinde ki gamzeler gün yüzüne çıkıyordu. Ve kim dediyse doğru demişti ona gülümsemek yakışıyordu. Bunu ona söylemedim.
"Sen neden gülümsemiyorsun?" gözlerimi gözleriyle birleştirirken sorduğuyla duraksadım. "Eminim sana da gülümsemek çok yakışıyordur."
Bir cevabım yoktu. "Bilmem." Dedim en dürüst halimle. "Hem bence sen çok gülme. Malum fazla gülümsemek yaşlanınca kırışıkların fazla olmasına neden olur."
Dediğime alaylı bir bakış attı. elini keskin çenesine atıp düşünüyormuş gibi davrandı. "Şimdi hayal ettimde." Islık çaldı. "Fena olurmuşum."
"Bela olmada." Egosunu indirmek adına laf attım. Evin olduğu sokağın başına gelmiştik. Sanki anlaşmışız gibi ikimizin adımlarıda yavaşlamıştı. "Senden her halta burnunu sokan bir dede olur."
"Dede mi?"
"Evet dede beğenemedin mi?"
Cıkladı. "Nine sen olacaksan ben dede olmaya razıyım." Dediğinde duraksadım. Benim gibi o da duraksadı. Ben yüzüne 'sen ne dedin' diye bakarken o 'ne dedim ben şimdi' bakışları atıyordu. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes alıp verdim. Evden sadece birkaç adım uzaktık. Aramız daki mesafeyi açıp hızlıca bahçe kapısına yöneldim.
"Görüşürüz Portakal."
"Adım Alya." Diye düzeltim onu. Bir şey demedi, sırtım ona dönük olduğu için yüz ifadesi kestiremiyordum fakat adım kadar emindim ki sırıtıyordu. Bahçe kapısının demir kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeriye girip kapıyı Cihangirin kafasında kırmak istercesine sertçe kapadım.
Belki bu dileğim bir gün gerçek olurdu.
...
Eve geldiğimde kapıyı açan abimle şaşırmıştım. Babam evde olmadığı süre boyunca hep eve geç gelirdi. Erken eve geldiği günler sayılıydı. Babamın annem kadar katı kuralları yoktu fakat hep belirli bir saatten sonra herkesin evde olmasını istiyordu. Bu bize koyduğu sayılı kurallardan biriydi ve abim inatla bu kuralı çiğniyordu. Bense her görevden geldiğinde inatla babama şikayet ediyordum.
İçeriye geçtiğimde abimin neden evde olduğunu çok iyi anlamıştım. Barış, Hasan ve Karan üçlüsü bizim salona dizilmişlerdi. "Mahşerin dört atlısı toplanmış." Demeden kendi ala koyamadım.
"Hoşbulduk." Yapmacık gülümsemesiyle cevapladı Barış abi. Bakışlarımı Hasan abi ve onun arasında gezdirirken köşede ki koltukta oturan bedene değdirmiyordum. Gömecektim içimde ki duyguları. Beste ne dediyse haklıydı. Şimdiden kendime dur diyemezsem gelecekte kendime hiç diyemezdim.
Yanlarında çok oyalanmadan yukarı çıktım. Odama vardığım da ilk işim camdan dışarıya bakmak oldu. Neden bilinmez fakat içimde bir dürtü vardı. Perdenin arkasından gözlerimi karşı bahçede gezdirdim. Aradığımı bulmam uzun sürmedi. Cihangir telefonda birisiyle konuşuyordu. Konuşuyordu ve gülümsemiyordu. Dudağım kıvrıldı. Sonunda maskesini indirebilmişti. Artık kimle ne konuşuyorsa elini sinirle siyah tutamlarına daldırdı.
Camdan uzaklaştım. Kafamı boşaltmak adına telefonumdan rasgele bir müzük açıp telefonu yatağın üzerine bıraktım. ilk üstüme rahat bir şeyler giydim, günün sonunda yağlanan saçlarımı sıkı bir topuzla topladım. Akşam yatmadan duş alıcaktım.
Sırt çantamdan dershanede çözdüğüm denemeyi çıkarıp masanın üzerine bıraktım. kontrol etmiştim fakat yanlışlarıma daha bakmamıştım. Odayı dolduran müzik sesiyle birleşen kapı tıklatılmasıyla bakışlarım kapıya kaydı. Kimse gelmesi için komut verdim.
"Bebek." Diyerek içeriye abim girdi. kapıyı kapatıp kendini yatağıma attı. sorgularcasına yüzüne baktım. "Parka gideceğiz, gelecek misin?"
"Kim, kim."
"Bizim çocuklar Beste ve ekstira olarak Sevgi Teyzenin torunlar. İstersen gelmeye bilirsin."
Teklifini görmezden geldim. "Sevgi teyzenin torunlar ne alaka?"
Dudak büzdü bilmiyorum manasında. "Barış ısrar etti. O Cihangirle birkaç kere konuşmuş kafa çocuk felan dedi." Gözlerimi kırpıştırdım. Ne zaman karşılaşsak her seferinde sinirimi hoplatan adamdanmı bahsediyorduk.
"Yani ne bileyim." Diye mırıldandım. Aklım oraya gidersem Cihangirle karşılacağım da değildi oraya gidersem Karanla aynı ortamda bulunacaktım. Onu görecektim. O fark etmese de bakışlarımı ona değdirip kimseye yakalanmadan geri çekecektim. Sevgini bazen kendinden bile gizlemek zordu, çok zordu. Kalbim git derken aklım dur diyordu. Kalbim biz her zaman Karana gideriz, tüm yollar ona çıkar derken aklım verdiğin sözü unutma diyordu.
"Bana bir söz ver Alya, aşık olacağın adam çevremden kimse olmasın. bu sözü ver ve ömrünün sonuna kadar tut."
Vermiştim o sözü. Karana olan hislerimi bilmeme rağmen vermiştim. Eğer o sözü vermeseydim şu an ki halimiz hiç olmazdı. Hem sevdadan vazgeçebilirdin ama aileden geçilmezdi. Ben abimden vazgeçmemiştim fakat sevdama da dur diyememiştim. Dur demek yerine içimde gizli saklı yaşamıştım. O sözümden sonra Besteye söyleyip söylememek arasında çok kararsız kalmıştım. Gerçekleri yüzüme vuracaktı ve yapmıştı da. Ben anlatmamıştım kendi anlamıştı. Çok belli ediyormuşum.
Madem bu kadar belli ediyordum niye kimse beni görmüyordu? Karan ona olan hislerime niye bir cevap vermiyordu. Hayırda bir cevaptı ama Karan beni büyük bir bilmezliğin içinde bırakıyordu. Peki ya abim. O görmüyordu çırpınışlarımı ona verdiğim sözü bozmamak için.
"Alya?" abimin endişeli sesi kulaklarıma vardı. Yere düşen bakışlarımı ona çevirdim. Babamın kopyası olan elalarıyla göz göze geldik. "İyi misin?" soruyu sorarken kendi içinden iyi olmam için dualar ettiğini biliyordum. Dibi gördüğüm o anda hep yanımda o vardı. O ve Beste.
Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim. Yüreğime oturan öküzü yok saydım. "Hayatımda olmana rağmen mükemmelim." Alaylı bir bakış attı. "Geleceğim galiba ama bir şartla."
"Ne istiyorsun?" gerilmişti.
"Meydan da ki parka gitmeyelim, arka tarafta ki parka gidelim." Meydan da ki parkı oldum olası sevmezdim. Çok kalabalık oluyordu her yerden bir velet fırlıyordu.
Rahat bir nefes verdi. Gevşedi. "Bir an canımı isteyeceksin sandım."
"Ne yapayım be ben senin canını." Diye çemkirdim. Beni duymadı, oturduğu yerden kalkıp odanın çıkışına doğru adımladı.
"Çok konuşma hazırlan gel şimdiden söyliyeyim çok beklemem."
"Bekleme sanki nereye gideceğini bilmiyorum."
"Sus bacaksız." Son sözlerini söyleyip odadan tüydü. Göz devirdim. Boyum hiçbir zaman bana sorun olmamıştı fakat aynı durum abi ve babam için geçerli değildi. Evet boyum babamın da gözüne batıyordu. Sırf boyum bir az daha uzasın diye beni bıçak altına bile yatırabilirlerdi.
Üzerimi değiştirme gereğinde bulunmadım. Sadece yüzüme renk gelmesi açısından hafif bir allık geçtim. Birkaç fıs parfüm sıktım. İki boynuma üç üstüme arkama iki fıs tüm vücuduma gelecek şekilde birkaç fıs daha.
Telefonumu yanıma alıp odadan çıktım. Aşağı inerken Besteye parkta buluşacağımızı bilgilendiren bir mesaj attım. Haberi olduğunu söylemişti birkaç dakika ya evden çıkarmış.
Aşağı indiğimde ilk Hasan abiyle göz göze geldim. Safire kaçan yeşilleri bu ortamdan ne kadarda sıkıldığını belli ediyordu. Hasan abiyi hiçbir zaman anlayamıyordum. Abimleri sevdiğini biliyordum fakat her zaman kendini geri çekiyordu. Benim gibi o da temas sevmiyordu fakat onun bu özelliği çocukluktan geliyordu. Buna hem cinside dahil kimseyle temas etmiyordu.
"Sana görüşürüz demiştim." diye geçen ki konuşmamızı hatırlattım. Yüzünde mimik oynamadı. Abim ve Barış abi nedeni bilmediğim bir konu üzerine tartışıyorlardı. Okyanus mavilerinin sahibinin bakışlarınıysa üzerimde hissediyordum.
"Bende mümkünse görüşmeyelim dedim."
"Ama görüştük." Dedim.
"Ne yazık ki." Mutsuzca söylediklerine burun kıvırdım.
"Hah geldin mi?" abimin beni fark etmesiyle ayaklandı. Barış abiyle itişmekten alnına düşen saçlarını eliyle geriye taradı. "Bizde çocuklarla konuştuk biz önden gideceğiz onlar sonradan gelecek."
"Park nerde biliyorlar mı?" diye sordum. Park izme bir yerdeydi. Bu yüzden genelde boş olurdu.
"Cihangir buraların çocuğu bakma turist rolü kestiğine en az sen ben kadar iyi bilir buraları."Bir az geçmişi sorguladım. Küçüklüğümden Cihangir ve ikizlere dair bir anı aradım fakat yoktu. küçükken takıldığımızı sanmıyordum zaten. benim Beste ve Karandan başka arkadaşım yoktu.
Birkaç dakikada evden çıktık. Abime annemin nerde olduğunu sordum. Meydana indiğini söyledi alışveriş yapacakmış. Meydan evimizden bir tık uzak olduğu için Bestenin gelmesini bekledik. Beste gelene kadar kendimi oyalayıp arkamda ki bedene bakmamaya çalışmıştım. İnatla onla göz teması kurmamamı sorguluyordu. Yanlarına geldiğimden beri gurubun en sessizi Hasan abiyle bile konuştum fakat ona tek kileme dahi etmemiştim.
Beste yanımıza geldiğinde bakışlarım Barış abiye kaydı. Beste elinde tuttuğu anahtarı Hasan abiye uzatıp bir şeyler anlatırken Barış abi pür dikkat Besteyi izliyordu. Her hareketini aklına kazımak ister gibi bakıyordu. Bakışları rahatsız edici değildi. Bu bakışlardan Bestenin hiçbir zaman haberinin olamayacak olması yaralayıcıydı. Bakışlarım parkta yememiz için hazırlanan poşete kaydı. Şeffaf poşetin içinden browniler belli oluyordu. Gözlerim karam aradı her zaman ki gibi yoktu.
Beste Hasan abiyle konuşmasını sonlandırıp yanıma geldi. Anında koluna girip erkekleri geride bırakacak şekilde önden ilerledik. "Bir şey mi oldu?" diye kulağıma fısıldadı. "Senin ki deminden beri seni izliyor." Dedikleri kalbimi hızlandırdı fakat içimde karşı bir suçluluk duygusu hissettim.
"Bırakıyorum Beste." Diye mırıldandım. "Bizden olmaz dediklerinde haklıydın. Bu söz benim öylesine birisine verdiğim bir söz değil. Abime verdiğim söz." Dediklerimden sonra daha konuşmadık. Parka gelene kadar ikimizde sessizliğimizi koruduk.
Boş parktan içeriye girdiğimizde büyük masalı çardaklardan birine ilerledik. Poşeti taşıya Barış abi içinde kileri çıkarmadan önce masaya örtü serdi. İçinde kileri çıkarırken bu sefer bakışlarım Besteye kaydı. Umursamaz durmaya çalışsa da gözleri bir şey arıyordu. Barış abi son olarak poşetin içinden browni çıkarıp Besteye uzattı.
Barış abinin sessiz oluşundan modunun yerinde olmadığı anlaşılabiliyordu. Besteyi kolumla dürtüp bakışlarının beni bulmasını sağladım. Gözlerimle Barış abiyi işaret edip ne oldu manasında göz kırptım. "Bilmiyorum ama ne olduğunu tahmin edebiliyorum." Diye fısıldadı Barış abiye bakarken.
"Ne?"
"İş konusunda Rıza amcayla tartışmışlar galiba."
Barış abinin ailesi baya varlıklı insanlardı. Şuanlık 5 farklı otogalerileri vardı. İstanbul da olanla Barış abi ilgileniyordu fakat Rıza amca Barış abinin Ankara da ki galerinin başında durmasını istiyordu. Ailesinin her dediğini onaylayan Barış abi bu isteklerini reddetmişti. Buradan gidemezdi bura da kalmasına neden olan çok büyük bir sebep vardı.
"Alya." Dedi Beste. "Bir şey yap güldür şu huysuz gorili."
"Şebek miyim ben?"
"Bir şey yap güldür şu herifi. Sessiz kalmasına konuşmasından daha da çok nefret ediyorum."
"Onu şuan ki halinden bir tek sen çıkarabilirsin." Dedim. Omuzlarını düşürüp dalgınca etrafı inceleyen Barış abiye baktı. Onları yalnız bırakmak adına diğer çardakta oturan üçlünün yanına ilerledim. Yanlarına vardığımda abimin yanına oturup başımı omzuna yasladım. Saat altıyı geçmişti ve benim sabahın yedisinden beri ayakta olduğumu düşünürsek bayılmamam mucizeydi.
Tam karşımda oturan bedenle daha fazla dayanamadım. Bakışlarımı yüzüne çıkarıp onu izledim. Yanın da oturan Hasan abiyle konuşuyordu. Keskin yüz hatları her konuştuğunda geriliyordu. Koyu kahve saçları düzenliyidi. Hasan abiyle olan konuşmasına kendini kaptırdığını kesmediği göz temasından anlıyordum.
Hasan abinin abime soru yönelmesiyle bakışlar bizi buldu. Hasan abi abimle göz teması kurarken Karan mavilerini yeşillerimle birleştirmişti. Gözler konuşur derler, gözler yalan söylemez derler fakat Karanın gözleri hep susuyordu. Baktım gözlerimle anlatmaya çalıştım, bir dilek hakkım olsa onu ne kadar çok sevdiğimi bilsin istedim. Beni anlasın istedim. Sözlerimle sevdiğimi belli ettim sağır oldu, gözlerimle anlattım bir tek bana kör oldu. Oysa ondan tek isteğim beni bu bilinmezliğin içinden çıkarmasıydı.
Bakışmamızı bölen parka giren kardeş takımıydı. İlk gözlerini çeken ben oldum. Bakışlarım gelenlere kaydı. İkizler önde arkasından Cihangir geliyordu. Üstünde siya tişörtü altında siyah pantalonu vardı. Kombinini siyah deri ceketiyle tamamlamıştı. Yüzündeki gülümsemesini söylememe artık gerek yoktu, alışmıştınız.
İkizler Beste ve Barış abinin olduğu banka ilerleyecekleri sıra abimin seslenmesiyle adımları buraya döndü. Balın üstünde çiçekli elbisesiyle telefona bakarak yanımıza gelirken Yiğit aynı abisi gibi yüzündeki haylaz gülümsemesiyle buraya geliyordu.
Çardaktan içeriye giren Balınla ayaklandım. Benimle beraber diğerleride ayaklanmıştı. Kısa bir selamlaşma faslından sonra yerlerimize geri oturduk. Balın benim yanıma onun yanında da Yiğit oturdu. Cihangirse tam karşıma gelecek şekilde Karanın yanına oturdu. O etrafa gülücükler atarken yanında oturan adam kendisine en kıl bakışlarını atıyordu. Bu görüntü yüzümde bir gülümsemenin oturmasına neden oldu.
...
Cihangir ve ikizler sandığımın aksine ortama çok kolay adapte olmuşlardı. Balın kendini herkesten geri çekiyordu fakat Yiğit öyle değildi. Eğlenceli kafa dengi bir tipti. Kardeş takımının gelmesinden sonra Beste ve Barış abi ikiliside yanlarımıza gelmişti.
Barış abinin eski halinden esir kalmazken Beste yürüyen canlı bomba gibiydi. Artık aralarında ne geçtiyse Barış abi dik dik Besteye bakarken canım arkadaşım gözlerini ona değdirmiyordu.
Beni asıl şaşırtansa zamanında Cihangirle Hasan abinin yakın arkadaş olmasıydı. Sadece yazları İstanbul'a gelen Cihangirin zamanla İstanbul'a bile gelmemesiyle aralarına mesafeler girmişti.
Marketten aldıklarımızı yerken konu bir anda eskilere gelmişti. Bestede dahil hepsi kardeş takımına ne kadar inatçı bir tip olduğumdan bahsetmişti. İnat, dedim dedik ve mızmızmışım.
Abim, "Uğraşmayın kardeşimle." Dediğinde beni savunacağını sanarken o devamın da "Susmazsanız ağlayacak." Demişti.
Her şeyden bağımsız oyunlar hakkında konuşuyorduk. Herkes sevdiği oyunu anlatırken ben tabiki de kendimi tutamamıştım. Şimdiyse herkesi yerden yüksek oynamak için ikna etmeye çalışıyordum.
Oyunu oynamaya ilk ve tek Cihangir ikna olmuştu. Onun zoruyla Balında el kaldırırken Yiğit eğlenceli olur demişti. Beste ben ne dersem arkamda durduğu için cepteydi. Geriye abi takımı ve Karan kalmıştı. Barış abiye teklif etmeme gerek kalmadan Beste var diye kabul etmişti.
"Hasan abii." Elini kaldırıp beni susturdu.
"Şimdi hayır desem kafamı sevmeye devem edeceksin." Başımı salladım, yapardım. "Tamam oynarım."Sevinçle el çırpıp abime döndüm. Ortamdakiler halime gülüyordu.
"Abiş."
"Hayır desem ne yaparsın?" Diye sordu bıkmışca.
"Ağlarım." Dedim ikna olması adına. Ki buruşan yüzünden ikna olduğunu anlamıştım.
"Bebektin ağlıyordun, çocuktun ağlıyordun belki büyür susarsın sandım ama nerde." Onu duymazdan gelip bakışlarımı mavilere çevirdim.
"Ben öyle kolay ikna olmam." Dedi Karan gözlerimin içine bakarken.
"Bilmem mi!"
"Teklif alayım Fıstık." Gözlerimi herkesin üstünde gezdirdim tek tek. En son ona tekrar çevirdim.
"Ne istiyorsun?"
Dudak büzdü. Ne isteyeceğini biliyordu fakat açık açık söylemiyordu."Benim restoranda garsonların hepsinin hastalanacağı tuttu. Tüh!" Dedi yapmacıklıkla.
"Tüh." Dedim aynı yapmacılıkla. "Şimdi müşterilerle kim ilgilenecek."
"Dimi bende onu düşünüyorum." Bir şey hatırlamış gibi gülümsedi. "Aklıma ne geldi. Acaba diyorum seni bir günlüğüne benim restorana mı alsam?"
"İtiraz hakkım yok dimi?" Başını salladığından omuzlarımı düşürüp onayladım. Geçen yıl öyle bir hata yapmıştım ve ertesi üç gün ayakkarımı hissetmemiştim.
"Herkes tamam o zaman?" Gözlerimi herkesin yüzünde gezdirdim. İnkar eden çıkmadı. Koskaca adamlardır fakat hepimiz kendi içimizde çocuk olarak kalmıştık. Bu çocuksu yanımızı sadece birbirlerimizin yanında gösteriyorduk.
"Ebe kim?" Yiğidin sorusuyla tüm bakışlar onu buldu.
"Sorduğuna göre çok heveslisin abim." Dedi Cihangir. Yiğit dudak büzüp inkar etmeye çalıştı fakat çok geçti. Topluca Yiğidi ebe yapmıştık.
"Burda ona kadar say sonra başla." Yiğide oyun kurallarını anlatıktan sonra son söylediğimde hepimiz koşarak çardağı terk etmiştik. Tek bir kişi hariç. Hasan abi yere değen ayaklarını yerden kaldırıp uzattı. Sonrasında başını geriye atıp gözlerini kapadı.
Ben, Beste ve Balın kendimizi kaydırağa atarken Barış abide peşimizden gelmek istemişti."Barış abi yer yok git başka yere ya!" Tepeme çıkmak istercesine ayağını kaydıra atarken pes edip kaydıraktan indim.
Yiğit sayma işini bitirmiş abimi kovalıyordu. "Siktir git lan küçük Güneş!"Yiğit inatla abimin peşinden ilerlerken kahkaha attım.
Bende ebelenmemek adına salıncağa ilerledim. Ayaklarımı oturma yerine basıp düşmemek adına demirliklere tutundum. Yan salıncakta benim gibi dikelen Cihangiri sonradan fark ettim.
"Kopamıyorsun dimi benden?" Diye sordu. O benle göz teması kurmaya çalışırken ben Beste ve Barış abiyi kovalayan Yiğide bakıyordum.
"Pardon?"
"Bir şekilde hep ben sana gelmeden yanımda oluyorsun Portakal." Neden bana geliyorsun diye sorabilirdim, neden senin yanına geleyim diye üste çıkabilirdim fakat yapmadım.
Onun yerine "Adım Portakal değil Alya!" Demeyi tercih ettim. "Öğrenemedin bir türlü."
"Öğrenemediğimi nerden çıkardın. Belki ben Portakal demeyi tercih ediyorum."
"Adımı koyan babamın kemikleri sızladı." Diye mırıldandım. Dediğimi sadece ben duymuştum. O konuşmaya devam edeceği sıra yanımıza gelen Yiğitle sustu.
"Kurallarını unuttunuz galiba hatırlatayım. Bir dakikadan fazla bulunduğunuz yerde duramazsınız." Dedi Yiğit.
"Konuşuyoruz görüyorsun dimi? Daha ne diye burnumuzun dibine giriyorsun?"
"Aşk olsun abi gelmesemiydim?"
"Evet."
Onlar abi kardeş tartışmaya girdiklerinde hızlıca salıncaktan inip taktıravalliye çıktım. Yiğit peşimden gelmek yerine Barış abiyi döven Bestenin peşine gitmeyi tercih etmişti.
"Beste Yiğit geliyor!" Diye bağırdığımda geç kalmıştım. Bestenin yukarı çıkabilecek yer yoktu ve Yiğidin onu ebelemesine az kalmıştı. Beste herkesi şaşırtan bir çeviklikle dövdüğü Barış abinin sırtına atlayıp bacaklarını beline doladı.
Yiğit onun yerine dona kalmış Barış abiye dokunup hızla uzaklaştı."Barış beni ebelersen aldığım bütün brownilerin çöplerini sana yediririm." Barış abi ses vermedi. Beste bu halinden faydalanıp Barış abinin sırtından atladı ve koşarak yukarı çıktı.
...
Kafamı boşaltmak adına telefonumdan rasgele bir müzük açıp telefonu yatağın üzerine bıraktım. ilk üstüme rahat bir şeyler giydim, günün sonunda yağlanan saçlarımı sıkı bir topuzla topladım. Akşam yatmadan duş alıcaktım.
Sırt çantamdan dershanede çözdüğüm denemeyi çıkarıp masanın üzerine bıraktım. kontrol etmiştim fakat yanlışlarıma daha bakmamıştım. Odayı dolduran müzik sesiyle birleşen kapı tıklatılmasıyla bakışlarım kapıya kaydı. Kimse gelmesi için komut verdim.
"Bebek." Diyerek içeriye abim girdi. kapıyı kapatıp kendini yatağıma attı. sorgularcasına yüzüne baktım. "Parka gideceğiz, gelecek misin?"
"Kim, kim."
"Bizim çocuklar Beste ve ekstira olarak Sevgi Teyzenin torunlar. İstersen gelmeye bilirsin."
Teklifini görmezden geldim. "Sevgi teyzenin torunlar ne alaka?"
Dudak büzdü bilmiyorum manasında. "Barış ısrar etti. O Cihangirle birkaç kere konuşmuş kafa çocuk felan dedi." Gözlerimi kırpıştırdım. Ne zaman karşılaşsak her seferinde sinirimi hoplatan adamdanmı bahsediyorduk.
"Yani ne bileyim." Diye mırıldandım. Aklım oraya gidersem Cihangirle karşılacağım da değildi oraya gidersem Karanla aynı ortamda bulunacaktım. Onu görecektim. O fark etmese de bakışlarımı ona değdirip kimseye yakalanmadan geri çekecektim. Sevgini bazen kendinden bile gizlemek zordu, çok zordu. Kalbim git derken aklım dur diyordu. Kalbim biz her zaman Karana gideriz, tüm yollar ona çıkar derken aklım verdiğin sözü unutma diyordu.
"Bana bir söz ver Alya, aşık olacağın adam çevremden kimse olmasın. bu sözü ver ve ömrünün sonuna kadar tut."
Vermiştim o sözü. Karana olan hislerimi bilmeme rağmen vermiştim. Eğer o sözü vermeseydim şu an ki halimiz hiç olmazdı. Hem sevdadan vazgeçebilirdin ama aileden geçilmezdi. Ben abimden vazgeçmemiştim fakat sevdama da dur diyememiştim. Dur demek yerine içimde gizli saklı yaşamıştım. O sözümden sonra Besteye söyleyip söylememek arasında çok kararsız kalmıştım. Gerçekleri yüzüme vuracaktı ve yapmıştı da. Ben anlatmamıştım kendi anlamıştı. Çok belli ediyormuşum.
Madem bu kadar belli ediyordum niye kimse beni görmüyordu? Karan ona olan hislerime niye bir cevap vermiyordu. Hayırda bir cevaptı ama Karan beni büyük bir bilmezliğin içinde bırakıyordu. Peki ya abim. O görmüyordu çırpınışlarımı ona verdiğim sözü bozmamak için.
"Alya?" abimin endişeli sesi kulaklarıma vardı. Yere düşen bakışlarımı ona çevirdim. Babamın kopyası olan elalarıyla göz göze geldik. "İyi misin?" soruyu sorarken kendi içinden iyi olmam için dualar ettiğini biliyordum. Dibi gördüğüm o anda hep yanımda o vardı. O ve Beste.
Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim. Yüreğime oturan öküzü yok saydım. "Hayatımda olmana rağmen mükemmelim." Alaylı bir bakış attı. "Geleceğim galiba ama bir şartla."
"Ne istiyorsun?" gerilmişti.
"Meydan da ki parka gitmeyelim, arka tarafta ki parka gidelim." Meydan da ki parkı oldum olası sevmezdim. Çok kalabalık oluyordu her yerden bir velet fırlıyordu.
Rahat bir nefes verdi. Gevşedi. "Bir an canımı isteyeceksin sandım."
"Ne yapayım be ben senin canını." Diye çemkirdim. Beni duymadı, oturduğu yerden kalkıp odanın çıkışına doğru adımladı.
"Çok konuşma hazırlan gel şimdiden söyliyeyim çok beklemem."
"Bekleme sanki nereye gideceğini bilmiyorum."
"Sus bacaksız." Son sözlerini söyleyip odadan tüydü. Göz devirdim. Boyum hiçbir zaman bana sorun olmamıştı fakat aynı durum abi ve babam için geçerli değildi. Evet boyum babamın da gözüne batıyordu. Sırf boyum bir az daha uzasın diye beni bıçak altına bile yatırabilirlerdi.
Üzerimi değiştirme gereğinde bulunmadım. Sadece yüzüme renk gelmesi açısından hafif bir allık geçtim. Birkaç fıs parfüm sıktım. İki boynuma üç üstüme arkama iki fıs tüm vücuduma gelecek şekilde birkaç fıs daha.
Telefonumu yanıma alıp odadan çıktım. Aşağı inerken Besteye parkta buluşacağımızı bilgilendiren bir mesaj attım. Haberi olduğunu söylemişti birkaç dakika ya evden çıkarmış.
Aşağı indiğimde ilk Hasan abiyle göz göze geldim. Safire kaçan yeşilleri bu ortamdan ne kadarda sıkıldığını belli ediyordu. Hasan abiyi hiçbir zaman anlayamıyordum. Abimleri sevdiğini biliyordum fakat her zaman kendini geri çekiyordu. Benim gibi o da temas sevmiyordu fakat onun bu özelliği çocukluktan geliyordu. Buna hem cinside dahil kimseyle temas etmiyordu.
"Sana görüşürüz demiştim." diye geçen ki konuşmamızı hatırlattım. Yüzünde mimik oynamadı. Abim ve Barış abi nedeni bilmediğim bir konu üzerine tartışıyorlardı. Okyanus mavilerinin sahibinin bakışlarınıysa üzerimde hissediyordum.
"Bende mümkünse görüşmeyelim dedim."
"Ama görüştük." Dedim.
"Ne yazık ki." Mutsuzca söylediklerine burun kıvırdım.
"Hah geldin mi?" abimin beni fark etmesiyle ayaklandı. Barış abiyle itişmekten alnına düşen saçlarını eliyle geriye taradı. "Bizde çocuklarla konuştuk biz önden gideceğiz onlar sonradan gelecek."
"Park nerde biliyorlar mı?" diye sordum. Park izme bir yerdeydi. Bu yüzden genelde boş olurdu.
"Cihangir buraların çocuğu bakma turist rolü kestiğine en az sen ben kadar iyi bilir buraları."Bir az geçmişi sorguladım. Küçüklüğümden Cihangir ve ikizlere dair bir anı aradım fakat yoktu. küçükken takıldığımızı sanmıyordum zaten. benim Beste ve Karandan başka arkadaşım yoktu.
Birkaç dakikada evden çıktık. Abime annemin nerde olduğunu sordum. Meydana indiğini söyledi alışveriş yapacakmış. Meydan evimizden bir tık uzak olduğu için Bestenin gelmesini bekledik. Beste gelene kadar kendimi oyalayıp arkamda ki bedene bakmamaya çalışmıştım. İnatla onla göz teması kurmamamı sorguluyordu. Yanlarına geldiğimden beri gurubun en sessizi Hasan abiyle bile konuştum fakat ona tek kileme dahi etmemiştim.
Beste yanımıza geldiğinde bakışlarım Barış abiye kaydı. Beste elinde tuttuğu anahtarı Hasan abiye uzatıp bir şeyler anlatırken Barış abi pür dikkat Besteyi izliyordu. Her hareketini aklına kazımak ister gibi bakıyordu. Bakışları rahatsız edici değildi. Bu bakışlardan Bestenin hiçbir zaman haberinin olamayacak olması yaralayıcıydı. Bakışlarım parkta yememiz için hazırlanan poşete kaydı. Şeffaf poşetin içinden browniler belli oluyordu. Gözlerim karam aradı her zaman ki gibi yoktu.
Beste Hasan abiyle konuşmasını sonlandırıp yanıma geldi. Anında koluna girip erkekleri geride bırakacak şekilde önden ilerledik. "Bir şey mi oldu?" diye kulağıma fısıldadı. "Senin ki deminden beri seni izliyor." Dedikleri kalbimi hızlandırdı fakat içimde karşı bir suçluluk duygusu hissettim.
"Bırakıyorum Beste." Diye mırıldandım. "Bizden olmaz dediklerinde haklıydın. Bu söz benim öylesine birisine verdiğim bir söz değil. Abime verdiğim söz." Dediklerimden sonra daha konuşmadık. Parka gelene kadar ikimizde sessizliğimizi koruduk.
Boş parktan içeriye girdiğimizde büyük masalı çardaklardan birine ilerledik. Poşeti taşıya Barış abi içinde kileri çıkarmadan önce masaya örtü serdi. İçinde kileri çıkarırken bu sefer bakışlarım Besteye kaydı. Umursamaz durmaya çalışsa da gözleri bir şey arıyordu. Barış abi son olarak poşetin içinden browni çıkarıp Besteye uzattı.
Barış abinin sessiz oluşundan modunun yerinde olmadığı anlaşılabiliyordu. Besteyi kolumla dürtüp bakışlarının beni bulmasını sağladım. Gözlerimle Barış abiyi işaret edip ne oldu manasında göz kırptım. "Bilmiyorum ama ne olduğunu tahmin edebiliyorum." Diye fısıldadı Barış abiye bakarken.
"Ne?"
"İş konusunda Rıza amcayla tartışmışlar galiba."
Barış abinin ailesi baya varlıklı insanlardı. Şuanlık 5 farklı otogalerileri vardı. İstanbul da olanla Barış abi ilgileniyordu fakat Rıza amca Barış abinin Ankara da ki galerinin başında durmasını istiyordu. Ailesinin her dediğini onaylayan Barış abi bu isteklerini reddetmişti. Buradan gidemezdi bura da kalmasına neden olan çok büyük bir sebep vardı.
"Alya." Dedi Beste. "Bir şey yap güldür şu huysuz gorili."
"Şebek miyim ben?"
"Bir şey yap güldür şu herifi. Sessiz kalmasına konuşmasından daha da çok nefret ediyorum."
"Onu şuan ki halinden bir tek sen çıkarabilirsin." Dedim. Omuzlarını düşürüp dalgınca etrafı inceleyen Barış abiye baktı. Onları yalnız bırakmak adına diğer çardakta oturan üçlünün yanına ilerledim. Yanlarına vardığımda abimin yanına oturup başımı omzuna yasladım. Saat altıyı geçmişti ve benim sabahın yedisinden beri ayakta olduğumu düşünürsek bayılmamam mucizeydi.
Tam karşımda oturan bedenle daha fazla dayanamadım. Bakışlarımı yüzüne çıkarıp onu izledim. Yanın da oturan Hasan abiyle konuşuyordu. Keskin yüz hatları her konuştuğunda geriliyordu. Koyu kahve saçları düzenliyidi. Hasan abiyle olan konuşmasına kendini kaptırdığını kesmediği göz temasından anlıyordum.
Hasan abinin abime soru yönelmesiyle bakışlar bizi buldu. Hasan abi abimle göz teması kurarken Karan mavilerini yeşillerimle birleştirmişti. Gözler konuşur derler, gözler yalan söylemez derler fakat Karanın gözleri hep susuyordu. Baktım gözlerimle anlatmaya çalıştım, bir dilek hakkım olsa onu ne kadar çok sevdiğimi bilsin istedim. Beni anlasın istedim. Sözlerimle sevdiğimi belli ettim sağır oldu, gözlerimle anlattım bir tek bana kör oldu. Oysa ondan tek isteğim beni bu bilinmezliğin içinden çıkarmasıydı.
Bakışmamızı bölen parka giren kardeş takımıydı. İlk gözlerini çeken ben oldum. Bakışlarım gelenlere kaydı. İkizler önde arkasından Cihangir geliyordu. Üstünde siya tişörtü altında siyah pantalonu vardı. Kombinini siyah deri ceketiyle tamamlamıştı. Yüzündeki gülümsemesini söylememe artık gerek yoktu, alışmıştınız.
İkizler Beste ve Barış abinin olduğu banka ilerleyecekleri sıra abimin seslenmesiyle adımları buraya döndü. Balın üstünde çiçekli elbisesiyle telefona bakarak yanımıza gelirken Yiğit aynı abisi gibi yüzündeki haylaz gülümsemesiyle buraya geliyordu.
Çardaktan içeriye giren Balınla ayaklandım. Benimle beraber diğerleride ayaklanmıştı. Kısa bir selamlaşma faslından sonra yerlerimize geri oturduk. Balın benim yanıma onun yanında da Yiğit oturdu. Cihangirse tam karşıma gelecek şekilde Karanın yanına oturdu. O etrafa gülücükler atarken yanında oturan adam kendisine en kıl bakışlarını atıyordu. Bu görüntü yüzümde bir gülümsemenin oturmasına neden oldu.
...
Cihangir ve ikizler sandığımın aksine ortama çok kolay adapte olmuşlardı. Balın kendini herkesten geri çekiyordu fakat Yiğit öyle değildi. Eğlenceli kafa dengi bir tipti. Kardeş takımının gelmesinden sonra Beste ve Barış abi ikiliside yanlarımıza gelmişti.
Barış abinin eski halinden esir kalmazken Beste yürüyen canlı bomba gibiydi. Artık aralarında ne geçtiyse Barış abi dik dik Besteye bakarken canım arkadaşım gözlerini ona değdirmiyordu.
Beni asıl şaşırtansa zamanında Cihangirle Hasan abinin yakın arkadaş olmasıydı. Sadece yazları İstanbul'a gelen Cihangirin zamanla İstanbul'a bile gelmemesiyle aralarına mesafeler girmişti.
Marketten aldıklarımızı yerken konu bir anda eskilere gelmişti. Bestede dahil hepsi kardeş takımına ne kadar inatçı bir tip olduğumdan bahsetmişti. İnat, dedim dedik ve mızmızmışım.
Abim, "Uğraşmayın kardeşimle." Dediğinde beni savunacağını sanarken o devamın da "Susmazsanız ağlayacak." Demişti.
Her şeyden bağımsız oyunlar hakkında konuşuyorduk. Herkes sevdiği oyunu anlatırken ben tabiki de kendimi tutamamıştım. Şimdiyse herkesi yerden yüksek oynamak için ikna etmeye çalışıyordum.
Oyunu oynamaya ilk ve tek Cihangir ikna olmuştu. Onun zoruyla Balında el kaldırırken Yiğit eğlenceli olur demişti. Beste ben ne dersem arkamda durduğu için cepteydi. Geriye abi takımı ve Karan kalmıştı. Barış abiye teklif etmeme gerek kalmadan Beste var diye kabul etmişti.
"Hasan abii." Elini kaldırıp beni susturdu.
"Şimdi hayır desem kafamı sevmeye devem edeceksin." Başımı salladım, yapardım. "Tamam oynarım."Sevinçle el çırpıp abime döndüm. Ortamdakiler halime gülüyordu.
"Abiş."
"Hayır desem ne yaparsın?" Diye sordu bıkmışca.
"Ağlarım." Dedim ikna olması adına. Ki buruşan yüzünden ikna olduğunu anlamıştım.
"Bebektin ağlıyordun, çocuktun ağlıyordun belki büyür susarsın sandım ama nerde." Onu duymazdan gelip bakışlarımı mavilere çevirdim.
"Ben öyle kolay ikna olmam." Dedi Karan gözlerimin içine bakarken.
"Bilmem mi!"
"Teklif alayım Fıstık." Gözlerimi herkesin üstünde gezdirdim tek tek. En son ona tekrar çevirdim.
"Ne istiyorsun?"
Dudak büzdü. Ne isteyeceğini biliyordu fakat açık açık söylemiyordu."Benim restoranda garsonların hepsinin hastalanacağı tuttu. Tüh!" Dedi yapmacıklıkla.
"Tüh." Dedim aynı yapmacılıkla. "Şimdi müşterilerle kim ilgilenecek."
"Dimi bende onu düşünüyorum." Bir şey hatırlamış gibi gülümsedi. "Aklıma ne geldi. Acaba diyorum seni bir günlüğüne benim restorana mı alsam?"
"İtiraz hakkım yok dimi?" Başını salladığından omuzlarımı düşürüp onayladım. Geçen yıl öyle bir hata yapmıştım ve ertesi üç gün ayakkarımı hissetmemiştim.
"Herkes tamam o zaman?" Gözlerimi herkesin yüzünde gezdirdim. İnkar eden çıkmadı. Koskaca adamlardır fakat hepimiz kendi içimizde çocuk olarak kalmıştık. Bu çocuksu yanımızı sadece birbirlerimizin yanında gösteriyorduk.
"Ebe kim?" Yiğidin sorusuyla tüm bakışlar onu buldu.
"Sorduğuna göre çok heveslisin abim." Dedi Cihangir. Yiğit dudak büzüp inkar etmeye çalıştı fakat çok geçti. Topluca Yiğidi ebe yapmıştık.
"Burda ona kadar say sonra başla." Yiğide oyun kurallarını anlatıktan sonra son söylediğimde hepimiz koşarak çardağı terk etmiştik. Tek bir kişi hariç. Hasan abi yere değen ayaklarını yerden kaldırıp uzattı. Sonrasında başını geriye atıp gözlerini kapadı.
Ben, Beste ve Balın kendimizi kaydırağa atarken Barış abide peşimizden gelmek istemişti."Barış abi yer yok git başka yere ya!" Tepeme çıkmak istercesine ayağını kaydıra atarken pes edip kaydıraktan indim.
Yiğit sayma işini bitirmiş abimi kovalıyordu. "Siktir git lan küçük Güneş!"Yiğit inatla abimin peşinden ilerlerken kahkaha attım.
Bende ebelenmemek adına salıncağa ilerledim. Ayaklarımı oturma yerine basıp düşmemek adına demirliklere tutundum. Yan salıncakta benim gibi dikelen Cihangiri sonradan fark ettim.
"Kopamıyorsun dimi benden?" Diye sordu. O benle göz teması kurmaya çalışırken ben Beste ve Barış abiyi kovalayan Yiğide bakıyordum.
"Pardon?"
"Bir şekilde hep ben sana gelmeden yanımda oluyorsun Portakal." Neden bana geliyorsun diye sorabilirdim, neden senin yanına geleyim diye üste çıkabilirdim fakat yapmadım.
Onun yerine "Adım Portakal değil Alya!" Demeyi tercih ettim. "Öğrenemedin bir türlü."
"Öğrenemediğimi nerden çıkardın. Belki ben Portakal demeyi tercih ediyorum."
"Adımı koyan babamın kemikleri sızladı." Diye mırıldandım. Dediğimi sadece ben duymuştum. O konuşmaya devam edeceği sıra yanımıza gelen Yiğitle sustu.
"Kurallarını unuttunuz galiba hatırlatayım. Bir dakikadan fazla bulunduğunuz yerde duramazsınız." Dedi Yiğit.
"Konuşuyoruz görüyorsun dimi? Daha ne diye burnumuzun dibine giriyorsun?"
"Aşk olsun abi gelmesemiydim?"
"Evet."
Onlar abi kardeş tartışmaya girdiklerinde hızlıca salıncaktan inip taktıravalliye çıktım. Yiğit peşimden gelmek yerine Barış abiyi döven Bestenin peşine gitmeyi tercih etmişti.
"Beste Yiğit geliyor!" Diye bağırdığımda geç kalmıştım. Bestenin yukarı çıkabilecek yer yoktu ve Yiğidin onu ebelemesine az kalmıştı. Beste herkesi şaşırtan bir çeviklikle dövdüğü Barış abinin sırtına atlayıp bacaklarını beline doladı.
Yiğit onun yerine dona kalmış Barış abiye dokunup hızla uzaklaştı."Barış beni ebelersen aldığım bütün brownilerin çöplerini sana yediririm." Barış abi ses vermedi. Beste bu halinden faydalanıp Barış abinin sırtından atladı ve koşarak yukarı çıktı.
...
Kafamı boşaltmak adına telefonumdan rasgele bir müzük açıp telefonu yatağın üzerine bıraktım. ilk üstüme rahat bir şeyler giydim, günün sonunda yağlanan saçlarımı sıkı bir topuzla topladım. Akşam yatmadan duş alıcaktım.
Sırt çantamdan dershanede çözdüğüm denemeyi çıkarıp masanın üzerine bıraktım. kontrol etmiştim fakat yanlışlarıma daha bakmamıştım. Odayı dolduran müzik sesiyle birleşen kapı tıklatılmasıyla bakışlarım kapıya kaydı. Kimse gelmesi için komut verdim.
"Bebek." Diyerek içeriye abim girdi. kapıyı kapatıp kendini yatağıma attı. sorgularcasına yüzüne baktım. "Parka gideceğiz, gelecek misin?"
"Kim, kim."
"Bizim çocuklar Beste ve ekstira olarak Sevgi Teyzenin torunlar. İstersen gelmeye bilirsin."
Teklifini görmezden geldim. "Sevgi teyzenin torunlar ne alaka?"
Dudak büzdü bilmiyorum manasında. "Barış ısrar etti. O Cihangirle birkaç kere konuşmuş kafa çocuk felan dedi." Gözlerimi kırpıştırdım. Ne zaman karşılaşsak her seferinde sinirimi hoplatan adamdanmı bahsediyorduk.
"Yani ne bileyim." Diye mırıldandım. Aklım oraya gidersem Cihangirle karşılacağım da değildi oraya gidersem Karanla aynı ortamda bulunacaktım. Onu görecektim. O fark etmese de bakışlarımı ona değdirip kimseye yakalanmadan geri çekecektim. Sevgini bazen kendinden bile gizlemek zordu, çok zordu. Kalbim git derken aklım dur diyordu. Kalbim biz her zaman Karana gideriz, tüm yollar ona çıkar derken aklım verdiğin sözü unutma diyordu.
"Bana bir söz ver Alya, aşık olacağın adam çevremden kimse olmasın. bu sözü ver ve ömrünün sonuna kadar tut."
Vermiştim o sözü. Karana olan hislerimi bilmeme rağmen vermiştim. Eğer o sözü vermeseydim şu an ki halimiz hiç olmazdı. Hem sevdadan vazgeçebilirdin ama aileden geçilmezdi. Ben abimden vazgeçmemiştim fakat sevdama da dur diyememiştim. Dur demek yerine içimde gizli saklı yaşamıştım. O sözümden sonra Besteye söyleyip söylememek arasında çok kararsız kalmıştım. Gerçekleri yüzüme vuracaktı ve yapmıştı da. Ben anlatmamıştım kendi anlamıştı. Çok belli ediyormuşum.
Madem bu kadar belli ediyordum niye kimse beni görmüyordu? Karan ona olan hislerime niye bir cevap vermiyordu. Hayırda bir cevaptı ama Karan beni büyük bir bilmezliğin içinde bırakıyordu. Peki ya abim. O görmüyordu çırpınışlarımı ona verdiğim sözü bozmamak için.
"Alya?" abimin endişeli sesi kulaklarıma vardı. Yere düşen bakışlarımı ona çevirdim. Babamın kopyası olan elalarıyla göz göze geldik. "İyi misin?" soruyu sorarken kendi içinden iyi olmam için dualar ettiğini biliyordum. Dibi gördüğüm o anda hep yanımda o vardı. O ve Beste.
Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim. Yüreğime oturan öküzü yok saydım. "Hayatımda olmana rağmen mükemmelim." Alaylı bir bakış attı. "Geleceğim galiba ama bir şartla."
"Ne istiyorsun?" gerilmişti.
"Meydan da ki parka gitmeyelim, arka tarafta ki parka gidelim." Meydan da ki parkı oldum olası sevmezdim. Çok kalabalık oluyordu her yerden bir velet fırlıyordu.
Rahat bir nefes verdi. Gevşedi. "Bir an canımı isteyeceksin sandım."
"Ne yapayım be ben senin canını." Diye çemkirdim. Beni duymadı, oturduğu yerden kalkıp odanın çıkışına doğru adımladı.
"Çok konuşma hazırlan gel şimdiden söyliyeyim çok beklemem."
"Bekleme sanki nereye gideceğini bilmiyorum."
"Sus bacaksız." Son sözlerini söyleyip odadan tüydü. Göz devirdim. Boyum hiçbir zaman bana sorun olmamıştı fakat aynı durum abi ve babam için geçerli değildi. Evet boyum babamın da gözüne batıyordu. Sırf boyum bir az daha uzasın diye beni bıçak altına bile yatırabilirlerdi.
Üzerimi değiştirme gereğinde bulunmadım. Sadece yüzüme renk gelmesi açısından hafif bir allık geçtim. Birkaç fıs parfüm sıktım. İki boynuma üç üstüme arkama iki fıs tüm vücuduma gelecek şekilde birkaç fıs daha.
Telefonumu yanıma alıp odadan çıktım. Aşağı inerken Besteye parkta buluşacağımızı bilgilendiren bir mesaj attım. Haberi olduğunu söylemişti birkaç dakika ya evden çıkarmış.
Aşağı indiğimde ilk Hasan abiyle göz göze geldim. Safire kaçan yeşilleri bu ortamdan ne kadarda sıkıldığını belli ediyordu. Hasan abiyi hiçbir zaman anlayamıyordum. Abimleri sevdiğini biliyordum fakat her zaman kendini geri çekiyordu. Benim gibi o da temas sevmiyordu fakat onun bu özelliği çocukluktan geliyordu. Buna hem cinside dahil kimseyle temas etmiyordu.
"Sana görüşürüz demiştim." diye geçen ki konuşmamızı hatırlattım. Yüzünde mimik oynamadı. Abim ve Barış abi nedeni bilmediğim bir konu üzerine tartışıyorlardı. Okyanus mavilerinin sahibinin bakışlarınıysa üzerimde hissediyordum.
"Bende mümkünse görüşmeyelim dedim."
"Ama görüştük." Dedim.
"Ne yazık ki." Mutsuzca söylediklerine burun kıvırdım.
"Hah geldin mi?" abimin beni fark etmesiyle ayaklandı. Barış abiyle itişmekten alnına düşen saçlarını eliyle geriye taradı. "Bizde çocuklarla konuştuk biz önden gideceğiz onlar sonradan gelecek."
"Park nerde biliyorlar mı?" diye sordum. Park izme bir yerdeydi. Bu yüzden genelde boş olurdu.
"Cihangir buraların çocuğu bakma turist rolü kestiğine en az sen ben kadar iyi bilir buraları."Bir az geçmişi sorguladım. Küçüklüğümden Cihangir ve ikizlere dair bir anı aradım fakat yoktu. küçükken takıldığımızı sanmıyordum zaten. benim Beste ve Karandan başka arkadaşım yoktu.
Birkaç dakikada evden çıktık. Abime annemin nerde olduğunu sordum. Meydana indiğini söyledi alışveriş yapacakmış. Meydan evimizden bir tık uzak olduğu için Bestenin gelmesini bekledik. Beste gelene kadar kendimi oyalayıp arkamda ki bedene bakmamaya çalışmıştım. İnatla onla göz teması kurmamamı sorguluyordu. Yanlarına geldiğimden beri gurubun en sessizi Hasan abiyle bile konuştum fakat ona tek kileme dahi etmemiştim.
Beste yanımıza geldiğinde bakışlarım Barış abiye kaydı. Beste elinde tuttuğu anahtarı Hasan abiye uzatıp bir şeyler anlatırken Barış abi pür dikkat Besteyi izliyordu. Her hareketini aklına kazımak ister gibi bakıyordu. Bakışları rahatsız edici değildi. Bu bakışlardan Bestenin hiçbir zaman haberinin olamayacak olması yaralayıcıydı. Bakışlarım parkta yememiz için hazırlanan poşete kaydı. Şeffaf poşetin içinden browniler belli oluyordu. Gözlerim karam aradı her zaman ki gibi yoktu.
Beste Hasan abiyle konuşmasını sonlandırıp yanıma geldi. Anında koluna girip erkekleri geride bırakacak şekilde önden ilerledik. "Bir şey mi oldu?" diye kulağıma fısıldadı. "Senin ki deminden beri seni izliyor." Dedikleri kalbimi hızlandırdı fakat içimde karşı bir suçluluk duygusu hissettim.
"Bırakıyorum Beste." Diye mırıldandım. "Bizden olmaz dediklerinde haklıydın. Bu söz benim öylesine birisine verdiğim bir söz değil. Abime verdiğim söz." Dediklerimden sonra daha konuşmadık. Parka gelene kadar ikimizde sessizliğimizi koruduk.
Boş parktan içeriye girdiğimizde büyük masalı çardaklardan birine ilerledik. Poşeti taşıya Barış abi içinde kileri çıkarmadan önce masaya örtü serdi. İçinde kileri çıkarırken bu sefer bakışlarım Besteye kaydı. Umursamaz durmaya çalışsa da gözleri bir şey arıyordu. Barış abi son olarak poşetin içinden browni çıkarıp Besteye uzattı.
Barış abinin sessiz oluşundan modunun yerinde olmadığı anlaşılabiliyordu. Besteyi kolumla dürtüp bakışlarının beni bulmasını sağladım. Gözlerimle Barış abiyi işaret edip ne oldu manasında göz kırptım. "Bilmiyorum ama ne olduğunu tahmin edebiliyorum." Diye fısıldadı Barış abiye bakarken.
"Ne?"
"İş konusunda Rıza amcayla tartışmışlar galiba."
Barış abinin ailesi baya varlıklı insanlardı. Şuanlık 5 farklı otogalerileri vardı. İstanbul da olanla Barış abi ilgileniyordu fakat Rıza amca Barış abinin Ankara da ki galerinin başında durmasını istiyordu. Ailesinin her dediğini onaylayan Barış abi bu isteklerini reddetmişti. Buradan gidemezdi bura da kalmasına neden olan çok büyük bir sebep vardı.
"Alya." Dedi Beste. "Bir şey yap güldür şu huysuz gorili."
"Şebek miyim ben?"
"Bir şey yap güldür şu herifi. Sessiz kalmasına konuşmasından daha da çok nefret ediyorum."
"Onu şuan ki halinden bir tek sen çıkarabilirsin." Dedim. Omuzlarını düşürüp dalgınca etrafı inceleyen Barış abiye baktı. Onları yalnız bırakmak adına diğer çardakta oturan üçlünün yanına ilerledim. Yanlarına vardığımda abimin yanına oturup başımı omzuna yasladım. Saat altıyı geçmişti ve benim sabahın yedisinden beri ayakta olduğumu düşünürsek bayılmamam mucizeydi.
Tam karşımda oturan bedenle daha fazla dayanamadım. Bakışlarımı yüzüne çıkarıp onu izledim. Yanın da oturan Hasan abiyle konuşuyordu. Keskin yüz hatları her konuştuğunda geriliyordu. Koyu kahve saçları düzenliyidi. Hasan abiyle olan konuşmasına kendini kaptırdığını kesmediği göz temasından anlıyordum.
Hasan abinin abime soru yönelmesiyle bakışlar bizi buldu. Hasan abi abimle göz teması kurarken Karan mavilerini yeşillerimle birleştirmişti. Gözler konuşur derler, gözler yalan söylemez derler fakat Karanın gözleri hep susuyordu. Baktım gözlerimle anlatmaya çalıştım, bir dilek hakkım olsa onu ne kadar çok sevdiğimi bilsin istedim. Beni anlasın istedim. Sözlerimle sevdiğimi belli ettim sağır oldu, gözlerimle anlattım bir tek bana kör oldu. Oysa ondan tek isteğim beni bu bilinmezliğin içinden çıkarmasıydı.
Bakışmamızı bölen parka giren kardeş takımıydı. İlk gözlerini çeken ben oldum. Bakışlarım gelenlere kaydı. İkizler önde arkasından Cihangir geliyordu. Üstünde siya tişörtü altında siyah pantalonu vardı. Kombinini siyah deri ceketiyle tamamlamıştı. Yüzündeki gülümsemesini söylememe artık gerek yoktu, alışmıştınız.
İkizler Beste ve Barış abinin olduğu banka ilerleyecekleri sıra abimin seslenmesiyle adımları buraya döndü. Balın üstünde çiçekli elbisesiyle telefona bakarak yanımıza gelirken Yiğit aynı abisi gibi yüzündeki haylaz gülümsemesiyle buraya geliyordu.
Çardaktan içeriye giren Balınla ayaklandım. Benimle beraber diğerleride ayaklanmıştı. Kısa bir selamlaşma faslından sonra yerlerimize geri oturduk. Balın benim yanıma onun yanında da Yiğit oturdu. Cihangirse tam karşıma gelecek şekilde Karanın yanına oturdu. O etrafa gülücükler atarken yanında oturan adam kendisine en kıl bakışlarını atıyordu. Bu görüntü yüzümde bir gülümsemenin oturmasına neden oldu.
...
Cihangir ve ikizler sandığımın aksine ortama çok kolay adapte olmuşlardı. Balın kendini herkesten geri çekiyordu fakat Yiğit öyle değildi. Eğlenceli kafa dengi bir tipti. Kardeş takımının gelmesinden sonra Beste ve Barış abi ikiliside yanlarımıza gelmişti.
Barış abinin eski halinden esir kalmazken Beste yürüyen canlı bomba gibiydi. Artık aralarında ne geçtiyse Barış abi dik dik Besteye bakarken canım arkadaşım gözlerini ona değdirmiyordu.
Beni asıl şaşırtansa zamanında Cihangirle Hasan abinin yakın arkadaş olmasıydı. Sadece yazları İstanbul'a gelen Cihangirin zamanla İstanbul'a bile gelmemesiyle aralarına mesafeler girmişti.
Marketten aldıklarımızı yerken konu bir anda eskilere gelmişti. Bestede dahil hepsi kardeş takımına ne kadar inatçı bir tip olduğumdan bahsetmişti. İnat, dedim dedik ve mızmızmışım.
Abim, "Uğraşmayın kardeşimle." Dediğinde beni savunacağını sanarken o devamın da "Susmazsanız ağlayacak." Demişti.
Her şeyden bağımsız oyunlar hakkında konuşuyorduk. Herkes sevdiği oyunu anlatırken ben tabiki de kendimi tutamamıştım. Şimdiyse herkesi yerden yüksek oynamak için ikna etmeye çalışıyordum.
Oyunu oynamaya ilk ve tek Cihangir ikna olmuştu. Onun zoruyla Balında el kaldırırken Yiğit eğlenceli olur demişti. Beste ben ne dersem arkamda durduğu için cepteydi. Geriye abi takımı ve Karan kalmıştı. Barış abiye teklif etmeme gerek kalmadan Beste var diye kabul etmişti.
"Hasan abii." Elini kaldırıp beni susturdu.
"Şimdi hayır desem kafamı sevmeye devem edeceksin." Başımı salladım, yapardım. "Tamam oynarım."Sevinçle el çırpıp abime döndüm. Ortamdakiler halime gülüyordu.
"Abiş."
"Hayır desem ne yaparsın?" Diye sordu bıkmışca.
"Ağlarım." Dedim ikna olması adına. Ki buruşan yüzünden ikna olduğunu anlamıştım.
"Bebektin ağlıyordun, çocuktun ağlıyordun belki büyür susarsın sandım ama nerde." Onu duymazdan gelip bakışlarımı mavilere çevirdim.
"Ben öyle kolay ikna olmam." Dedi Karan gözlerimin içine bakarken.
"Bilmem mi!"
"Teklif alayım Fıstık." Gözlerimi herkesin üstünde gezdirdim tek tek. En son ona tekrar çevirdim.
"Ne istiyorsun?"
Dudak büzdü. Ne isteyeceğini biliyordu fakat açık açık söylemiyordu."Benim restoranda garsonların hepsinin hastalanacağı tuttu. Tüh!" Dedi yapmacıklıkla.
"Tüh." Dedim aynı yapmacılıkla. "Şimdi müşterilerle kim ilgilenecek."
"Dimi bende onu düşünüyorum." Bir şey hatırlamış gibi gülümsedi. "Aklıma ne geldi. Acaba diyorum seni bir günlüğüne benim restorana mı alsam?"
"İtiraz hakkım yok dimi?" Başını salladığından omuzlarımı düşürüp onayladım. Geçen yıl öyle bir hata yapmıştım ve ertesi üç gün ayakkarımı hissetmemiştim.
"Herkes tamam o zaman?" Gözlerimi herkesin yüzünde gezdirdim. İnkar eden çıkmadı. Koskaca adamlardır fakat hepimiz kendi içimizde çocuk olarak kalmıştık. Bu çocuksu yanımızı sadece birbirlerimizin yanında gösteriyorduk.
"Ebe kim?" Yiğidin sorusuyla tüm bakışlar onu buldu.
"Sorduğuna göre çok heveslisin abim." Dedi Cihangir. Yiğit dudak büzüp inkar etmeye çalıştı fakat çok geçti. Topluca Yiğidi ebe yapmıştık.
"Burda ona kadar say sonra başla." Yiğide oyun kurallarını anlatıktan sonra son söylediğimde hepimiz koşarak çardağı terk etmiştik. Tek bir kişi hariç. Hasan abi yere değen ayaklarını yerden kaldırıp uzattı. Sonrasında başını geriye atıp gözlerini kapadı.
Ben, Beste ve Balın kendimizi kaydırağa atarken Barış abide peşimizden gelmek istemişti."Barış abi yer yok git başka yere ya!" Tepeme çıkmak istercesine ayağını kaydıra atarken pes edip kaydıraktan indim.
Yiğit sayma işini bitirmiş abimi kovalıyordu. "Siktir git lan küçük Güneş!"Yiğit inatla abimin peşinden ilerlerken kahkaha attım.
Bende ebelenmemek adına salıncağa ilerledim. Ayaklarımı oturma yerine basıp düşmemek adına demirliklere tutundum. Yan salıncakta benim gibi dikelen Cihangiri sonradan fark ettim.
"Kopamıyorsun dimi benden?" Diye sordu. O benle göz teması kurmaya çalışırken ben Beste ve Barış abiyi kovalayan Yiğide bakıyordum.
"Pardon?"
"Bir şekilde hep ben sana gelmeden yanımda oluyorsun Portakal." Neden bana geliyorsun diye sorabilirdim, neden senin yanına geleyim diye üste çıkabilirdim fakat yapmadım.
Onun yerine "Adım Portakal değil Alya!" Demeyi tercih ettim. "Öğrenemedin bir türlü."
"Öğrenemediğimi nerden çıkardın. Belki ben Portakal demeyi tercih ediyorum."
"Adımı koyan babamın kemikleri sızladı." Diye mırıldandım. Dediğimi sadece ben duymuştum. O konuşmaya devam edeceği sıra yanımıza gelen Yiğitle sustu.
"Kurallarını unuttunuz galiba hatırlatayım. Bir dakikadan fazla bulunduğunuz yerde duramazsınız." Dedi Yiğit.
"Konuşuyoruz görüyorsun dimi? Daha ne diye burnumuzun dibine giriyorsun?"
"Aşk olsun abi gelmesemiydim?"
"Evet."
Onlar abi kardeş tartışmaya girdiklerinde hızlıca salıncaktan inip taktıravalliye çıktım. Yiğit peşimden gelmek yerine Barış abiyi döven Bestenin peşine gitmeyi tercih etmişti.
"Beste Yiğit geliyor!" Diye bağırdığımda geç kalmıştım. Bestenin yukarı çıkabilecek yer yoktu ve Yiğidin onu ebelemesine az kalmıştı. Beste herkesi şaşırtan bir çeviklikle dövdüğü Barış abinin sırtına atlayıp bacaklarını beline doladı.
Yiğit onun yerine dona kalmış Barış abiye dokunup hızla uzaklaştı."Barış beni ebelersen aldığım bütün brownilerin çöplerini sana yediririm." Barış abi ses vermedi. Beste bu halinden faydalanıp Barış abinin sırtından atladı ve koşarak yukarı çıktı.
...
Kitabın ortalarına doğru fıstıklar, portakallar havada uçuşucak tarafınız hangisi?
Sizin küçükken en sevdiğiniz oyun neydi?
Sosyal Medya Hesaplarım:
Tiktok: ladyyniz
Insta: parlakgece_official
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |