


Bu hayatta en büyük artı yönlerimden biri kendimi tanıyor olmamdı. Kendimi tanıyordum. Ne sevip ne sevmediğimi biliyordum. Neyden hoşlanıp neyden hoşlanmadığım gibi. Bunların arasında korkularım da vardı. Neyden korkuyordum?
Benim gibi korkususuz bir anneye bir baba ve bir abiye sahip olan bir kız için fazla korkaktım. İlk korkum karanlık olmuştu. Hâlâ aşamamıştım o korkuyu. Ne zaman gece olsa masamın başında olan gece lambasını açardım. Çocuksu bir korku gibi gelsede ben atlatamamıştım. Annem küçükken korkumu yenebileyim diye az yanımda beklememişti babam oda da canavar olmadığını ikna etmek için az odamı turlamamıştı. Abim holün ışığını yakar bu sana yeter derdi fakat hiç bir zaman yetmezdi.Şimdi eskisi kadar olmasa korkum devam ediyordu.
Karanlıktan sonra evde olmaktan korkmuştum. Beni korkutan ev değildi evde kimsenin olmamasıydı. Evimiz çekirdek aileye göre bir hayli büyüktü ve o zamanlar evimiz gözüme prenseslerin yaşadığı o şatoları andırıyordu. Kocaman bir şato içinde yalnızca ben.
Karanlık ve evden tek olmaktan sonra bu seferde başka bir şeyden korkmuştum. Okuldan. Okula gitmek sevdiklerimden ayrı kalmak demekti. Tanımadığım bir çok kişiyle aynı ortamda bulunmak o zaman gözüme çok korkunç gelmişti. Yanımda ne abim ne de Karan vardı. O zamanlar Besteyle farklı sınıflardaydık ve ben koca bir grubun içinde tektim.
Zamanla büyümüş bir çok korkumu aşmıştım fakat tüm korkularımın ortak noktası olan korkuyu yenememiştim. Yalnızlık. Yalnızlıktan korkuyordum ben. Karanlıktan değil karanlıkta yalnız olmaktan korkuyordum. Evde kalmaktan değil evde yalnız olmaktan korkuyordum. Okuldan değil okulda tek olmaktan korkuyordum.
Yalnızlık.
En büyük korkum. Evet beni çok seven bir annem bir babam bir abim var. Beni çok seven bir dostum var. Bu dört kişi her zaman yanımdaydı. Fakat düşünmeden edemiyordum. Ya onlara bir şey olursa? O zaman ne yapardım? Birine bile bir şey olsa yalnız kalmaz mıydım? Kalırdım.Sonra ne olacaktı? Bunun cevabını öğrenmek istemiyordum.
Bazen kendimi çok korkak hissediyordum. Hissetmeyi geç öyleydim. Her zaman korkum cesaretimin önüne geçerdi. Ben annem gibi evladı için ölümü göze alacak kadar cesur biri değildim. Babam ve abim gibi.
Arabanın ön koltuğunda oturuyordum. Az önce olanları düşünüyordum. Bazı şeyleri sonradan fark etmiştim. Cihangirin gözlerinde gördüğüm pişmanlığın yanında korkuda vardı. Neyin korkusuydu? Geçmişi çok mu kirliydi. Bu dediğime kendim bile inanamadım. O güler yüzün altında kara bir geçmiş olacağını sanmıyordum.
Hani her insan farklıdır derler ya. Cihangir de aynen öyleydi. Farklıydı. Davranışları hareketleri konuşması ve gülümsemesi. Farklıydı. Tanıdığım bir çoğu erkek bunları sevdikleri kadının dikkatini çekmek için yaparken Cihangir sanki öyleydi. Karakterinde olan bir şeydi.
Cihangirin gitmesinin ardından aklımı bam başka düşünceler sarmıştı. Neredeydi? Eve mi gitmişti? Bakışlarım yanımda araba süren Karana kaydı. Tek eliyle araba sürerken diğer elini saçlarına daldırmıştı. Düşünceliydi. Dudaklarımı birbirime bastırırken dilime daha fazla hakim kalamadım."Karan." Yolda olan dalgın bakışları bana döndü. Göz göze geldiğimiz de mavilerinde gördüğüm koyuluk bir kaç saniye duraksamama neden oldu.
Gözlerinde gördüğüm öfke Cihangir'e kusulan bir nefret miydi?
"Onu sevmiyor musun?" Diye sordum en açık halimle. "Neden?" Elini başına atıp sesli bir nefes verdi.
Bir süre sessiz durdu. En sonunda "Nedenleri saymakla bitmez." Dedi. Sesinde soğukluk vardı. "Sen çok muhattap olmamaya çalış." Bir şey demedim. Evin önüne geldiğimiz de bakışlarım ister istemez karşı eve kaydı. Motoru buradaydı. Yüzüme tebessümün oturmasına izin verdim.
Ellerim kemerin bağını çözmeye yönelirken bakışlarımı mavilerden kaçırdım. Karanın öfkesini kazanmak çok zordu ve Cihangir'le artık aralarında ne geçtiyse Cihangir bunu başarmıştı.
"Ama diğerleri onu seviyor." Demekten alı koyamadım kendimi.
"Çünkü onlar onun yalancı gülümsemesine kanacak kadar aptallar."
Bakışları bana dönmüştü. Fakat benim her seferinde onun gözleri içinde kaybolan aklım bu sefer bam başka bir konuya dalmıştı. Yalancı gülümsemesi. Bu laf onun için hakaret olmalıydı. Çünkü onun gülümsemesin deki sıcaklık kimsede yoktu.
"Belki ona karşı olan bu haraketlerimi abarttığımı düşüneceksin fakat bu çocuk çok tehlikeli Alya. Karanlığına senide katmaya çalışıyor. Kanma."Bir şey demedim. Oysa ben ona kanıp ne yapacaktım. Benim için önemli olan kendisiyken. Arabanın kitli kapılarını açtı. "Dediklerimi aklından çıkarma, iyi geceler."
"İyi geceler."
Başka bir şey demeyip arabadan indim. Bahçeden içeriye girene kadar arkama bir kere olsun bakmadım. Anahtarım olmadığından kapıyı çaldım. Kapıyı çalmamla arabanın gitmesi bir olmuştu. Boş olan sokağa son bir bakış attım. Gözlerim az önce arabanın olduğu yere değilde motorun olduğu yere kaymıştı.
Kapı ansızın açıldığında bakışlarımı çekip önüme döndüm. Yadırgamadığım bir manzarayla karşılaştım. Beste üstünde benim pijamamla elinde benim kupamla kahvesini içiyordu. "Hoşgeldin." Diye şen şekrak şakıdı. Yüzünde gülümsemesiyle bana bakarken tip tip ona baktım. Bu mutluğun bu enerjinin sebebi benmişim yoksa başka bir şey mi vardı?
"Hoşbuldum."
İçeriye geçip ayakkabılarımı çıkardım. Bu sırada Beste kendini salona atmıştı. Üstünde benim pijamalarım ve terliğimle kendini koltuklara atmış sıcak kahvesini yudumluyordu. Abimde işten geldiğini belli eden sirke satan suratıyla oturuyordu. Haftanın belirli zamanlarında küçük çocuklara eğitim veriyordu ve bunun onu yorduğunu söylenmelerinden biliyorduk.
Kendimi koltuklardan birine atıp başımı geriye yasladım. "Ay çok yoruldum."
"Sen mi ben mi?" Diye laf attı abim.
"Ben tüm gün keyfime baktım." Dedi Beste. İstanbul hukuk kazanmıştı. Savcı olacaktı. Ben sınavda iyi bir sıralama getiremediğim için kazanamamıştım. O da ya sen ya sen demişti, okula kaydını yaptırıp bir sene dondurmuştu. Bunu bana ilk söylediğinde böyle bir şey yapmaması için ona yalvarmıştım. Benim için bir senesini çöpe atmaya değmezdi.
"Senden böyle bir şey yapabilirim diye izin almadım yaptığımı söyledim bil istedim." Demişti. "Hem ben bunca yıl kurduğum hayallerimin sahibi olmadan ne yapayım hukuğu." Ben daha çok karşı çıkıncada ağzıma bir sille geçirmiş "Belki benim canım bir yıl evde yatmak istiyor!" Demişti.
"Senin yerinde olmak vardı." Dedi abim. "Millet bakamayacağı çocuğu doğurup bizim başımıza savıyor. Çocuğa diyiyorum yumruk bana uykum var diyo." Besteyle birbirimize bakıp kıkırdadık. "Gülün siz gülün ben sizi seneye görücem. O hukuk kitaplarından beliniz tutulmasını iple çekiyorum."
"Yalnız bize bir şey olursa bizi hastaneye sen götüreceksin." Dedi Beste. Abim aynen dercesine başını sallayıp geçiştirdi.
"Hayal dünyanıza aşığım."
Onlar kendi aralarında laf dalaşına girerken bense bam başka şeylere dalmıştım. Bu gün olanlar birer film şeridi gibi gözümün önünden geçerken bakışlarım elime kaydı. Sol elimin işaret parmağında yara bandına baktım. Karanın taktığı yara bandına. Yaramı sararken ki söylemişleri kulağımda çınladı. Gülümsedim.
Üstümde bakışlar hissettiğim de başımı eydiyim yerden kaldırdım. "Bu neye gülüyor?" Tartışmayı bırakmış tip tip bana bakan ikili gülümsemenin bozulmasına neden olmadı.
"Bilmiyorum ki." Demişti Beste abimin sorusuna cevap verirken. "Yorgun ve gülümsüyor."
"İçtima acaba?" Abim üstüme eğilip burnumu üstümde gezdirdi. "Temiz." Kendi sorusuna kendi cevap verdi.
Beste elini anlama yapıştırdı. "Ateşi de yok." Dedi. Huzurlu anımı zehir eden ikiliye ofladım. Bestenin alnımda olan elini tutup ittirdim.
"Çekilin başımdan."İkisi bir kaç adım öteye gittiler. Sonra yara olan elimi kaldırıp parmağımı gözlerine sokmak istercesine gösterdim. "Bakın yara oldu." Dedim ve sırıtmaya devam ettim.
"Karan çok mu çalıştırdı acaba?" Diye sordu abim yaramı pür dikkat incelerken. Jeton köşeli olmalı ki Beste sonrasından gözlerini beliştirdi. Sırıtmaya devam edip başımla abimi işaret ettim. "Telefonda sadece bulaşıkları yıkattım demişti."
"Arada böyle hatalar veriyor." Elini koluma atıp beni kaldırdı. "Sohbetine doyum olmaz şekerim biz odamamıza çıkalım." Abim şüpheli gözlerle ikimizi süzüp omuz silkti.
"Defolun gidin başımdan."
Beste ile kol kola yukarı çıktık. Odama geldiğimizde kendimi yatağıma atıp yaralı parmağı havaya kaldırdım. Kim sarmıştı? Karan. Kimin için? Benim için. Aşık olunca beyin böyle hallere düşebiliyor, dedi sol melek. Yaa gerçekten mi ne tatlı, dedi en masum haliyle sağ melek.
"Nasıl oldu?"
"Sosisleri doğrarken göz göze geldik parmağımı kestim. Anında ilk yardım kiti istedi. İlk kanamanın durmasını bekledi sonra yarayı temizleyip yara bandı yapıştırdı." Dedim başımı dizine yaslayıp elimi havada tutarken. İçimdeki duygularıma hakim olamıyordum. "Beste tüm gün beraberdik. İstesem olmaz." Beste bir şey demiyor sadece saçlarımı okşuyordu. Suskunluğunu altında ki nedeni çok iyi biliyordu. "İlk inatlaştım o da bana inatlaştı sonra ne olduysa birden oldu. İlk müşterinin birine pizza yaptık sonra tekrar pizza yaptık fakat tekrar yaparken neden yapıcaz dedim bizim için dedi Beste bizim için. O ve ben. Ben ve o. Bir bütün, biz."
O akşam güneş doğuna kadar olan biten her şeyi en güvenli limanıma anlattım. Ben anlattım o dinledi. O anlattı ben dinledim. Arada yer değiştirdik o kucağıma yattı ben saçlarını sevdim. Laf arası buraya evden kaçmak için geldiğini öğrendim. Bestenin hayatında bir takım şeyler oluyordu bunu anlatırken yaşayan kendi değilmişte bir başkasıymış gibi anlatmasıda beni derinden etkiliyordu. Beste kendi yarasını yok sayar karşısında ki insanın yarasını sarardı. Kendi acısını görmezden gelir karşı tarafın acısını geçirmeye çalışırdı bu sırada da o acıyla yaşamayı öğrenirdi.
En sonunda saat gece dördü gösterdiğinde Beste büyük yatağımın köşesinde uyuya kalmıştı. Üzerini örtüp hava alsın diye yukardan açtığımız cama yöneldim. Elimi camın kulpuna atıp kapcağım sıra gözlerim karşı evde takılı kaldı.Cihangir büyük cüssesiyle evin çatısındaydı. Bir an içimi yersiz bir korku kapladı. Atlayacak mıydı? Sorumun cevabını bulmam uzun sürmedi. Atlamayacaktı. Ayaklarını sarkıtmış öylece yere bakıyordu. Sokak lambasının sarı ışığı gövdesine vuruyordu.Elleri iki yanda yere bastırmıştı. Eğik başından dolayı beni görmüyordu. Saçları dağınık öylece yeri izliyordu.
Bir an eski beni gördüm karşımda. Hayattan bezmiş geceleri uyuyamayan herkes uyuduktan sonra aynı Cihangir gibi çatıya çıka eski beni gördüm. Kapamak için tuttuğum kolu açtım. Sonra hızlıca odamda çekmecemin en son gözündeki yerden el fenerini aldım. Işığı ayarlanabilir olduğu için belki dikkatini çekebilirdim. Modumuzun yerinde olmadığı bir şeyleri kafaya taktığımız zamanlarda yalnız olmak kadar kötü bir şey yoktu.
El fenerini cebime attım. Camın önündeki peteğin üzerine çıkıp camdan destek aldım. Sonrasından ayağımı camın dışında kalan mermer alana koydum. Camımın aşağısında kalan kış bahçesinin çatısı vardı camdan dışarı çıkıp dikkat ederek çatıda ayakta durmaya çalıştım. Dengimi kurduktan sonra camı kendime doğru çekip kapamaya çalıştım. En sonunda dengemi kurup çatıya bağcık kurup oturdum.
Elimi cebime atıp feneri çıkarırken bakışlarım şaşkınlıkla beni izleyen adamla birlikti. Cihangirin ilk kez gülümsemek dışında farklı yüzüyle tanışıyordum. Şaşırdığı belliydi. Şaşkın olduğunda yüzünü süzdüm. Dudakları hafif aralanmıştı kaşları bir yay misali gerilmişti gözlerinde gördüğüm boşluksa kahkaha atmama neden bile olabilirdi. Elimdeki feneri alıp ışığını ayarladım. Sonrasında tuşa basıp beyaz ışığın yüzüne gelmesine neden oldum. Aniden gelen ışıkla gözlerini kısarken dişlerimi sırıtarak gülümsedim, onun gibi.
Sonrasında fenerin ışığını yüzünden çekip kenara koydum. Kapatmadığım için karanlık sokağın aydınlanmasına neden olmuştu. Karamsar bir şekilde ellerimi birbirine bastırdım. Acaba dediğimi anlar mıydı?
Ellerimi havaya kaldırıp sesimi çıkarmadan ne o kara oğlan beni gördüğüne şaşırmış gibisin, dedim. Yüzünde şaşkınlık duygusunun yanına bir duygu daha eklendi. Hayranlık? Sanmıyorum. Bir süre bir şey dememesiyle omuzlarım düştü.
Ansızın ellerini kaldırıp kara oğlan mı?, diye sordu. Yüzüne o gözlerimin aradığı gülümsemesi oturmuştu. Sevdim bu hitapı Portakal. Duraksadım. Ne zaman onla konuşsam hep duraksardım çünkü Cihangir ne yapar eder bir şekilde aklımı karıştırırdı. İşaret dilini neden bildiğini bilmiyordum fakat oldukça şaşırmıştım. Konuşurken ellerini olabildiğinde anlaşılır kullanıyordu.
O gülümsemeye devam ederken kaşlarım çatıldı. Adım Alya! Yapay bir öfkeyle ellerimi haraket ettirirken o bu halime gülüyordu. Gülsün, gülümsemeye devam etsin ona gülümsemek çok yakışıyordu.
Bu saatte neden uyanıksın Portakal? Senden olmaz manasından başımı iki yana salladım.
Sen neden uyanıksın?
İlk ben sordum, diye diretti. Omuz silktim. Sorumu tekrarladım. Gece uyumayanların ya aklı güzeldir ya da aklında ki, senin ki hangisi?
Aklım gayet başında, dedim dediğime gözleri kısılmıştı.
O zaman aklında ki güzel?, dudak büzdü küçük çocuklar gibi. Aklın güzel olsun çok isterdim. Benim aklım da ki zaten güzel. Bir şey demedim. Sormayacak mısın?
Kaşlarım çatıldı. Neyi?
Aklımdakini.
Omuz silktim. Banane senin aklındakinden. Dedim. Konuyu kapat sıkmaya başladı.
Dediğimi onaylamadı, onun yerine Hava esiyor üzerine bir şey al. Dedi. Üstüme baktım üzerimde abimden dızladığım uzun kollu tişörtlerden biri vardı. Bir tık inceydi ve soğuktan tenimin kızardığına emindim.
Üşümüyorum.
Bir şey demedi. Oturduğu yerde hararetlendi. Geliyorum gitme bir yere. Başımı salladım. Çok geçmeden gözden kaybolduğunda dizlerimi kendim çekip kollarımla bedenimi sardım. Bakışlarımı gökyüzüne çıkardım. Şehrin ışık kirliliğinden dolayı yıldızlar gözükmüyordu.
Saniyeler akıp geçerken Cihangirin seslenişi duydum. "Portakal." Kaşlarımı çatıp karşıya baktım fakat ses oldukça yakından geliyordu. "Portakal." Olduğum yerde dikleşip başımı aşağı eğdim. Cihangir bahçenin içinde elinde battaniyeyle buradaydı. Çığlık atmamak adına kendimi zor tuttum.
"Ne işin var burda!"
Elinde tuttuğu battaniyeyi yüz hizasına getirdi. "Örtü getirdim." Dünyanın en normal şeyini söyler gibi. Fısıldaşarak konuşuyorduk.
"Neden?"
"Üşüme diye."
"Üşümüyorum boşuna getirmişsin." Dedim. Sonra elimle kışkışladım. "Cevabını aldığına göre gidebilirsin."
"Geldim o kadar utanmıyor musun beni kovmaya?"
"Utanmıyorum. Yan odada abim uyuyor uyanıp bizi görse yanlış anlayacak."
Çapkın bir şekilde göz kırptı. "Yanlış anlaşılacak ne var ki?"
"Cihangir!" Diye fısıldayarak yükseldim. İnci tanesi dişlerini belirterek gülümsedi.
Teslim olur bir şekilde ellerini kaldırdı."Tamam gidiyorum." Dedi. "Ama arkamdan içeriye gir hava soğuk." O bahçe kapısına koşar adımlarla ilerlerken bende ona son bir bakış atıp içeri girdim.
...
Genç kız ezbere bildiği sokaklarda en yavaş haliyle yürüyordu. Adımları adete geri gidiyordu. İnsanın evine gitmek yük gibi gelir miydi? Besteye adete yük gibi geliyordu. Bu yük küçük yaştan beri omuzlarındaydı. Ellerini salık bıraktığı saçlarında gezdirdi. İki gündür eve gitmiyordu. İki gün boyunca Alyalardaydı. Annesiyle telefonda bir iki kere görüşmüştü üçüncü günde kalmak istediğinde annesinin iyi olmadığını sesinden fark etmişti.Gerçi annesi ne zaman iyiydi ki? Beste bu soruyu uzunca düşündü. Annesinin iyi olduğu zamanları bulmaya çalıştı. Yoktu.
Derya hanım uzun süredir eşinin kendisinde açtığı yarayı iyileştiremiyordu. Aldatılmıştı. Aldatılmakla kalmamış kucağında üç yaşında çocuğuyla terk edilmişti. İlk zamanlar hazmedememişti bu durumu kendi çocuğunun suratına bile bakmak istemişti. Bu konuda ki suçluluk duygusunu içinde hâlâ yaşıyordu. Hayatınız ne kadar kötüde olsa bir şekilde hayat devam ediyordu. Bu durum ev sahibi 3 aylık kirayı ödemediklerinden kapı dışarı ettiğinde fark etmişti. Sonrasında Derya hanım ne yaptıysa kızı için yapmıştı.
Evlendikleri zamandan beri bozdurmayıp sakladığı bileziklerle mahalleden iki kişinin rahat yaşayabileceği bir ev aldı. Onu çok yormayacak bir işe girdi. Bu sırada ona en yakın arkadaşı Nagihan hanım ve mahalleli çok yardımcı olmuştu. Okula bile başlamayacak olan küçük yaşta Besteye gündüzleri tüm gün evde olan Nagihan hanım bakıyordu. Nagihan hanım için sorun değildi çocuk bakmak o seviyordu çocukları.
Zamanla küçük Beste büyümüş okula başlamıştı. Herkes orda anne, baba diye ağlarken Beste sadece susmuştu. Annesi işteydi gelemezdi biliyordu babasıysa yoktu. Her zaman olduğu gibi. Zamanla birbirinden güçlü iki kadın kendilerine yeni bir hayat kurmuştu. Beste okul çıkışı eve gidiyordu annesi gelene kadar ödevlerini yapıyor annesi gelince kendini onun kollarına atıyordu. Annesi üzülmesin diye babasını özlediğini onu görmek istediğini söyleyemiyordu.
Lise zamanlarında artık her şeyin farkına varmıştı. Babası yeni bir hayat için annesini ve kendisini geride bırakmıştı. Yeni hayatın da ki eşi için, kızı için. Özlemi artık öfkeye dönüşmüştü. Babasına karşı olan nefret duygusu içini ele geçirmişti. Acısını öfkesiyle bastırmayı seçmişti. İçinde babasına karşı olan öfke aslında birer kırgınlıktı. Beste farkında bile olmasa da çok affedici bir insandı. Babası arayıp her şey için özür dilese yanına gelse onla geçmişi telafi etmeye çalışsa direkt affetmezdi fakat düşünürdü. O affetmese de içinde ki çocuk hemen affederdi. Babasıydı o nasıl olsundu ona küs, değil mi?
Lise bitmiş mezuniyet gelmişti. Gidesi yoktu sırf Alya için gelmişti, ona hayır diyemiyordu. Babasının eksikliğini o gün bir kez daha fark etmişti. Planlama gereği kepler atıldıktan sonra herkes annesi ve ya babasıyla dans etmeye başlamıştı. O gün ikisi duraksamıştı. Alya babası yine bir görevde olduğundan dans edemezken Beste alışık olduğu duruma başını kaldırdı hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam etti yumruklarını sıktığını söylemeye gerek bile yoktu. Bir süre sonra Eren gelmiş söylene söylene Alyayı dansa kaldırmıştı.
Hem cinsleri en güzel kıyafetlerini giymiş babalarının kollarında dans ediyordu. Bir an olsun keşke diye geçirmedi içinden. Biliyordu Beste varlığı yokluğundan daha çok acıtırdı. O öylece dans eden insanları izlerken yumruğunun üzerinde bir el hissetti. Bakışlarını dans eden insanlardan çekip elin sahibine döndürdü.
İçinde kaybol istediği koyu yeşiller kendisine en hayran bakışlarını atıyordu. Üzerinde şık siyah takımı vardı. Saçları her zama ki gibi özenliydi. Yüzünde haylaz gülümsemesiyle kendisine bakıyordu, Barış. "Madam." Dedi ondan beklenmeyecek bir haraketle hafif öne eğilip elini uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz?"
Onu reddetmek istemedi. Fakat kabulde edemezdi. Herkes babası ve ya abisiyle dans ederken o kendisi için bu iki terimi ifade etmeyen adamla dans edemezdi. Olmaz demedi onun yerine "Ben dans etmeyi bilmem." Dedi.
"Olsun."
"Ayağına basarım."
"Olsun."
"Rezil olursun."
"Olsun."
Beste bir şey demedi. Bakışları masada oturan annesine kaydı. Annesi yüzünde gurur dolu gülümsemesiyle kendisine bakıyordu. Sonuçta kızı okulu birincilikle bitirmişti. Göz göze geldiklerinde annesi başını salladı. Dans et dedi gözleri yaşa hayatını korkma.
Beste o an babasından bile çok güvendiği adamın elini tuttu. Barış çevik bir hareketle elini kızın beline sardı. Beste için saatler Barış içinse bir ömüre bedel zaman boyunca dans ettiler. Beste bir kaç kere fark etmeden ayağına basmıştı. Barış sesini çıkarmamıştı hiç birinde. O gün son kez nefret etti Beste babasından. Artık nefretini bile hak etmiyordu.
Genç kız marketin önünden geçerken ister istemez dudak büzdü. Yanında hiç para yoktu ve browni almak istiyordu. Yavaş olan adımlarını hızlandırdı. Eve gidip browni yemek istiyordu. Sokaktan sola saptığında yüzüne gelen cisimle adımları durdu.
Kabul edilecek duasımı varmış bilinmez fakat bir el elinde iki browniyi kendisine uzatıyordu. Elin arkasında ki yüze baktı. Artık şaşırmıyordu. Barış küçük bir erkek çocuğunu andıran gülümsemesiyle kendisine bakıyordu.
Hiç çekinmeden brownileri aldı. Birini cebine atıp diğerinin anında paketini açtı. Barış kendisine her browni verdiğinde aynı çocuksu heyecanla yiyen kıza baktı. "Bestem." Dedi Barış. Beste değil Bestem. Beste ne kadar ona böyle seslenmemesi konusunda uyarsada Barış dinlemiyordu.
"Ağızını kırayım Barış." Dedi brownisinden bir ısırık alırken. "Seslenme bana öyle."
Barış omuz silkti. "Ağızım kırılacaksa senin güzel ellerin tarafından kırılsın."
"Çok konuşmaya başladın." Dedi Beste brownisinden son ısırığını alırken. Bu sırada birlikte meydana doğru yürüyorlardı.
Barış bir şey demedi. O bir tek sevdiği kadının yanında düşünmeden konuşur içinden geldiği gibi davranırdı. Kendi olduğu tek an sevdiği kadının yanıydı.
"Sen iste bir ömür susarım."
Yapardı. Beste için içinde sınırsız bir dilek hakkı vardı. Gerekirse bir ömür susardı. Beste sesini çıkarmadı. Elinde biten browni çöpünü cebine atıp diğer browniye yöneldi.
"Yarın dışarı çıkalım mı?" Diye sordu Barış meydanın başındayken. Yarın günlerden pazardı herkes evde olucaktı. Evde duramazdı Barış. Beste sorusuna bir yanıt vermedi. Barış bir şey demedi o hayır bile dese o Besteye giderdi. Tüm yollar ona çıkardı tüm kapılar ona açılırdı. "Yarın ne yapsak?"
Bestelerin evine varana kadar Barış ne yapabileceklerini düşündü. En sonunda eve vardıklarında Beste durdu. Barışla bir anlaşma yapmışlardı. Uyması gerekiyordu. Barış ona ne zaman browni alsa Beste ona bir yalan bir de doğru bir şey söylüyordu.
İlk yalan olanı söyledi. "Kırmızı gülleri çok severim." Devamında doğru olanı söyledi. "Kırmızı gülden nefret ederim." Bestenin her haraketini, tepkisini ezbere bilen Barış duraksadı. Gülleri neden sevmediğini düşündü. Cevabıysa sadece Besteye saklıydı.
...
Ay ay ay.
Barış mı, Cihangir mi?
Sosyal Medya Hesaplarım:
Tiktok: ladyyniz
Insta: parlakgece_official
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |