

Bitmek bilmeyen sıcak yaz günlerinden biriydi. Küçük oğlan ne zaman bir şey olsa kapısını çaldığında evin bahçesinde bekliyordu. Sabahın erken saatlerinde anne ve babasının sesine kalkmış bir daha da uyuyamamıştı. Evde olmak boğmaya başladığın da kendini burda bulmuştu. Sabahın erken saatleri olduğundan kapıyı çalamıyordu.
Kendini evin üç basamlı minik merdivenlerine atmış uyanmalarını bekliyordu. Canı bir hayli sıkkındı kabul etmek istemede korkuyordu. Annesinin tekrar gitmesinden korkuyordu. Onu bırakıp aylarca ortadan yok olmasından.
Dakikalar zamanla akıp geçerken evin çelik kapısı gıcırdayarak açıldı. Oturduğu yerden kalkıp kapıya döndü. O karşısından büyük bir beden beklerken kapıyı açan minik bedenle kasılan bedeni gevşedi. Yeşiller kendisine parıldayarak bakıyordu"Karam!" Diye şakımasıda çok gecikmedi. Her zaman ki gibi Karan değil Karam.
Ayaklarının çıplak olmasını umursamadan dışarıya çıktı. Karanın koluna yapışması çok sürmemişti. "Oyun mu oynuycaz?" Karan bir şey demedi. "Parka gidelim burda oynarsan annem zorla yemek yedirir." Karan koluna yapışan bedeni evin içine doğru sürükledi. "Ama hayır evde değil dışarda oynayalım."
"Oynamaya gelmedim."
Alya dudak büzdü. "Abimle yine mi ödev yapacaksınız?" Bu yıl abisi ve Karan okula başlamıştı ve Alya hiç olmadığı kadar sıkılmıştı. Okul çıkışı Karan Alyayı görmek için gelsede Nagihan hanım Eren ve Karanı sıraya dizip ödevlerini yaptırırdı. Sabahtan beri ikisiyle oynamak için saat sayan Alyaysa öylece ödev yapan ikiliyi seyredip ağlardı.
"Hayır." E o zaman dercesine baktı Alya. "Sana masal anlatmaya geldim." Karan için yaşadıkları birer masaldı. Masallar hep mutlu sonla biterdi ve Karanda en azından kendi içinde masalını mutlu sonla bitirirdi.
Alya bir kaç kere göz kırpıştırdı. Sonrasında heyecanla eve doğru adımladı. Karanın masallarını seviyordu. Birlikte ses çıkarmadan içeriye girdiler. Aynı sessizlikte yukarı çıkıp Alyanın odasına girdiler. Karan ses çıkmasın diye kapıyı kapatırken Alya kendini yatağına atmıştı. Karan sakin adımlarla kendini yatağa bıraktı. Şimdi içinde ki fırtınaları anlatıp dindirecekti.
"Bu sefer masalımızın başında bir prenses değil bir prens varmış." Diye söze başladı. Alya pür dikkat kendisini dinliyordu."Bu prens bir tık korkakmış, kendine güveni yokmuş her şeyde kendini yetersiz görür yapamayacağını düşünürmüş."
Alya merakına yenik düştü."Neden?"
"Anlatıyorum." Diyerek humurdandı, Karan. "Prens akla gelebilcek her şeyden korkarmış. Cesaretsizmiş, kendine güveni yokmuş." Alya soru sormak için araya gireceği sıra Karanın bakışlarıyla sustu. "Bir gün Prensin karşısına güzeller güzeli bir Prenses çıkmış."
"Çok mu güzelmiş?" Kaşlarını kaldırmış merakla sormuştu Alya. "Biliyor musun babam ne istersem olabileceğimi söyledi bende Prenses olucam."
"Sen zaten Prensessin, tacının olmadığı Prenses olmadığın anlamına gelmez Fıstık." Yeşil gözler ışıldadı. Gördüğü ışıldama Karanın gününün güzelleşmesini yetmişti. O gözler mutlu olduğu sürece gerisi yalandı. Boğazını temizleyip kaldığı yerden devam etti."Bu Prenses çok güzelmiş, bahsettiğim dış güzellik değil iç güzellik. Çok merhametliymiş. Prens Prensesin karşısına çıkacak güveni kendine bulamamış. Onu dışardan izlemiş, dışardan tanımış, dışardan sevmiş. Gel zaman git zaman Prens Prensese aşık olmuş." Alya araya girmeksizinKaranı dinliyordu. Bir daha bölerse anlatmayacağını biliyordu. "Bir gün Prens sarayda yine Prensesi izlerken dikkatini başka bir şey çekmiş. Prensesin arkasından onun fark etmediği haydutlar varmış. Bu haydutun elinde bir kılıç varmış ve amacı Prensese zarar vermekmiş."
"Haydut ne?"
"Abin." Kaldığı yerden devam etti. "Bu haydutun amacı Prensese zarar vermekmiş. Pres bunu haydut Prensese zarar vermek istediği zaman fark etmiş. Prens o zaman tüm korkularını unutup Prensesin önüne atlamış. Kılıcına uzanıp haydutu Prensesten uzaklaştırmış. Muhafızlar gelip haydutu içeri atana kadar Prens Prensesi korumuş. Haydut ortadan yok olduğunda Prens yaptığını sonradan fark etmiş."
"Korkusunu yendi artık cesur bir Prens oldu!"
Karan gülümseyerek başını salladı. "Prensesin zarar görme düşüncesi Prens için birer ölümmüş. O öğrenirken çok korktuğu kılıç eğitimini Prenses için kullanmış. Prensesin karşısına çıkma korkusunu yenmişti. Bu şekilde tüm korkularına bir son vermişti Prens." Kuruyan boğazını temizledi. "Zamanla Prenses kendisi kurtaran Prensle arkadaş olmuş. O bilmesede Prens onu hep sevmiş."
Alya dudak büzdü. "Bitti mi?" Karan yarım yamalak başını salladı. "Evlenmiyorlar mı?"
"Prens Prensesin duygularından emin olmadığı için hikayemiz burada yarım kalmış."
"Neden sevdiğini söylememiş?" Diye sordu Alya. Bu bilinmezlik canını çok sıkmıştı.
"Korkmuş."
"Ama neden!" Diye bağırdı Alya.
"Red edilme korkusu. O yüzden Prensesin duygularından emin olmadığı için söyleyemedi ya."
Alya burun kıvırdı. "Salak Prens." Karan gözlerini büyüttü. "Prenses ona aşıktır neyin korkusu bu."
"Ayıp."
Diye mırıldandı Karan. Fakat Alya duymadı. Alya bir kaç soru daha sorup Karanı sorularına boğarken odanın kapısı açıldı. Eren çatık kaşlarıyla kapının ağızında belirdi. Uykusunu ilk kez iliklerine kadar almıştı ve bunun sebebide kardeşinin sessizliğiydi. Bir süre sessizliğin huzurunu çekerken bir anda aklına gelen şüphelerle yattığı yerden kalkmış koşarak kardeşinin odasına geçmişti.
Alyanın sessizliği sesli halinden daha beterdi. Kardeşinin odasına girdiğinde Karanın burda ki varlığını yadırgamamış sadece neden bu kadar erken geldiğini sorgulamıştı. Odanın açık kapısından içeriye girip kendini diğer ikisinin yanına attı.
"Abi!"
Alya erken uyanan abisiyle masalı unutmuş oynayağı oyunun hayallerine dalmıştı. Eren dibine girip koluna yapışan kardeşine baktı. Hata etmişti. Kardeşim olsun diyerek çok pis hata etmişti.
"Ne var."
"Oyun oynayalım." Diye şakıdı Alya. Erenin bezgin halinin aksine. "Ben Prenses olucam Karam Prens sende haydut." Karanın gözleri fal taşı gibi açılırken Ereninden ondan bir farkı yoktu.
"Ben ne olucam?" Doğru duyduğunu onaylamak adına sordu. "Haydut mu?" Alya başını salladı. Erenin bakışları anlık arkadaşına kaydı. "Karan haydut olsun ben prens olayım."
Karan başımı salladı. Alya başını iki yana salladı.
"Olmaz. Abiler haydut olur."
"Karanda abin." Alya Karana baktı. Eğer o abisiyse, aynı Eren gibi haydut olmazmıydı? Karanın dediğine göre haydut abi demekti. O zaman Karanda mı hayduttu?
"O zaman." Diye mırıldandı sonrasında eliyle ikisini işaret etti. "Biriniz Prens diğeriniz Prenses olsun ben haydut olurum." İki dostun bakışları birbirini buldu. İkisinin yüzünede tiksinti dolu bir ifade ötürü vermişti.
Fakat her şey için çok geçti. Alya çoktan pembe fırfırlı eteğini abisine giydirmişti, kırmızı battaniyesiniyse karanın boynuna dolamıştı. Haydut nasıl olunur bilmediğinden masalı değiştirmiş ikisinin çocukları olmuştu.
Karan etek giyen arkadaşına ıslık çaldığında eş zamlı olarak kafasına bir sille yemesi bir olmuştu. Sonrasında Alyadan yediği cimcikle yerinden sıçradı.
"Prensine vurma abi."
...
Güven.
Bu kelime kimi insanlar için bir dost, sevdiği insanın yanında hissettiği sonsuz duyguyu temsil ederken kimi insanlar için hayal kırklarını temsil ederdi. Herkesle kolay kolay kurulan bir bağ değildi. Aynı şekilde o kişiyle kurduğu o bağı kolay kolay söküp atamazdık. Sebebi neydi peki?
Burada çoğunlukla bir çoğu kişi çelişkiye düşüyordu. O bağı kolay kolay söküp atamamızın nedeni o kişinin o güveni kırmayacağına kendimizi inandırmakmıydı ya da o bağı kolay kolay söküp atamamızın nedeni o kişiye olan sonsuz bağlılığımız, sevgimiz mi.
Karan oturduğu yerde öylece denizi izlerken düşünceliydi. Ona olan güveninin gitmemesinin sebebi neydi. Söz vermişti, diye geçirdi içinden. Elinde tuttuğu şişeden bir yudum aldı. Biliyordu sözlere ne kadar önem verdiğini. Neden bozmuştu sözünü. Bir yudum daha. Neden gitmişti. Haykırıp o bağı çözmek, hayatından atmak istiyordu. Neden yapamıyordu?
Birasından bir yudum daha alırken kendi sorusunu kendi cevapladı: 'Annen Karan o senin. Nasıl yüzüne haykırıp hayatından atacaksın?'
Soruyu cevapsız bıraktı onun yerine yarıya gelmiş birasını tek seferde bitirdi. Elini poşetin içine daldırıp yeni bir tanesini alıp açtı. Onunda yarısına gelmesi çok uzun sürmemişti. Annene küsemezsin ki sen, dedi içinde ki ses. Hayır içinde ki çocuktu bunu ona söylettiren. Anne şefkatini iliklerine kadar hisseden çocuk.
"Geri gelecek hem." Dedi içindeki çocuğu susturmak adına. İçişini hızlandırdı. 4, 5 veya 6. şişesine geçeceği sıra elinin üzerinde bir el hissetti. Bakışları elin sahibine kaydı. Eren yüzünde ki yapmacık öfkesiyle kendisine bakıyordu.
"Yeter lan." Elindeki birayı almaya çalıştı. "Ayyaş olup başıma kalıcan sonra bütün gece uğraş dur."
Birayı kendine doğru çekmeye çalıştı Karan. "Kime deyiyorum." Eren kendisini takmayan arkadaşının elinden şişeyi aldı. Kaptığı şişeyi anında arkasına saklayıp almasına engel oldu.
"Bir derdin varsa öyle susup içmek yok, gel konuş dinleyeyim." Karan arkadaşına bayık bakışlar attı. İçeceğini bildiğinden içtikten sonra araba sürmeyeceği için yanına çağırmıştı.
Daha geleli beş dakika olmadan pişman olmuştu."Ver lan şunu." Deyip aldığı birasına uzanmak istedi fakat Eren ondan önce davranıp yarısından çoğu içilmiş şişeyi yeşillik alana döktü.
Bir süre ikiside konuşmadı. Karan öylece denize bakarken Eren can dostunu izliyordu. Dostunu olay her tekrarlandığında böyle görmek onu kötü etkiliyordu. Uzun süren sessizlikten sonra Eren cevabını ezbere bildiği soruyu sordu:
"Yine mi gitti?"
Karan bir şey demedi. Başını salladı sadece. Gitti demek az kalırdı oysa. Bir süre sessiz kaldı fakat daha fazla kendini tutamadı. "Neyi anlamıyorum biliyor musun?" Eren başının salladı. "Annem yine gitti ama her gidişin bir dönüşü olduğu gibi bu seferde dönecek. Peki ben onu affetmeyi ne zaman bırakacam? Ne zaman ona kendi ellerimde örüp onun açtığı bağı örmeyi bırakıcam."
Konuşurken sesine öfke yerleşmişti. Eren bir süre arkadaşının sakinleşmesini bekledi. Karan ellerini yumruk yapmış öylece duruyordu. "Dediğin kişi herhangi biri değil." Diye söze başladı. Konuşurken temkinli davranıyordu her hangi bir ters hareketinde Karan kendisininde yanından giderdi. "Annen."
Karan histerik bir şekilde güldü. Anne ya anne. Kendisini daha on yaşına bile basmadan çekip giden annesi. En ufak olayda kendisini yarı yolda bırakıp giden annesi. Yeni bir adam ve onun çocuğuyla hayat kurup giden annesi. Bu kadındı Karanın annesi. Oysa anne demek evladının her daim yanında olmak değilmeydi.
"Haklısın." Dedi Karan laflarını yutup. Yüzünde ki alay dolu düşmemişti. "Annem." Beni bırakan annem. Beni önemsemeyen annem beni yükten başka bir şey olarak görmeyen annem." Tek göz yaşı daha dökmediği gözlerini sildi. En fazla ne kadar süre gidebilir di ki? Bir ay.Az. Üç ay. Mesaj dahi atmaz. 6 ay. Parası bittiyse gelir.
Bozkurt ailesi görüldüğü üzere mükemmel bir aile değildi. Her ailede olduğu gibi problemleri vardı fakat Bozkurt ailesi o problemleri aşmak yerine etrafından dolanmayı seçmişlerdi.
Kerim ve Aslı çifti çok erken yaşta evlenmiş çok erken yaşta hayata atılmak zorunda kalmışlardı. Sebebiyse Aslı hanımın karnında ki 7 haftalık candı. O zamanlar ilişkileri gel gitti olan çift bir çocuğun aralarında ki sorunu çözebileceğini düşünüyorlardı. İlk bir kaç yıl düşündükleri gibi de oldu. Fakat sonrasında eski ilişkilerine kaldığı yerden devam ettiler. Aslı hanımın karakterine evde oturup çocuk bakmak çok zıttı. O gençlik yıllarını yaşamak yerine evde oturup bebek bakmak zorunda kalmıştı.
O zamanlar işleri yeni başlayan Kerim bey kendisini işe kaptırmış ailesini unutmuştu. Bu durum yüzünden aralarında laf dalaşı olsada zamanla kavgaların sıklığı ve büyüklüğü artmıştı. Taki bu kavgalar Aslı hanımın evi terk etmesiyle kısa sürelide olsa son buldu. Karan yedi yaşındayken artık kendine bakabileceğini düşünen Aslı hanım kapıyı çekip gitti. Karanın en büyük korkusu işte o zaman başladı. Annesinin kendisini sonsuza dek terk edip gitmesi...
Kerim bey eşinin peşinden gitmedi. Telefon bile açmadı. Gidiyorsa gidecek bir yeri vardır diye düşündü. İlk gidişinin ardından üç gün sonra eve geri gelmişti. O üç gün bir asır gibi geçmişti Karana. Annesi eve geldiğinde saçını okşayıp bu durumun bir daha tekrar etmeyeceğini söylemişti. Karanın ilk o zaman annesine güvendi ve güveni zedelendi çünkü bir ay bile sürmeden annesi tekrar çekip gitmişti.
İki dost arasında uzun bir sessizlik devam ederken bu sessizliği Erenin telefonu bozdu. Arayan annesiydi. Oturduğu yerden kalkıp bir kaç adım uzağa gitti. Bu sırada da aramayı yanıtlayıp kulağına götürdü.
"Efendim anne."
Nagihan hanımın telaşlı sesi kulaklarına vardı. "Oğlum ne zaman gelirsin?"
"Geç gelirim." Dedi arkadaşına bakıp. "Bir şey mi oldu?"
"Fadime teyzen vefat etmiş." O kim diye sormak istedi fakat sustu. Şimdi bunu dese annesi kırk saat nasıl tanımazsın diye azarlardı. "Onların evine gitmem lazım Hasan oğlum bir azdan gelip götürecek hepimizi."
"Orda mı kalacaksın?"
"Büyük ihtimal. Ben seni ne için aramıştım cenaze evi kalabalık olur Alyayı götüremem. Beş dakikaya çıkıyorum ben evden geç olmadan eve geç." Kızının evde tek kalmasını göze alamazdı Nagihan hanım aynı şekilde Erende. Eren en geç yarım saat sonra eve geçeceğini söyleyip telefonu kapattı.
Yavaş adımlarla arkadaşının yanına adımladı. Ayağıyla kalkmasına adına dürttü. "Kalk bize gidiyoruz." Karanın denizde olan dalgın bakışları arkadaşına döndü. Kısa bir onu süzüp geri denize baktı.
"Sen git ben bu gün buradayım."
Eren ne dese ikna edemeyeceği arkadaşının yanına oturdu ses etmedi. Bu sen nereye ben oraya demekti bir nevi. Karan yanına oturan arkadaşına en tip bakışlarını attı. Sessizliği kesinle hayra alamet değildi.
"Annem evde değil Alyada evde tek bizde burada böyle oturalım." Erenin denize bakıp dedikleri Karanın aklının daha da karışmasını sallamıştı. O da biliyordu Alya evde tek kalamazdı. Elini yüzüne atıp sıvazladı. O gitmese bile tüm yolları Alyaya çıkıyordu.
...
Bir huyunuzu değiştirmek isteniz bu ne olurdu?
Benimki kesinlikle şu balık hafızam olurdu. Bir insan nasıl bu kadar unutkan olabilir diye hayret ederken beş dakika geçmeden neye bu kadar şaşırdığımı sorguluyordum. Ve bu hafızam beni bir gün bitirecekti. Aynı şu an olduğu gibi.
Annem saat sekiz sularında cenaze haberiyle aniden evden çıkmıştı. Ölen kişiyi tanımıyordum, herhalde. Annem evden çıktıktan sonra bende kendime güzel bir kahve hazırlayıp bir az hava almak adına kendimi bahçeye atmıştım. Fakat unuttuğum bir şey vardı. Anahtar almayı unutmuştum.
On beş dakikadan fazladır evin kapısının önünde abimi bekliyordum. Yanımdan hiç ayırmadığım telefonumu şansa bakın ki ilk kez şarj olması adına odamda bırakmıştım. Dokunsalar ağlayacaktım. Evin minik üç basamlı merdivenlerinde oturmuştum. Üzerimde siyah bir çok da kalın olmayan bir atkı vardı. Sert bir rüzgarın esmesiyle üzerimde ki aktıysa sahada sığındım. Neyseki üzerimde abimden dızladığım sweatlerinden biri vardı.
Ben düşüncelerime dalmışken bahçenin paslanmış demir kapısı gıcırdayarak açıldı. Aklıma ilk abimin gelmesi gelirken sevinçle kapıdan gelene baktım. Gördüğüm simayla yüzümde ki gülümse artmadı fakat bozulmadı da. Artık söylememe gerek yoktu ezberlemiştiniz. Siyah saç, siyah gözler ve o kusursuz gülümseme...
Cihangir kolunun altında ki kaskıyla bana gülümseyerek bakıyordu. Üzerinde siyah deri motorcu kıyafeti vardı. Gözlerinde ki karanlığı ormanlarımla birleştirip baş selamı verdi. Bende aynı şekilde karşılık verdim. "Girebilir miyim?" Yumuşak ses tonuyla sorduğu soruya başımı salladım. Bir kaç adımda bahçeden içeriye girip benim gibi merdivenlere oturdu. Onun büyük bedeni aramızda ki mesafeyi azaltırken hafif yana doğru kaydım.
"Gelirken meydanın önünden geçtim." Diye lafa başladı anında kafamı hafif ona doğru çevirdim. O ise evin önüne park ettiği motoruna bakıyordu."Portakal aldım." Sonrasında bakışlarını bana çevirdi. "Sen sever misin?"
"Portakalı mı?" Başını salladı. "Yani çok aramam." Cihangir bana kınayıcı bakışlar attı. Onun bu haline gülümsedim.
"Neyi seversin mesela?"
Kaşlarımı çattım. Ağızımdan laf almaya mı çalışıyordu. Yüzünün her bir noktasını inceledim. Yüzünde ki gülümsesiyle gözlerimin içine bakıyordu. Bir anlık gözlerinde gördüğüm merak şüpheye düşmeme neden oldu.
"Neden sordun." Gözlerini kırpıştırdı. Herhalde sorgulamadan cevap vermemi bekliyordu.
"Merak." Diye mırıldandı açıkça.Gözlerini gözlerimden kaçırmış etrafta gezintiye çıkarmıştı. Bakışlarım kucağın da ki kaska kaydı. Kemikli elleriyle kaskı sıkıca tutuyordu. "Seni tanımak istiyorum?"
Cümlenin altında herhangi bir ima aradım. Kötü bir söz, art niyet. Fakat sanki izin almak için sormuş gibiydi. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. "Ya ben, beni tanımanı istemiyorsam."
Bunu neden istemediğimi düşündü. Düşündüğünde gözleri kısılıyordu yüzüne karamsar bir ifade oturuyordu. "Saygı duyarım." Dedi ilk. "Sonrasında seni aklım da ki halimle kabul ederim." Onun aklında nasıl var olduğumu zihninde görmek çok istedim.
"Aklında nasılım?"
Bir olsun bile düşünmedi. Kelimeler dudaklarımdan çıktığı an cevabını söyledi. "Ev." Doğru duydum mu diye suratına baktım. Doğru duymuştum.
"Ev mi?" Başını salladı. "Neden?"
Omuz silkti. "Seni tanımama izin verirsen bende aklımda ki halini tanımana izin veririm."
Kaşlarım istediğimi alamamanın verdiğiyle çatıldı. "Haksızlık bu." Bir şey demedi. "Peki, beni tanıma izin veriyorum fakat bir şartım var."
"Kabul."
"Daha söylemedim." Önemsemediğini belli etti gözleri. Fakat ben bilmesi adına yinede dile getirdim. "Aynı zamanda bende seni tanımak istiyorum ve bir kuralımız olucak." Önüme gelen bir saç tutamımı geriye attım. "Yalan yok."
Başını sakladı. "Yalan yok." Diye tekrar etti. Yüzünde ki soluk gülümsemesine renk gelmişti.
"İlk ben başlıyorum." Başımı salladım. Bir elini siyah saçlarında ve ensesinde gezdirip bana baktı.Çekiniyor muydu. "Hoşlanmadığın davranış?"
Cevabı her zaman belliydi. Kollarımı bedenime sarıp gözlerimi kaçırdım. "Temastan nefret ederim." Gözleri nedenini aradı, sormak içinde ki merakı gidermek istedi fakat yapmadı.
"Senin hoşlanmadığın bir davranış?" Sorumun onda derin bir yarayı deştiğini dalgınlaşan gözlerinden anladım. Yüzünde ki gülümsemesi düşmemişti fakat buruklaşmıştı.
"Görmezden gelinmek." Aynı onun gözleri gibi benimde gözlerim nedenini aradı, sormak içimde ki merakı gidermek istedim fakat yapamadım. Bu sefer Cihangiri durduran şeyi anladım. Sınırlar. Sınırlarımız vardı. Belki ben sorsam o bana anlatabilirdi fakat ben anlatamazdım.
"Sırada ki soru benden." Dedim üzerinde ki durgunluğu almak adına. "Sevdiğin bir şey."
Sorum üzerine çok düşünmedi. "Portakalı severim." Dedi ilk devamında "Sen?"
"Çikolata çok severim." En çokta karamı. Yıllardır ağızına sürmemiştim ağızıma fakat emindim tadı aynı ilk günkü gibiydi.
Bu sefer soruyu o sordu. "O gece." Hangi geceden bahsettiğini düşen ses tonundan anlamıştım. Çatıya çıkıp birbirimizi sadece bizim anladığımız geceden bahsediyordu. "İşaret diliyle konuştun, neden biliyorsun?" Sessiz kaldım. "İstersen pas geçebiliriz, Portakal."
Başımı iki yana salladım. "Sorun yok." Diye mırıldandım. Birbirine kenetlediğim ellerime bakıp geçmişi günüme getirmemeye çalıştım. "Kimsenin beni duymadığı bir zaman da belki sesimi böyle duyururum deyip öğrenmiştim." Gözleri neden diye sordu. Neden bilmiyorum fakat Cihangire güvendim. Bu konuda beni yargılamayacağına birisine değil hiç kimseye anlatmayacağına inandım."Seçici dilsizlik."
Gözlerimi gözlerine değdirmediğim için tepkisini göremiyordum. Fakat merakım her zaman ön planda olduğu için bakışlarımı yavaşça yüzüne çıkardım. Yüzünde ki gülümsemesinde artık yeni duygu oturmuştu. Bu duygu neydi bilmiyorum fakat acımadığını biliyordum. "Sen neden biliyorsun?"
"İkizler." Diye mırıldandı. "Bazenleri hiç konuşmazlardı yazma bilmedikleri içinde böyle bir çözüm bulmuştum. Belki onlar unuttu fakat bende onlardan bir iz ol olarak kaldı." O an Cihangirin omuzlarında koca bir yük hissetim. O yük abiliğin omuzlarına sıraladığı bir yüktü.
"Neden konuşmazlardı." Buruk bir şekilde gülümsedi sonrasında dudak büzdü.
"Bilmiyorum." Dedi eskileri düşünüyordu. "Bir an hiç bir şey yokken günlerce belki haftalarca konuşmazlardı." Doğrusu her neyse eksik söylemişti ve bu durumun Cihangirin içinde bir yara olduğunu donuklaşan gülümsemesinden anlayabiliyordum.
Ona yeni bir soru soracağım sıra bahçe kapısı ikinci kez gıcırdatarak açıldı. Bakışlarımı saklanmak istediğim karanlıktan çekip kapıya çevirdim. Bu sefer gelen abimdi. Bana ve yanımda oturan Cihangire tip bir bakış atmış sonrasında arkasından gelen bedene döndü.
Karan.
İçinde boğulmak istediğim mavilerinin etrafı kızarmış saçları dağılmıştı bakışlarıysa kafasının güzel olduğunu söylüyordu. İçime bir anında bir kuşku düştü. Karan eğlencesine içen bir tip değildi bunu bana kendi ağızıyla söylemişti unutmak istediğim de içerim demişti.
Neyi unutmak istemişti?
...
Karan hakkında ki düşünceleriniz?
Cihangir hakkında ki düşünceleriniz?
Sosyal Medya Hesaplarım:
Tiktok: ladyyniz
Insta: parlakgece_official
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |