

"Birbirine kör olmuş gözler, eninde sonunda görür mü gerçekleri?"
"Ooo," diyerek ebe seçmek için işaret parmağını ağızına sokup sesi çıkaran Ardayı pür dikkat izlemeye başladı Alya. Oldu olası yan komşularının çocuğunu sevmezdi. Nedenini hiç bir zaman çözememişti. Ne Arda ondan ne de o Ardadan hoşlanırdı.
Ikisininde birbirine karşı büyük bir nefreti vardı.
"Karemela sepeti, terazi lastik cimlastik. Biz size geldik bitlendik. Hamama gittik temizlendik dik dik dik sen bu oyundan çık pis çocuk." Dedi ve Ardanın işaret parmağı Alyayı gösterdi. Alya hariç bütün çocuklar kendisinin seçilmemenin mutluluğuyla rahat bir nefes verdi.
Alya ise kaşlarını çatmış kollarını göğüsünde birleştirmişti. Bir kere o kurufasulyeydi! Kurufasulyeler ebe olmazdı!
"Geçen saydığında da bana geldi!" Diyerek söylenmeye başladı Alya. "Banane haksızlık bu. Hep beni seçiyorsunuz. Oynamıyorum ben."
"Sen hep böyle ağlayacak mısın?" Dedi Arda. "Mızmızmışız yapacaksan oynama."
Arda hep böyleydi. Diğer çocuklara göre büyük olduğundan istediğini deme yaptırma hakkına sahipti. Bu yüzdende sevmezdi Alya. Çocuk gıcıktı. Ve gıcık insanlardan nefret ederdi!
"Bir kerede başkası saysın hep sen sayıyorsun!" Diyerek diklenmeye devam etti Alya. "Bilerek kendini ebe seçmiyorsun sen."
Arda duymadı bile Alyanın bu dediklerini. "Oynayacaksan oyna ağlayacaksan az ötede ağla bebe."Ardanın dedikleriyle etraftaki çocuklar gülmeye başladı. Alya olayı çözemeside elleri sinirden yumruk olmuştu. O sadece her oyunda ebe olmak istemiyordu! Abisigille ne zaman oynasa onu kurufasulye yapıyorlardı.
"Bebek değilim ben!" Dedi Alya. Fakat bu dediği Arda ve diğerlerinin daha çok gülmesine neden oldu.
Hatta Arda bir yerden sonra işaret parmağını kaldırıp "Bebek. Bebek. Bebek." Diyerek Alya ile alay etmeye başladı. Alyanın minik elleri daha da sıkılaşırken kendine hakim olmadı. O Alya Alpti, Semih Alp'in kızıydı. Kimse onunla dalga geçemezdi. Arda ile olan arasında ki mesafeyi azaltıp kendisinden kat kat büyük olan çocuğu ittirdi.
Arda anlık dengesini korumayamayıp yere düştüğünde ortamda büyük bir sessizlik oldu. Az önce sürü halinde konuşanların hepsi sus pus olmuştu. Arda kendine geldiği ilk anda hızlıca ayağa kalkıp kızıl saçlara elini uzattı. Alyanın kaçmasına izin vermeden saçlarına asılıp çekti.
En hassas noktası saçlarıydı Alyanın. Kollarında ki dizlerinde ki yaralar hemen geçerdi fakat saçların daki acı kolay kolay geçmezdi. Gözleri anında dolarken yeri inletircesine bir çığlık koptu. Arda ise daha zevkle daha çok asıldı.
Alya saçlarını kurtmak için her haraket ettiğinde Arda daha çok asılıyordu. Minik park Alyanın çığlı ile dolu doluyken uzaklardan bir ses yükseldi, bir erkek çocuğu sesi.
Bakışlar hemen o tarafa yöneldi. "Alya!" Diyerek geliyordu Karan. Üzerinde okul forması ve çantasıyla. Yanlarına vardığın da hemen çantasını yere atıp ikiliye doğru ilerledi.
Arda gördüğü bedenle gerilirken hemen ellerini tuttuğu saçtan çekmişti. Fakat geç kalmıştı. Ne kadar kendisi grubun en büyüğü olsada Karan kadar değildi.
Alya tanıdık bedenle daha gür bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Karan saniyelik küçük kıza bakmış devamında Ardayı sert bir şekilde yere düşürmüştü. Arda kendini korumak amaçlı bir şey yapmasına izin vermeden karnına sert bir tekme atmıştı.Arkadaşı Erenle beraber gittiler savunma derslerin de ona böyle öğretmişlerdi...
Küçük olduğundan daha fazla bir şey yapmadan çocuğun başından ayrılmıştı. Ardanın yakınları hemen başına uçuşurken Karan oturmuş saçlarını tutarak ağlayan bedene ilerlemişti.
"Fıstık?"
Alya çığlık çığlığa ağlamasını devam ettirirken Karan küçük bedeni kolları altına almıştı.
"Çok mu acıdı?"
Alya cevap vermeden sessizce ağlayarak başını salladı. Bu cevap Karan için yeterli olmuştu. Yerden çantasını alıp içerden bu haftalık harçlığı ile aldığı çikolatayı çıkardı. Karam.
Alya dolu gözlerinden elindeki çikolatayı net görmediği için yanında ki bedene dikkatle baktı. "Bak ne aldım sana." Dedi elinde ki çikolatayı Alyaya uzattı. "Ağlamayı bırakta çikolata yiyelim." Demesi Alya için yeterliydi.
...
"O yemek biticek küçük hanım." Diyen annesine en bayık bakışlarını attı Alya. Devamında önünde ki ete baktı. Uzun uzun, ağır ağır yemeği süzdü.
Asla sevmedi et yemeği, asla!
Semih Alpin evde bulunduğu sayılı günlerden biriydi. Semih sofrayla oturulduğunda evdeki herkesi masada görmek istediği için hepsi beraberlerdi. Evin bir diğer çocuklarıda aynı şekilde; masanın başında oturan Semihin sağında ve solunda sırasıyla Alya ve Beste oturuyordu. Bestenin yanında Barış varken Alyanın yanında ağlaya ağlaya yanına oturtutuğu Karan vardı.
Sokakta oyun oynarken abisi kafasına top attığı için ona küsmüş yanına yaklaşmasına izin dahi vermiyordu. Eren ise çok mutluydu. Yakasından düşmek bilmeyen kardeşi düşmüş, peşini bırakmıştı. Eren için daha güzel bir şey olmazdı!
Karanın hemen yanında oturan Hasan bakışlarını Semihe dikmiş onu izlerken hemen karşısında oturan Eren de yemeğine gömülmüştü. Tüm çocuklar Semih Alp'e özenirlerdi, üzerin de ki formaya aşkla bakalarlardı. Fakat bir tek Hasan'ın gözün de Semih bir askerden daha fazlasıydı.
Nagihan tam eşinin karşısına gelecek şekilde masanın diğer ucuna oturmuş tüm çocukları dikkatle süzüyordu. Yemeğe ellerine sürmeyen sadece iki çocuk vardı. Bunlardan ikiside öz ve öz kendi çocuklarıydı.
Oğlunun neden yemeğidini sorgulamıyordu çünkü önüne koyduğu eti yemiş sebzelerine kaşık dahi oynatmamıştı. Küçük kızı ise daha beterdi. Ne etini ne de sebzesine dokunmuştu. Neden yemiyorsun diye sorsa alacağı cevap çok netti.
"Miğdem bulanıyor."
Eşi kızının yanında olduğundan çok üzerine düşmeden yanında ki çocuklara döndü. Hasan sessizce hem sebzesinden hemde etinden yiyordu. Nagihanın taktidirini kazanan ilk çocuk olmuştu.
İlerleyen zamanlarda yemeklerini yiyip kalkanlar arasında ilk Hasan olmuştu. Devamında Bestede kalkarken Barış ve Erenin kalkması hemen hemen beraber olmuştu. Sofrada sadece Semih, Nagihan ve Alya kaldığında Alya şimdiden gözlerini doldurmuştu.
Nahgihan hanım sofradaki boş tabakları toplarken şimdiden kendine yememek için yer yapan kızına "O tabak bitmeden oyun oynayamazsın." Diyerek uyarısını yaptı.
"Ama anneeee" diyerek itiraz edecek oldu fakat babasının kendisine attığı bakışla susmak zorunda kaldı.
"Annen haklı yavru kurt." Semihin bıçak gibi keskin sesi Alyanın kalbinden büyük bir kesik açtı. Babası daha bir şey demiyorsa vay halineydi.
Semih bulaşıklarda eşine yardım etmek için içer gittiğinde Alya yalandan doldurduğu gözlerini bozdu. Gözlerini kırpıştırıp önünde ki tabaktan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. Çokda düşünmesine gerek kalmadı. Tabağına dokunmadan sessizce yerinden kalktı. Büyük ihtimalle annesi çok kızacaktı fakat buna değerdi. En sevdiği topunu bile kesseler o eti yemezdi! Öyle bir inattı.
Hızlıca ayağa kalktığında salonda oturan bedenle duraksadı. Karan eline kırmızı arabasını almış öylece kendine bakıyordu. Bakışların da ki sert tutum ise çok netti: "O yemek bitecek."
Alya belki annesi belki babasını dinlemezdi fakat Karanın sözüne kulak asmamazlık yapamazdı. Az önce kalktığı yere tekrar oturdu. Dakikalardır eline almadığı çatalı eline alıp etine batırdı. Devamında ağlayarak yemeğini yemeye başladı.
Ağlaması ise yemeği bitmeden durmak bilmedi.
...
"Fıstık, Fıstık, nerdesin?"
Alya, oynadığı oyundan bakışlarını kaldırıp gelen sese çevirdi. Karan gelmişti. Bulmuştu kendisini, yine. Yüzünde sevimli bir tebessüm ev sahipliği yaptı.
"Burdayimm." Diyerek kendince yerini söyledi. Karanın homurdanma sesi giderek yaklaştığında kıkırdı. Yakalanmıştı, yine.
"Nerdesin sen?" Diyerek ortama giriş yaptı Karan. "Saatlerdir seni arıyoruz."
Alya ise verebileceği en net cevabı verdi; "Burdayım."
Karan mavi gözlerini güzelce devirip küçük kızın yanına oturdu. Annesinin kendisine aldığı akıllı saatinden herkesin yana döne aradığı küçük kızı bulduğuna dair mesaj attı.
Küçük kızın abisinden büyük ihtimalle çaldığı oyuncakları kısa bir süzdü. "Yine neden kaçtın evden?" Diyerek konuya direk geçiş yaptı.
Bir cevap gelmedi küçük kızdan. Şaşırtıcı bir şekilde uzun süre sessiz kaldı. Bu sessizlik iyi değildi. "Ne oldu?" Diye sordu bu sefer Karan.
Küçük kız ilk dudak büzdü. Devamında içli içli bir nefes çekti. Evet başlıyoruz, diye geçirdi içinden Karan. İlk gözleri melül melül kırpıştırdı. Çatılan kaşlarını demeye gerek bile yoktu.
"Çok sıkılıyorum." Diye konuya geçiş yaptı. Karan hiç bir şey demedi. "Abim yok, Beste yok, sen yok." Dedi ve duraksadı. Şimdiden akan burnunu çekip "Kara oğlan yok." Dedi.
Yaz tatlinden yeni çıkmışlardı. Herkes tatilin bitmesiyle beraber kaldığı yerden devam etmişlerdi. Koça yazın her gününü dolu dolu geçiren Alya okulların açılmasıyla beraber büyük bir boşluğa düşmüştü.
Artık her sabah kalktığında beraber Parka gittiği bir abisi yoktu. Parkta saatlerce yerden yüksek oynadığı Barış ve Hasan abiside. Öğlen evde birlikte ağlaya ağlaya yemek yediği Bestede yoktu. Her gün her yere düştüğünde ona çikolata alan bir Karan yoktu. Yere düştüğünde kanayan dizlerine mavi yara bandı takan bir kara oğlan yoktu. Kimisi okula gitmişti, kimisi dönmemek üzerine evine...
Küçük kız minik minik ağlamaya başladığında Karan okul kantininden aldığı çikolatayı cebinden çıkardı. Küçük kıza bir şey demeden çikolatı uzattı.
Zaten bir şey demesine zaman kalmadan bir yığın insan başlarına üşüşmüştü. En başta Nagihan ve Semih olmak üzere minik kızı kucaklamışlardı. Devamında Eren evden kaçtı diye kardeşinin kafasına bir sille geçirmiş sonra çok ağlayıp başını ağrıtmasın diye vurduğu yeri öpmüştü.
"Tamam prensesim geçti." Diyerek kızını kolları arasına alan Semih kızını susturmaya çalıştı fakat bunu demesi yetmedi. Öyle içli ağlıyor du ki küçük kız...
Karana dönüp "Oğlum bir şey mi oldu?" Demekten alı koyamadı Semih kendini. Küçük kızın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Saniyelik duraksayıp öksürüyordu.
Karan ise ne diyeceğini bilemediği için öylece durmuştu. Çikolata susturur sanmıştı fakat öyle de olmamıştı. Bundan sonra napacağını bilemiyordu.
Dakikalar geldi geçti. Alyanın ağlaması gittikçe azaldı. Gittikçe tükendi. Bu ağlamasını diğer ağlamalarına nazeren farklıydı. Normalde sus deseniz susan küçük kız dakikalarca ağladı. Ne annesinin öpücükleri sakinleştirdi, ne babasının güzel sözleri ne de abisinin ona aldığı misketler. Hiçbiri susturmadı.
Çünkü kalabalıklığının içinde yalnızdı Alya. Yanında onlarca insan vardı fakat yalnızdı. Babası yoktu yanında bir kere. Her gün işteydi. Devamında abisi yoktu, okuldaydı. Annesi yanındaydı fakat her yalnız kaldıkların da durmadan ağlıyordu. Bir resme bakıp saatlerce ağlıyordu. O resimde bir iki kişi vardı babası ve o çocuk. O çocuk kimdi bilmiyordu fakat annesi saatlerce fotoğrafta ki yüzün simasını okşayıp ağlıyordu.
Annesi belli etmemeye çalışsada her bilmediği bir şeyin farkındalığındaydı Alya.
Ailesini kaybetmekle kalmamıştı bu sefer. Her topunu patlattığında ona top alan Hasan abisini kaybetmişti. Her Beste ona küstüğünde arasını yapan Barış abisini kaybetmişti. Ve her seferinde ona çikolata alan, oyunlar oynayan, masallar anlatan Karanı. Hepsi gitmişti. Ve belkide daha fazlası.
Belki günün birinde onları geri kazanmıştı fakat anılarında saklı olan kara oğlanı unutmuştu.
...
Hayatım boyunca olayları adlandırmakta, insanları anlamakta güçlük çekmişimdir. Bu konuda karşım da ki kişi yakınım olduğunda daha da zorlanmışımdır. Emin olduklarım yanıltmıştı hep beni. Karşım da ki yakınım olduğun da onu bir o kadar tanıyıp bir o kadar da tanımıyordum. Bilgilerim adeta sıfırlanıyordu. Bunun sebebi şudur, diye kesin bir ifade kuramazdım. Çünkü karşım da ki kişi benim için değerli biriyse beynim onun hakkında her şeyden şüphe ediyordu. Karşım daki için kesin ifadeler kullanamayacak raddeye geliyordum.
Aynı şu an olduğu gibi.
Saymayı bıraktığım dakikalar da istanbulun en gözde sahillerin birinde bir klimin üzerinde oturmuş karşım da ki insanı çözmeye çalışıyordum. Karan Bozkurt, anlaması güç biriydi. Dakikalardır onu izlediğim bu sürede ancak bu sonuca varabilmiştim. Dakikalar önce buraya ilk oturduğumuz da konuşmamız gerek demişti, ne hakın da dediğim de, biz hakkın da demişti. Biz. Alya ve Karan. Şimdi ise dakikalar önce bunu kendisi dememiş gibi sepetten çıkardı şeyleri yiyorduk. Ben dikkatlice suratnı incelerken o ise şundan da ye deyip önüme yeni bir şey koyuyordu. Dediklerin de ve haraketlerin de o kadar orantısızlık vardı ki. Bir az daha sessiz kalmaya devam ederse orta yerimden çatlayacaktım. Benimde bir sabrım vardı ve ne yazikki limiti çok düşüktü. Anın da doluyordu!
Geçen her sesiz saniye de zihnim önüm deki bulmacayı çözerken vücudumu yersiz bir telaş sarmıştı. Kalbim düşüncelerimle beraber hızlanırken bu minik çarpıntılar ellerime de yansımış titremesine neden olmuştu. ellerimin titremesinden elim deki tatlı çatalı bir anlık elimden kaydığın da aramız da ki sessizliği bıçak gibi kesmişti.
Karanın erkeksi kıkırtısı kulağıma vardı ilk, çekinerek yüzüne baktığım da neye bu kadar güldüğünü anlamamıştım. "Hala çatal tutmayı öğrenemedin mi Fıstık?"
Alık alık suratına bakıp bu yersiz sorusuna anlam vermeye çalıştım. "Öğrendim... elimden kaydı sadece."
Gözlerini kısıp yüzüme baktı. Bu öylesine bir bakış değildi, inceliyordu. Önüme gelen bir tutam saçımı geriye attım. Gözlerimi gerginlikle kaçırırken "Bana neden öyle bakıyorsun?" deme cesaretinde bulundum.
Bir şey demedi, içli bir şekilde iç çekti. "Hiç." Dedi fakat daha çok var der gibi çıkmıştı "Düşünüyorum sadece."
Bir anlık gaza gelip "Neyi" diye sorma gafletinde bulundum.
Uzun uzun gözlerime baktı. İnce iki dudağının arasın dan çıkan sözler ise gecenin hikayesni başlattı: "Bunca zaman birbirimize nasıl bakan gör olduğumuzu. "Bir şey demedim. Dememe müsaade etmeden kucağım da ki elime uzandı. Sıcak eli soğukluğumu sarıp sarmaladı. İçim de başlattığı kıyametten habersizce gözlerimin içine baktı. Yutkunma ihtiyacın da bulundum. "Konuşmak için kelimelere mi ihtiyaç duyarız, gözler yetmez mi?" göz bebeklerim de dahil olmak üzere bedenimi büyük titreme sardı.
dudaklarımdan "Karan." Diye bir mırıltı çıktı.
Beni duydu fakat bir tepki vermeden gözlerimin en derinine bakmaya devam etti.
Sanki ben ona seslenmemişim gibi "Alya." Dedi. "Görmemişim bunca zaman, görmüşüm de anlamamışım." Sesin de ki pişmanlık cayır cayır içini yaktığını brlli ediyordu. "Hep kendi içim de çelişkiye düştüm." Başını iki yana salladı. "Anlamadım, çözemedim. Oysa sen hep aynı Fıstıktın. Nettin. Kararlıydın. Açıktın. Bende aynı Karamdın."
"Açılmayı bekleyen kapalı bir kutu gibiydin." Diyerek cümlesini tamamladım.
Başını salladı. "Sonra anladım ki her şey aynıydı. Sen aynı Fıstık ben aynı Karam, mavi gölü çocuktum farklı olan tek şey." Bakışları unuttuğum ellerimize kaydı. Devamını getirme gereğin de bulunmadı. Hak verdim ona alanen her şey ortadaydı.
İkimiz büyük bir bilmeyeceyi çözmüş olmamamıza rağmen büyük bir belirsizlikle birbirimize bakıyorduk. Konuşulacak çok şey olmasına rağmen ikimiz de susuyorduk. Dediği gibi gözzleriyle anlaşıyorduk.
"Taş kağıt makas oynayalım mı?" diyerek ortaya alenen bir soru attı.
Kaşlarım çatılırken "Neden?" diye sorma gereğin de bulundum.
"Oynayalım mı oynamayalım mı?" diyerek bu sefer o soru diretti. Gözlerimi hafif kısım nedenini anlamaya çalıştım fakat cevabını çözmek bulmak zor olmadı. Taş, kağıt makas oynar kaybeden kendi hakkın da bir sırrını söylerdi. Oyun sonun da sanki bunlar hiç konuşulmamış gibi kaldığımız yerden devam ederdik.
Diretmedim oyununa ayak uydurdum. İkimiz de ellerimizi oyun için birbirinden ayırırken ikimiz de bu durumdan birbirimizden isteksizdik. Ellerimiz eşit bir şekil de hizaya tuttuk. Sessizce fısıldadık: taş kâğıt makas.
Ben makas yaparken o taş yapmıştı.
Dudaklarım büzülürken kazanmanın verdiği keyifle bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp düşündüm. Ona kendim hakkın da ne söyleye bilirdim? Minik bir hileden zarar gelmezdi. "Acı yiyince kızarıyorum bazen yanaklarım daha al al olsun diye sırf bu yüzünden acı yiyorum."
"Bu mu kimseye söylemediğin sırlların?" diye sordu inanmazca başımı salladım. Başını iki yana salladı. Bir şey diyecek oldu fakat ne olduysa fikrini değiştirdi.
Tekrardan aynı anda fısıldadık: Taş kağıt makas.
Bu sefer ben kağıt yaparken o taş yapmıştı. Kendimi tutamayıp elimle yumruk yaptığı elini sardım. İstemsizce yaptığım bu haraket dudaklarımı dişleyip ona bakmama neden oldu. O ise gülümseyerek ellerimize bakıyordu. Hızlıca elimi çektim.
Oturduğu yerde oturuşu dikleştirip gözlerini etrafta gezdirdi. "Evde sevmediğim bir yemek olunca restoranı geç kapıyorum ki o yemeği yemek zorunda kalmıyorum." Dedi, az önce bana baktığı gibi ona baktım.
"Bumuydu?" Diye sorduğum da intikam alırcasına aynı benim gibi umursamazca omuz silkti.
Cevap vermediğinde diretmedim. Tekrardan fakat bu kez sessizce taş kâğıt makas yaptık. Ben makas yaparken o taş yaptı. Az önce benim yaptığım gibi yumruğu ile makasımı kırdı.
Kıkırdadım.
Dudaklarımı birbirine bastırıp düşündüm. En sonunda aklıma gelenlerle yüz ifadesini merak ettiğim için suratına döndüm. "Bazen sırf beni bul diye evden kaçıyordum." Dedim. Dediklerim kulağına ulaştığı an yüzüne yavaş yavaş tebessüm ev sahipliği yaptı. Bakışlarını iki yana sallayıp kendince tepkisini belli etti.
"Şu dediğini Nagihan teyze duysa," onun devam ettirmesine izin vermeden araya girdim.
"Bacaklarımı kırar."
Hafif bir kahkaha attı. Attığı kahkaha kalbimin bir milim daha yerinden oynamasına neden oldu. Attığı kahkaha yavaş yavaş sesli nefes verişlere döndüğünde kaldığımız yerden devam ettik.
Bu sefer ben ben taş yaptığımda o da makas yapmıştı. Kazanmanın verdiği sevinçle şen bir kahkaha attım. "Ben kazandım." Demekten kendimi ele koyamadım.
Çocuk kandırır gibi "Evet sen kazandın." Dediğinde ayıplayıcı bakışlar attım. Attığım bakış ise onu daha çok güldürmüştü. Gülümsemesini durdurabildiğinde elini saçına atıp hafifçe sıvazladı.
Düşünüyordu.
Başımı sağa yatırıp onu izledim. İkilemde gibiydi. Söyleyip söylememek arasından gidip geliyordu. En sonunda gözlerini gözlerime kitleyip gözlerini ağırca kıstı. Yüzünde puslu bir hava vardı. Belirsiz. Kurumuş dudaklarını dilliyle ıslatıp bir az bana doğru eğildi. Bir az değil baya bana doğru eğildi. Aramızda santimleri saymaya matematiğim yetmezdi, çünkü yoktu!
"Ben." Diye başladı. Sesinde can çekişen bir hava vardı. "Kimseyi bu kadar çok seveceğimi düşünmezdim." Dedi can alıcı o cümleyi söyledi. "Alya."
Duyduklarımla zihnimde bir bir yankı yaparken belkide kulaklarım dünyanın en güzel melodisini duymuşlardı. İçimde ki soğukluk bir yangına dönmüş içim alev almıştı. Kalbimde ki depremleri söylemiyordum bile. Kendinimi hiç mutlu olmadığım kadar mutlu hissettim. Hiç üzgün olmamamış gibi. Hiç korkmuş olmamış gibi cesur.
İçimde ki seslere anlam yükleyemiyordum. Kalbimle zihnim birbiriyle çatışmaya girmişken gözlerimin yavaşça kapandığını hissettim. İlk karanlıkta bile üzerimde olan gölgesini devamın da tenimde ki dudaklarının ağırlığını.
Kalbimde ki eşsiz duygu canımı yanarken kendimi dizginlemeye çalıştım. Bunca zaman yeterince savaşmış yeterince yorulmuştum. Şimdi dinlenme zamanıydı. Ve ben bu dinlenmemi yanımda ki adamla, Karanla yapacaktım.
Dudaklarının ağırlığı üzerimden çekildiğinde içimi saran utanç duygusuyuyla baş edemedim. Kendimi onun göğsüne kapadım. Erkeksi kıkırtısı geldi kulaklarımı. Göğüsü inip kalktı. En sonunda ellerini saçlarımda hissettim. Eskisi gibi bir oynadı saçlarımda en sonun da aldığı tutama bir öpücük kondurdu.
Ben Alya Alp ve hikayem asıl şimdi başlıyordu.
...
GENÇLER NOLUYORRRRR
BEN NE ETTİM KIZZZ
Neyse biz takılmayalım geçmişe önümüze bakalım...
Sosyal medya hesaplarım üzerinden bölümler hakkında bilgilendirme alabilirsiniz:
Instagram: parlakgece_official
TikTok: ladyyniz / parlakgeceofficia
X: ladyyniz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |