Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm✨

@larasu

 

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

 

İyi Okumalar:)

 

🪶🔥🖤

Umudum olana ömrüm sonuna kadardır...

Umut verip yıkana sonu bitmeyen bir yol vad ederim...

 

10.Bölüm

Yağmur dinmiş sessizlik hâlâ devam ediyordu. Aradan iki gün geçmiş ne bir ses ne bir çıkıntı vardı. Önlerine koyulan bir engel yoktu. Huzur şuan her yerlerini sarmıştı, dışarıdakiler ise huzurun dört bir yanını sarmıştı. Kim bilir belki kazanan huzur olurdu.

"Zahir." Elini Zahir'in sarı saçlarına attıp okşadı. "Zahirim." Derin bir uykudaydı, saat tahminen sabahın ilkleriydi. Güneş tepeyi aşmış kendini belli ediyordu artık. Yağmur dinmiş ortaya hoş toprak kokusu konulmuştu.

Zahir yavaş yavaş gözlerini açıp karşısında ki kadına baktı, yeşilkler yeşillerle buluştu. Bu hissiyatı bir ömür yaşamak isterdi Zahir, yaşayacakta.

"Günaydın." Zahir etrafa bakınıp tekrardan gözlerini yeşillerle buluşturdu.

Yıldız doğrulup saçlarını kulağının arkasına aldı. Ayağa kalkıp odada bulunan camdan dışarıya baktı. Etrafta hâlâ sis bulunuyordu ama dün geceki gibi değildi. Zahir yerinden kalkıp cama yaklaştı. Küçük salona ilerleyip esneyerek elini yüzünü yıkadı.

"Şimdi ne yapacağuz?"

Zahir gözlerini yıldıza çevirip en net bakışlarını attıp, "Evlenicez." Demişti. Kendinden oldukça emindi.

Yıldız şaşırmışça ona baktı, aslında şaşmamalıydı olması gereken de buydu. Yıldız başını öne eğip usulca ilerledi.

Doğrulup, "Peki ya nasul yapacağuz?"

Zahir yine netti. "Dini nikâh. Çünkü sen benimsun ve kimsenun olmadan benum olmanu istirum."

"Zahir... Şehre inemeyiz."

"İneceğumuzu kim dedi ha sağa."

Yıldız ne dediğini anlamıyordu ama ona güveniyordu soru sormadı sadece utanç bir şekilde başını sallayıp sobanın yanına konuldu. Zahir sobanın yanına koymuş olduğu elbiseleri alıp odaya yöneldi. Üstünü değiştirip bekledi. Bugün pazar ya Muharrem abisi gelecekti. Her pazar gelirdi, cumartesi dahildi buna ama gelmemişti. Solana ilerleyip ocağa çayın suyunu koymuştu.

Telefonu tamamen kapalıydı, kimse aramasın ulaşmasın istiyordu. Her şey olabilirdi yerlerini bir telefonla bulabilirlerdi, şuan telefona gerek yoktu.

"Zahir." Diyecek oldu yıldız ama onu susturan dışarıdan gelen sesti. Birisi ağır bir şekilde küfür ediyordu. Yıldız ayağa kalkıp Zahir'in arkasına geçti, Zahir gelenin kim olduğunu bildiği için hiç tedirgin değildi. Açılan kapı ile Muharrem abileri korku ile bağırıp gerilemişti.

"Ula! Ula neoli?!" Muharrem elini kalbine artıp çatık kaşlarının arasında tanıdığı sıfatla daha da şaşırdı. "Ula Zahir?" Dedi gözlerini kısarak hem Zahir'e hem de Yıldız'a baktı. "La neoli?" Dedi yine aynı öfkeyle.

"Abi."

Muharrem başını iki yana sallayıp, "Hee!" Dedi şive dolu bir ağızla. Muharrem kaşlarını havaya kaldırıp, "La sen gız mı kaçurdun la!"

Zahir saçlarını okşayıp derin bir nefes verdi. Bir eli arkasında olan Yıldız'ın elindeydi. Ben buradayım der gibi tutuyordu elini.

"Vermediler kaçırdım."

"Ney, ney, ney?" Dedi daha da çok şaşırarak. Zahir'i severdi ama şu görüntü onu korkutmuştu.

Muharrem elini alnına artıp şu soğuk havada oluşan terleri silip etrafı kontrol etti. Kapıyı kapatıp içeriye girdi. Elindeki poşeti bir köşeye bırakıp gençlere baktı.

"Ha geçun da. Anlat bağa hele."

Zahir Yıldız'ın elini bırakmadı, her şeyi tekte anlattı. Kısası kısas dedi. Her şeyi göze alarak buraya gelmişti. Her şeyini almış gelmişti. Yıldız'ı kaybetmek istemiyor, onu kimseyle görmek istemiyor. Onlar bir arada olduğu sürece her şey beraktı, yeşildi, beyazdı, ay ışığı daha parlak oluyordu onlar bir olduğu sürece.

Utanmadı saklamadı arkasında tam tersi elini sıkıca tutup bu benim yârim, bu benim ömrüm. Tek amacım bu kadın dedi. Korkmadı yiğit oldu sevdiğinin elini sıkıca tuttu Zahir.

"Ula ne diysun?" Muharrem elini havaya kaldırıp ya sabır çekerek indirdi. "Ha aferun sağa. Sahip çıkmuşsun da! Bundan iye ne var. Ben senun arkandayum uşak. Ne ihtiyacun varsa ha bağa söyle getireyum da."

Zahir bunu bekliyor gibiydi. Bir saniye dahi beklemedi. "İmam getir bağa Muharrem abi."

Muharrem şaşırmadı tam tersi sanki ağzından almış gibiydi lafı. Yıldız utanarak geriye çekilip Zahir'in arkasına geçip iki eli ile Zahir'in elini daha çok kavrayıp huzuru hissetmeye çalıştı.

"Ha ben da uni diyecedum," Eliyle poşetleri gösterdi. "Ben bu gideyim. Kimseciklere bir şey demeden ha o imami buraya getirirum, sende şunlari yerleştur uşağum." Babacan bir tavırla emirlerini verip gitmişti.

Her şey çabuk gelişiyordu, Zahir ve Yıldız dini nikâh kıyacak, Muharrem oğlu gibi gördüğü Zahir'i koruyacak. Onlara bir yuva vad etmişti. Her şey istediği gibi gidiyordu. Sonu belli değildi ama Zahir'in aklında belli olan bazı şeyler vardı; sevdiği kadından olan bir çocuk ve sevdiği kadınla ömür sürdürmekti.

Sevdalık o kadar büyük bir şeydi ki bazen insana yük olurdu, zorlanırdı. Sabrı olanın sonu huzur ve kavuşmak. Yüreği dayanamayana ise bir hayal ürünü olurdu.

 

​​​​*********

​​​​Vaktin ilk defa nasıl geçmesi gerektiğini bilmiyordum. Bazen yavaş geçsin isterim güzel anıların yavaş yavaş yaşamak isterim. Çoğu günde hızlı bitsin hayat isterim. Şimdi ne istiyorum peki? Dışarıda beni bekleyen bir adam vardı. O adam benim geçmişimin izleriydi. İçimde ona karşı değişen bir şey yoktu, ya da vardı ben öyle hissetmemek için direniyordum. Bu direnişler belki son bulurdu.

"Öğretmenim okudum." Düşüncelerimden kopup Havin'e baktım.

"Aferin otur bakalım, kaldığımız yerden devam et Ayhan." Yaşlandığım masadan doğrulup masaların arasında ilerlemeye başladım. Ayhan metni okumaya başlamıştı, bense takip eden öğrencilerimi kontrol ediyordum.

Ayhan son satıra geldiğinde derin bir nfes verip bitirmişti. Bana bakıp oturmam için izin istedi. "Otur bakalım."

Kolumdaki saate baktım. Son bir dersim kalmıştı, son ders okuma satiydi. Kütüphanede kitaplar değişilecek ve sınıfta okuma saati yapacaktım.

"Son bir dakika. Kütüphanenin kapısının önünde zil çaldığında sessizce bekliyorsunuz, sessiz olmazsanız Emine hocanın elinden sizi almam ona göre."

Sınıftakiler gülmeye başlamıştı, "Tamammm!" Diye bir ses çıkmıştı sınıftan. Gülümseyip kabanımı giydim.

Dışarıda olduğuna biliyordum şimdi yüz göz de olmak istemiyordum. Ama dışarıda nöbetçi bendim.

"Dışarıda konseyi görmek istemiyorum hava çok soğuk kapıda etrafında durabilirsiniz sadece."

"Öğretmenim o asker kimdi?" Soru Ayşe'den geldi.

"Bende gördüm uzun boylu bir abiydi." Bu sefer konuşan Elif olmuştu.

Ayşe, "Ama nasıl güzelll!" Kaşlarımı havaya kaldırıp kendimce güldüm.

"Siz tanıyormusunuz."

Havin, "Alaz abi o. Asker ben tanıyorum."

Tanımayan yok zaten Havincim. Zil çalmıştı, emine hoca yine hızlı adımlarla etrafta elinde zille dolaşıyordu. Emine hocayı gördüğümde kendimi hababam sınıfında gibi hissediyordim öyle bir vibe alıyordum.

Öğrenciler çıkarken bende cebime atmış olduğum telefonu çıkarıp uçak modundan çıktım. Koridorun sona geldiğimde etrafa baktım, çıkış kapısı tamda karşımda. Derin bir nefes alıp ilerledim. Bildirimler art ardına gelince telefonumun ekranına baktım. Mercan yirmi arama. Mihri'den beş arama Firuze abladanda bir arama. Mercan'a kısa bir mesaj atmak için numarasına tıkladım. İyiyim okuldayım

Mesajı gönderip telefonu kapatıp arka cebime koydum. Okulun dışına çıktığımı yeni fark etmiştim. Etrafa baktığım onu bulamadım. Bir adım daha attıp yine etrafa baktım arabanın içini uzaktan kontrol ettim ama kimse yok. İfadesiz bakışlarla arkamı dönüp okula girmeyi düşündüm, ama kapının yanına yaslandığını gördüğünde durakladım. Gitmemişti hâlâ bekliyordu. Böyle bakmamalıydı. Kısık gözleri ne arıyorsun der gibi bakıyordu.

"Koşma evladım düşüncen ağlayacan bana şimdi ha!" İne hoca kollarını sallayarak okulun dışına çıktı. Gözlerini etrafta gezididken gördüğü Alaz'la durakladı. "Alaz Bey." Gözlüğünü düzeltip bir bana bir Alaz'a baktı.

Alaz yarımca hatta istemsizce gülümseyip, "Hayırlı sabahlar."

"Sabah mi kaldı Alaz Bey." Kolundaki saati gösterip, "Kaça geliyor bakın. Tünaydın size de." Lafını çaktı ve ilerledi. "Koşma ya."

Bana bakıp kaşlarını kaldırıp, "Sana karşı böyle midir?"

Kınayıcı bakışlar attıp kollarımı birbirne kenetledi, "Sen miyim ben... Bazen." Düşünerek konuştum, evet bazen böyle davranıyordu. Biraz fazla disiplinli bir kadın. "Fazla disiplin diyelim." Gülmüştü. Başını öne eğip seslice gülmüştü. İçimde yanan bir duygu vardı. Hoşuma gitmişti sanırım. Ya da özlem duygusu belirmiş olabilirdi.

Dikleşti ve bir adım öne attıp, "Sen yine de dikkat et."

Başımı salladım sadece. Derin bir nefes alıp, "Konuşsana Alaz." Başımı sağa eğip baktım.

Oda derin bir nefes verip bir adım daha attı aramızda bir kaç adım vardı sadece. Etraftaki öğrencilere kısa bir bakış atıp Alaz'a geri döndü gözlerim.

"Ne istersin? Nereden başlayayım ben?"

"Neden gittin?" Başımı geriye artıp yüzüne baktım. Kahverengi ve siyah karışımı gözler parıl parıl parlıyordu. Dudaklarını ıslatıp havadan bakmaya devam etti.

"Görev için gittim."

"Ne görevi."

Etrafa bakınıp derin bir nefes aldı.

"Ağzından zorla kelime çekiyorum. Adam gibi konuş, konuşmuyorsan defol git."

Kaşları çatıldı, adem elması oynadı. Sinirimi dışarıya çıkartmak istemiyordum ama elimde değildi. Net ol artık be adam!

"Rusya'ya göreve gittim, bulunan bir örgüt lideri vardı, aralarına sizmam gerekiyordu. Tek başıma değildim, Attila'da yanımdaydı. Biz beraber ilk görevimize çıktık. Bu görevde bulunan hiç kimsenin ailesi yok. Benimde ne bir baba ne bir anne vardı. Bir sen vardın... Eğer kimliğim ortaya çıkarsa seni bulup öldürebilirlerdi. Sana kıyamazdım." Bunun için miydi? "Suna ben seni hayata bağlayan tek kişi değil miydi? Şimdi sana ben nasıl kıyayım. Ölürsem sende ölürsün. Bedenim ruhumdan kolptuğunda arkada bıraktığım tek aileme zarar versinler istemedim." Aramızdaki mesafeyi tamemen kapatmıştı. Benim gözlerim hâlâ anlattığı şeyle şoktaydı.

Evet onun kimsesi yoktu benden başka. Acıyla büyüdük biz. Onun benden benim ondan başka kimsem yoktu. Alaz benim benim tek çıkış biletimdi. Herkesten her şeyden tek kurtuluş biletimdi. O benim özgürlüğümdü. Özgürlüğüm olan adam benim ölmem için mi benim hayatımdan çıktı.

"Suna... Biliyorum. Çok saçma." Zil çaldı emine hoca yine bağıra bağıra herkesi içeriye sokuyordu. "Sen benim tek ailemsin. Benden gitme. Çünkü ben senden gidemem artık kadın." Gözleri sorar gibi bakıyordu bir cevap bekliyordu benden.

"Suna hanım öğrencileriniz." Parmağı ile kütüphaneyi gösterdi. Afallayarak başımı salladım sadece ilerleyip kendi sınıfına girdi.

"Peki neden geri dönmedin?" Kekeliyorum desem yeridir. Göz bebeklerim titriyordu. İçimde özlem duygusu ortaya çıkıyor gibiydi artık. Ama durması lazımdı şuan değil kalbim şuan değil.

"Öğretmenim hadi."

"Bekliyor olucam." Umut dolu bakıyordu, sanki beni karanlığımdan çekmeye yakın bir yerdeydi. Eski Suna'yı görmüş gibiydi. Göğüsünü gerip önümden çekildi. Dağ gibiydi zaten sanki gölge yapıyordu bedeni bana.

İlerledim içimdeki ağırlık yükü artıyor gibiydi. Kalbimin üzerindeki taş ağırlaşıyordu. Bunların hepsini def etmek istiyordum çünkü içimdeki Suna ortaya çıkmaya başlıyordu. Ona kıyamayan adını duyduğunda kalbi yerinden çıkacak olan, onun için her şeyini ortaya döken o kız ortaya çıksın istemiyordum. Öfkeyle nefes verdim. Öfkemin sebebi bendim. Buraya gelip bunların olması, onunla karşılaşıp önce hiçlikle bakmam ve sonra... Ve şuan hatta, bana tek kelime etse eriyecek bir durumdaydım. Benim canım için benden uzak durmayı seçmişti. Ve şimdi asla bırakacak gibi değildi.

Ama yinede uzak durmak istiyordum. Alışmıştım ben kendime, hiç bir şeyi değiştirmek istemiyordum. Alaz değiştirebilirdi, inatla üzerime geliyordu. İnatla kalbime dokunuyordu.

Öğrencilerimle ilgilenecektim sadece onlarla ilgilenip bu olanları düşünmeyerek devem edecektim güne. Beni bekleyeceğini biliyordum.

"Hadi çocuklar sessizce alın ve çıkım." Öğrenciler kitaplarını yenilerken ben tırnaklarımı kemiriyordum. Elimde olsa kafamı kemirmek isterdim ama ne yazık ki olasılık bile yoktu.

Ciwan, "Öğretmenim ben Zeki'ninkini alayım?"

"Al, al canım." Öğrencilere baktığımda herkes kitabını yenilenmişti. "Hadi çıkalım canlar."

Çocukları sınıfa doğru götürürken karşımdaki kapıda onun bedeni ole karşı karşıya kaldım, bakmamaya çalışıp öğrencilerimle koridoru döndük. Sessizce sınıfa ilerlemiştik, öğrenciler yerine geçip oturmuştu.

"Konuşmak yok. Sessiz olun lütfen." Kendi yerime geçip oturmuştum. Başımı sağa çevirip camdan dışarıya baktım. Yağmur yağacak gibiydi. Kara bulutlar Hakkari'yi sarmıştı. Soğuktu Hakkari. Trabzon'da soğuktur ama havası serinlik verirdi. Burası toz topraktı. Ama güzeldi.

Aklımda o gözlerim sayfaların cümlelerinde dolaşıp duruyordu. Ben yokken nasıldı acaba? Beni özlüyor muydu? Ya da burada hayatına başka birini almış mıydı? Gelmeyi hiç düşündü mü?

Şuna ayaklarım ona gitmek istiyordu, deli gibi sorular sormak tek tek o soruların cevabını almak istiyordum. Ama direniyordum. Bunca yıldır direnmiştim, hatta ne aramış ne de sormuştum. Nasıl sorabilirsim ki? Nasıl arayabilirdim ki?

Yalnız kalmıştım ben. Yalnızlığın dibine vurmuştum hatta. Kalan değil giden aramalıydı. Bu hikayede kalan bendim giden ise oydu. Galiba arayam değil ama gelen ben oldum. Ben gelmesem bir adım bile attıp Trabzon'a gelmeyecekti. Bu istemsizce zoruma gidiyordu. Zaman aktı, yağmur yağdı. Sessilik daha da sessizleşmiş gibiydi. Aklım hâlâ orada. Aradan dakikalar geçti, ben yine gözlerimi kelimelere diktim ama aklımı bir türlü kelimelere ve cümlelere veremiyordum.

Dalmış olduğum kitaptan beni alıkoyan zil sesi olmuştu. Ne çabuk. Öğrenciler kendi aralarında gülerek toparlanırken gözüm Havin'e değdi, hâlâ okuyordu. Zilin çaldığının farkında değildi, kolunu dürten Elif ile fark etmişti. Gözümü ondan çekip kabanımı giydim. Çantamı omzuma attıp telefonumu da cebime atmıştım. Tahir karşıda öğrenciler ile gülüşüyordu. Emine hoca Kazım Bey'in odasının yolunu tutmuş gibiydi. Gibi değil eveti. Umarsamadım, koridorun soluna dönüp dışarıya çıktım. Tahir arkamdan seslenince durmak zorunda kaldım.

"Aceleci görüyorum seni." Tebessümü yine içtendi.

Etrafa göz atıp onu aradım. Kapıya yaslıydı hâlâ. Arabada beklesen popanmu kaşınır be adam. Yine kıstı gözlerini bir bana bir Tahir'e baktı. Sorun çıkartamazdı o kadar da aptal değildi. Kıskanıyor muydu? Kendime bildiğim soruları sormam saçmaydı. Gözlerimi Tahir'e çevirip.

"Yok ama biri bekliyor."

Kaşlarını kaldırıp, "Ee tamam o zaman gidelim."

Kurmuş olan dudaklarımı ıslatıp, "Şuna burada." Kaşlarımla dimdik duran onu gösterdim. Dev cüssesi derin bir nefes alıp gözlerini daha da sertleştiridi. Bunu nasıl yapıyordu böyle anlamış değildim. Asker olduğu içindir.

"Ha komutan." Gözlerini bana dikip, "Tamamdır. Ben kaçıyorum ters ters bakıyor çünkü." Tahir omzuna dokunup geri çekildi, arabasına doğru giderken. Ona baktım yaşlandığı yerden doğrulmuş giden Tahir'e daha da öfkelenmiş gibi bakıyordu. Adamı şuan burada yese şaşmam.

"Alaz." Sert bakışları benim ona verdiğim isim emiri ile kesildi. Başını öne eğip burnunun okşadı.

Etrafa tekrar bakındım, öğrenciler hızla dağılıyordu. Yağmur daha da hızlı yağmaya başlamıştı. Gözüme çarpan Havin ile durakladım. Bana bakıyordu karşımda.

"Havin." Diye seslendim. Hızlı adımlarla ilerleyip yanıma yaklaştı. Yanımda bir tek o değildi ne ara yaklaştığını anlamadığım Alaz'da duruyordu. Tam olarak sol omzumun bir adım arkasında. "Bir şey mi oldu?"

Bana değil Alaz'a baktı. "Abimi bulamadın mı?" Diye sordu sessiz çıkan sesi ile.

Bu üzmüştü, abisi yok diye ne zamandan beri modu düşüktü. Kimin olmazdı ki?

Alaz yanıma gelip Havin'e baktı. "Bulucam."

"Hep bunu diyorsun ama... Alaz abi ben abimi özledim. O kötü biri olmak istemiyor onu neden aldılar ki? O masum. Bizi neden ayırdılar?" Gözünden sessiz bir yaş aktı, sesinde ağlama sesi yoktu ama sessiz çıkıyordu ses tonu.

Önünde eğilip elini tutup çektim. Sıkıca sarılıp belini okşadım Havin'de bana karşılık vermişti.

"Abin gelicek. O kötü değil. Abiler kız kardeşini asla bırakmaz. İnan bana... Alaz abin onu sana getirecek."

Ağlamaya başlamıştı başını omzuma gömüp seslice ağlamaya başlamıştı.

"Annem çok üzülüyor, evimiz çok sessiz. Ona neler yapıyorlardır şimdi?" Ağlaması daha da şiddetleniyordu.

"Şşş tamam ağlama güzelim. Gelicek. Sadece sabret. Annen için güçlü durmak zorundasın." Elimi başına attıp okşadım onu geri çekip yüzüne baktım, gözlerini okşuyordu.

"Gel bakalım buraya." Alaz birden onu kucağına almıştı.

Evim sessizdi. Benimde evim sessizleşmişti. Benimde evimde kanlar dolmuştu.

"Prenses ne dedik biz ha. Hani güçlü duracaktık." Bir kuyla Havin'i tutuyordu diğer eli ile göz yaşlarını okşuyordu. "Onu buraya bir hafta içinde getiricem. Söz."

"Söz mü?"

"Asker sözü!" Kükremiş adeta. Emir veren komutan sesi gibi çıkmıştı, sahi komutandı ya o.

Havin'in göz yaşları durmuştu Alaz'ın boynuna sarılıp geri çekilmişti. "Ben evde beklicem. Onu getir bize Alaz abi."

Havin'in saçlarından öpüp yere bırakmıştı. "Öğretmenim senin abin var mı?" Bu soruyu sınıfta defalarca sorulardı benim hakkımda her şeyi sorulardı. Ailemi değil sadece abim olduğunu söylemiştim.

Gülümsedim zorla da olsa gülmek zorunda kaldım. "Evet. Vardı, ama artık yok."

Havin üzülmüş gibi başını öne eğip durakladı. "Öldü mü?"

"Hayır. Sen bunları boş ver hadi geç olmadan evde ol yağmur şiddetini artırıyor." Başını salladı sadece. İlerleyip hızla gitmişti. Doğrulup arkamda olan ona baktım. Bana kırgın gibi bakıyordu. Üzülmüş gibiydi.

Göz göze gelince başını öne eğer sandım ama hayır, daha da derin bakmaya başladı, bir adım atı, mesafe yerle bir olmuştu. Dört adım geri çekildim.

"Ne bekliyoruz?" Sesim duygusuzdu. İfadesizce bakmaya devem ettim.

"Nereye gitmek istiyorsun." İfadesiz bakıyordu. Net bakışlar atıyordu, kaşları ne çatık gözleri ne kısık ne de öfkeli. Islak saçlarına takıldı gözlerim yağmur damlaları yüzüne düşüyor, pürüzsüzce yüzünden ilerleyip çenesinden ayağıya damlalar akıyordu. İkimizde yağmurdan şikayet etmezdik. Trabzon'lu iki çocuktuk biz, şimdi ise bir adam bir kadın olmuştuk. Hatta yağmurun bizi ıslattığını yeni yeni fark ediyordum. Saçlarım ıslanmıştı. Okulda sürdüğüm rimel akmış mıydı? Bunu neden düşünüyordum ki?

Etrafa bakınıp, "Okuldan uzak bir yer olsun."

"Nasıl istersen." Eliyle ilerlemem için arabanın yolunu işaret etti. Yağmur şiddetini artırırken fırtına çıkacak gibi kara bulutlar daha da hızlı hareket ediyor gibiydi.

Arabaya binip ona baktım. Arabaya binerken zorlanıyordu, böyle küçük bir arabaya sahip olduğuna inanamıyorum, gerçi araba onun olamazdı. Bunu alırken aptalca davranmış olamazdıda. Omzunu bir sağa bir sola hareket ettirip rahatlamaya çalıştı, bacakları kalın ve uzundu, tam yerleşmiş gibi değildi ama idare ediyordu işte. Ağzından bir küfür kaçırmıştı ama net değildi.

Önüme dönüp dudağının üstünü kaşıdım. Arabayı sonunda çalıştırıp yola konulmuştuk, sessizdik ikimide. Kimse bu sessizliği bozsun istemiyordum belki. Bu an bitsin istemiyordu belkide.

Yol uzuyordu araba 30'la gidiyordu, neden yavaş kullanıyor diye de sormayacaktım kendime. Bununda cevabını biliyordum.

Durmuştu, uzun bir yolun kenarına çekmişti arabayı, bir tarafımızda tepe diğer tarafımızda ise boş bir tarla bulumuyordu.

Bakışlarımı ona diktim, gözleri benim üzerimde dolanıyordu bedenimi kontrol ediyor gibiydi.

"Niye öyle bakıyorsun?" Diye sormak zorunda kaldım.

"Değişmişsin." Dedi hiç beklemeden.

"Ne bekliyordun, hâlâ küçük kalmamı falan mı?" Gözlerimi gözlerine diktim. "Sen zaten beni hep küçük görüyordun."

Derin bir nefes verdi, sıkılmış gibi değil kendini zor tutuyor gibiydi. Bu hiç hoşuma gitmemişti.

"Konuşalım ve beni evime bırak. Burada kalmak istemiyorum." Kolarımı okşadım nedense. Onun varlığı daima sıcaktı bana şuanda da öyle aslında.

"Sor Suna." Dedi sessizce.

Yüzümü ona çevirip baktım. "Hepsini tekte sorucam cevapladıktan sonra unuturuyorsun." Gülmüştü, seslice gülmüştü. İçim alev almıştı bir an. Gülüş sesi daha da adamsı olmuştu, erkeksi değil adamsı.

"Tamam sor." Ciddileşti. Bana bakıp bekliyordu.

"Operasyon bittikten sonra neden gelmedin? Beni hiç mi özlemedin? Bir kere bile arama isteği hissetmedin mi? Benim ailemin nasıl olduğunu biliyordu. Hiç mi beni merak etmedin? Acaba öldü mü bu kız yoksa yaşıyor mu hiç demedin mi? Ben ger gece sen diye ah ederken sen bir kere-"

"Çok özledim lan. Her gece rüyalarımdasın her gece değil her an cüzdanımda taşıdığım fotoğrafını ölmeden başlamam güne ben. Aramadım çünkü korktum, yeni bir hayat kurduysan o hayatın içine girip boka çevirmek istemedim, bu gözler seni başkasıyla görsün istemedim, ben sana giderken hayatına birine al dedim belki bana inat almışsındır diye bir adım atmadım ben Trabzon'a. Seni sadece uzaktan seven, seni sadece bir fotoğraf karesinde bile hasretine doyan biri oldum."

"Ne bekliyorsun?" Hiç durmadan konuşmuştum. "Ben burada olduğunu bilsem bir adım dahi atmazdım buraya. Ben sana gelmedim, ama nedense gelmiş gibi hissediyorum. Ben seni affetmek istemiyorum ama nedense affet diye direren bir küçük kız çocuğu var içimde." Elim istemsizce kalbime gitti. "Bu küçük kız neler çekti biliyormusun sen ha? Ben kimleri kaybettim biliyormusun sen. Ben annemi, abimi, eşini, daha doğmamış çocuğunu kaybettim. Hepsini tek sebebi o adam. Ama sen bunlar yaşanırken yanımda değildin... Ben çok ağladım..." Gözümden akan yaş ilkti, ilk defa göz yaşı döktüm, ilk defa birine anlattım ve oda o olmuştu.

Ellerini ellerime atacağı an geri çektim. İleri gitmedi. Geri çekildi. Bilmiyormu ben ondan başkasına yâr olmam olursan haram olur diye.

"Özür dilerim. Dilemekten başka çarem yoktu Suna." Sesi üzüntü doluydu, pişman olmuş gibiydi. Şaşkındı yüzü.

"Dileme Alaz. Dileme. Benden uzak dur. Beni değiştirmeye kalkışma. Kalbimi oynatacak bir hareket yapma." Akan göz yaşlarını silip önüme döndüm, "Ben sensizliğe alıştım, ben tek yaşamaya alıştım. Bana sakın değme."

Yüzünde ne tür bir tepki vardı bilmiyordum bilmekte istemiyordum. En hızlı şekilde buradan defolup gitmek istiyordum. Onun varlığı sıcaktı, o varsa içimde soğukluk, buzluk olmuyordu.

"Suna." Sesinde üzüntü vardı ama umursamadım, bakmadım, dinlemedim. "Bana gelen sensin, şimdi senden uzak durmamı bekleme. Bu yapacağım en son şey olur." Ben ona gelmedim ben işime geldim. Öğretmen olduğumu yüzüne her defa vurmak zorunda değildim.

"Sür arabayı." Sürmedi. Yüzümü ona çevirip baktım, öylece yağan yağmuru izliyordu. Hâlâ topuz olan saçlarımı çözüp geriye savurdum. "İnsanın sınırını bozan türdensin cidden. Sür şu arabayı." Yüzüme çatık kaşlarla baktı. Derin bir nefes verip elini direksiyona çevirdi.

"Zamanımız çok." Arabayı sürüp ilerledi. Derdi neydi bunun ne zamanından bahsediyordu bu? Umursama Suna. Umursama.

"Ne zamanı?" Diye sordum birden cidden hiç umursamıyordum.

"Seni tekrar bana ait yapma zamanı." Yüzüm ekşimişti. Önüme dönüp başımı iki yana salladım.

Arabaya sürmeye başladığında sessiz oldum. Konuşmak istemiyordum ama zorluyordu. Araba ilerledikçe nefes alış verişim sakinleşti. Arabanın camını hafif açıp içeriye hava girmesini sağladım. "Hızlı sür şunu." Diye isyan ettim.

*********

 

Hakkâri sessizdi. Yağan yağmur sertti. Yolarda insan yoktu, kara bulutlar dört bir yanı sarmıştı. Araba sislerin arasında ilerliyordu. Yolun sonun vardığında durmuştu.

Bir bakışta anlarmıydı insan canın nasıl yandığını, bir bakışta anlarmıydı insan içindeki yangını. Her dert vardır ki beterden beterdir. Acıların sonu bitmezdi bazı insanlara göre, acı sonsuz sürerdi. Hep bir ten üzerinde hep bir yürek üzerine öylece kalırdı. Acılar bazen bitmez varlığını tene, yüreğe sabitlerdi.

Usulca indi arabadan, hastanenin girişine girip ilerledi. Ezbere bildiği koridorları aştı ve varmak istediği yere vardı. Elinde bir küçük papatya vardı. Odanın camından yatağa eletlerle bağlı olan kadına baktı. Bu görüntü onunun canından can alıyordu. Gözleri kapalı zayıflayan bedene bakmak zor geliyordu. Ama kendini rahat hissettiği tek yer burası ve eviydi.

"Tahir Bey?" Gözlerini istemeyerek çekip doktora baktı.

Sormaktan yoruldu ama umudu bitmeyerek soruyordu, "Durumu nasıl."

"Stabil." Gözlerini doktordan geçip yatan bedene çevirdi. Kaybetmek istemiyordu umut her zaman vardır sadece beklemek lazımdı. Tahir'in elinde de beklemekten başka bir şey gelmiyordu.

"Dokuz ay oldu Tahir Bey." Doktorun sesi umutsuz ve kırgın gibiydi, üzmek istemiyordu ama oda doğrudan başka yol söyleyemezdi.

Derin bir nefes verip, "İsterse kırk yıl olsun."

Elini akan yaşa götürüp sildi. Odaya usulca girip elindeki papatyayı getirmiş olduğu papatyaların arasına bıraktı. Çoğu yıpranmıştı papatyaların, ama o her gün yenisini getirirdi ve aralarına koyardı. Gün geçsede onu taze tutan bir Tahir vardı. Cihazlara bağlı olan kadının elini tutup öpmüştü. "Sevgilim. Ben geldim..." Sandalyeyi çekip oturmuştu elini bırakmıyordu, okşuyordu. "Ama hâlâ uyanmamışsın." Sessizlik. Tek ses cihazdan çıkan seslerdi ve Tahir bir seslerden nefret ediyordu. Ama.o sesler onun hâlâ yaşadığına dair bir işaretti.

Yıpranmış saçları okşayıp öpmüştü. Kendini suçlu hissediyordu Tahir. Arabayı kullanan oydu. Trafik kazasınıda yapan oydu ama bundan en çok etkilenen canıydı, sevdiği ve her şeyiydi. Ağlamak istemiyordu çünkü hissediyordu.

"Çocuklar arada seni soruyor, bende evde uyuyor diyorum. Yorgun diyorum. Uyanacak diyorum. Onlar seni bekliyor, en çokta evimiz. Sensiz nefessizim. Sensiz bir hiçim. Artık uyuan... Uyan çünkü umudumun son ışığı yanıp sönüyor kuzucuk." Bir eli saçlarının teli ile oynarken diğer eli elini bırakmıyordu. son ışığın yanıp söndüğü bir evredeydi Tahir. Ya ışık bir umur sönecek ya da canlanıp yanmaya devam edecek. Belkide bir dokunuş yetiyordu ışığın yanmasına.

Umut her şartta vardır, ama o şartları sağlayan var oldukça.

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

 

 

Herkese selammm oy ve yorumlarınız eksik etmeyin. Çokça öpüldünüz. Kısa ve öz yazdım. Uzatmadım.bu bölümde.

 

 

 

 

 

 

🪶🔥🖤

Loading...
0%