Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.Bölüm

@larasu

 

Oy ve yorumlarınız çok önemli lütfen oynvermeden gitmeyin.

 

İyi okumalar:)

 

🔥🖤🪶

 

11.Bölüm

 

Kulağımın içinde delice bir çığlık vardı. Nefes almak yine zordu ama her türlü alınıyordu o nefes.

Kazım Bey, "Sessizlik."

Cuma günü istiklâl marşı ile dağılanacaktı, öğrenciler hazır moduna geçmiş sessizleşmişti.

"Dikkat." Kazım bey gür sesi ile konuşup dikçe saygı duruşuna geçti.

Öğrenciler dört bir yandan istiklâl marşını söylemeye başlamıştı. Hava yağmurluydu o yüzden Kazım Bey elinden geldiğince sert davranıp yüz vermemeye çalışıyordu.

İstiklâl marşı çocukların sesi ile gürce söylenmişti.

Bitişe yaklaştığında çocuklar derince bir nefes verip dağılmaya başlamıştı, yağmur yağdığı için çocukları hiç bekletmeden yolcu yapmıştık. Havin yanımda duruyordu annesi rahatsızdı hasta olduğunu söylemişti, üzüntüsü dolup taşmışken birde annesinin hastalanması can yakıcı olmaya başlamıştı. Bende onunla annesinin yanına gedecektim bu zor gününde yanında olmalıydım. Trabzon'da hep yaylaya Ferhat'ın yanına giderdim. Kabus gördüğüm evlerden kaçmayı huy yapmıştım. Resul baba bana kızmazdı ama hep sakin ve kısa bir şekilde uyarı yapardı. Biliyordum, tehlikeli ama bazen kaçmak tek çare oluyordu.

"Gidelim bakalım." Havin'in elinden hızla tutup hızlıca adımlarla ilerliyorduk.

Neşemi yerinde tutmaya çalışıyordum. Zordu benim için neşeli kalmak ama her türlü deniyordum işte.

Islak yollardan geçip ilerliyorduk. Çakan şimşek ile Havin'i yanıma daha da sokup ilerlemiştik. Abisi hâlâ yoktu. O, bulucam demişti ama hâlâ bir haber yoktu. Bir tek onun abisi değil onun yaşında olanlarda alınmıştı kalem tutulması gereken ellere silah tutuşturulmuştu.

"Yaklaştık." Dedim gülerek.

Havin'de içten bir gülüş ile, "Evet." Demişti.

Montu ıslanmıştı benim ise berem sırıl sıklam olmuştu Tahir'e gitmesi gerektiğini söylemiştim, beni beklemesin durduk yere. Ulaştırabileceğini söylemişti ama ben istememiştim. Yeteri kadar adama yük olduğumu düşünüyorum artık.

Köyün girişine girmiştik. Geniş yoldan dar sokaklara girmiştik. En sonunda evlerine varmıştık. Anahtarı olduğu için kapıyı çalma gereğinde bulunmamıştı. Anahtar ile kapıyı açıp içeriye girmiştik.

"Annemm!" Diye bağırdı. "Biz geldik. Öğretmenim senin için geldi."

"Hoş gelmişsiniz güzel kızım." Salona geçip sobanın yanına uzanmış olan ve kalkmaya yelkenen Gül Hanıma baktım.

"Kalmayın kalkmayın, yormayın kendinizi." Montumu çıkarıp sobanın yanında bulunan elbise kurutmalığın üzerine bıraktım, beremi de oraya koymuştum. "Gel bakalım seninkileride çıkaralım."

Havin'in elleri titrediği için montunu ben çıkarmıştım. Montumun yanına düzgünce koyup Gül Hanıma baktım. Bana minetarca bakışlar atıyordu. Gözleri hüzün içinde bakıyordu.

Nasılsınız dersem çok saçmalamış olurdum. Ne diyebilirim ki? Oğlu neredeyse bir aydır yoktu. Kızı ve kendisi evlerinin duvarlarının üzerlerine geldiğini hissediyorlardı. Benim gibi. Bende birinin gidişi ile üzüldüm, yıkıldım, değıldım ve mahvoldum. Abim, annem ve... Ve o.

"Mutfak ne tarafta Havin. Annene beraber çorba yapalım." Tebessümüm yerli yerinde duruyordu.

Havin mutlu olmuş gibi kaşlarını havaya kaldırıp gülümseyerek, "Göstereyim." Dedi

Gül Hanım, "Yok yormayın kendinizi." Lafını kesme gereğinde bulundum. Ne iştah ne bir hevesi vardı. Hiç bir şey yapamazdı, elinden bir şey gelmiyordu. Acı ve keder onu yoruyordu ve her şeyden uzak durmak istiyordu, bir yorgana sarılıp bekliyordu sonu... Son... Ne olacaktı sonda?

"Ne yorulucam, hem bende içerim sıcak sıcak. Bunun için geldim ben." Gülümseyerek baktım Gül Hanıma oda bana karşı ülümseyip başını sallamıştı.

Havin beni mutfağa götürmüştü, mutfağa girdiğimde köy mutfaklarını andıran bir hava aldım. Hoştu solana göre soğuktu ama Ocak yandığında ısınacağına eminim. Yayalada mutfak soğuk olurdu, ocak yandığı an sıcacık olur yemeklerin kokusu ve ısısı mutfağı ısıtırdı.

Duvarda yerde ekmek tahtası, büyük ve küçük yemek tepsiler bulunuyordu. Duvarda eski model tabak pardak koyacağı vardı, kapakları yokdu, dolap bile değillerdi. Tezgahın üzerinde iki tane tüp bulunuyordu. Üstünde ise temiz bir tencere içi boştu yeni yıkanmış gibiydi.

Gözlerimi yanımda durmuş olan Havin'e çevirdim. İfadesi donuktu öylece bakıyordu.

Derin bir nefes verip, "Bana patates ve mercimek verebilirmisin?"

Başını sallayıp tezgahın altını açtı. Altından büyük bir âdet patates çıkarıp bana verdi. Eli ile mutfak girişinin hemen yanında bulunan buzdolabın üstünü göstermişti. Elimi uzatıp almıştım, kola şişesinin içine mercimek koymuşlardı. Gerçi bunu kullanmayan var mıydı ki?

"Başlayalım o zaman." Neşeli olamaya çalışıyordum ama Havin sadece buruk bir gülüş ile karşılık veriyordu.

Çorbayı yapmaya başlamıştım, Gül Hanım içeride dinlenirken ben ve Havin mutfakta çorbayı yapıyorduk, Havin'i konuşturup azda olsa mutlu etmeye çalışıyordum, çünkü gözlerinde beni görmüştüm. Bende abimi bekleyen bir kızdım, sonu benim gibi olsun istemiyordum. Alaz'ın onu bulmasını istiyordum hatta ondan tek istediğim şey bu olabilirdi. Annesi perişan kendisi ise içine atıp sessizce ah ediyordu ama ben o ahları sessizce duyuyordum.

İçeride çalan telefon ile çorbanın altını kapatıp Havin'e baktım. "Telefonumu getirebilirsin?"

"Tamam." Gülümseyerek salona koştu bende pişen çorbanın kapağını kapatıp elimi yıkayıp kuruladım.

Havin elinde hâlâ çalan telefon ile yanıma gelmişti. "Teşekkürler yavrucum."

Arayan kişiye baktım Mercan'dı. Hemen yanıtlayın kulağıma koydum.

"Efendim Mercan?"

"Nerdesin sen Allah aşkına? Tahir'le gelmemişsin."

Evde olmadığımı nereden duymuş llabilirki kendisi eve saat sekiz civarı gelen biri ve şuan saat beş civarıydı.

"Sen nerden biliyorsun eve gelmediğimi?"

Cevap hızlı gelmişti, "Tahir buraya uğradı. Keşke senide getirseydi dedim oda köyde olduğunu söyledi."

istemsizce de olsa göz devirme gereğinde bulundum.

"Merak etme, sadece Gül Hanım biraz rahatsız bende yanlarında olmak istedim," Havin yanımda mutfağın küçük penceresinden yağan yağmuru izliyordu. Yanından yavaşça uzaklaşıp sessizce konuştum. "Havin'i anlıyorum, oda benim gibi sessizce inliyor ve yanında kimse yok."

"Oralar hep tehlikeli Suna," Derin bir of çektiğini duydum. "Suna tehlikeli olduğunu biliyorsun heleki şu günlerde. Yaşanan olayları biliyorsun."

"Biliyorum ama burası güvenli. Dışarıda falan değilim normal bir evdeyim işte."

Kesin şuan sen arlanmazsın bakışları arıyordur. "Gül Hanım nasıl?"

"Bilmiyorum. Birazdan çorba götürücem beraber içeriz işte." Elimi saçlarıma daldırıp geriye attım.

"Geri dönme bari orada kal gece gece yolara çıkma hayır çıkıyorsan Alaz'ı ara o gelsin."

Cevabım hızlıydı, "Hayır hayır burada kalırım sabahına okula Havin ile beraber gideriz." Havin'e bakım gözleri bana dönmüştü içtenlikle gülüyordu.

"Tamam canım dikkat et kendine."

"Tamamdır."

Telefonumu kapatıp cebime koyarken, sofrayı hazırlamak için tepsiyi yere koymuştum. Havin kaşık ve su bardakların koyarken bende çoba taslarını tepsiye koyup taşıyarak salama götürmüştüm. Gül Hanım mahçup olduğunu söylüyordu ama uzatılan eli geri çevirmemeyi söyleyerek onu hiç takmıyordum. Kimse kapısını çalmıyorkem dert ortağı araması zordu.

Gül Hanımın önüne bir çorba tabağı bırakmıştım, Havin'e de verip kenidime doldurdum. "Sizin ladar güzel yaptığımı düşünmüyorum ev Hanımı olan sizsizin kesin benden güzel yapıyorsunuzdur."

Gülümseyerek başını eğip, "Olur mu öyle öğretmen Hanım çok güzel olmuş ellerinize sağlık."

Havin'e baktığımda içtenlikle gülümseyerek annesine bakıyordu. Corbasından bir yudum alıp bana döndü. "Elinize sağlık çok güzel olmuş."

Elimi yanağına artıp okşadım. "Teşekkürler fındığım."

Aradan zaman geçmişti. Gül Hanım uzanırken Havin derslerini yapıyordu. Elimdeki telefonu çantama bırakıp ayağa kalktım. "Ben bir su alıp geleyim."

"Havin getirir-"

"Yok, şurası zaten ben içer gelirim." Avuç içimi baldırlarıma silip mutfağa doğru gittim.

Bir bardak su doldurup içtim. Derin bir nefes verip başımı öne eğdim. Kaşlarım istemsizce çatıldı, mutfağın penceresine yöneldi ayaklarım. İçime doğan huzursuzluk hissi ile perdeyi açıp etrafa baktım. Görünürde bir şey yoktu ama sesler hâlâ geliyordu. Arkamı dönüp mutfağın ışığını kapattım. Elim tekrar perdeye gidince dar sokağın ilerisinde gördüğüm eli silahlı adamlarla huzurluğum ortaya çıkmıştı kendimi geri atarken nefesim bir anlığına durmuş gibiydi. Arkamda olan Gül Hanım ve Havin ile kendime geldim.

"Öğretmen Hanım."

Hızla salona gidip ışığı kapattım. "Sessiz olun yine geldiler."

Gül Hanım korkuyla doğrularken Havin'i yanıma almıştı.

"Kim geldi?" Dedi korku içinde. "Yine aşalık köpekler mi?"

Başımı usulca sallarken karanlıkta çantama uzanıp telefonumu aradım.

"Bunların bu köyle derdi ne öğretmen Hanım?"

Bilmiyordum ama bir şey oldu belli gibiydi. Burada genç çocuk çoktu aşiretin bulunduğu bölgeye kolay goremezdi, elleri silahlı aşiret köyüne girmeye yürek isterdi.

Dışarıdan gelen çığlık sesi ve silah sesi ile yere eğildim. Nefes alış verişim hızlanırken tek bir numarayı aradım, ilk defa ona ihtiyacım duydum. Benim için değil görevi için buraya gelecekti. Beni hep o aradı ama bu sefer onu ben arıyordum ve şuan bulunduğum konum hiç normal değildi dışarıda gelen çığlık sesleri ve köpeklerin emir verici sesleri ile ellerim titriyordu.

"Bırak ola oğlumu!" Annen feryadı ve oğlunun feryadı kulağa gelirken Havin sessizce ağlamaya başlıyordu.

Numarayı çalışırdım ama meşkule attı. Tekrar aradım. Yine meşkule artınca elindeki telefonu sıktım. "Allah kahretmesin şimdi değil ya!" Kapıya atılan tekme ile ayağa kalktım. Gül Hanıma dur işaret yapıp solanun kapısını kapattım. Bir kez daha kapıya tekme atılınca açıldığını anladım, gözlerim korkuyla arkamda duran Havin ve annesine gitti. Bu anı daha önce yaşamıştı korkuyla kızını kolları arasına almış göğüsüne bastırıyordu. Etti dua kulağımda yankılanmaya başlıyordu.

Gözlerim kapandı geriye çekildi oradaydılar duyuyordum. Dışarıda mazlumun sesini bir Allah duyuyordu burada el yoktu, burada uzanan bir kol yoktu. Sığınak tek bir yer vardı Allah ve bu çatı. Dualar hep bir yol açardı, belki bir çıkışa sınav, belkide bir hemen çıkış yapan bir yol.

Gözlerim açıl, açılan gözlerim ile salona kapısı Gül Hanımın ettiği duanın sesi feryat etti, yükseldi sesi köpeklerin sesini duymaz oldum.

Karşımda iki terörist ellerinde tüfeği bana doğru doğrultmuştu.

"Çık çık!" Diye bağırdığın Gül Hanıma ve kızına baktım. Ona doğru ilerleyen teröriste elimi attıp.

"Bırak onu hasta o kadın!" Dinlemedi üzerine gidip Havin ile beraber annesini itti. Kendime onun onların yanına attıp teröristi geri itmeye çalıştım ama bana attığı tokat ile geriledim. Elim yanağıma giderken acıyı hissetmedim aklım Gül Hanım ve Havin'deydi.

"Bak sen bak. Ha şu köyde böyle karı olduğunu bilsek daha erken gelirdik." Öfkem bedenimi ısıtırken küfür etmemek için kendimi zor tuttum şuan ağzımı açarsam buradan ölümüm çıkardı, Gül Hanım ve kızını düşünerek hareket ediyordum.

"Bırak bunları," Dedi Gül Hanım ve kızından bahsederek. "Ama bunu al."

Gül Hanım ayağa kalkmaya çalışırken terörist onu ağayıla omzuna vurup yere düşürmüştü Havin annesinin önüne geçip ağlayarak sarılmıştı. "Uzak dur annemden." Ağlamaya devam ediyordu.

Kolumdan tutulmamla geriye çekilmeye çalıştım ama olmadı. Adam sertçe tutuyordu ve elinde silah olduğu için bir şey yapmaya korkuyordum. Başıma bela açıyordum ciddende.

"Bırak beni köpek bırak!" Kapının yanında durmuştum.

"Giy yoksa çıplak ayakla dağ taş delersin." Elindeki silahı bana doğrultusunda yavaşça eğilip ayağıma geçirdim.

"Patron seni sevecek." Dudaklarım titriyordu.

Gül Hanım teröristlerin omzuna vururken. "Gül Hanım yapmayın... Tamam kızınızı alın solana geçin." Elimle salonu işaret ettim. Terörist elime sertçe vurup dışarıya doğru savurdu. Göz yaşımın akmaması için kendimi zor tuttum. Ama usulca akmıştı yanağımdan.

"De haydi haydi lan!" Bağıran adama baktım gece karanlıktı ama evlerin ışığı aydınlatıyordu. "Bak bak sen." Üzerime doğru gelip uzamış olan sakallarını iğrenç bir şekilde okşadı, midem ağzıma gelmişti. Bakışları zifiri karanlıkta bile gözüküyordu.

Elini yanağıma atacağı an sertçe elimin tersiyle ittim. Küçümser bir bakış atmıştı. "Götürün bunuda." Sessi iğrençe kulağımda yankılandı.

Kolumun tutulması ile geriye doğru çekilmeye çalıştım. "Bırak!" Sizinle karın bölgesine sertçe vurmuştum. Diğeri üzerime doğru gelince kolundan kavrayıp ters çevirip ileriye doğru ittim.

"Sakın!" Yaşta büyük olan adam elindeki silahı bana doğru uzatınca durakladım. "Sıkarım o kafana!"

Ellerim titredi ilk defa bu denli bir korku barındı içimde. Gelmesini istedim, şu köşeden çıkıp yine beni kurtarsın istedim, Alaz çık gel.

Kolumu sertçe tutup sürükleyince, "Hayır, hayır bırakın beni! Bırak köpek!"

"Ehh yürü!"

Başıma vurulan silahla gözüm karardı. Elim vurulan yere giderken ne hissettiğimi unuttum. Arkamdan bir ses duymuştum. "Öğretmen Hanım! Bırakın!" Diye bağıran bir Gül Hanımın sesi geldi kulağıma gerisi gelmedi karanlık daha da karanlık bir görüntü. Bilincim kendini kaybederken ellerim yeri bulmuştu.

Geldiğim yer ona aitti bulacağı yerde ona ait olacaktı. Beni kurtarırdı o. Bırakmaz. Bu saatten sonra bırakmam seni demişti. Bırakma Alaz beni. Gel kurtar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

"Hazırız komutanım."

Attila ilerleyen Alaz komutanın arkasından ilerliyordu. Öfkesi tavan yapmıştı bu işin sonunu getirmenin vakti gelmişti. Vatanına giren, vatanına basan ayakları kesmenin vakti gelmişti. Her adım yer inletiyordi kendini dışarıya attığında hazırda duran time baktı. Elleri tüfeğine gitti beline atıp telsizini yerine koymuştu.

Yıkım timi karşısında onun emrini bekliyordu.

Kıdemli Üsteğmen Alaz Çakır Kayaoğlu.

Üsteğmen Attila Turgut.

Teğmen Savaş Çolak.

Teğmen Şahin Karan.

Teğmen Asu Saylan.

Astsubay Başçavuş Oğuz Engin.

Astsubay Başçavuş Mustafa Kandar.

Astsubay Başçavuş Aziz Eraslan.

Astsubay Kıdemli Üstçavuş Alper Bozman.

Astsubay Kıdemli Üstçavuş Sait Güner.

Yıkım timi komutanlarının emrini bekliyordu. Elleri bedenleri kadar alevdi. Gözlerindeki kararık bir metraden gözükebiliyordu. Ölüm yayan yıkım timi hazırdaydı. Vatan için, vatanlarında bulunan hainler için, yaşayan mazlumların evine ateş atanları katletmek için hazırdaydılar.

"Bana o adamın ölü bedenini getir. İster yaşasın ister ölsün, ama onu bana getir Alaz."

"Emredersiniz komutanım!" Alaz yanında duran Nevzat Albay'ına saygıyla dim dik durup timine döndü. "Çıkıyoruz." Sesinde duyguya yer yoktu öfkesi dim dik duruyordu, sesine yansıyor ve bu korku salmaya yeterdi.

Fırtına öncesi sessizlik tim varış noktasına ilerliyorlardı araba ilerlerken Alaz başını öne eğip pişmanlık içinde kendine küfürler ediyordu. Gözünü üstünden bir saniye bile ayırmamalıydı isterse peşine adam takmalıydı şu Hakkari'nin her sokağına bir gözcü koymalıydı ona gelen kadını korumalıydı. Kendine göver olarak bunu görmüştü. Kaybetme korkusu bedenini dikenli sarmaşık gibi sararken avuç içini sıkıyor gözlerinin önüne bir tek onun bedenin getirmeyen çalışıyordu. O varsa sakindi, o varsa huzurdu, o varsa ölüm yoktu ama şuna ölümün beterini yaşatacaktı. Eli kanlar içinde görevlerden dönen Alaz Çakır Kayaoğlu bu sefer bir tek eli değil bedeni kanlar içinde dönecekti. Yıkım timi her görevi yıkar geçerdi bu sefer ki diğer görevlerden daha mühimdi. Komutanlarının sevdiği kadın onların elindeydi. Alaz'ın yâri onlardaydı. Ve bunun bedeli ölüm olacaktı.

Kokuyordu, onun nasıl olduğunu nasıl korktuğunu düşünüp duruyordu. Aklında dönen tek bir şey vardı ona Suna'sıydı. Korkuyor mu? Ağlıyor muydu? Elleri üşüyor muydu?

"Komutanım, Suna Hanım için güçlü durmanız lazım onun size ihtiyacı var başınız eğik kalmasın." Asu'nun sesi her zaman ki gibi ifadesizdi, içinde yaşandı üzüntüsünü.

Alaz belini geriye yaslayıp derin bir nefes verdi. Gözlerindeki kahverengiler gitmiş karanlığın da karası konulmuştu, şuna kömürden de karardı gözleri. Dim dik durdu eğmedi başını. Dilinde dönen sadece bir türlü vardı, gece gündüz dinlen bir tek onun için dudaklarını oynatıp söylerdi bu türküyü. Bir fırtına tuttu bizi, mahşere kaldı diyordu oysa mahşere kalmamış kalmayacakta.

Bir fırtına tuttu bizi mahşere kardı.

O bizim kavuşmalarımız ah yârim mahşere kaldı.

O bizim kavuşmalarımız ah yârim mahşere kaldı.

​​​​​​Başı dim dik dururken beyininde dönen türkü devem ediyordu. Bedeni gevşedi ama sadece bir kaç dakikalığına.

Mapsanede yata yata her yanlarım çürüdü.

Pencereden baka baka ah yârim ela gözler süzüldü.

Pencereden baka baka ah yârim ela gözler süzüldü.

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

Kulağıma gelen sesler bir rüyada mı yoksa kabusta mı olduğumu çözmeye yetiyordu. Ne bir rüya ne bir kâbus. Ben gerçekliğin içindeydim. Ellerim yaralı bedenim titrek başımın ise kanadığını hissedebiliyordum ama en kötüsü ise yere yatan bedenimin tamamen uyuşuk ve benden bağımsız olmasıydı. Kıpırdamaya korkuyordum titrememek için bedenimi kasıyor ve ayaklarımı birbirine bastırıyordum. Başımın üstünde duran teröristler ve yanımda ağlayan seslerle koku daha da baskın geliyordu. Bana zarar vermeleri sen korkuyordum, başım zaten dönüyor ne duyduğumu bilmiyordum. Karanlığa gidip geliyordu gözlerim.

Kapının açılması sesini duydum. Ahır gibi bir yerdeydik. Ama değil gibiydi. "Hacı gelesen."

Başımın üstünde duran terörist, "Sakın ses çıkarayım demeyen ha! Sıkarım!"

İlerlemişti kapı kandı yanımda duran kişilerin ağlama sesi daha da yükseldi gibi. Gözlerimi zar zor açıp doğrulmaya çalıştım. Zorlada olsa doğrulmuştum, sırtım kopacak gibi acıyordu, kaburgalarım kendi kendine sızlamaya başlarken zorlada osa duvara dayadım önüme düşen saçlarımı titreyen ellerimle geriye doğdu ittip sessizce akan yaşlarla etrafı inceledim. Bana bakan gençlere ve yetişkin erkeklere baktım. Birbirine sarılmış korkularını bastırmaya çalışıyorlardı.

"Ne-nerdeyiz biz?" Diye bildim titreyen sesimin ardından.

Kimse konuşmadı, herkes başını öne eğdiler. Onlarda bilmiyordu, kimse nerede olduğunu bilmiyordu ama ben baygınken onlar ayıktı.

"Nerdeyiz biz?" Göğüsüm korkudan ve öfkeden inip kalkıyordu.

"Dağda." Dedi bir çocuk abisi olduğunu düşündüğüm kişiye sarılırken.

"Köyden uzaklaştık mi?"

Kimse konuşmadı ses çıkarmadılar dışarıdan gelen sesle gözlerimi o rafa çevirdim. Tahtadan kapı birden açılmıştı içeriye iki kişi girmişti ikisininde şalvarı ve yüzlerini kapatan bir şal vardı. Beni fark edince ikiside birbirne bakıp benim üzerime doğru yürüdüler. Ayaklarımı kendime çekip akan yaşlarla bakmak zorunda kaldım yüzlerine.

"Vay vay bakın hele kim uyanmıştır." Yanımda duran kadın benden uzaklaşırken terörist yüzümü iğrenççe inceledi. Elini yavaşça yüzüme yaklaştırıyordu ki arkadaki terörist konuştu.

"Patron geliyor." Dediğinde hemen doğruldu karşımdaki adam.

​​​​​​Geriye doğru giderken içeriye giren kişiye baktım. Yüzünü tamamen kapatan bir maske vardı. Siyah bir maske. Orta boylarda iri yapılı biriydi. Herkesi tek tek bakmış en son bakışları bende durmuştu. Saçlarımın iki yanı yüzümü kapatırken başımı tedirğinlikle öne eğdim. Bir adım, iki adım ve üç adım atar atmaz karşımda durdu. Titreyen bacaklarımı kendime çekip korkuyla akan yaşımla gözlerimi kapattım, avuç içim kanıyordu kanı hissedebiliyordum. Başımda dönmüş kan lekelerine vardı. Tamamen kan kokuyordu bedenim. Aynı o ev gibi.

"Sen kimsin?" Demişti maskenin altından tuhaf çıkan sesi ile.

​​​​​​Konuşmadım sessiz kaldım boğazıma düğümler yapılmıştı korkuyordum soğuktu burası ellerim üşüyordu. Bedenim kan kokuyordu.

"Kimsin... Dedim." Sesi olsinirli çıkmıştı.

​​​​​​Ne diyeceğimi bilemedim. Suna desem tanıyacakmısın piç herif.

"Kim bu?" Cevaplayamadığım soruyu arkasında eli silahlı teröriste sordu.

"Öğretmen diyorlar. Köy okuldaki öğretmen patron."

"Öyle mi. Ne kadar da güzel. Alın bunu o zaman." Eğik olan başım hemen doğruldu.

Başımı iki yana hızla sallayıp geriye doğru gittikçe gittim. Ama duvara tırmanamıyordum ki. Patron denilen adam gerilerken bana doğru gelen adamlara baktım. "Hayır. Hayır dokunma bana!" Göz yaşlarım durmadı korkuyla aktı biri diğer kolumdan tutarken diğeri başıma silah doğrultmuştu. "Bırakın diyorum size köpekler!" Kolumun acısını hissetmiyordum ama acıdığına yemin edebilirdim.

Patron denilen adam önden giderken beni arkasından sürükleyen teröristlerin elinde silah olduğu için korkudan dilimi yutmuş elim bedenim itaatkâr bir şekilde ilerliyordu. Yağmur yağmış ve dinmişti. Başım öne eğik kendimi herkesten saklıyordum. Alttan etrafa korkar gözlerle baktım. Karanlıktı, bir kaç tane ev vardı, bir tek ışık vardı o da karşımızdaki küçük evden geloyordu. Ve beni oraya götürüyorlardı.

Etrafta küçük çocuklar vardı, en az on beş yaşlarındaydılar elirinde silah vardı, bilmiyorlardı daha silahı nasıl tutacaklarını bilmeyen çocuklara silah vermişlerdi. Kendilerine örgüt yapmaya çalışıyorlardı. Çocuklardan oluşan hem de. Sıra hâlinde durmuş olan çocukların karşısında durdu, kolumu tutan adam beni yere doğru savurup geri çekildi. Düşmedim ayakta durdum. Ellerimi birbirne sürtüp korkuyla geriledim. Her yerde terörist vardı, en az yirmiye yakındı. Hatta daha fazla.

"Sen nasıl eğtim verirsin öğretmen?" Türkçesi diğerlerime göre iyidi. Ama ses tonu korkunçtu.

Patron denilen adamın bakışları çocuklardan bana döndü.

Konuşmadım ellerim titriyordu bacaklarım üşüyordu, soğuktu burası ve üzerimde ne bir montun ve bir berem vardı. Öfkemi öne getirsem öfkenin önüne ölüm gelirdi, acımazdı bunlar, vicdan yoksunuydu bunlar. Sessiz kaldım öfkemi kokunun gerisinde tuttum. Sadece bekledim, gelmesini bekledim. Gelecekti Alaz, gelmeliydi. Ben ona geldiysem oda bana gelmeliydi.

"Konuşsana öğretmen!"

"Kalem," Dedim hemen. Hiç düşünmeden basım öne eğik bir şekilde konuştum. "Biz silah değil önce kalem veririz." Sesim titriyordu ama önemsemedim.

Güldü. Aptallar gibi güldü. Yetmedi kahkaha attı.

"Duydunuz mu lan! Kalemmiş." Derin bir nefes verdiğini duydum üzerime doğru geldiğinde gerilemedim, ayaklarım acıyordu başım öne eğik ellerim ise bacaklarıma sertçe sıkıyordu.

"Ağla..." Dedi sessizce. "Tutma kendini. Sonun ölüm olacak seninde bilesin," eli saçıma gittiğinde gözlerimi sıkıca kapatım akan göz yaşım ile kıpırdayamadım. Yine bekledim. Bitmesini bekledim.

"Sana nasıl eğitim verilir öğreteyim mi ha?"

Sessiz kaldım gözlerim hâlâ kapalıydı, kapalıyken oluşan karanlık daha iyi hissettiriyordu.

"Kalem geçicidir... Silah kalıcıdır. Silah özgürlük getirir. Biz burada hakkın yolundan gideriz değil mi?" Çocukların beynine giriyordu onları kışkırtıyordu, özgür olan çocukları özgürlüğünden alıyordu. Beyinlerini yıkıyordu aşalık köpek.

Yine sessiz kaldım gözlerimi usulca açtığımda karşımda çocuklara bakarak konuşuyordu duymadım duymak istemedim. Bacaklarım titriyor ellerim acıyor... Güneş doğuyor, şafak vakti gelmişti. Güneş alev gibi yanıyordu, dağın en tepesiydi karşısı. Güneşim ol gel Alaz.

Çakan şimşek ile bedenim korkuyla titredi.

"Anlıyorsun değil?" Yüzünde maske vardı, o maskenin ardında ne vardı. Kimdi bu?

Korku ve tedirginlikle başımı salladım. Oysa ne dediğini bile duymadım.

Sessizce gülmüş. Yanıma yine geldiğinde başım yine yere düştü, ellerim yeniden bacaklarımı sıktı.

"Güzelsin... Ama ne işin var burada ki senin?" Elini yüzüme atacağı an geriledim.

"Dokunma!" Sessiz ve öfke doluydu sesim. "Sakın!"

"Tamam... Sakin..." Göğüs kafesi korku ve öfkenin alevi ile inip kalkarken Ekim usulca kalbime gitti.

Başın yana çevirip teröriste baktı. Başıyla beni gösterip geriledi. Üzerime gelen terörist ile bakışlarım ikisi arasında gidip geldi. Kolumdan tutup beni tekrar getirdiği yere götürdü sertçe yere atıp kapıyı kapatıp çıkmıştı.

Ellerim yüzüme giderken tutmuş olduğum yaşlar seslice akmaya başlamıştı. Tutamadım kendimi duvara usulca yaklaşıp omzumu duvara vermiştim. Ellerimle yüzümü kapattım tutulan yaşları serbest bıraktım. Yaşlar akanken burnuma avuç içimdeki kanın kokusu geldi. İğrençti. Ellerimi yüzümden çekip titreyen ve acıyan bacaklarımı kendime çektim. Kollarımı dizlerim üzerime koyup başımı ise kollarımın üstüne koyup kendimi gizledim. Delicesine ağlıyordum. Herkes susmuş bir tek ben ağlıyordum. Korkuyordum. Canım acıyordu.

Kapı tekrardan açıldı ben en köşeye geçmiştim sesim kesildi ama hıçkırıklarım hayır.

"Nöbet tut sakın ola kimseyle konuşma duydun mu la!" Yüzlerini görmüyordum ama aynı teröristin sesiydi bu.

Kapı tekrardan kapanınca başımı yavaşça kaldırıp alttan baktım. Kapının yanında bir çocuk vardı, gençti boyu orta boylardaydı başı öne eğikti zorla getirilmişti buraya. Her halinden belli oluyordu.

"Hazar..." Dedi birisi.

Başımı yine sessiz ve usulca kaldırıp baktım. Çocuk başını kaldırıp ona seslenen gence baktı.

"İyimisin sen biz seni öl sandık."

Hazar... Hazar Gül Hanım oğluydu. Bu çocuk onun oğlu mu?

Sessiz kaldım yine dinledim sadece.

"Burada olmamalıydınız."

"Köye saldırdılar." Dedi bir diğeri.

"Ana deli oldu senin hasretine."

Hazar sessizce konuştu, "Bırakmıyorlar, kaçanı öldürüyorlar."

Konuşan Genç başını öne eğip kardeşine sarıldı.

"Kim o adam?" diye sordum hiç düşünmeden. Sesim yorgun ve halsizdi.

Konuşmadı Hazar başı öne eğikti.

"Ben Havin'in öğretmeniyim. Konuş benimle." Başını hemen kaldırıp yüzüme baktı. Beni inceleyip göz kırmıştırdı.

"Havin'in mi?" dedi sevinçle.

"Evet. Ama o adam... Kim?" Sesim bitkindi bedenim soğuktan titriyordu.

"Patron diyorlar," Sesi oldukça sessiz ve tedbirli gibiydi. Arkasındaki kapıya bakıp tekrar bana döndü. "Yüzü yanık diye onu tanıyormuş. Adını kimse bilmez. Bilen olursada ölür." Gözlerim kararmaya başlıyordu, susamıştım ama yuttum ses etmedim. Başımı usulca sallarken kafamı kılarıma görmüştüm.

"Havin nasıl?" Dediğinde tekrar doğrulup yüzüne baktım. Hüzün dolu baktı bana.

"Seni özlüyor." Dedi kısası kısas.

Başımı tekrardan kollarıma gömüp bekledim. Gelecekti kalbin atıyordu, geliyordu Alaz. Bana geliyordu.

 

 

 

 

 

 

*********

 

"Komutanım yer tespit edildi."

"Hazırda duran," Alaz elindeki tüfek ile karşı dağı inceliyordu. "Attila, Şahin, Mustafa evin arkasında dikilenleri halledin." Dedi ve devam etti, "Aziz, Oğuz beklemede kalın saldırı emri verdiğimde ortada duranları imha edin."

"Emredersiniz komutanım."

Alaz gözlerini gökyüzünü kaldırdı, kara bulutlar esir almıştı maviliği. Önüne döndü tüfeğini alıp, "Alper, Savaş, Asu, Sait benimlesiniz." İlerleyip karış dağa geçmek için sağda bulunan taş ve küçük kayaların arasından ilerleyip geçti. Savaş, Asu ve Alper tüfeklerini beline alıp komutanlarını takip etmeye başladı. Oğuz ve ve Aziz ellerinde keskin nişancı tüfeği ile beklemedeydiler. Attila'nın dişlerinin arasında duran ot parçası ile ilerliyordu, yine sakindi.

Şahin, "Sağdan ilerliyorum siz soldan ilerleyin."

Mustafa duraklayıp Attila komutanına baktı. Attila'dan emir alırdı Şahin time yeni gelmişti ve başı Attila gibi dikti. Attila başını sallayıp soldan kayaların üstüne doğru çıkmaya başladılar. Eve yakın duruyorlardı, arkada duran adamlar amatörce bir köşede oturuyorlardı.

Şimdi başlıyordu sadece bir emir lazımdı Alaz komutanlarından bir emir.

"Ölümün tadını hiç tattın mı öğretmen?"

Suna kendini bir köşeye çekmişti, elleri bedeni kadar titriyordu. Saçları çamur içinde kalmıştı üstü hiç kirlenmediği kadar kirlenmişti. Karşısında elinde bıçak ile duran adama baktı. Gözleri etrafı gezindi yöne baygındı, bilinci yeniden kapatılmıştı. Burası orası değildi. Burada bir tek o vardı. Küçük bir ahırdı diğerlerin yanından uzaklaştırılmıştı.

Eli bacaklarına gitti göz yaşları almaktan yorulmuş gibiydi. Bacaklarını okşadı ısıtmaya çalıştı kendisini ama nafile.

"Ben çoğu kez ölümden döndüm," Elindeki bıçağı Suna'nın yüzüne doğru tutup yüzünü inceledi. Derin bir nefes vermişti patron denilen kişi. Suna başını duvara tamamen vermiş bıçaktan kendine çekmeye çalışıyordu. Patron bıçağı göğüsünün orta yerine tutmuştu. "Ölüm tek kurtuluştur..."

Biliyordu Suna. Ölümün tek kurtuluş olduğunu biliyordu, ama zihni bazen ölüm tek kurtuluş yolu değildir derdi. Ölen kişi insan için ne kadar değer taşıdığına bağlıdır bizi hayattan soğutan biri mi yoksa bizi hayata bağlayan biri mi? Zindan edende vardır, ölse bile anıları ve yaşattığı acılar sağlam bir şekilde kalırdı zihnimizde.

Konuşmadı sessiz kaldı. Dilini yutmuş gibiydi, elleri üşüyor kalbi duruyor gibiydi.

Gözlerini kapattı, kapatma o ki; patron denilen kişi elini tutup bilek kısmından başlayıp yukarıya doğru sertçe çizmişti. Suna gözlerini acı içinde açık çığlığını basmıştı, elini geri çekmek istedi ama izin vermiyordu, adi herif kanayan koluna bakıp zevkle sırıtıyordu acıdan zevk alıyor gibiydi. Ayakları ile itmeye çalıştı ona itmiştide, adi herif geriye doğru düşerken Suna acılar içinde kanayan koluna gövdesine bastırıp acısını dindirmeye çalıştı ama işey yaramadı. Acı kendini daha da belli etmeye başlıyordu. İşte şimdi tamamen kan kokuyordu, kan kokusundan rahatsız olurdu çünkü evide kan kokardı.

Göz yaşları feryadı ile beraber akmaya başladı kendine yere bırakıp kolunu gövdesine sardı, canın pozisyonuna alıp daha da ağlamaya başladı.

Patron lakaplı kişi başına doğru eğilip, "Ben eğitimcileri hiç sevmem bilesin!" Sessiz ve ürkütücü bir ses tonu ile konuşup geriye doğru gitti.

Suna koluna sarılmış akan kanı bastırmaya çalışıyordu.

Gözleri kararmaya başlarken hıçkırıkları artıyordu, göz yaşı ırmak misali akıp yolunu buluyordu.

"Güçlü dur abim. O sana gelecek." Abisinin bedeni durdu karşısında yere samanlıkların üstüne yayılmış olan ıslak saçları be başı usulca sallandı. Bulanık görüyordu abisinin bedenini, ama beyazlar içinde olduğunu görmüştü, ve Gülen yüzü hatta yeşil gözleri bile gördü.

Doğruldu göz yaşları içinde zorla doğruldu. Ölüm varsa ucunda ölüm olsun. Acıyordu her yeri, üşüyordu her bir zerresi ama bir şey vardı; kalbi sıcaktı. Kendini duvara verdi küçük alandaki kapıya çevirdi gözlerini. Nefes alış verişi hiç normal değildi. Ayağa kalkmaya çalıştı kanayan kolunu bırakıp yerden destek alarak kalktı. Göz yaşını silsede akıyordu, denemesi eli yanağına bile gitmedi. Bileğinden başlayıp yukarıya doğru ilerleyen kesikten kanlar eline doğru süzüldü. İlerledi, ilerledi ve kanlar veraber aktı. Kapıya vardığında durdu. Umut sesini duydu. Silah sesini duydu. Bağırma sesini duydu, emir verme seslerini duydu.

"Geldin mi?" Akan kanı hissetmiyord, bedeni o kadar uyuşmuştu ki akan kanı bile zar zor hissetmişti ama umursamadı. Kapının ardından birilerinin sesi geldi.

Silah sesleri yükseldi, ve bir ses daha duydu.

"Mustafa sağında!" Alaz'ın sesiydi.

Umut ışığı tamamen yandı umudu gelmişti gelir demişti ve gelmişti. Geldiği yer ona aitti bulacağı yerde ona ait olacaktı demişti. Öyle olmuştu Alaz gelmişti.

Suna onun sesi ile daha da ağlamıştı, duymuş olduğu sesle göz yaşları iki katına çıkmıştı sağ kolunda yara vardı o yaranın üzerine yara açılmıştı, dikişin üzerime tekrardan bir kesik kesilmişti. Suna acı çektiği yerden tekrardana acı çekiyordu. Sol elini yüzüne değdirdi kolu ile burnunun ve yaşını silip derin bir nefes aldı.

Açılan kapı ile eğik olan başım doğruldu. Karşısında Alaz'ı bekliyordu ama o değildi, elinde bir silah ile terörist ve patron denilen kişi vardı.

"Al şunu, tek çıkışımız bu!" Öfkeliydi burnundan soluyordu.

Suna gözlerini tamamen açarak karşısındaki terörist ve adi köpeğe baktı. "Hayır bırakın!" Kolunu Suna'nın boynuna dolamış elindeki silahı ise şakağına dayamıştı. "Pislikler bırakın orusbu çocuğu bırak!" Güç alıyordu o buradaydı, ona bir şey olmazdı Alaz varda ona hiç bir şey olmazdı.

Dışarıya çıktılar orta yer doğru ilerlemişlerdi, Suna gözlerini etrafta gezdirdi. Bir tarafta bir kaç teröriste beklerken diğer tarafta ise o vardı ve bir kişi daha. Onu aramıştı ilk önce onu gelmesini istemişti ilk önce. Oda gelmişti. Kaşları çatık öfkesi yerli yerindeydi. Eli tetikte öfkeden inip kalkan göğüsü ile Alaz'dan emir bekliyordu, gözlerimde kaynetme korkusu vardı, kanı olan birini kaybetme korkusu.

"Suna!" Diye bağırdı Alaz korkulu ve öfke dolu sesi ile.

Başına silah dayalı olan yâre baktı. Gözleri öfke ile daha da açıldı. Ellerindeki silahı doğrultamadı karşısında zaffı olan kadın vardı. Eli tetikten çıktı silahın ucu yeri buldu. Suna Alaz'a ağlayarak baktı. Yalvararak bakıyordu ona. Alaz'ın gözleri kıyamadığı bedene gitti, ellerinden damlayan kanlara gitti, alnındaki donmuş olan kana, ıslak saçlarına ve ayaklarına. Bakmaya doyamadığı kadını ne hâle getirmişlerdi.

"Geri çekil komutan gitmeme izin ver yoksa kadın ölür!" Patron arkada bekleyen kamyona doğru ilerlemeyi planlıyordu, ama etrafta olan keskin nişancıları es geçemezdi. Bu kadar aptal değildi.

"Tamam!" Diya bağırdı hiç düşünmeden.

"Alaz..."

"Geldim... Buradayım korkma yârim..." Alaz'ın gözünden bir damla yaş aktı. Ölüm getiren adam karşısındaki yâr için göz yaşı döktü.

"Eğer arabaya bir silah sıkılırsa," parmağı ile Suna'nın şakağına silah dayayan adamı gösterdi. "Sıkar kafasına!"

"Tamam siktir git amına koyduğum!" Alaz'ın gözleri Suna'daydı. Çekmiyordu ondan gözlerini.

Şakaklarına silah dayayan terörist kıpırdamadı ama patron lakaplı adam, "Seni iyi anacağız çocuk." Demişti teröriste karşı sessizce.

İlerledi teröristlerle beraber kamyona, teröristlerin elinde silah time doğru doğrultmuştu. Attila, Asu, Alper, Savaş, Mustafa, Sait ve Şahin. Sessizce vekliyorlardı. İçten içe küfürler yağdırsalarda biliyorlardı. Alaz yıkar geçerdi.

Patron denilen kişi ve köpekleri kamyona binmişti. İlerledikçe ilerlemişlerdi Alaz Suna'nın başıma silah dayayan adama kan kusacak gibi bakıyordu. Arabanın durduğunu görmüştü. Silah seslerini duymuştu Suna. Bir şeyler oluyordu. Ama artık yorgundu ona ihtiyacı vardı. Ve çok yakından bir silah sesi daha duydu, zihni artık silah sesleri ile dolmuştu. Korkuyla inleyip ellerini kulağıma götürdü, tamda kulağının yanında patlamıştı silah. Şakağına silah dayayan adam kendini vurmuştu. Gözünün önü karardı, sesler çoğaldı, helikopter ve silah sesleri.

Bedenines sarılan bedenle sarsıldı. Gözlerini açıp inip kalkan göğüsü ile karşısındaki adama baktı. Oydu Alaz'dı. Yere çöktü. Elleri Alaz'ın kolunu buldu, kanını onada değdirdi. Bir şeyler diyordu Alaz ama duyamıyordu kulağı çınlıyordu. Alaz eli ile kanayan kolunu inceledi. Bedenini bedenine yapıştırıp sardı. Saklamaya çalıştı koca gövdesine.

"Alaz..." Diye bildi Suna.

"Buradayım. Geldim." İkiside yere çöktü, Alaz yüzüne bakıp saçlarını geriye itmeye çalıştı.

"Üşüyorum." Dedi sessizce.

Kucağına aldı, Suna'nın gözleri tamamen kapanırken Alaz, "Seni bırakmam demiştim. Bana gelen canı kimseye vermem ben. Dayan. Ben yanındayım."

Suna boynuna gömüldü kolarımı boynuna sarıp kendini herkesten sakladı. Gözlerini kapatabilirdi o gelmişti güven bedenini sarmıştı. Ama ağlıyordu yaşlar durmuyordu.

"Korktum. Ge-gelmedin sen. Beni kana bulandı, ellerim kanıyor."

"Buradayım geldim. Özür dilerim seni koruyamadım yanına olmam gerekiyordu bir saniye bile gözümü senden ayrmamalıydım." Alaz'ın gözünden bir damla daha yaş aktı.

"Bıraktın. Yine bıraktın sandım."

"Bir kere hata yaparım bir daha tekrarı olmaz." Suna'yı sıkıca tutuyordu onu herkesten saklıyordu, ıslak saçlarına doğru eğilip öpmüştü Alaz.

Suna gözlerini kapattı kendini Alaz'ın kollarına teslim etti. Güven artık buradaydı. Sessizce usulca daldı derin uykuya.

 

 

*********

 

Instagram:booksof__

 

 

Loading...
0%