@larasu
|
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.
İyi Okumalar:)
"Uzun bir yolda deniz görmek gibisin..." •Sait Faik Abasıyanık•
13.Bölüm. Ona giden yol. Kaybetme korkusu her anlamda vardır, ama bir anlamı vardır ki o gelene kadar yüreği yakar geçerdi. Kor ateşler bir tek yüreği değil bedeni bile esir alırdı. "Görebilir miyim?" Dedi sessizce Alaz. İlk defa sesi bu kadar muhtaç çıkmıştı. İçeride yatan kadın onun her şeyiydi. Gözünü bir saniye bile ayırmıyordu. Bedeni yaralar içinde kalmıştı, alnı morarmış, kolları sarılmıştı elinde bir serim ağzında ise nefes alıcı nebulizatör maskesi vardı. "Uzun olmasın." Demişti Doktor. Suna'yı normal bir odaya almışlardı, ameliyathaneden çıkalı yarım saat olmuştu Alaz odaya göremiyordu korkuyordu ama şuan ona sesini vermesi lazımdı. Elini tutması lazımdı. Ona her anlamda ihtiyacı vardı. Durmadı kapıyı açıp içeriye girdi. Yavaşça yaklaştı yatan bedene. Saçları kurumuştu yastığın etrafına dağılmıştı yıpranan saçlar. "Sevgilim..." Dedi sandalyeye çekip yanına yaklaşıp oturdu Alaz. Sağ eline baktı yaralırdı sarmışlardı, alnına baktı morarmıştı ve yara bulunuyordu. Serumli elini tutu yavaşça. Okşadı parmaklarını yavaşça acıyordu geçsin diye. "Buradayım. Geldim sana. Aç gözlerini bak bana sevgilim." Göz yaşı aktı başını eğip elini öptü öylece kaldı dudakları elinde. Göz yaşı akıp Suna'nın elini buldu. Üzerine hâlâ askerî üniforması vardı. Umrunda değildi bekledi, sabaha kadar da beklerdi. "Özür dilerim. Koruyamadım seni. Özür dilerim her şeyim..." Hıçkırıklarını tutamadı korku salan komutan göz yaşı nedir bilmeyen komutan bir kadının eline başını görmüş ağlıyordu. "Uyan artık göreyim seni yurvrum uyan." Sesi yalvarırca çıkmıştı. Uyanması gerekiyordu. Ama yorgundu bedeni Suna'nın. Beli ağrıyordu uyku bile almamıştı. Çökmüştü bedeni. Alaz bekledi uyanmasını, elleri elini bırakmadı. Yalvarmaya devam etti bir süre. Sonra sustu. Başını sevdiğinin eline yaslayıp kapattı gözlerini. Çıkmadı odadan. Çıkmak istemedi. Uyandığında onu yanına görsün istedi. İkiside uyudu, Suna acıdan uyanmadı Alaz ise sevdiğinin eli ve kokusuna uyudu. İçeriye giren Asu ile durdu. Tam konuşacağı an sustu. Bu görüntü onu parçalamıştı yüzünde beli belirsiz bir tebessüm oluştu. Sevgi insana ne yaptırıyormuş böyle dedi kendi kendine. Bölmedi bu görüntüyü çıktı odadan. Asu ilerleyip hastanenin dışına çıkmıştı. Attila ve Savaş karargahta o adamın yanındaydı. Timin geri kalanı hastanenin dışında bekliyordu. Asu Suna'nın bulunduğu koridrida nöbet tutuyordu. Tim dalgın dalgın öylece birer köşeye bakıyordu. Sait elindeki çaylarla Yıkım timine yaklaştı. "Komutalarım." Diyerek herkese sıcak çay vermişti. Yağmur ince damlalar halinde yağmaya başlamıştı. Hakkâri ilk defa onlara sessiz gelmişti. İlk defa döndükleri bir görevde bu kadar dalgın ve yüklüydüler, komutanları Alaz yıkılmış gibiydi. İlk defa onu bu böyle görüyorlardı. Hâlâ uyuyordu, hâlâ uyuyorlardı. Alaz gözlerini açmaya çalıştı. Başını yavaşça kaldırıp kızarmış gözlerle belinci kapalı olan Suna'ya baktı. Doğruldu, gözlerini okşayarak geriye yaslandı. Gözlerini ayrmıyordu ayır onu alıp gideceklermiş gibi hissediyordu Alaz. Baktı bakmaya devam etti, yaralı alnı ve koluna baktı. Ayağa kalktı. Eğilip başındaki morluğu baktı, bir yere çarpmış gibiydi. Bu onu daha çok öfkelendirmişti. Elini saçlarına değdurdi beli belirsiz okşadı. Yüzünü inceledi, uzun kirpikleri ve dolgun durak dudaklarına baktı. Dudaklarının rengi normale dönmüştü, en son kucağındayken mordu dudakları kurumuştu susuzluktan. Ama şimdi kendine gelmişti ten rengi. Normale dönüyordu. Ama uyunması lazımdı gözlerini açması ve ona yaşadığını göstermesi lazımdı. Alnına naif ve küçük bir öpücük bırakmıştı, canı acısın istemiyordu. Dayanamadı boynuna başını koydu, sıcaktı şuan boynu. Öptü kokladı dudakları öylece durdu boynunda hasretle. Doğruldu yastığa dağılmış olan saçları avucuna alıp öptü. Odadan çıkıp Asu'ya baktı. Buradan bir saniye bile ayrılmamıştı Asu, komutanı ayrılma koridorda gözün oldu demişti oda onu yapmış ayrılmamıştı. Asu alaz'ı görünce oturduğu yerden kalkıp komutanına yaklaştı. "Git sen istersen." Asu başını iki yana sallayıp, "Tim dışarıda komutanım isterseniz biraz hava alın." Alaz koridoru kontrol edip sonra duran askere bakıp, "Gözünü kapıdan ayırma bir gelişme olursa haber ver." "Emredersiniz komutanım." Gözlerini Asu'ya çevirdi, "Gidelim." Alaz ve Asu timin bulunduğu yere doğru ilerleyip çıkmışlardı. Asker dediğini yapmış kapıda durarak nöbet tutmaya başlamıştı. Alaz onu hastaneden çıkarmadan rahat edemeyecekti başına bir iş gelmesinden korkuyordu ne işi olduğu önemsizdi korkuyordu işte sevdiği için. Yim Alaz'ı görünce ayağa kalktı Alaz eliyle oturmalarını söyledi. "Komutanım Suna Hanım nasıl?" Diye sordu Mustafa. Alaz başını yana yatırıp, "Bilmiyorum." Eline sigara paketini çıkardı içinden bir tanesini yakıp dudakları arasına götürdü. Bankın bir yerine oturup öylece başını öne eğdi. Her dumanın ardından derin bir nefes veriyordu. Aziz Sait'te çay getirmesi için yollamıştı, bankın diğer tarafında oturan Şahin dirseklerini bacaklarına dayamış öylece yere bakıyordu. Kimse bilmiyordu ama içeride yatan kadın onun babasının kızıydı. Ne kadar birbirlerinden uzak dursalarda unutulmayan bir şeydi. Kardeşiydi işte. Yaklaşması yasaktı, Suna'ya ne kadar yardım etmek istesede, uzakta dâhi olsada kendini yanında hissettirmek istiyordu Şahin. Ama Suna ailesini kaybetmişti. Baba yüzünden, babanın oğluna da yakın olmak istemedi Suna. Daha on sekiz yaşında her şey art arda gelmişti. Şahin'i çok kez görmüştü ama hiç önüne çıkmamıştı. Çıkmak istememişti. "Komutanım ben bir lavaboya gideyim." Alaz sadece başını salladı. Şahin ilerleyip hastaneye girdi. Koridorları aşıp Suna'nın bulunduğu koridora gireceği an kapıda dikilen askere baktı. Üzerimdeki üniformaya baktı, durmadı ilerledi. Karşıdan gelen Doktorla bir saniye durakladı, Doktor Suna'nın odasına girmişti. Adımları hızlandı odaya doğru ilerledi. Asker elindeki telsizle Alaz komutanına Heber vermişti. Şahin içeride yatan Suna'ya baktı gözleri hafif açıktı acıyan elini tutuyordu inliyor gibiydi. Durmadı kardeşinin yanına girdi. Asker Şahin'i tanıyordu o yüzden durdurmadı. Şahin Suna'nın başına yaklaşıp yüzünü baktı. Suna Şahin'i gördüğünde durakladı, gözünden bir damla yaş aktı. Doktor serumunu kontrol ederken maskesini çıkarıyordu, yanındaki hemşire sürümü yeniledi. "İyimisin." Sesi olması gerektiğinden saha sessizdi. Hatta bir fısıltı gibiydi. Öylece baktı Suna, sonra başını sallayıp onayladı. Doktor Suna'ya bir şeyler sorarken odaya Alaz girmişti, gözü ilk başta Suna'ya sonra ise Şahin'e çarptı. Suna'nın gözleri Alaz'a değdi. Gözleri birbirini bulduğunda Alaz'ın gözlerinden duygular art arda uçtu. Suna onun burada olduğu için kendini güvende hissetmişti. O varsa güven vardı. Suna'nın gözünden bir damla yaş akıncı Alaz başını iki yana salladı, onun ağlamasını görmesi canını yakardı. Yapma der gibi salladı başını ve gözlerini konuşan Doktora çevirdi. "Yarın taburcu yaparız bugün sizi misafir yapıcaz." Ses etmedi Suna başını yana yatırıp Şahin'e baktı, gözleri buluştuğunda anılar önlerinden bir yaprak misali esti geçti. Doktor odadan çıkarken Suna'nın bakışları hâlâ Şahin'de takılı kalmıştı, kaşları usulca çatıldı Şahin'in. İlk onu aramıştı, ilk ondan yardım istedi Suna. Ona her daim yardım eden Şahin'di. Ama her daimde geri çeviren Suna'ydı. "Seni aradım. Açmadın." Dedi Suna haksiz bir sesle. Alaz tek kaşı havada Şahin'e baktı. Şahin başını sağa yatırıp, "Üzgünüm." Dedi başını iki yana acizce sallayarak. Alaz'ın kıskançlık duyguları yine ortaya çıkmıştı. Neden time gelen yeni bir teğmini arıyordu ki? Kimdi bu? Aralarında ne var? İçindeki duygular bir anda değişmişti, gözleri Şahin'e sinirle bakıyor gibiydi. Dişlerini sıkmasıyla çene hatlarındaki kemikler ortaya tamemen çıkmıştı etler gitmiş yerine kemikler konulmuştu. Sessizce bakıyordu sadece. Göğüsünü gerip dikçe durdu. "Hayrola?" "Tanık heralde?" Dedi Alper Sait'in kulağıma doğru. Aziz, "Komutanımın gözü alev alıyor gibi." Dedi Mustafa'nın kulağına doğru sessizce. Oğuz, "Üçken takılması, Allah'ım korusun." Dedi sessizce başını yukarıya kaldırıp iki yana sallarken dudaklarını dişledi. Ortalıkta esen bir sessizlik rüzgarı vardı, Asu bir Alaz'a bir Şahin'e baktı. Derin bir nefes verip başını öne eğip kollarını birbirine kenetledi. "Bir şeye ihtiyacın varsa." "Hayır." Dedi yorgunca doğrulmaya çalıştı. "Kalkma yorma kendini." Şahin omzuna dokunup geri yatırdı yatağı alta ayar bölümüne basıp yatağı biraz doğrulttu. Suna gözlerini sessiz olan Alaz ve time çevirdi. "Şahin." Dedi Alaz kükrer gibi. Suna çatık kaşlarla Alaz'a baktı, ne olduğunu anlayınca sessiz kaldı ve öylece baktı. "Emredin komutanım." Dedi ifadesiz bir sesle. Yeşil gözleri komutanına döndü. Ne diyeceğini bilemedi öylesine Suna'dan alsın gözlerimi diye ismiyle hitap etmişti. Peki şimdi ne diyecekti? Suna sessizce izledi bu falini. Kaşları kalkık bir şekilde bekledi. Alaz time afallayarak baktı, en sonunda. "Yıkım timi odayı boşalt." Oğuz, "Emredersiniz komutanım!" Diye kükremişti. Dikçe durup time baktı. "Dadaşlar çık." Dedi sessizce sonradan sessizce Oğuz. Alaz sorar gözlerle baktı Suna'ya. Suna boş verip Asu'ya döndü. "Asu, bana giyecek bir şeyler getirirmisin." Demeye kalmadan odaya dalan kişiyle sessizlik yok oldu. "Suna! Sunam!" Dedi Mercan çantası havada uçuyor gibiydi. Mihri, "Neler oluyor ya!" Dedi tedirgin sesiyle. Daha yeni yeni öğreniyorlardı hastaneye geldiğini. Mustafa biliyordu bu kadar tedirgin olacaklarını ve çok konuşacaklarını. Mercan Şahin'i bir köşeye iteleyip Suna'ya yaklaştı, tepeden bakıp yüzünü inceledi. "Ay kızlar bağırmayan hastane burası." Arkadan gelen Firuze Hanımla etrafı kontrol edip girdi içeriye. Firuze, "Neden haber vermediniz bize?" Dedi Mustafa'ya doğru kıslayarak. "Abla bunun için işte." Dedi dişlerinin arasından." "Sus!" Dedi Firuze omzuna vurarak. Alaz'ın gözleri Şahin'deydi. Suna Alaz'a baktığında istemsizce başını iki yana salladı. Onu tanımıyordu, kıskançlık duyguları ortaya çıkmaya başlıyordu. Mercan Suna'nın omzuna dokunup, "İyimisin bir ağrın var mı?" Diye sordu, gözleri koluna değdi sarılıydı. "Bu ne?" Dedi endişeli sesiyle. Suna boş vermişlikle, "Küçük bir yara." Dedi yorgun çıkan ses tonuyla. Alaz'ın gözleri bu sefer Suna'ya kaydı, sarılı olan koluna baktı. Öfkesi ve kıskançlığı tepelere çıkıyordu. Mihri, "Suna bir şeye ihtiyacın var mı?" Dedi Mercan'ın arkasında durarak Suna'ya hüzünlüce bakarak. Birbirlerini daha yeni tanıyorlardı aradan haftalar geçmişti, geçen haftalar birbirlerine kendilerini bağlamıştı. İkiside biliyorlardı, Suna içine kapanık derdini anlatmaya alışık bir kız değildi. Kimseye sırtını yaslayamamıştı, kimse ona duvar olmamıştı. Oda böyle yaşamaya alışmış, kendini alıştırmak zorunda bırakmıştı. Dostluk nedir Mercan'dan görmüştü ona Alaz'ı anlattı, derin değil ama anlatması gerekenleri anlatmıştı, dinlemiştide Mercan. Hatta ilk defa onu dinleyen birini bulmuştu. "Bana giyecek bir şeyler getirebilirmisiniz. Bunlardan kurtulmak istiyorum." Demişti Suna bitkin bir ses tonuyla. Hâlâ yorgundu. Gözleri acıyordu kapatıp uyumak istiyor ama diğer yandan ise bu hastaneden çıkmak istiyordu şuan üzerindeki bu hasta elbisesi onu boğuyor gibiydi. Kendini çıplak hissediyor gibiydi. "Biz Mercan'la gidip alırız Suna Hanım." Dedi Asu cebine koyduğu ellerini çıkarıp kahverenginin köyü rengini almış olan gözlerle düz bir şekilde bakarak. Mercan başını sallayak, "Tamam biz hallederiz sen dinlen tamam mı güzelim." Onaylarca başını yavaşça salladı Suna. Boynu dahi ağrıyordu. Alaz'ın gözleri Suna ile buluşunca dikleşti hâlâ aklında kim bu Şahin sorusu dönüyordu. "Tamam hadi, hadi çıkın kız uyusun bak zar zor açıyor gözlerini." Diye uyarıcı bir sesle herkese kolunu sallayıp dışarıya doğru kişkişlemeye başladı. Aziz sessizce, "Dur be abla derin mevzu var." Firuze Aziz'e kınayıcı bir bakış attı ne olduğunu bilmiyordu anlamıştı değildi ama tek bildiği şey Suna'nın dinlenmeye ihtiyacı olmasıydı. Uyku bedeni en iyi dinlendiren şeydi, içinde kâbus dâhi olsa bile. Firuze herkesi çıkarmış bir tek Alaz ve Suna'ya endişe ve hüzünle bakan Şahin'e karışmamıştı. İkisinede çatık kaşlarla baktı ne olduğunu çözmeye çalıştı bir şey vardı ama neydi? Sustu öylece durdu. "Şahin dışarıya." Dedi Alaz kükreyerek. Şahin gözlerini komutanına çevirip saygıyla, "Emredersiniz komutanım." Demişti. Şahin'in sesinde soğukluk vardı belkide üzüntüdendir. Burada tek ailesi oydu sonuçta. Ne kadar katil bir babanın oğlu ve kızı olsalarda kardeşlerdi işte. Geriye kalan tek kişilerdi onlar. Şahin odadan çıkarken içeride kalan bir tek Suna ve Alaz olmuştu. Suna, Alaz'a ifadesiz ama o ifadenin arkasında saklı bir minetarlık vardı. Alaz yaklaşmak istedi ama güç alması gerekiyordu. Bir adım attı. Gerisi gelmedi. Suna'nın gözlerine baktı. Pür dikkat oraya odaklıydı, bir duygu arıyordu hissediyordu, o duygu vardı. Ama sessizce gel demesini bekledi. "Alaz..." Dedi Suna ağlamaya yakın olan bir ses tonyla, sessizdi sesi. Ortam kadar sessizdi. Ama Alaz duydu. Güç gelmişti bir adım daha attı ve yanında oldu eline dokunmak istedi, yavaş ve usulca gitti eli eline. İstemese çekerdi elini sonuçta. Öyle olmadı Alaz serum takılı olan kola dolusu, ellerine tek eli yavaşça eledi. Suna geri kalanını getirmiş gibiydi. Elini sardı Alaz'ın dokunup yanında hissetmek istedi. "Gelmeyeceksin sandım." Dedi ağlamaya yakınlık gösteren sesiyle. Eğdi belini yüzünü yüzüne yaklaştırdı, bir eli elini sararken diğer eli alnındaki saçları okşadı. "İmkansız gibi bir şey bu Sunam. Geldim. Sen nasıl bana geldiysen bende sana geldim." Eli yüzüne gitti soğuktu yüzü. "Üşüyormusun sen." Dedi tedirgince. Başını iki yana salladı, "Hayır... Ama..." Dedi gözleri Alaz'ın çehresinde dolaşırken. "Ama ne soğuk burası değil mi? Bekle, ben." Bir şey diyecek oldu Suna, ama sustu. İçine attı. Yine geri çekildi adım atanadı. Ondan kaçıyordu. Söyleyemediği çok şey vardı. Bildiğini okuyarak içine attı yine. Konuşmak onu rahatlatırdı, Alaz'ın varlığını hissetmek onu rahatlatırdı. Kaçmak bir insanı kendini yapacağı en kötü ihanettir. Yüzleşmemiz gereken ne varsa eninde sonunda olacaktı, bunu erkenden yapmak hayata çokça katkı sağlar. Suna'da bunu yapıyordu. Hayatını zorluğa somuyordu. Eninde sonunda ona içine dökecek ve birbirne olan muhtaç bağı kuracaktı. "Beni yalnız bırak Alaz. Uyumak istiyorum." Demişti Suna başını ters yöne çevirip gözlerini kapatarak. Elini geri çekip karnını üstüne koydu. Alaz geri çekilmeden önce onun yan profiline baktı, kahretsin ki kadınsı çene hatları, dolgun dudakları ve küçük burnu yan profilden etkileyici bir şekilde görünüyordu. Yerli yersiz yutkundu Alaz. Boynuna gitti gözleri açık ten rengi boynunda parlıyordu. İçinde tutmak bilmediği o arsızlık hissi dört bir yanını sardı. İçinde yanan ateş belli yerleride yakmıştı. Dudakları muhtaça iki yana ayrıldı. Kendine hâkim olmalıydı, geri çekildi usulca ve istemsice. Suna onun çekildiğini hissedince içinde tuttuğu sessiz nefesi verdi. Gözleri hâlâ kapalıydı ve ciddende yorgundu. Yalan değil uyuyacaktı ama Alaz'ın bir anlığına onun yanında uyumasını soğuk olan bedenini kolları ile ısıtmasını istedi ama yuttu boş verdi yine Suna. Alaz odadan çıkmıştı bedeni hâlâ Hakkari'ye göre sıcaktı. İçeride ki kadın tek bir baş çevirme ile ateş yakmıştı içinde. "Nöbet tut asker Asu dışında kimseyide içeriye alma." Askere emrini verip hastanenin koridorlarında ilerledi. Asansöre bilnmedi uyalanmak istemedi zaten kalabalıktı birde asansörü beklemeye yüreği yoktu. Hastanenin dışına çıkmıştı. Tim uzakta onu cipin içinde bekliyorlardı. "Komutanım geliyor." Dedi Aziz Şahin'in ortamda olduğunu bildiğinden bir şeyler ima ederek. Boş verdi Şahin biliyordu ona vurgu yapıldığını. Aziz'in Alaz komutana olan sevgisi başkaydı, herkesi sever sayar değer gosterir ama Alaz komutanını diğerlerinden üstün tutardı. Mustafa'ya olan bağlılığı bir tuhaftı ikiside zıt kutupların insanıydı ama birbrine olan bağları bir gün bile kopmamıştı. Mustafa Aziz'in değerli salık ürünlerini yemediği sürece. Alaz cipe binip önde tarafta oturan Sait ve Alper'e baktı. "Karargaha sür Alper." Alper emre uymuş arabayı karargâh yoluna doğru sürmeye başlamıştı. Alaz cipe bineli gözlerini bir kere bile Şahin'e değdirmede, içinde yanan merak tazeydi ama sormadı bakmadı umursamadı bile. Şuan boş verme zamanıydı. Patron denilen adamın ifadesini alıp içindeki kandan öfkeyi dışa aktarmalıydı.
********* Gecenin karanlığı küçük pencereden gözüküyordu güneş gitmiş yerine karanlığı vermişti. Sessiz olan odaya Mercan, Mihri ve Firuze abla girdi gireli sesler kesilmiyordu. Baş ağrım dinmişti üzerimi giyinmiştim doktor ne kadar zorlama kendini, yorma desede umursamadım. Giydim. Kolumdaki son serumu da hemşire çıkarıp çıkmıştı odadan. Doğrulmuş karşımda oturan Asu'ya baktım. Bıkkın bıkkın öylece yere dalmış izliyordu, arada derin nefes alıp veriyordu dikkatimi çekmedi değil. Doktor içeriye girdiğinde ona baktım. Onun gözleri beni bulduğun da, "Toparlanmışız." Dedi gülümseyerek. Gözlüğünü çıkarıp cebine koymuştu. "Daha erken çıkma iznim yok mu?" Diye sordum. Sesim şimdi daha iyiydi uykumu almış bedenim azda olsa iyi hissediyordu. Tek sorun belimin hâlâ ağrıyor olması ve tabii şu uğursuz kolum. "İyi gözüküyorsunuz. Ama saat dokuz, yarın taburcu-" "Lütfen. Ben burada kendimi iyi hissetmiyorum." Demiştim doğrulup yüzüne daha çok bakarak. İlk önce bir tereddüt etti ama ben yine konuşup ikna etmiştim. Çıkıyordum sonunda. Doktor odadan çıkarken Asu taburcu işlemlerini hallediyor Mercan'sa ayağıma spor beyaz ayakkabılarımı geçiriyordu. Kardeş gibiydi, bu hissiyatı derinden veriyordu. Hiç çekinmiyor her an her yerde olabiliyordu. Hakkâri'nin bana vermiş olduğu en güzel şey Mercan ve Mihri olabilirdi. Günüm çabuk geçti, tamda istediğim gibi. Ne ara arabaya bindiğimiz, ne ara eve geldiğimizi, ne ara odama girip yatağa yattığımı bilmez oldum. Yorgundu bedenim, mahvolmuş yıpranmış ve kırılmıştı. Yorgunluk ağır bastı neler olduğunu bilmeden geçti saatler. Zaman acımıyor hızla akıp gidiyordu. Yatağımda elimdeki telefona bakıyordu Asu Alaz'ın numarasını telefonuma kaydetmişti. WhatsApp profiline öylece baktığımı bile bilmiyordum başımı iki yana sallayıp içinden çıktım, fotoğraf yoktu. Ama numarası vardı işte. Odaya giren Mercan ve Mihri ile telefonu bir köşeye bıraktım. Mercan elinde karalahana çorbası ile girmişti odaya. Arkadan gelen Asu'ya baktım. Hâlâ gitmemişti. "En sevdiğin çorba. Bol bol yaptım sıcak sıcak içersin." Demişti Mercan yanıma oturup tepsiyi kucağıma bırakarak. Gülümseyerek tebessüm ettim. "Teşekkürler." Demiştim. Asla geri ceviremezdim. Niye zahmet ettin diyemezdim. Oda biliyordum en büyük zaffım budur diye. "Bir hafta izinlisiniz, hocalardan biri sizin yerinize sınıfla ilgilenecektir." Asu'nun dediğine hafifi çatık kaşlarla bakmak zorunda kaldım. Okula gitsem bile aklım yerinde olmayacaktı, çok düşünüp daha da korkacaktım. İçimde korku yoktu aslında ama filizlenen küçük bir korku yoktur diyemezdim. Usulca başımı sallayıp çorbamı içmeye başladım. "Çok acıyor mu canın?" Dedi Mihri sesinde üzüntü vardı. Benim bu hâlime üzülüyordu. Açık olmaya çalıştım. "Belim ve bileğim." Dedim sessizce. "Belini yastık koymamı istermisin?" Dedi Mercan. Başımı iki yana sallayıp, "Hayır hayır, böyle rahatım teşekkürler." Mercan ve Mihri'nin beni düşünmeleri çok inceydi. Annemden ve o... Alaz'dan başka kimse beni böyle düşünmezdi, yaramı sormaz, ihtiyacımı sormaz, göz yaşlarını bile önemsemezlerdi. Yıllar sonra aynı hissiyatı annem dışı birilerinden gördüm. Annemin yokluğu beni derin bir çukurun içine hapsetmişti, hâlâ o çukurun içindeydim aslında ama bana sanki o çukurun delikli yerlerinden el uzatıyor gibiydiler. Bu benim için alışık olmadık bir durumdu. Ama hoş bir hissiyattı. "İzninizle Suna hanım ben salonda olacağım." "İstersen gidebirsun, biliyorum komutanın seni başıma dikti." Tebessüm ederek baktım. "Ama bir yere gitmiyorum. Sende beni korumak gibi bir zorunluluğun yok Asu." Asu bana küçük bir gülüş atıp doğrultu, "Alaz komutanımın en büyük zaffını korumak bir onurdur." Sırıtışı ile beraber odadan çıkıp salona doğru gittiğine emindim. Mercan'ın alttan gülüşünü gördüğümde öylece baktım. "Her adamın bir zaffı vardır Suna hanım." Yapma der gibi baktım. Bu benim içimde küçük bir taşın oynamasına neden oldu. Kaşlarım usulca çatılırken. İçimde ne olduğunu bir türlü belirleyemediğim duygu ile başım daha da ağrımaya başlamıştı. Yağan yağmurun yarattığı şimşekler kalbine bıçak gibi saplanıyor gibiydi. Derin bir nefes verdiğimi bile hissetmemiştim. Mercan, "Konuştunuz mu." Dedi yatağın orta yerine oturup yüzüme bön bön bakarken. "Ağlamış biliyormusun." Dedi Mihri, bunu der demez başımı doğrultup ona baktım, kaşlarım kurduğu cümle ile kalkmıştı. Şaşırmıştım aslında, dikçe duruyordu, ağladığını hissetmemiştim beni kucağına aldığında, tek hissettiğim şey derinlerden gelen seslerdi; onun sesleri. "Sait söyledi senin çıkmanı beklerken dualar etmiş. Kimse yaklaşamamış ona, tim onu ilk defa böyle görmüş." Sesi dalgın bir deniz gibi gelmişti, kurduğu cümleler beni sarsmıştı. Önüme dönüp kaşığı çorbaya daldırdım, bir kaşık içip boğazımı temizledim. "Kos koca adam senin için ağlamış, sen?" Mercan bana kınayıcı bakışlar atıyordu. Sessiz kaldım belkide haklı olduğu için kendime bunu yediremiyorumdur. "Bir şey dedi mi peki komutan?" Mihri'nin sorusu ile başım doğruldu. Derin bir nefes verip başımı iki yana salladım. "Ne demek demedi ya." Diye yükseldi Mercan. "Odada tek kaldınız ne yaptınız." Meraklı gözlerle bakıyordu bana. Kaşlarım çatılı bir şekilde ona baktım. Neyi ima ediyordu? "Hayır." "Yalan söyleme illaki bir şey söylemiştir. Konuş!" Diye yükseldi yine Mercan. Açık oldum yine, gizlemedim. "Elimi tuttu, sonra yüzüme yaklaştı," yüzlerinde kışkırtıcı bir gülüş belirdi. Mihri alt dudağını ısırıp başını salladı devam et der gibi. "Saçlarımı okşadı." Buna sanki bende yükseldim, içimde bir sıcaklık ve karnımda bir kelebek oynamış gibiydi. Kelebeğin zinciri oynamıştı, sesini duymuştum sanki yıllardır oraya mahkûm edilen bir kelebeğin zinciri. "Suna, yeter artık!" Diye yükseldi Mercan birden. "Yazık komutana." Dedi Mihri sesinde üzüntü olarak. "Ne yapmamı beklersin." Sesim onlara göre daha sakin ve umursamazdı. Bu kadar kolay unutamazdım, bu kadar kolay acılarımın üzerine çizik atamazdım. Beni yapayalnız bıraktı, beni acılarımla bıraktı. "Sen Alaz'ı başkası ile mi görmek istiyorsun. Bilmiyorsun ama Nevzat albayın kızı geliyor, ve inan bana o kızın Alaz'a olan ilgisini bir bilsen." Gözlerimin altından ona baktım, beni mi deniyordu? Ne tepki vereceğimi falan mı ölçüyor? Cidden böyle bir şey var mı? Albayın kızı? Alaz ile? Cidden Alaz'a ilgisi var mıydı o kızın, kim ki o kız? Albayın kızı. Alaz'ın peki ona karşı bir hissi var mı? Aklımda durmayan delice sorular vardı. O soruları şuan boş vermeye çalışıyordum. Ama yalan yok içimde beli belirsiz bir kıpırtı vardı ve buna kıskançlık demek istemiyordum. Onu bana ait olarak görmüyordum, görmek istemiyordum... Ya da istiyordum. Düşünceler beynimin içine bombalar atmıştı, her patlamada şakaklarıma ağrı giriyordu. Onu istiyormuydum onu bile bilmiyordum ama onu bir başkası ile görmek canımı yakar mıydı? Bu hissiyatı bilmiyordum, bilmediğim bir hissiyat üzerine düşünmek istemiyordum. Önüme dönüp çorbamdan içmeye devam ettim. Ama Mercan susmadı, susmak gibi bir düşünceside yoktur. "Şuna cidden adamı çok üzmüşsün söyleyeyim sana." Mihri, "Kim bilir nasıl üzülmüştür şuan Alaz komutan." "Sen gekince adamın yüz ifadesi bile değişti pastaneye bir kere geldi oda Mustafa Sait'i dövmesin diye geldi. Şimdi ise senin için arada pastaneye uğruyor sen burada mısın diye yoklamak için." Ağzından kelimeler yüzüme çarptı, aralıksız durmadan konuşmuştu Mercan. Kafam daha da karışmaya başlamıştı, bu işin sonu nereye varacak bilmiyordum ama içimde bu sefer daha çok oynayan bir taş vardı, büyüklüğü beni aşmıştı. Kurdukları cümleler beni cidden sarsmıştı. Elimdeki kaşığı bırakıp onlara baktım. Mercan bana ağzı yarım açık bir şekilde bakarken. Mihri kınayıcı bakışlar atıyordu. "Bunun olmasını istemezdim. Ama oda-" beni susturan şey Mercan'ın ağır konuşması oldu. Derinlerden Trabzon'un hırçın ve acımasız deniz dalgalarını hissettim. Yüreğinimin dört bir yanına çarptılar. "İnan bana herkes hata yapar, ama Alaz hata yapmadı. O sadece sana zarar gelmesin diye seni hayatından çıkardı. Unutma, vatanı için her şeyi yapan bir adam sevdiği kadın için neler yapmaz ki?" Yüzüne bakmadım nasıl bir ifade ile bana baktığını bilmiyordum ama sonuna kadar haklı olduğunu maalesef ki biliyordum. Sessizlik çöktü bu sefer cidden ağır bir sessizlik çöktü. Ruhum yerinden kopup uçmuş gibiydi. Kalbim o kadar ağırlaştı ki sanki birden yerinden kopup düşecek gibiydi. Ağırıyan belim daha da ağrıdı önümdeki bitmiş olan tabağı tepsisi ile Mercan'a doğru ittip elimi belime attım. Yavaşça okşadım. "İyimisin?" Dedi bu sefer Mercan'ın tedirgin sesi. "Tamam bunları boş ver, sen." Dedi hâlâ tedirginlik içinde olan sesi. Zaten boş vermeye çalışıyordum. "İyiyim." Dedi bitkin bir sesle. Şuan acılar ortaya çıkmaya başlıyordu, sağ bileğim acımaya başlıyordu, sol elle yememe rağmen sağ elim acıyordu, bileğimden kolumun üzerine doğru giden bir sızı vardı, kan dolaşımım durmuş gibiydi. "Doktorun yazdığı ilaçları iç." Elindeki hapı bana verip bir bardakta su vermişti Mihri. İlacı ağzıma attıp üzerine su içmiştim. Bardağı geri ona verip yatağa uzandım Mihri yastığımı düzeltip yerine koymuştu. Mercan üstümü örtüp bana baktı. "Ben aşağıda olucam, küçük bir işim var Asu ve Mihri salonda, bir şeye ihtiyacın olduğunda onlara seslenmen yeterli olur." Elini saçlarıma atıp okşadı, başımı sallayıp gözlerimi kapattım. Işığı kapatıp odadan çıktılar, sol tarafıma dönmeye çalıştım. Gözlerimi açıp karanlığa merhaba dedim. Sevmezdim karanlıkta uyumayı aslında, neden kapattırdım ki ışığı? Yine bir kâbus görme korkusu ile öylece izledim duvarı. Zaman beni arasına alıp götürmüştü, ne zamandır duvara bakıyor ne zamandır kurdukları cümleleri düşünüp uyumamaya çalışıyordum bilemiyordum. Sevgilim dedi bir ses derinlerden. Hissiyat derin bastı, ben hastanede uyurken rüya görmüş gibiydim, ama gerçekti, uyan artık göreyim seni yurvrum... Ağlama sesi eşlik etti. Rüya değildi, kâbus hiç değildi. Bu onun sesiydi, bu oydu. Ben hastanede uyurken benim elimi tutuyordu. Bunu hissetmiştim. Doğrulmaya çalıştım belim hâlâ ağrıyordu ama umursamadım, elime telefonumu alıp saate baktım. Saat 1.24 olmuştu. Derin bir nefes verip dalgalarını hiç bir zaman kaybetmeyen saçlarımı geriye doğru ittim. Ayağa kalktım. Bir an duraklayıp Mercan ve Mihri'nin dediklerini hatırladım. Kos koca adam senin için ağlamış... Tim onu ilk defa böyle görmüş... Benim için dualar mi etmiş? Benim için göz yaşı mı dökmüş? Yapma işte bunu. Derinlere dalma Suna gitme oraya. Ona kıyamayan Suna ortaya çıkıyordu. Her şeyi geride bırak diyordu. Yeni sayfaya odaklan diyordu ama zordu işte. Nasıl yeni bir hayat yaratabilirim onu bile bilmiyorum, ben hiç yeni hayat kurmadım ki yenisini şimdi kurayım. Durmak istemedi adımlarım odadan çıkıp sessizce salona ilerledi. Mercan yoktu Mihri koltukta uyuyordu, Asu ise camda durmuş sigara içiyordu. Beni fark etmiş olacak ki çatık kaşlarla bu tarafa döndü. Elindeki sigarayı bulmuş olduğu fincan tabağına bastırıp söndürdü. Ayağa kalkıp neredeyse bir yetmiş küsur olan boyu ile yanıma geldi, belki daha fazladır. "Bir şeye mi ihtiyacınız var." Kaşlarımı kaldırıp derin bir nefes verdim. Ne diyecektim şuan. Beni Alaz'a götürmü diyeyim, yoksa... Yoksası yoktu. "Asu. Beni Alaz'ın evine götürebilir misin? Lütfen." Dedim düz çıkmaya çalışan ama bir o kadar sessiz sesimle. Asu önce bana emin olmaya çalışan gözlerle baktı, tek kaşı havada bir şekilde beni süzüp dudak büzüp, "Alaz komutanımın evine? Bu saatte?" Ondan kaçmak isteyen ben şimdi yanına gitmek istiyordum. Belkide Mercan'ın dedikleri ağır bastı. Cidden albayın kızını mı kıskandım ben? Bunun düşüncesi beni cidden bozmuş olmalıydı. Başımı iki yana sallayarak Asu'ya baktım. "Tek başına mı yaşıyor yoksa timden biri ile mi?" Diye sordum ciddi ciddi. Asu'nun dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrılmıştı. Başını sağa doğru bir saniye yatırıp geri doğrultu. Boğazını temizleyip içeride yatan Mihri'ye baktı. "Yok tek başına yaşıyor." Dedi sessizce kadınsı sesi ile. Yalan yok sesi çok hoş geliyordu kulağa. İnsan etkilenmeden duramıyordu. Derin bir nefes verip parmaklarım ile oynayıp yüzüne baktım, ne tepki vereceğine bakıyordum. Albayın kızı gerçek miydi yoksa Mercan'ın kurduğu bir kışkırtma yalanı mıydı? "Nevzat albayın kızı var mı?" Diye sorduğumda kaşları kalktı birden. Başını dikçe doğrultup alnının ortasında oluşan yarık ile baktı bana. Başını usulca sallayıp, "Evet var. İzmir'de... Ama yakında burada olacak." İşte şimdi içime bir Trabzon dalgası girmişti. Ama bu seferki sanki bir başka his gibiydi. Hiç tatmadığım bir histi. Ama ne hissiyat olduğunu biliyordum, kıskançlık gibiydi ama değil de. Sanki gelse onu benden alacak gibiydi, ama Alaz benim değil ki onu benden alsın. Aitlik hissi belki ilerledikçe daha da artardı. Alaz'ın bana olan bağlılığı eskisi gibi miydi bilmiyordum, belki eskisinden de daha güçlü bir bağ vardır aramızda ama o bağın bir ucunu tutan Alaz'dı diğer ucu ise ayaklarımın önünde bekliyordu. Sanki o ipi tuttuğum an aramızdaki bağ daha da güçlü olacaktı. Yutkunup acıyan alnımı okşadım. Asu'ya bakıp başımı sola yatırıp, "Götürebilecek misin?" Tek kaşını kaldırıp, "Seve seve." Demişti, koyu yeşil olan şalını ucunu arkaya attıp kapıya doğru ilerledi. İçimde oluşan saçma ve bir o kadar aptalca olan heyecanı yok etmek için boğazımı temizleme ve ellerimi bacaklarıma sürtme gereğinde bulundum. Asu önüme bej rengi botlarımı koyup fermuarını indirdi. "Ben giyerim." Dedim yavaşça eğilerek," cidden ben bunları ilk defa yaşıyordum, biri gelip bana karalahana çorbasını yapar öbürü gelir ilaçlarımı içirip yastığımı düzenler, diğeri eğilip ayağıma botlarımı geçirmek ister. Ben nasıl bir duygunun içine düştüm. Yapayalnız yaşadığım için kardeşlik nedir unutmuştum, abimin bana verdiği sevgi ve değeri kimse vermedi bana. Annemin vermiş olduğu değer apayrı bir duyguydu zaten. Hakkâri bana çok güzel insanlar vermişti. Derinlerde gizlemiş olduğum duyguları ortaya çıkarıyordu. "Yok dur. Belin ağrıyor sonra Alaz komutan ceza yazmasın bana." İster istemez gülmüştüm onun bu cümlesine. Belim kopacak gibiydi eğilmem yarıda kalmıştı tekrar doğrulup ona baktım, sağ ayağımı kaldırıp yardımcı olmuştum, diğer ayağımada geçirip fermuarlarını çekmişti. Doğrulup ellerini birbirine vurup temizledi. "Teşekkürler." Dedim tebessüm dolu bir yüzle ona bakarak. "Ricalar." Demişti siyah montumu verirken. Giyinip saçlarımı geriye atmıştım. Kapıyı usulca açarken anahtarı alma gereğinde bulunmamıştık. Aşağıda bulunan zırhlı tim aracına yöneldik, Asu sürücü yerine geçerken bende yanına geçmiştim. Moturun sesi kulağıma gelince içimde oluşan tedirginlik belli etti kendisini. Yağmur arabanın ön camına sertçe çarpıyordu esen fırtına acımasız gibiydi. Asu ön camın yağmur silmelerini açıp bir sağa bir sola gidip gelmesine neden oldu. Yağmurun ıslattığın yerlere tekerleğin sertliği ile dört yana sulan çarpıyordu. Arabayı tek eli ile kullanıyordu diğer elinin direğini cama yaslamıştı, bu kadının başka bir aurası vardı. Sokakları, caddeleri geride bırakmış bilmediğim yerlere girmiştik. Aradan neredeyse on, on beş dakika geçmişti, yollar sessizdi, araba yoktu. O yüzden hızlıca varış noktasına varmış olabilirdik. Araba durduğunda etrafa baktım. Lojmandı galiba burası ya da başka bir yer. Dikkat etmiyordum çünkü etraf karanlıktı. İleride yanan bir gece lambası vardı güneş rengi boğuk bir şekilde yeri aydınlatıyordu. Gözlerim bir kaç saniyeliğine kapandı sessiz kaldım kendimle, ona ikinci gelişimdi onun ise daha birinci. Belki dahalarıda olurdu.
*********
Instagram:booksof__
Geri takip var alıntıları paylaşıyorum beklerim.
Oylarınızı atmayı unutmayın lütfen!
🪶🔥🖤 |
0% |