Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.Bölüm Var olan geçmiş

@larasu

 

Herkese iyi okumalar

 

Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfenn🪶🔥🖤

 

 

14.Bölüm.

Bir gidiş bin yıkılış demekti aslında, bir tek gidiş yürüyerek, arkasını dönüp giderek olmuyordu. Bir gidiş bin yıkılış; ölümlede olabiliyordu.

Ellerinin arasında tutmuş olduğu teste baktı, gözlerinden duyguların karışımı ile akan yaşlara hâkim olamıyordu nasıl olsun ki? Sevdiği adamdan bir bebeği olacaktı, herşeyi geride bırakıp onunla her yere gelmeye razı olmuştu, şimdi kurduğu hayaller tek tek gerçekleşiyordi. Hâlâ Trabzon'un en tepelerinde herkesten uzak bir şekilde yaşıyorlaedı küçük bir ev ve o evin içinde kurulan küçük hayaller. Değerdi herşeye.

Mide bulantısı çoğalınca Muharrem abiden gizlice istemişti bu gebelik testini Zahir'e anlatmak istemedi çünkü eğer hamile değilse Zahir'in üzülecenğini düşündü onu durduk yere ümitlendirmek istemedi. Baş dönmesi ve bunun yanında iştah açılımı da vardı, geç kalan adet tarihini de katmıştı Yıldız. Şuan emindi. Gebeydi, Zahir'in bebeğini taşıyordu rahminde.

​​​​​​Aradan dört ay geçmişti. Trabzon'a hâlâ ilkbahar gelmiş değildi. Yağmur serin serin yağıyordu, hava hafiften soğuktu. Yağan yağmur yaylanın topraklarına hoş bir koku yaymıştı.

Yıldız elindeki testi alıp salona doğru ilerlerken göz yaşlarını silip testi iki elinin arasına aldı ve göğüsüne bastırdı. Çiftti, iki çizgiydi. İki çizgi herşey demekti; yuvaya katılan huzurlu ses demekti. Onun ve Zahir'in bebeğiydi. Canının canını taşıyordu rahminde.

"Anne mi olucam ben?" Dedi şaşkın ve duygusal sesi ile.

​​​Sildi göz yaşını Yıldız. Elindeki testi odada bulunan küçük masanın üzerine koydu.

​​​​​Elini karnına atıp odadan çıktı salon ve mutfağın birleşimi olan yere gitti, Mutfaktaki hazır olan yemeklerin kapağını açıp inceledi, belki de heyecandan ne yapacağını bilmiyordu. Tekrar kapattı kapakları. Pilav ve taze fasulye yapmıştı. Zahir ne getirirse değerlendirip yapıyordu sorun etmiyordu. Burada oldukları şu dört ay boyunca bir kere bile oflamamıştı Yıldız. Sevgi bu muydu cidden? Onun varlığı herşeyi doyuruyor muydu?

"Annem." Dedi karnını koşarken. Ne yapacağını bilmiyordu bu histe ilkti onun için, annelik nedir bilmezdi annesi yoktu babası ve abisi, amcasının eşi annelik etmeye çalışmıştı ama adı üstünde çalışmıştı. Kız kardeşi gibi olan kuzeni vardı aynı odada uyumayı severlerdi, can gibiydiler. Kuzeni Ahsen'e herşeyin anlatırdı onu bile, Zahir'i. Kaçarken bile o yardım etmişti Yıldız'a.

​​​​​​Duvarda asılı olan saate baktı Yıldız. Saat gece ona geliyordu. Aradan bir, bir buçuk saat geçmişti. Yıldız eli karnında yatağına oturmuş camdan dışarıya bakıyordu. Beklediği kişiyi gördüğü an çıkacaktı dışarıya yaylanın yolundan gözünü ayırmıyordu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki sanki bir değil iki tane kalp atıyordu; o ve bebeğinin kalbi.

​​​​​​Derin bir nefes alıp sislerin arasından çıkan ona baktı, oradaydı elinde yine poşetler üstünde yine yağmurluğu vardı. Ayağındaki lacivert yağmurluk ayakkabılarına baktı heyecanla ayağa kalkıp odadan çıktı, kalbi hiç bu kadar sabırsız atmamıştı.

Kapı çalışmadan kapıyı açmıştı Yıldız. İleride ona bakan Zahir'e baktı.

Şaşkınca baktı ona Zahir. Ona yaklaşıp çatık kaşlarla baktı Yıldız'a.

Gülümseyerek, "Ne oldu da?" Diye sordu.

"Hoş geldin." Dedi normal davranmaya çalışarak.

Zahir derin bir nefes verip içeriye geçti yokuş onu yormuştu. İçeriye geçip poşetleri yere bırakıp üzerindeki yağmurlukları indirip bir köşeye aşmıştı.

​​​​​​Ne zaman söyleyeceğini düşünürken Zahir'in bakışları ile karşı karşıya kaldı. Gülümseyerek ona yaklaştı.

"Yemek koyayım ben." Dedi yanından celve yaparak ayrılırken, Yıldız.

​​​​​​Zahir'in dudakları sırıtış ile iki yana ayrılırken Yıldız'a kısık gözlerle baktı. Onun bu cilvelerine alışık değildi ama yalan yoktu, hoşuna gidiyordu. Hatta daha fazlasını yapmalıydı bu daha çok hoşuna giderdi.

Yıldız bir tabak pilav ve taze fasulye koyup tezgahın üzerine bırakmıştı, Zahir sobanın yanına serili olan sofranın üzerine pilav tabağını ve fasulyeyi koyup doğruldu. Yıldız elindeki su bardakların ve kaşıkları bırakıp saçlarını geriye doğru doğrularak atmıştı. Karşısında ona bakan Zahir'e gülümseyip.

"Sana bir haberim var." Dedi, Zahir sesinndeki titremeyi fark etmişti, kaşları merakla çatılırken ellerini geriye atıp dikçe durdu Zahir.

"Söyle sevduğum. Bir şey mi oldi?" Demişti Zahir.

Yıldız dudaklarını ıslatıp Zahir'in yanından geçip ilerledi. Odaya girip masanın üzerine bırakmış olduğu gebelik testini alıp tekrar salon ve mutfak karşımı olan salona döndü.

Zahir yerinden kıpırdamış değildi, bekliyordu onu.

Yıldız karşısına tekrardan geçip yeşil elbisenin üçünü kaldırıp geriye attı. Derin bir nefes verip arkasında avuç içinde tutmuş olduğu gebelik testini sıkıca tutuyordu. Zahir'in ne tepki vereceğini bilmiyordu, korkuyordu aradan sadece dört ay geçmişti ve şimdi onun çocuğunu rahminde taşıyordu, bu yaşadığı en güzel duygulardan biriydi. Zaten tüm yaşadığı güzel duyguları zahir ona yaşatmıştı.

Gözlerine baktı, yeşillerin ortasındaki siyahlık büyümüştü. Yıldız bir adım daha attıp gövdesine yaklaştı, başını geriye attıp ona baktı. Aralarında en az yirmiye yakın bir santimlik vardı.

"Bu eve bir misafir getirdik." Dedi Yıldız heyecandan titreyen sesiyle.

Zahir kasların çatıp kapıya doğru baktı. Suna olduğunu düşündü ilk başta etrafa bakınıp tekrar Yıldız'a dönüp sorar gözlerle baktı. Dudakları aralanmış onun konuşmasını bekliyordu.

"Anlat da kimdur?" Dedi ellerini Yıldız'ın iki omzuna dokunup yüzünün mimklerini izlemeye çalışarak.

​​​​​Yıldız gülerek ona baktı. Zahir hâlâ hiç bir şeyden haberi yoktu öylece bakıyordu ona.

Elini tuttu Yıldız. Avuç içindeki gebelik testini sıkıca tutup diğer eli ilede Zahir'in elini tutup avuç içine koydu. Zahir avuç içine gelen nesneye baktı. Yalan yoktu ne olduğunu bile bilmiyordu.

Eline alıp yavaşça inceledi. "Bu nedur ha böyle?"

Yıldız yutkunup Zahir'ın boşta kalan elini tutup göbeğinin üzerine koydu. Bekledi, Zahir'in gözlerine baktı, anladı. Zahir'ın çatık kaşları kalkmış ağzı şaşkınca açılmış gözleri ise elinin bulunduğu yere gitti.

"Ha bu... Bu çiftken iki tane mi oliy?" Dedi şaşkın şaşkın. "Ha sen... Ha ben... Ha biz... Bizim."

​​​​​​Yıldız yine güldü ama bu sefer sessizce akan bir yaşla birlikte güldü.

​​​​​​"Bir Zahir, bir tane sadece." Parmağını gösterip yaşlarla beraber gülüyordu, aksın istemiyordu elinin tersiyle sildi yaşını. "Baba oluyorsun, Zahir." Dedi sessiz ve titrek bir sesle.

Zahir'in gözleri hâlâ elinin bulunduğu yerde, Yıldız'ın karnındaydı. Yavaşça okşadı. Hâlâ sakindir çünkü bilmiyordu, hiç bir şey bilmiyordu. Baba nedir? Nasıl olunur onu dâhi bilmiyordu. İçine düşün hüznü hissetmiş değildi, aklı hâlâ Yıldız'ın karnında büyüyecek olan bebekteydi. Akan göz yaşını hissetmiş değildi.

"Ben baba mı olacağum?" Dedi sessiz. Sanki bunu kendine sorutor gibiydi.

"Evet Zahir. Bebeğin onacak senin."

Öyle bir iç çekip verdiki Yıldız bir anlığına buna sevinmediğini düşündü.

"İstemiyor musun yoksa?" Dedi üzgün ve masum çıkan sesiyle.

Zahir hemen başını kaldırıp yüzüne baktı. Başını iki yana yavaşça salladı, ellerini Yıldız'ın yanağına koyup, "Bana gelen en çözel misafirdur ha bu." Dedi Yıldız'ın yandığını okşarken. Avuç içindeki teste bakıp derin bir nefes verdi.

Göz yaşı usulca aktı Zahir'in ne yapacağını bilmiyordu, babadan babalık görmemişti Zahir. Bebeğine nasıl davranacaktı ki? Onu nasıl sevecekti? Ona nasıl hitap edilirdi ki? İsmiyle mi yoksa Yıldız'a sevduğum dediği gibi bir lakapla mı? Aklında bebeğine karşı çokça soru vardı. Ama hiç biri onu istemediği ya da ondan korktuğunu göstermiyordu. Zahir kendi yaşamından korkuyordu. Ne Yıldız bilir anneliğin ne olduğunu ne de Zahir bilir babalığın ne olduğunu. Belki bu bebek onların öğreticisidir; annelik ve babalık hissini öğreten şey bebekleri olacaktır.

​​​​​Anne sevgisi nedir bilmeyen bir anne olacaktı Yıldız, babası olmasına rağmen babalık nedir bilmeyen Zahir baba olacaktı.

"Baba mı diyecek bağa?" Diye sordu sessizce Yıldız'ın gözlerine bakarak.

Yıldız akan yaşını silip ellerini Zahir'in omuzlarına koyup başını usulca salladı.

"Baba diyecek. Senin ve benim bebeğim." Yıldız'ın başını göğsüne sıkıca bastırıp saçlarından öpmüştü Zahir. Derin bir nefes çekti içine.

Yorgunluğu onu gördükçe eriyip gidiyordu. Varlığını kalbinde hissetti her an kendini gekiyordu Zahir. Yorgunluk gidiyor ve onun için herşeyi yaptığını bilip devam ediyordu, yaylayı çıkmak zor oluyordu. Eline para geçip Yıldız'ı alıp gidecekti buralardan. Gizliden çalışıyordu Muharrem abisinin yanında ama onu bir gören olsa Muharrem'e patlardı herşey onu zor durumda bırakmak istemezdi Zahir. Sadece bir kaç ay daha dayanmak zorundaydı. Bir miktar parası daha olması gerekiyordu.

​​​​​​Yemek yiniliyordu Zahir her geçen gün daha da umutlanıyordu yaşamları için. Bebeği bu kadar erken beklemiyordu yalan yoktu bunda. Ama sevecekti onu. Kim sevmezsi kanından olan birini. Bu geceden sonra varlığı sadece bebeği ve eşi içindi.

​​​​​​Ona iş yaptırmadı sofrayı topladı, bulaşıkları yıkadı. Zaman geceleri o kadar hızlı akıyordu ki nasıl olup bittiğini anlamıyordu. Zahir onun sıcak kalması için sıkı giydirmişti, sevdiğini boynuna alıp sıcaklığına sokulup uyumuştu. Bir elini Yıldız'ın karnına atmış diğerini ise saçlarına attıp okşuyordu. İçinde uçuşan hissi git gide kaynıyordu.

Mutluydu Zahir, ama korkuda vardı. Bebeğine nasıl davranacağını bilmiyordu belki yaşamayı Zahir bebeğine değilde bebeği Zahir'e öğretecekti.

 

 

 

*********

"gidelim." Dediğini duydum Asu'nun. Arabasına binmiş evden sessizce çıkmıştık. Mihri derin bir uyku içinde uyuyordu salonda onu öylece bırakmak istemezdim ama zorunda kalmıştım. Ona gitmem gerekiyordu niçin, amaç neydi? Bilmiyordum. Sadece gitmem gerekiyordu işte.

Cetin motoru sesi yangı yapınca geriye yaslandım içimde buruk bir hissi vardı. Ona gittiğimde ne diyecektim? Onuda bilmiyordum şuan hiç bir şey bilmiyordum. Bildiğim tek şey ona gitmek istediğimdi.

Cetin ön silecekleri açıldı, yağmur damlaları ön camda yanlara doğru savruldu. İçimde ki ruh hâlâ yerinde duruyordu yağmur damlaları gibi iki yana savrulmadığı için şanslıydım.

Ona giden yolları izlerken Asu'nun bir sigara yaktığını gördüm. Parmakları arasına aldığı sigarayı derin aurası ile tutuyordu. Bu kadının kendine olan tutumu beni kendine hayran ediyordu; yüksek bir auraya sahipti ve bu onu farklı kılıyordu.

Yolla mı kısalıyor yoksa ona giden yol mu kısaydı bilemezdim ama sonuç olarak ona giden her yol bana göre kolay geliyordu. Nedenini bilmiyorum kolaydı işte.

Yağan yağmur damlaları yanımdaki camı boğuntu verirken, açık olan ön ışık yolların sisliliğini gösteriyordu. Aradan on on beş dakika geçmişti ve yaklaştığımızı hissettiğimde yerimden kıpırdamak zorunda kaldım. Ne diyecektim ben ona hâlâ bilmiyordum, teşekkür etmek? Yoksa özür dilemek? Ama neden? Ona başımdan kovar gibi kovdum. Bu kabacaydım, yaşlar akıtmış benim için; Hakkâri'de adı geçen ve korku salan komutan bir kadın için göz yaşı döktü. Neydi bu? Aşk mı?

Ona karşı olan hisslerim gömülü yerden yavaşça çıkarken bir elim o çukura bastı veriyor gibiydi. Sanki kendimi rahat bıraksam herşey yoluna girecek gibi.

Arabanın duruşu beni aydınlatırken bakışlarım normale dönmesi için oturduğum yeriden hareket ettim.

"Gidelim mi?" Dediğini duydum Asu'nun derinden Amerikan filmlerinden kopmuş olan dublaj gibi sesi. Yalan yoktu ses tonu hayran bırakıcıydı.

Başımı usulca sallayıp arabanın kapısını açtım adımımı yol kenarına attıp indim, kapıyı kapatırken yağan yağmurun beni ıslatması üzerine hızla bakışlarımı Asu'ya çevirdim. Asu karşındaki siyah kapıyı gösterdiğinde yerimden oynayarak o tarafa doğru ilerledim. Kapının üstünde bulunan koruma ile kendimi yağmurdan korudum. Asu apartmanın en üst kat zilini çalmıştı, üç tane zil vardı, yağmurdan dolayı başımı kaldırıp bakamadım apartmana ama üç katlı olduğuna emindim. Derin nefeslerin durmam bilmiyordu, içinde hiç yaşamadığım bir heyecanla baş ediyordum şuan. Dikleştim yağan yağmur eşliğinde.

Kapı açılmadı Asu tekrardan zile bastı, yine açılmadı, bu sefer parmağını zilden çekmeden basılı kaldı.

Kapının çıkardığı açılma sesi ile bakışlarımı kapıya çevirdim, Asu iteleyip geçmem için geriledi.

İçeriye girip karşımda ki karanlık merdiven çıkışına baktım. Yanan truncu ışıkla bakışlarım Asu'ya döndü. "En üst kat," diyip kapıyı geri kapatmıştı.

Öylece bakarken bir an kendi kendime ne dedim. Merdiven basamaklarına bakarken yavaşça ilerledim. Kalbim yankılar içinde çarparken basamakları her bastığımda kalbim daha da boşlukta yankılanıyordu.

İlk katı çıktım, ikinci katında çıktım, üçünde ayaklarım durdu. Derin bir iç çektim ve aynı şekilde bıraktım. İlerlerken kapıdan dışarıya vuran ışığa baktım. Dudaklarımı birbirine bastırıp ilerledim. İçeriden onun sesi geldiğinde kalbin yankılanmayı bir kaç saniye kesti, "Olum anahtarın yokmu lan senin zile basıp duruyon!" Diye öfkeyle bağırdı. Son adımı atıp sağda bulunan kapıya yönümü çevirdim.

Karşıda bir mutfak vardı, küçük koridorun sağı ve soluna gözlerim kaydı.

Sağ avuç içimi sıkıp diğer elimi belime attıp, bileğim sızladı, sol elimle kapıyı tıklatım.

"Girsene oğlum." Sol taraftan çıkmıştı bedeni. Elinde bir bardak çay ve çıplak üstü ile karşımda durdu. Bedeni ve cussesi karşısında öylece durdum, gözlerim fal taşı gibi açıldığında kaşlarım anlık olarak çatıldı.

Şaşkın bakışları korku salan yüzüne tatlılık getirmişti yalan yok. Dudaklarımı birbirine bastırıp istemsizce çıplak vücudunda gözlerim döndü. Kendime geldiğimde gözlerimi tamda gözlerine dikip boğazımı temizledim.

"Kimi bekliyordun?" Dedim onun şaşkınlığından cesaret alarak, çünkü şuan bir tek şaşkın olan ben değildim.

"Kimi?"

Başımı yana yatırıp, "Evet, kimi?"

Dikleşti kaşları çatıldı ve bedenimi bir komutan gibi süzdü, Alaz komutan.

"Attila'yı bekliyordum da... Senin ne işin var burada. Hasta hasta ne işim var dışarıda."

Alt dudağım sonbahardan dolayı kurumuştu, nemlendirici olmadan bir yere çıkmazdım. Şuan kesin kıpkırmızı olmuştur. Dudağımı ıslatıp, "Asu getirdi. Ben... Sana gelmek istedim."

Derin bir nefes verdi, mimiklerini profesyonelce yönetiyordu ama ben gözünün nasıl parladığını görüyordum. Kaşları çıtık elindeki çay baktı, asker tıraşı olmuştu. Duş almıştı geniş omuzundan bir damla suyun akıp gittiğini gördüm.

Elindeki çayı bir köşeye bırakıp bana doğru duvar gibi yaklaştı. "Geç içeriye hava buz gibi."

Sessizce dediğini yaptım içeriye adımımı atıp bekledim. Kapıyı kapatmıştı, içerisi dışarıdan sıcaktı. Üzerimdeki montu indirip karşımda duvardan farksız olan adama baktım, elini uzattıp elimdeki montu alıp astı, başımı öne eğdim, çünkü bana zarardı bedeni.

Ayakkabımı çıkarmak için eğildiğim sırada belime giren ağrı ile dikleştim, buruşan yüzüm ile ona baktım. Bakmadı bana hemen eğilip ayağımdaki botları çıkardı. Sırtı gözüme batıyordu ve yutkunmama neden oluyordu.

Doğruldu bakışları yüzümü inceleyip dudaklarını yalayıp, "Geç hadi." Dedi eli ile solu göstererek.

İlerledim, sola dönüp salona girdim. Bacaklarım titriyordu belkide hava soğuk diyedir.

Sessizce koltuğun orta yerine oturup ona baktım, üstü hâlâ çıplaktı ben elimden geldiğince bakmamaya çalışıyordum.

"Yeni çıktın hastaneden sen, keşke biraz dinlenseydin." Dedi düz bir sesle.

"Gayet iyiyim." Yalan, her yerim ayrı ağrıyor zihnim hâlâ uykuya muhtaçtı. Ama alışıktım yaralarımı gizlemeye, acılarımı insan oğlundan sakamaya.

"Tamam... Ben sana sıcak bir çay getireyim." Demişti odadan hızla çıkarken.

Önüme dönüp parmaklarımla oynadım, derin bir nefes aldı, neden geldin sen buraya Suna? Teşekkür etmek için.

Mihri ve Mercan'ın sözleri beni cidden etkilemişti. Kalkıp ona gelmiştim, ondan kaçan ben isteklice ona gitmiştim. İçimdeki esen rüzgar beni ona götürmüş gibiydi. Şikayetçi miyim? Hayır.

Çok mu üzdüm onu? Benim için ağlamış, benim için dualar etmişti. Onu başımdan kaçmadım ki ben. Neden böyle hissettirdiler ki bana. Mercan ve Mihri'nin sözleri çok derine düşmüş olmalı ki ona gelmek istedim ve yine söylüyorum bundan şikayetçi değilim.

İçeriye girdi, üstü bu sefer kapalıydı beyaz bir tişört giymişti. Üşümüyor mu? Ben, evi sıcacık olsa dâhi donmak üzereyim. Dışarıdan geldiğim için bedenim hâlâ ısıyı almış değildi yavaş yavaş almaya başlıyordu evin sıcaklığını.

Önüme az demlenmiş bir çalışma koymuştu oturacağı an kapı çalmıştı, bana bakıp alt dudağını dişleyerek hızla kapıya ilerledi. Bu sefer kesin Attila'ydı ama anahtarı olmalıydı, belki de kapıya bir süzgeç vurmuştur Alaz.

Parmaklarımla hâlâ oynamaya devam ederken Alaz kapıyı açmaya gitmişti bile. Kapı açılma sesi geldi kulağıma saniyesinde de kapanma sesi. Aradan on saniye geçmeden gelmişti Alaz. Tekli koltuğa oturup ban normal bakışlar attı, kaşları yerli yerinde duruyordu; çatıklardı.

Kaşlarım sorar gibi çatıldı ama boş vermiş gibi geriye yaşlandığı an kapı tekrardan çaldı ve bu sefer isteksiz bir şekilde kalkıp kapıya yöneldi. Her kalkışında koltuğun bir tık geriye doğru çekildiğini görüyordum.

Parmaklarım hâlâ kendi kendine oynarken derin bir nefes verdim. Sıkıntı mı veriyordum acaba? Ben değil Attila veriyordu bence, ona kapıyı açmamasının nedeni yalnız konuşmak istemesiydi bunu bilmeyecek kadar aptal değildim.

Derin bir nefes verdim yerimde, kapıda konuşma sesleri geliyordu Attila'nın birden ağır tepkisi karşısında kaşlarım havaya tamamen kalktı ve dikleştim. "Yaraksız misin oğlum, ne diye kapatıp durun?" Diye bağırmıştı Alaz'a.

Alaz'ın onu susturması uzun sürmedi, kapıda didişme sesleri geliyordu. Kaşlarım usulca yine çatılaşırken ayağa kalktım. Yavaş adımlarla kapıya ilerledim, benim burada olduğumdan haberi yoktu Attila'nın rahatlığı ona örnekti.

Salondan çıkıp bakışlarımı onlara çevirdim, Alaz'ın bir eli Attila'nın geniş omuzlarında duruyordu, ittiriyordu onu.

Attila'nın bakışlara bana değdi. Çatık olan kaşları çenesindeki tüm etleri yiyor gibiydi, geriye sadece kemikler kalmıştı.

Alaz'ın elleri Attila'nın üzerinden çekilmişti, Attila giymiş olduğu gri kapşonluyu düzeltip bir bana bir Alaz'a baktı.

"Selamün aleyküm Suna hanım." Dedi düz ve kendisine uyum sağlayan kalın sesiyle.

Çekinmedim yanıt verdim. "Ve aleyküm selam Attila." Dedim düz bir sesle.

Alaz yana çekilmiş bana yarım açık ağızla bakıyordu, çekinmemi bekliyor gibiydi ama zordu.

"Siz ne zamandır buradasınız?" Diye sordu yine aynı kalınlıktaki sesiyle.

Alaz'a baktım, daha sonra Attila'ya dönüp, "Uzun olmadı." Demiştim.

Tebessüm edip, tekrardan Alaz'a döndü. "İzin ver kardeşim." Demişti Attila bu seferki sesindeki imayı görmemiş değildim.

Alaz'ın içli içli, "Geç kardeşim." Demesi komiğime gelmişti.

Attila'nın geçmesi için solan kapısından dışarı çıktım kapı anca cüssesi kadardı. Sıkışmak istemezdim.

Attila içeriye girerken, benim bakışlarım yerden Alaz'a kalktı. Sadece küçük bir tebessüm yetmişti yüzündeki asıklığı almaya. Dikleşip eliyle geçmemiş söyledi, dediğini yaptım içeriye girip tekli koltuğa yayılmış olan Attila'ya bir saniyelik bakıp önüme dönmüş uzun koltuğun bir köşesine oturmuştum. Alaz koltuk takımlarıyla uyumlu olmayan sanki başka bir yerden getirilmiş olan siyah tekli koltuğa oturmuştu, kapının hemen girişinde bulunuyordu.

Alaz'ın vermiş olduğu derin nefes ile Attila'nın bakışları Alaz'a çarptı, "Çocuklar nasıl Attila?" Diye sordu.

"Hangi çocuklar?" Diye cevapladı Attila beklemeden.

"Bizim timin çocukları diyorum." Dedi kelimelerin üstüne basa basa.

Attila dikleşti ve: "Bilmiyorum, pavyonda falanlardır heralde." Dedi zorla konuşuyor gibiydi.

"Ne pavyonu?" Diye sordum çatık kaşlarla bakışlarım Attila'dan Alaz'a döndü. "Hakkâri de pavyon var mı?" Diye sordum. Pavyon yoksa bile kulüp illaki vardır

Alaz içli ve hiç memnun olmayan bir şekilde nefes verip yaslanmış olduğu yerden dikleşip dirseklerini bacaklarına dayayıp, "Varda, bizi ilgilendirmiyor pavyon."

Kaşlarım usulca normalleşirken bakışlarım.ikisi arasında dönüp en son Alaz'da durdu.

"Guduyorsunuz ama yani?" Dedim sorar gibi, Alaz'ın âdem elması yerinden oynamıştı.

İkisinin bakışı kesişirken Attila tek kaşı havada bir şekilde. "Mustafa sever pavyonu, malûm Ankara'lıdır kendileri." Diye açıklama yapmıştı.

Geriye yaslanıp Alaz'ın sinirden kasılan yüzüne baktım.

Gözlerim Attila'ya kaymıştı oda doğrulup, "Ben bizimkilere bakayım komutanım," ayağa kalktı. "Size hayırlı geceler." Demişti.

Alaz ayağa kalkıp Attila'nın geçmesi için yana çekildi. Attila giderken bir şeyler demişti Alaz'a ama çok sessizdi sesi duymadım, duyamadım. Parmaklarım oynaşmaya başlarken oBudaya Alaz girmişti. Elinde iki bardak çay ile gelmişti. Hızlıydı; Attila yollayıp çayları almıştı.

"Sıcak çay." Demişti önüme koyup Attila'nın oturduğu koltuğa oturarak.

"Teşekkürler." Demişti sessizce.

Önüme düşen saçları geriye attıp yüzüne baktım, bakıyordu bana. Ayağa kalktı yine. Odadan çıkıp giderken ben elime çayı alıp bir yudum içtim, uzun sürmedi sadece on saniye sürmüş olabilirdi. Elinde bir battaniye ile geri gelmişti. Bana yaklaşıp omuzlara bırakmıştı. Üzerime doğru eğildiğinde vücuduma ışık gelmesine engel olmuştu, gölge yapmıştı vücuduma. Büyüktü gövdesi, kaybolma ihtimalim vardı gövdesinde. Bakışlarımı yukarıya diktim. Tamda yüzüne, bana değil işene bakıyordu, doğruldu, iki elim ile kırmızı siyah battaniyenin uçlarını tutup göğüsüme doğru çektim. Alaz yerine geçip eline çayını almıştı, kaşları çatık bir şekilde yüzüne bakarken hediye yaslandı.

"Neden geldin Suna?" Diye sordu sessiz bir sesle.

Bilmiyorum, sadece gelmek istedim o kadar. Belki içindeki vicdan herşeyi silip ağırlığını ortaya koymuştu. Belkide Mihri ve Mercan haklıydı, onu başımdan kovmuştum. Ya da... Ya da bunu bahane edip ona gelmek istemiştim.

"Teşekkür etmek için."

Tek kaşı hava bir şekilde baktı, siyah kaşları yukarıya kalkarken, "Bunun için mi geldin?" Diye sordu.

Başımı yavaşça salladım.

"Bunu daha sonrada diyebilirsin, yeni çıktın hastaneden. Vücudun dinlenmesi lazım." Demişti, sesinde uyarıcılar akıyordu.

"İyiyim, benim yaralarım çabuk iyileşir."

"Yara değil onlar, acı."

"Onlarda iyileşir." Dedim gözlerine dikçe bakarak.

Başını sallayıp elindeki çaydan bir yudum içim geri büyük komedinin üstüne koyarak.

Geri yaslandı, kollarını birbirine kenetleyip yüzüme baktı. İnceledi yüzümü.

"Nasılsın peki?"

"Belim acıyor biraz." Dedim çekinmeden açık konuşarak.

Kas gevşetici ilaç çalman lazım. Mercan'a söylemiştim be" Dedi kalın ses tonu sorar gibiydi.

"Yok ben rahat uyuyamam, belim açık olması uyutmaz." Diyerek yalanladım.

Mercan sürmek istemişti ama ben istememiştim ne kadar ısrar etse de en sonunda pes edip susmuştu.

"Acılarının iyileşmesine izin ver. İnatçı olma bu kadar." Dedi aynı kalın ses tonuyla.

"Evet. Artık izin veriyorum." Demişti tebessüm ederek.

Gözlerini kısıp yarım açık ağızla baktı. Dikleşti yutkunup başını iki yana salladı.

"Nasıl oldu?" Diye sordu birden.

Ne dediğini anlamış değildim, kaşlarımı çatıp, "Ne, nasıl oldu?"

"Abin." Dedi sadece, sesi titremişti. Sormaya çekiniyordu ama sormuştu işte.

Sessiz kaldım başımı öne eğip bekledim, genzim abi diyince doluyordu. Yutkunup derin bir iç çektim. Başımı doğrultup yüzüne baktım. Masumca bakıyordu, ama o masumluğun arkasında bir canavar vardı işte, bunu biliyordum.

"Suna?" Gözlerini kısıp inceledi beni.

Tebessüm ettim yalandan. "Kader ne derse o olur, biz sadece yanımızda olanı isteri, olursa olur olmazsa mazide yanar." Yüzüme bakıyordu, kaşları çatık duruyordu; her zaman ki gibi. "Yıldız ablayla kaçtılar, vermediler onu ona. Oda sevdiğine sahip çıktı, herşey güzel gidiyordu ama. Baba denilen adam onun yerini söyleyince sevdiği kadın ve doğmamış çocuğu ölüme layık görüldü."

Konuştum susmadım, içime atmadım. Sanki pişmanlık görmek istedim o gözlerde, çünkü abim sevdiğine sahip çıkmıştı. Ama o... O yoklukta bırakmıştı onu. Sessiz kaldım. Sadece yüzüne baktım, kemikleri ortaya çıkmıştı, âdem elması oynamıştı, gözleri geçmişe gitmişti ve başını öne eğip derin bir iç bırakmıştı.

Geçmiş sadece acı ile dolu bir kadeh değildi, geçmiş bazen güzel yerleri saklayan bir defter gibiydi.

"Şehnaz teyze?"

Burada durdum. Annem, annemin katili kendi eşiydi. İnsan hayat arkadaşına zarar verir miydi? Yanında acısına dost olana zarar verir miydi? O vermişti. Annem ona olan saygısını hiç bir zaman yok etmemişti çocuklarımın babası diyerek sessiz kalmış ona olan hürmetini zedelememişti. Taki... Taki o günü kadar. Annem öfkeyle babaya lanetler okuduğu o vakit, Yıldız ablanın ölüm haberi gelene kadar, söyledi geceye kadar... O gece ve o sabah annemin ahları ve beddua yankı yapmıştı evimizde.

"Baba onu merdivenlerden itti." Dedim sessiz ve dalgın sesimle.

Sustuk, ikimizde sessizliğe kapıldık. Ne o cevap vermek istedi ne ben konuşmak istedim. İçime vuran sert dalgaların sesini duyabiliryordu sanki, beni hırpalıyordu dalgalar.

Başımı yerden kaldırıp yüzüne baktım, bana değil bileğime bakıyordu. Sağ bileğimin acısını unutmuştum. Eski acılar yeni acıların üzerini kapatıyormuş, nasıl oluyor bilmiyordum belkide eski acılar daha can yakıcıydı.

"Abin,"

Abim onun ölümüyle öldü, o yoksa abimde yoktu." Geriye yaslandım, sol elim bacağımın üstüne düştü, bacağımı sıkmıştım. Bakışlarımı ona tekrardan çevirip yüzünü inceledim. Üzgündü, gözlerinde duygulanma vardı. Canı mı yanıyordu? Benim gibi yanıyordu. "Abim kimseyi kabul etmedi, ölümü bekliyor."

Herkese ölü olduğunu söylüyordum. Kendine ölü diyen birine ben nasıl yaşıyor diyebilirdim ki?

Abimin bu hayatta tek bir yaşam sebebi vardı, oda canından çok sevdiği kadın; Yıldız'ıydı. İnsan bir kadını canından çok severmiydi? Abim bunun cevabını vermişti bile; severdi.

"Sen." Dedi dalgın sesiyle. "Uykuya ihtiyacın var. Uyu."

Sessiz kaldım belki de kalmam gerekiyordu. Başımı usulca sallayıp belindeki battaniye alıp ayağa kalktım.

Karşıma geldi. Dudaklarını yalarken ben koltuğa yeri oturup bacaklarımı zorla uzatmaya çalıştım. Elimdeki battaniyeyi alıp koltuğun başlığına koymuştu. Başımı yastığa koyduğumda üzerime battaniye hızla örtüp, ensesini okşayarak geri çekilmişti. Derin bir nefes verdiğimi duymuş olmalı ki bakışları bana döndü. Sesli değildi ama duymuştu.

"Bir yerin ağrıyor mu?" Dedi kalın sesi dalgalara karışmış gibi.

"Belim, birazda bileğim." Dedim boynundaki saçları temizlerken.

"İlaç içtin değil mi?" Diye sordu yine dalgın sesi.

Başımı sallayıp, "İçtim." Dedim sessizce.

Başını sallayıp geri çekilip arkasını döndü.

Belimin ağrısı hâlâ yerinde duruyordu, sırtımı kanepenin duvarına verip saçlarımı geriye yavaşça attıp ona baktım. Gözlerini bana çevirip bedenimi inceledi, gözleri gözlerimde durunca üç numaraya vurulmuş olan saçlarını elini geçirip okşamıştı.

"Bir şeye ihtiyacın var mı?"

Başımı iki yana sallayıp, "Hayır." Dedim sessizce.

Geri çekildi. Gözlerini çekip ışığı kapatmadan salondan çıkmıştı. Gözlerim bulanmıştı, önüme çöken siyahlıkla kendimi uykunun ellerine bırakmıştım, ilk defa uyku istekli gelmişti, belkide belimi yaslayabildiğim bir duvar hissiyatı vardı içi

mde. Güven bedenimi sarmıştı varlığı her yanımı sarmıştı.

 

*********

 

Okullardan dolayı bölüm geç geldi zaten yazdıklarım otamatik olarakta silinince çok üzüldüm ama yazdım.

 

UMARIM BEĞENİRSİNİZ.

 

​​​​​​

​​​​

Loading...
0%