@larasu
|
Herkese iyi Okumalar dilerim oylarınızı eksik etmeyin.
15.Bölüm Ay geceye yıldızlar karanlığa karışmıştı, gökyüzü yıldızları bile yok etmişti. Uykuya dalan bir tek o değildi yıllardır her gece izlediği o yıldızlarda derin karanlığın uykusuna dalmıştı. Hakkâri buz kesen bir soğukluk ve sert yağan yağmuruyla yaratmış olduğu sisler geceye eşlik ediyordu. Uykuda olan Suna'ya baktı Alaz. Eğilip dizlerini yere değdirdi, dudaklarını ıslatıp nefesini vermişti. Gözleri yüzünün her bir yanını izlerken içli bir nefes verip tebessüm etmişti. Dudakları iki yana ayrılmıştı, küçük bir gülümsemeydi. Karşısında o vardı. Kalbi durmuyordu ona yakınken bile sertçe göğüsünü deliyordu. Yüreğindeki yara iz tutmuştu kabuklaşmıştı artık sebebi karşısındaki kadındı, onun olmayışı varlığını hissetmemesi yara açmıştı yüreğinde. O yaranın sahibi burada olduğu sürece iyileştirdi o yara. Eli saçlarına gitmişti geriyey atmış olduğu kalın ve dalgalı saçları okşamıştı, dokunuşu kalbini yerinden çıkarırcasına sertçe çarpıyordu kalbi onu bu hissin özlemini çekiyordun diyordu. Haklıydı kalbî. Özlemişti onu gözleri, özlemişti onu elleri. Her dokunuş geçen yılların hasreti gibiydi. Durmadı parmakları saçlarında dolanmaya devam etti. Gözleri uzun kirpikleride, dolgun dudakları da ve yüzünü küçük gelen burnunda dolandı. Nefesini kesebilecek kadar güzeldi Suna. Kesiyorduda. Elleri yine saçlarında dolandı, usulca yaklaştı yüzüne elleri. Titremişti, ilk defa elleri titremişti. Kan dolu eller, silah tutarken bile buzdan titremeye elleri titremişti. Ona dokununca gerçekleşti bu. Parmakları ona giderken yüzünün kızarmış olan yanağına değdirmişti. Bu değiş; içinde titreme, yüreğinde kıvılcım yaratmıştı. Aradan yıllar geçti, pişmanlık ağır basıyordu bu ağırlığı bir köşeye bırakmalıydı yoksa hiç bir şey istediği gibi ilerlemeyecekti. Aradan dakikalar geçti hâlâ elleri yüzünde ve saçlarında dolanıyordu. Ağırdı uykusu Suna'nın bir kere koydumu kafayı sabahlara kadar uyurdu, biliyordu Alaz bunu. Çocukluğunu biliyordu onun. Beraber büyüdüler, acıları beraber kapandı, yeni acılar beraber açıldı, beraber ağladılar, en önemlisi beraber döktükleri yaşları sildiler. Elleri beline gitti Alaz'ın, yavaşça okşadı, biliyordu hissediyordu; canı acıyordu. Beline dokunduğunda Suna'nın sessiz inlemesini duymuştu. Avuç içi belini kavrayabilecek bir büyüklükteydi, inceydi beli canını acıtmamaya özen gösteriyordu. Okşadı Alaz, durmadı. Çatık kaşları yüzünde dolanırken elleri belini yavaşça okşayıp masaj yapıyordu, tüm acısını avuç içine almak istiyordu, acıyan tüm yaralarını omuzlarına almak istiyordu. Daha fazla canı acısın istemiyordu yeteri kadar acı çekmişti zaten. Ellerini belinden çekti, gözleri uzun kirpiklerinde yine takılı kaldı, dudağını araladı Alaz çünkü gözleri bu sefer dudaklarına kaydı. Dudaklarını ıslatıp yutkundu. Geri çekildi yere oturup sırtını koltuğa vermişti, başını geriye yaslayıp gözlerini kapattı. Bir eli elini tutuyordu. Bırakmadı Suna'nın parmaklarını. Belki bu yıllardır aldığı en rahat uyku olabilirdi. Gece sessizliği ile devam etmişti, yağmur sert damlalarını asfalta vurmaya devam etmişti, Trabzon'un yağmuru onlar için ağladı, Hakkari'nin yağmuru ise onlar için yağıyordu.
********* Görülmesi zor olan gerçekler, ve karşılaşması beklenen yaşanmamışlar. Her şeyin yarıda kaldığı bir yolun devamını ilerlemek kadar zordur bu hayat. Kolay gözüken herşey aslında zordur, önemli olan sadece görebilmektir. Gözlerimin yavaş yavaş açıldığını hissettim. Rahattım, huzurluydum en önemlisi sessizdi yerim. Elimi alnıma attım, sol bileğimle gözümü okşadım. Gözlerim tamamen açıldığında etrafa baktım, onun eviydi, onun salonu. Güvendeydim, onun yanında. Doğruldum, ayaklarımı yere değdirip ayağa kalktım, saçımı başımı düzenleyip acıyan belimle ilerledim. Acısı düne göre azdı ama yine de sızı vardı. İlerledim sesin geldiği yöne doğru ilerledim, bardak sesleri kulağıma geliyordu mutfağın kapısında durmuştum. Sırtı bana dönüktü üzerinde asker üniforması bulunuyordu, boğazlı bir kazakla omzu gözlerimin içine sertçe giriyordu. Genişti, her anlamda genişti. Arkasını dönüp bana baktı, bedenimi süzüp dudaklarını ıslattı. "Günaydın." Demişti. "Günaydın." Dedim omzuma dokunacak. "Elimi yüzümü yıkamam gerek." Demişti açık bir şekilde. "Sol tarafta en son kapı." Demişti düz ve kalın ses tonuyla. Başımı sallayıp ilerledim. İçim yanıyordu onunla konuşunca. Banyoya girmiştim. Rutin işlerimi halledip aynanın karşısına geçtim, karşımdaki aynaya baktım, dolaptan bir yanaydı açmadım içini, kurcalamak gibi bir huyum yoktur. Elimi yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra çıkmıştım banyodan. Yolunun üstü odasıydı. Gözüm kaymıştı. Odasının kapısı açık olduğu için içeriye bakmıştım durduğum yerde. Siyah örtüler ve tahta zeminin üzerine serili gri siyah çizgili bir halı. Yatağın karşısında geniş bir dolap vardı dolabı boydan ve genişlikten kaplayan bir ayna vardı. Kaşlarımı çatıp dudaklarımı ıslattım, derin bir nefes verip ilerledim. Mutfağa girip ona baktım. Ayakta beni bekliyordu. Boğazını temizleyip, "Kahvaltını et, daha sonra ilaçlarını alman gerekiyor." Kahvaltıdan sonra eve gidecektim, bunu oda bende biliyorduk. Başımı yavaşça sallayıp masaya ilerledim. Sandalyeye oturup ona baktım, karşıma oturup önüme bir bardak çay koymuştu. Açık bir çay. Evde ne varsa koymuştu sofraya, menemen bile yapmıştı, soğanlı ve sarımsaklı çünkü mutfak şuan öyle kokuyordu; soğan ve sarımsak kokusu. Çilek reçelini önüme koymuştu. Sevdiğimi biliyordu. "Belin nasıl?" Diye sormuştu çayından içerken. "Sızı var, geçer oda zamanla." "Eve gidince çalsınlar beline ilaç. Öyle olmaz." Elimdeki çayı bırakıp başımı salladım, "Bakarım." "Efendim." "Bakarız diyorum." Demiştim yüzüne bakarak. "Onlar müsait değilse müsait olan biri var." Dedi kısık gözlerle bana bakarak. "Hayır, itiraz etmezler. O anlamda değil." Güldüğünü gördüğümde bu sefer kısılan gözler benimkilerdi. "Neden güldün?" Omzunu kaldırıp indirmişti. "Hiç, kendine dikkat etmen gerek." Başımı sallayıp önüme döndüm, sessizce kahvaltımı yapmaya devam ettim. Çok yemedim, yiyemedim. Aradan dakikalar geçmişti sofrayı kaldırmıştı eline geçeni makinaya koymuştu. Elimi bir şeye vurmama izin vermemişti. Kapıya ilerlemiştik, ayakkabılarımı bile giymeme izin vermedi eğilip kendisi giydirmişti, montumu üzerime geçirip ona baktım, haki yeşili montunu giymiş sigara paketini cebine atmıştı. Kapıyı açtığında bakışlarımı ondan alıp açılan kapıdan dışarıya çıktım. Sessizdim, sessizdik. Konuşmadan arabaya doğru ilerlerken bedenime vuran soğuk havanın rüzgarı beni yerimden oynamış gibiydi. Soğuktu Hakkari, buz esiyordu. Karşımda duran siyah cibe binmiştim. Arabaya kendini yerleştirip kullanmaya başladığı an derin bir nefes alıp camdan dışarıya baktım. Sessizdik bozmak istemedim ama o bozmuştu. "Evden çıkma." Demişti düz sesiyle, bozmadı devam etti konuşmaya. "Dinlen inat edip dışarıya çıkma. Hava zaten soğuk." Bakışlarımı ona çevirip, "Nereye gidebilirim ki?" Dudak büzüp direksiyon ters çevirip yol şeridini değiştirdi. Araba yavaşça ilerliyordu, sokaklarda ilerleyen insanlar bulunuyordu. Derin bir nefes verip bakışlarını bana bir kaç saniyeliğine çevirdi, aldığı nefesin verdiği nefesin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. "Pastaneye, okula ve bana." Dediği an kaşlarım çatıldı, sesi kuralcı ve emirce çıkmıştı. Ona hâlâ çatık kaşlarla bakarken o yola bakıyordu. "Gelmem." Önüme dönüp camdan dışarıya bakmaya devam ettim. Alınmıştı gönlüm ve bu aptalcaydı şuan. Kendimi toparlayıp, "Yani zaten yorgun olurum, gidememde pastaneye falan. Okul desen... uzak bana." Gözlerim ona dönmüştü, çatık kaşlarla bana bakıyordu, gözlerini kısıp başını salladı. "Numaramı kaydettin mi?" Bu ses tonu bana bir şeyler yapıyordu, çok sertti ses tonu. "Evet." Araba hâlâ yavaş ilerliyordu, otuzu aşmıyordu yüzümde belli belirsiz bir gülüş oluştu. "Sakıncası yoksa bir şey sorabilir miyim?" Başımı geriye tamamen atıp ona baktım. "Soruyorsun zaten." "Teğmen Şahin Karan senin neyin oluyor?" Sorduğu soru ile bakışlarımı ondan çekip karşı yola çevirdim. Hastanede ona dik dik bakması gözümden kaçmamıştı, bakışları ona mermi yolluyor gibiydi bunu bir ben fark etmiştim galiba çünkü Şahin'in tedirgin ve üzgün bakışları bendeydi. "Bir tanıdığım." Demiştim dudaklarımı ıslatıp. "Ne derecede?" Dedi meraklı sesiyle. Az önceki sert ses gitmiş bülbül ötme moduna geçmişti. Sakindi ses tonu. "Trabzon'dan. Senin gibi işte." Dediğimde derin ve içli bir nefes verdi. Hoşuna gitmemişti bu cevap. "Çok mu yakınsın ona?" Dedi aynı ses tonuyla. Sakin ve meraklı. "Yani, yerine göre." Çok yakındık, farklı damarlar aynı kanlar. Babanın oğlu, yeşil gözler sarı saçlar. Onun gibiydi yüzü, ama ruhu onun gibi değildi. Bu çocuğun kalbi vardı onun ise ne kalbi ne de ruhu vardı. "Anladım." "Time yeni mi katıldı." Diye sordum ona bakarken. Başını sallayıp, "Evet, Yıkım Timi toparlanıyor." "Kaç kişi olmalı ki?" "On kişi." Dedi düz çıkan sesiyle. Aklımdan timin kaç kişi olduğunu saydım. Şahinle beraber on kişi oluyorlardı. "Seni başımdan kovdum gibi." Dedi bir anda. Mercan ve Mihri'nin dedikleri aklıma tek tek gelirken bakışlarımı ona dikmiştim. Kaşları usulca çatılaşırken bir kaç saniyeliğine bana bakıp dudak büzdü. "Hangi anlamda?" Dedi. Dudaklarımı ıslatıp, "Hastanede, sanki seni kovar gibi oldu." "Öyle bir şey olmadı." "Benim için ağladın mı?" Durakladı ama sadece iki saniyeliğineydi bu. "Senin için sadece ağlanmaz, Suna." "Ağladın yani?" "Evet." "Çok mu korktun." "Haddinden fazla Suna." Bu cümlesi içimdeki bülbülü yerinden çıkarmıştı, kafeslerin zincirleri kendiliğinden çözülürken boğazım düğümler içinde kalmıştı. Her şeyi geride bırakıp akıp giden yolumu takip etmem gerekiyordu yoksa... yoksaları bırakmazsam içimdeki zincirler bedenimi yıkacaktı. Yaslan ona Suna, izin ver yüzünü azaltsın. "Üzgünüm." "Benim kadar değil." Dedi dalgın sesi. "İzin verdiğin an sana gelen yollardan başka yol tanımam." Önüme döndüm, fazla konuşursa sonu iyi olmazdı, içimdeki yana arsızlığı yok etmem gerekiyordu, usulca önüme dönüp sessizce yolu izledim. Sessizliğimi bozmak istemeyerek konuşmadı. Kelimeleri ok gibi yüreğime saplanıp oradaki zincirleri çözüyordu. Bu kadar kolay mıydı beni gevşetmek. Sadece bir kaç kelimenin birleşimiyle mi? Arabayı hâlâ yavaş kullanıyordu. Aradan zaman geçti eve yaklaşmıştık. Arabayı kapının önünde durdurup bana baktı, tebessüm edip arabadan beklemeden indim. Mercan ve Mihri'nin verecekleri tepkiyi bilmiyordum, belkide Mercan azarlardı beni ama kışkırtan kişi oydu. İçime bilinmedik bir hissiyat bırakıp beni yerimde öylece bıraktı. Asu'nun burada olduğunu biliyordu kapının hemen önünde duran cible gitmiştik onun yanına. Oda Asu'yu alıp askeriyeye gidecekti. Kapının ziline basıp beklemiştik yağmur yavaştan döktürmeye başlıyordu. Üzerime düşen gölgesi ile omzumun üzerinden ona baktım, sadece gövdesine gördüm bakışlarımı yukarıya kaldırıp yüzüne baktım, bakışları kapıdaydı, bende değil. Önüme dönüp bedenimi sarmaşık misali saran kokusuna yenik düştüm. Kapı açılmıştı ama adım atamadım derin bir nefes verip kendime gelip içeriye kendimi attığım an ellerimi montumun fermuarına attım yavaşça boğuk yanın açıp merdivenlere doğru ilerledim. Kalbim onun yüzünden yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, eskide bu hissi çok yaşardım. Unutmuştum bunu ama geri hatırlattı. Belki çoğu şeyi de hatırlatmaya devam edecekti. Unutulan çoğu duyguyu bana tekrardan yaşatıyordu. Açık olan kapıya baktım adımı attığım an karşıda kollarını birbirine kenetleyip bana ifadesiz bir şekilde bakan Mercan'a baktım, ayağımdakileri indirmek için eğileceğim an kolumu kavrayıp doğrultu Alaz. Eğilip ayağımdaki botları çıkarıp bir köşeye koydu. Doğrulup yüzüme baktığında, "Teşekkürler." Demiştim sessizce. Başını dikçe sallayıp bakışlarını Mercan'a çevirdi, salondan çıkan Asu'ya baktım. "Hoş geldiniz." Dedi naifliğin arkasında duran sert sesiyle. Tebessüm ederek baktım ona, kısa bir an bakışlarımı Mihri ve Mercan arasında gidip gelmişti, boş vermiş bir şekilde bakışlarımı Asu'ya çevirdim. "Çıkıyor muyuz komutanım?" Diye sordu Asu. Alaz'a baktığımda başını sallayıp bakışlarını bana çevirdi. Yüzümü inceleyip bu sefer Mercan'a kaydırdı bakışlarını. "Ona iyi bak, bir şey olursa beni ararsın." Mercan duda büzüp başını salladı. "Tabii komutanım emanetiniz gözüm gibi bakarım." İlerleyip kapıdan uzaklaştım. Alaz'a baktığımda gözleri bedenimi çatık kaşlarla inceliyordu, yaralarımın nerede olduğunu arıyordu, gözleri kararmış gibiydi yaralanmama acı çekmeme öfkeli gibi bakıyordu. Gözleri çoğu şeyi anlatıyordu sadece izleyip anlamak lazımdı, onu da ben biliyordum. Her şeyini bildiğim gibi. Alaz dışarıya çıkarken Asu ayağına botlarını geçirip dışarıya çıkmıştı. Kapıyı kapatıp gittiklerinde, üzerimdeki montu çıkarıp askılığı rastgele atmıştım. Arkamı dönüp bana ifadesiz bakan Mercan ve meraklı bakan Mihri'ye baktım. Hiç bir şey demeden salona doğru ilerledim. Açıklama yapmadan beni rahat bırakmazlardı. "Hastaneden yeni çıktın ne bu acele Alaz kaçmıyor ya." Demişti Mercan arkadan azarlayarak. "Suna ya bir şey olsaydı sana." "Bir şey olmamış işte." Dedi sakin bir şekilde Mihri ve devam etti. "Neden gittin? Gittiğinde ne tepki verdi? Ne yaptınız?" Koltuğa oturmamla Mihri yanıma konulmuştu. Saçlarımı usulca geriye bırakırken, "Teşekürler için gittim. Ona öyle kabaca davranmamam gerekiyordu." "Ha onun için yani?" Mercan karşıma geçip kısık gözlerle baktı bana, "Başka bir nedeni yok yani?" Kaşlarım usulca çatılaşırken, "Evet onun için." "Albayın kızı falan?" Diye sordu Mihri yüksek sesiyle. Bakışlarım onu bulurken, "Ne alâka Mihri, siz demediniz mi senin için ağladı, dualar etti diye. Bende teşekkür ve özür için gittim." Mihri tek kaşını kaldırıp emin olmak için yüzümü inceledi, incelemesi bittikten sonra dudak büzüp başını yavaşça salladı. "Eee ne yaptınız, ne dedi komutan?" Omuzlarımı kaldırıp, "Hiç bir şey demedi, oda sizin gibi hasta hasta neden geldin dedi." "Bir şey yaşandı mı?" Mihri'nin soruları derinleşirken ayağa kalkıp salondan çıkmak için yelkendim. "Nereye ya!" Mihri'ye aldanış vermeden ilerledim. "Belim ağrıyor uyumam lazım. Sonra konuşuruz." İlerlerken Mercan arkadan, "Yüzün gülüyor belli mutlu etmiş seni." Arkamı dönüp çatık kaslarla baktım ben ona öyle bakarken Mercan durmadı konuştu. "Sonra konuşucaz bunları ben kaçıyorum." Göz kırpmayı imha etmemişti. Hiç bir şey demeden odama girdim, yavaşça yatağa geçerken elimi belime atıp okşadım. Kalbim biraz daha sakin atmalıydı. Komedinin üzerindeki telefonu alıp ekranındaki bildirimlere baktım. Ondan bir bildirim vardı. Nasıl oldun, iyi misin? Cevap verdim görmezden gelmedim. Oda çok endişelenmişti benim için. İyiyim merak etme. Mesajı gönderip bekledim, direk cevap vereceğini biliyordum. Verdide. Bir şeye ihtiyacın olursa beni görmezden gelme. Tamam. Mesajı attıktan sorna bekledim, yazıyordu. Alaz komutan sevgilin mi? Hayır, eskiden öyleydi. Ama şimdi değil. Hâlâ seviyor gibi. Bilmiyorum. Evet öyleydi, bunu fark etmemek aptalcaydı. Derin ve içli bir nefes vermiştim sevgisi bu kadar belli miydi. Herkes görüyor bir ben mi göremiyordum onun vermiş olduğu sevgiyi. Bana ters davranacak. Atmış olduğu mesaja üzülmüştüm, aramızdaki bağı ona söylememiştim ve şuan ona fazlasıyla takılı olacaktı. Dikkat et sen. Kendini görünmez yapabiliyorsan yap. Denerim. Mesajına baktıktan sonra telefonu kapatıp komedinin üzerine bıraktım. Geriye yavaşça yaslanıp bedenimi yatağa bıraktım, alnımdaki morluk hâlâ vardı, bunun elimi yüzümü yıkarken görmüştüm. Belimdeki ağrı bıçak gibi batıyordu. Bileğimin acısı yavaştan gidiyordu ama sızısı hâlâ duruyordu. Belki her şeyin çözümü olan uyku çözerdi, ama burada uyku yoktu bana. Onun olmadığı her yer bana kâbustan başka bir şey vermiyordu artık, buna emindim. Kendimi boşluğa bırakıp düşüncelerimi bir köşeye kovdum. Sessizce uykuya bıraktım bedenimi.
*********
Yeni bölüm sizlerle umarım beğenmişsinizdir.
Instagram:booksof__
GT vardır.
Twitter (X):Hazalsolmsz
Alıntıları paylaşıyorum
Sizleride beklerim💕🪶🔥
|
0% |