Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@larasu

Herkese merhabalar ben Larasu.

Kurgunun 2. Bölümüne hoş geldiniz.

Umarım beğenirsiniz şimdiden iyi Okumalar:)

Bolca yorum ve bir tanecik oy verirseniz çok sevinirim.

🪶🥀


2 Eylül 2024 Trabzon.

Kaybetmeyi yıllar önce bırakmıştım. Değişiklik sevmezdim. Yeni maceralara atanmayı sevmezdim, kendi kendime akıp giden bir hayatın içinde yaşamaya alışık biri olmuştum belki de beni bu yapan yaşanmışlıklar değildir de içimde ki acıdır. Gerçi yaşanmışlıklar bana acı veren değil miydi? Öyleydi. Her şeyim yıkılmıştı belki o evden çıktıktan sona tek sağlam kalan şey bendim. Evin içini saran körpe bir karanlık vardı.

Acılarımı Trabzon'un sert denizene gömmüştüm. Şimdi ise, kimine göre yeni bir başlangıç bana ise normal hayatta devamdı. Elimde boks eldivenlerini bir köşeye attıp nefes nefese kalan bedenimi yere bırakmıştım. Sağ elimin tersiyle alnındaki terleri silip nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum.

"İyisin... Ve fazla sert." Demişti karşımdaki yaşça büyük ama güçlü duran adam.

Bana doğru su şişesini atmıştı, suyu alıp kapağını açıp içmiştim. Suyu bir köşeye bırakıp ayağa kalktım. Nefesim şuan düzene girmişti. Resul baba Sandalyesine oturup suyunu içmişti. Yaşına göre genç ve korkunç gözüken biriydi. Sağ gözünün kaşının üstünden başlayıp yanağına doğru giden bir yarası vardı. Ama ona göre yara değil anıydı. Orada sevdiği kadının canı vardı Resul baba öyle derdi bu yara benim canımın canını korumak için açılan bir anı derdi. Dışarıdan bakılınca acınası bir yarası vardı. Ama o her yarasını gördüğünde her dokunduğunda sevdiğini hatırlardı. Bazen vücut yaralarımız bizim en güzel anımız olur, sevdiğinin ismini dövmek yaptırmak için çekilen acı gibi.

"Ne zaman gidiyorsun peki?" Enver'in sordu soruyu hiç cevaplamak istemiyordum.

Gitmek istemiyordum diye belki. Acılarımı geride bırakmak istemiyordum. Ben acı ile güçlenen biri olmuştum. O eve girmeye korkuyordum yanından bile geçmeye korkuyordum, çünkü çığlıkları bir tek ben duyuyordum. O evin içinde atılan feryatları bir tek benim kulağım duyuyordu.

Kısaca bir cevap vermiştim, "Yarın."

Yarın... Her şey değişirmiydi. Değişse bile bir tek yaşam şekillerim değişirdi. Ben değişmezdim. Ben yine ben olurdum. Her zamanki Eylül, sert sessiz, dik ve her şeyden önce ne istediğini bilen biri.

Trabzon'da ki okuldan atanmış yeni bir şehide yeni bir okulda yeni öğrencilerle okula başlayacaktım. Bu yeni bir başlangıçtı.

"Bir şeye ihtiyacın olursa eğer çekinmeden ara. Ben istersen hemen yanında olurum." Gözlerimi ona dikmiş ifadesizce izliyordum. Gözlerini Resul babaya çevirip, "Yani yardım için ne istersen. O a-anlamda." Kendini toparlamaya çalışması komikti.

"Ben hallederim. Teşekkürler Enver." Demiştim başımı öne eğip kolyemle oynamaya başlayarak. Nefes lazımdı şuan. Nefesim daralıyor gibiydi. Gözlerimi kapatıp kolyeme temas ettim. İpten bir kolyeydi yıkarlar içinde ise çınar ağacı vardı üstünde ise iki tane kuş vardı. Ben... Ve yine ben.

Resul baba ve Enver bir şeyler konuşuyordu ama dikkat etmiyordum.

"...Şimdi git de bizim çocuklara bak." Demişti.

Enver eline su matarasını alıp sarı saçlarına dökmüştü. Yeşile yakın ama bir türlü yeşil diyemediğim gözlerini açıp bana kısa bir bakış atıp koşara çıkmıştı küçük spor salonundan.

Resul baba derin bir nefes alıp bana bakmayarak konuşmaya başladı. Ne diyeceğini çok iyi biliyordum. Her günkü gibi uyarıcı bir sesle yapmam gerekenleri söyleyip duracaktı. Severdim bana karşı olan babacı tavırlarını.

"İlaçlarını ayrı-"

"İlaç kullanmayı bıraktım Resul baba. Sende biliyorsun artık eskisi gibi ataklar geçirmiyorum emin olabilirsin." Gülmüştü. Başını usulca sallayıp konuşmaya devam edecek gibi nefes vermişti.

"Eğer. Bir sıkıntın olursa tek bir telefon etmen yeterli. Orada tanıdığım çok var biliyorsun değil mi?"

Gülmüştüm başımı öne eğip konuştum. "Geçmişini çok iyi biliyorum Resul baba."

"Sakın unutma. Geçmiş acılar insanı güçlü kılar. Senin benim gözümde olan değerini çok iyi bilmen gerek." Resul babaya bakıp tebessüm ettim. Ona bakıyordu kaşları çatık ama gözlerindeki tebessümü görebilen tek kişi bendim. Ve şimdi de görebiliyordum.

"Biliyorum Resul baba. Biliyorum." Demiştim sessizce.

Önüme dönüp derin bir nefes aldım. Yerde köşede duran telefonuma yönelip aldım. Saat 15.27 olmuştu. Gitmem gerek bir yer vardı. Oraya gitmeden çıkamazdım Trabzon sınırından.

Ayağa kalkıp Resul babaya baktım oda benimle beraber ayağa kalkmıştı bile. Yarın vedalaşma dan gideceğimi biliyordu o yüzden şimdi vedalaşmam gerekiyordu. Kollarını bana açıp sarmıştı. Bende dev cüssesine kolunu sarıp gözlerimi kapattım. Babalık görmüştüm ondan. Yaşamadığım babalık hissini onda yaşamıştım, yabancı birinden görmüş olduğum babalık ne kadar güvenilir olabilirdi ki? Ama tek bir bakışı ile her şeyi anlayan biri vardı karşımda. Herkese sert bana ise yumuşak olurdu. Bazen.

"Gelicem."

"Biliyorum." Sesinde hiç alışık olmadığım bir duygu vardı.

Ellerimi çekip yüzüne baktım. "Ağlayacak mısın Resul baba. Beni şaşırtıyorsun."

Gülmüştü. "Niye benim kalbim yok mu?"

Bu sefer ben gülmüştüm. "Var tâbi. Kimsenin göremeyeceği kadar büyük hemde.

"Hadi oradan be!" Dedi benden ayrılıp huysuzca yerine ilerledi. "Benum kalbim ha böyle herkesciklere açuk değuldur." Şivesi tuttu ve benim kaçmam gerekti.

"Tamamdır Resul baba. Elveda, yarın gece evde yokum haberun olsun da!" Kahkaha atıp salondan çıkmıştım. Belimdeki çantayı sıkı tutup merdivenleri aşıp üst kata çıktım. Zemin katı ilerleyip çıkış kapısını açtım.

Küçük bir evde yaşıyordum. Resul babanın üst katında çatı katına en yakın yeri bana vermişti. Yıldızlar benim bense yıldızlara ait gibi hissederdim. Her gece çatı katına çıkıp yıldızları izledim. Çattı katının üstü açıktı ve yıldızlar bana daha yakınmış gibi gelirdi.

Evim spor salonuna yakındı. Önce eve gidip ılık suyla duş almıştım. Daha sonra üzerime mavi dar bir pantolan üstüme ise dar bej bir kazak giymiş siyah portlarıda ayağıma geçirmiştim. Kahverengi trençkotu giyip evden çıkmıştım. İstikamet yolunu biliyordum, yayla yoluna ilerleyip son bir görüşme yapacaktım. Kıymet bilene veda verilirmiş... Belki kıymet bilmeseydik vedalarıda görmezdik.

Yolumun üstündeki dükkandan iki tane gofret alıp cebime atmıştım. Yaylaya varmıştım. Hava soğuktu ve Trabzon'a göre normaldi. Yağmur yoktu ama esen sert rüzgar nemli saçlarımı bir kaç dakikada kurutabilecekti bu işime gelirdi.

Gözüme çarpan çocukla yüzümde küçük bir tebessüm oluşmuştu. Kaderi benimkine benziyor diye belki bu çocuğa düşkündüm ben. Gözlerinde yaşadığım acı vardı. Belkide benim çocukluğum vardı. Aramızdaki tek fark onun daha güçlü olmasıydı.

"Ferhat!" Diye seslendim.

Saniyesinde duymuş başını bana çevirmişti. Yaylada ki üç inek ve iki koyuna çobanlık yapıyordu. Zor değildi hayatı okul vakti okulda olurdu, yayla zamanları ise yaylaya çıkardı dayısıyla. İnak ve koyunlar onlara aitti şuan yayla zamanıydı şuan ama bulunduğum yerde yayla değildi. Küçük bir yaylaydı. Evi hemen aşağıdaydı.


"Hocam!" Sevinmişti yüzünde gülücük açmıştı.


"Napıyorsun?"


"Vala hoca ha bizum inekleru çıkardum. Ha siz ne araysunuz?" Yanına gelip etraftaki hayvanlara baktım.


Ferhat'a dönüp, "Gitmeden seni bir göreyim dedim." Bu esnada yüzü düştü. Orta okula geçiyordu. Ben son yıl derslerine girmiş sınıf öğretmenliğini yapmıştım. Öğretmenleri hamile olunca bende ilk atanma olarak kendi memleketin olan Trabzon'a atandım. Küçük bir okuldu, dışarıdan sıradan ve küçük bir okul gözüküyordu ama içerisi hayallerle dolu, yetenek akan çocuklarla kaplıydı. Şuan birisi karşımda duruyordu.


Elindeki sopayı yere sabitleyin dayandı.


"Hocam... Gelursunuz da!" Dedi umut dolu sesle. Ama gözlerindeki hüzünü görebiliyordum.


"Gelirim Ferhat. Gelirim tâbi." Cebimden gofreti çıkarı birisini ona uzattım. "Benden olsun."


"Sağolun."


"Ricalar." Dedim sağımda bulunan taşın üzerine oturup derin bir nefes aldım. Gofretimi yerken yeşiliklere ve esen rüzgarın sertliğiyle sallanan ağaçlara baktım.


Yanıma gelip oturmuştu Ferhat omzunu bana yaslayıp sessizce gofretini yedi. Bilirdi benim içimin acısını. Bilirdi aynı kaderi yaşadığımızı, aynı değil... Benzeri. Sessiz kalmıştık. Gofretlerimiz bitmişti. Rüzgar git gide sert esmeye başlamıştı. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yağmur yağacak gibi bir hava vardı, bulutlar kararmaya başlamıştı. Aradan neredeyse bir saatte yakın oturmuştuk burada hayvanlar hiç bir yere ayrılmamış otlanmaya devam etmişlerdi.


"Hadi kalk bakalım." Omzundan başını çekip ayağa kalktı. Maş mavi gözlerle baktı bana.


Derin bir nefes verip bana baktı. Kollarımı açıp ona sardım. Bu bir veda değil aslında geri gelecektim. Sadece bir kaç ay uzakta olacaktım. Kimseyle samimiyet kurmam ama Ferhat benim acım gibiydi.


"Yav hocam ben vedalaşmayu sevmirum." Gülmüştüm.


"Bende sevmiyorum." Saçlarını öpüp geri çekildi.


Ferhat hayvanları götürürken bende evime yol alma vaktim gelmişti. Yağmur yağmaya başlamış, Trabzon beni sırıl sıklam etmeden eve varmama izin vermeyecekti. Elim cebimde, gözlerim ise evime bakıyordu. Yağmur beni ıslatmıştı. Kendimi apatmana girişine atıp kapıyı kapattım. Merdivenleri çıkmış evime girmiştim. Ayağımdakileri indirip trençkotumu vestiyerin üzerine attıp odama ilerledim. Pijamalarımı giyip mutfağa yol aldım. Dünden kalan pilav ve kuru fasülyeyi ısıtıp yemiştim. Saatler geçiyordu ve ben artık yarın burada olmayacaktım. Kendime bir kahve yapıp odama geçmiştim. Hazırlamam gereken bazı şeyler vardı. Bavulum tamamen hazırdı zaten son bir kaç almam gereken eşyalar vardı.


Kahvemi bir köşeye bırakıp bavulumu açtım. Dolabın üzerinde bulunan orta boy ahşaptan sandığı alıp önüme indirdim. Dizlerimi yere değdirip oturdum. Yutkunup derin bir nefes aldım. Aradan yıllar geçmişti ve ben ilk kez bu sandığı açacaktım. Anahtarı hep üzerinde olurdu. Başka bir yere koysam bile unutmazdım ama yine de ait olması geren yerde kalsın isterdim. Herkesin ve her şeyin ait olması gereken yer gibi. Kapağını açıp içine baktım. Üstü küçük saten bir bez ile örtülüydü ben örtmüştüm, hafif tozluydu alıp bir köşe bıraktım. İçinde bulunan fotoğrafları alıp onları da önemsemeden bir köşeye bıraktım küçük bir sandık daha vardı, içinde ise bana gelen bir kaç hediye. Küçük sandığı alıp açtım, içinden küçük papatyalar vardı, ezilmişti eskiden ben bu papatyaları kitabın arasına koymuştu. Onları yavaş yere bırakıp kalpli kolyeye yöneldim. İçini açmak istemiyordum avuç içimde sıkıca sıkıp gözlerimi kapattım öfke akıyordu gözlerimden, çünkü ihtiyacım olduğu bir anda yoktu... Çünkü... Yoktu işte. Bir diğer kolyeye gitti. İpten yapılmış bir kolyeydi siyah bir ipten. Ucuna ise siyah boncuk ve kahverengi boncuk konulmuştu. Onuda avuç içime koyup sıktım. Nefesim daralacaktı sakın Eylül... Derin bir nefes verip bir kaç not olan kağıtlara baktım. Onları önemsemedim çünkü içinde yalandan oluşan bir kaç cümle vardı. Bir tanesini istemeyerek açık ilk cümlesini okudum ...özlemek nedir şimdi anladım çocukluğum... Seni düşününce bile uykuya dalmıyor bu gözler... Kapattım kağıdı sandığa geri bırakıp almam gerekenleri aldım. Kitabımı alıp arasındaki fotoğrafa hiç bakmadan bavuluma koymuştum, elimdekilere baktım bir kaç saniye bakıştık. Kıyamadım... Yine kıyamadım. Ona değil elimdekilere anıları vardı bu kolyeleri. İkisinide rastgele bavula fırlatıp sandıktan çıkardığım fotoğraflardan sadece annemin fotoğrafını alıp bavulun köşesine narince koydum. Bavulu kapatıp kapının yanına koyup odama geri döndüm. Her şeyi sandığa tekrardan koyup kilitlemişti sandığı. Tekrardan dolabın üstüne koyup soğuyan kahvemi içtim.


Yağmur yine sertleşmişti. Trabzon bana veda ediyordu belkide. Küçük mini koltuğumu alıp camın kenarını yaklaştım. Yalnız biri ne yapardı bilmiyordum ama ben yağmuru izleyip yıldızlara bakardım. Orada ailem vardı annem bakardı bana her gece parlayan bir yıldız olurdu bana göre annemdi o yıldız.


Gece yine uzadı ben yine geç uydum. Saat belki gece dört belkide beşti. Uyuyamazdım. Karanlıktan korktuğumdan değil, yalnız olduğum için değil, kabuslarım peşimi bırakmazdı, sık sık görmezdim kâbus ama bu aralar ortaya çıkmaya başladı. En çok duyduğum kelime ise...


Cahit dur!


Baba yapma... Dur...


... Ben katil değilim... Ben katil değilim.


Yaklaşma...!


Başımı iki yana sallayıp uykuya daldım. Neler neler geçmedi ki buda geçerdi.


Geçerdi.


Bitirdi kabuslar. Belki öldüğüm zaman. Yaşamayı severdi Eylül, ama geçmiş onu zaten öldürmüştü. Geçmiş ruhunu emmişti geriye kalan bir tek bedenimdi. Eski Eylül yaşlar içinde bakardı bana belki şuan burada olsa.


Umursamadım boş verdim ve uyudum. Sessiz bir gece olmasını diledim.


*********

Sessiz bir gecenin ardından sesli bir uçak yolculuğu yapıyordum. Arkamda ağlayan bir bebek önümde ise horlayan bir dayı vardı. Kulaklığımı takıp son ses müzik açtım. Rasgele basmıştım hangisi çalarsa çalsın. Şuan tek sessizliğim müzik olabilirdi.


Koliva- yüksek dağlara doğru.


Severdim.


Sessizlik şuan oluşmuştu. Çabucak geçmesi dileğiyle binmiştim. Yolculuk Hakkari, yeni bir hayata başlıyor gibi değildim nedense şuan. Ama içimi sıkan bir şey vardı. Sert bir darbe vardı. İçim yanıyor gibiydi, buz gibi olan içim yanıyordu şuan. Genelde böyle olsa kötü bir olay geçiyordu başımdan. Umarım içimdeki bu his beni yanıltır. Gözlerimi kapatmıştım. Uykum yoktu ama uyursam anca geçer bu yolculuk. Müzik değişmişti, yerine. Mahmut okutan- ağlama beni ana.


Telefonu alıp müziği değiştirdim. Şuan İçim zaten alev almıştı birde üstüne bu müzik gelirse içim daha da yanardı. Sertab Erener- Rüya. Dinlerdim bana acımı hatırlatıldı, heleki bu kışta dediği anda. Ben ne yaşadıysam Soğuk kış mevsimlerinde yaşadım. Belki kış beni sevmezdi ama ben severdim, soğuk havayı hatta yağmurlu ve donarak öleceğim bir havada. Sabrım vardı, ruhum ölüydü zaten bedenim yaşıyordu sadece.


Aradan saatler geçti. Art arda müzikler çalmış bebek sesi kesilmiş öndeki dayı uyanmış ben ise hala sessizce cam kenarında oturuyordum.


Uçaktan inmiş telefonumdaki konumu açıp gideceğim yeri taksiciye göstermiştim. Soğuktu Hakkari. Beklediğimden daha da soğuktu. Tek yaşayacaktım Resul baba ilk başta bir kız ile yaşamamı istedi onula aynı evi paylaşmamı ama biliyordu ben tek yaşamayı severdim. O yüzden zorlamadı. Resul babanın burada bir evinin olduğunu biliyordum. Bildiğim kadarıyla Mercan pastane yönetiyormuş Resul baba kızın babasını tanıdığını söylemişti, kızın babası Giresun'da yaşıyormuş. Kızların annesi ile boşanmış annesi kızlarını almış Hakkari dönmüş falan filan. Ailevi olaylar her yerde var cidden. Mercan'ın Kişiliğini bilmiyordum ama Resul babaya göre tatlı kız senin gibi biraz sert dedi soğuk gözükür ama ısınırsan sıcaktır. Mercan denilen kızda yeni tutmuştu evi. Tek yaşamak istemediğini o yüzden bir ev arkadaşı istediğini söylemiş Resul babada beni yönlendirmiş. Ama ben kabul etmedim tâbi tek yaşamaya alışık bu ruhum geceleri dinlenmezdi. Belkide gece uyuyunca yaşamış olduğum kabuslardandır. Başkası beni bu şekilde görsün istemiyordum.


Taksiden inmiş ücreti vermiştim. Düz bir sokaktı. Sınıra yakın bir yerdi burası. Merkez değildi. Köy okulunda öğretmenlik yapacaktım. Zaten Mercan'ın ablasıda öğretmenmiş ama oda Antep'e atanmış. O okulun öğretmeni bile Mercan'ın ablasıymış. Küçük bir okul içerisinde ise üç tane öğretmen bulunuyor. Bildiğim tek şey bunlardı. Bavulumu sıkı tutup kapıyı çaldım. Etrafa baktığımda sessiz bir sokaktı belkide havadan dolayıdır. Üç katlı bir apartmandı bildiğim kadarıyla en üst katta yaşayacaktım. Diğer katlar doluydu en alt katta bir öğretmen daha varmış orta kat ise Mercan'ınmış. Resul babanın eli cidden de uzunmuş.


Kapı otomatik olarak açılmıştı. Kendimi içeriye attıp etrafa göz gezdirdim. Ne küçük ne de büyük bir koridora sahipti, orta genişlikteydi. Bavulumu alıp ilerledim karşıda bulunan beş tane merdiven basamağına basıp sağa döndüm dairesel bir merdivene sahipti. İlk kapıyı aşmıştım merdivenlerden gelen ayak sesi ile durup çatık kaşlarla baktım merdiven boşluğuna. Karşıma çıkan kadınla durdum. Gülerek bakıyordu bana.


"Merhaba." Dedim sakince.


"Eylül sen misin?" Dedi heyecanla.


Başımı sallayıp onayladım.


"Ayy merhabalar ben de Mercan. Kusuruma bakma ya ben şuan ilk defa bir kızla aynı apartmanda kalacağımda. Sahi neden ev arkadaşı istemedin ya. Ne güzel benimle yaşardın. Ha bu arada evini falan düzenlediler Resul amca sende bir kontrol et dedi." Ellerini önünde birleştirip beni süzdü. Çok fazla konuşuyor. Demek istemiyorum ama iyi ki kabul etmemişim.


"Bende çok memnun oldum Mercan." Dedim tebessüm ederek.


Bavulumu taşıyarak bir merdiven daha tırmandım.


"Yardım edeyim mi?" Dedi elini uzatarak.


"Ha yok hallederim ben sağol."


Peki der gibi başını salladı. Geri çekilip merdivenleri çıktı.


"Bir ucundan tutayım ya." Dedi hayır diyeceğim an bavulun sağ köşesinden tutup yardım etmişti.


Bavulu en üst kata taşıyıp evin anahtarını vermişti Mercan.


"Sen rahatına bak yerleş ben aşağıdayım. Bu arada akşam yemekleri benden."


"Hayır hayır ben dinlenmek istiyorum. Yemek yemem."


Kaşlarını çatıp, "olur mu öyle şey yemek bir saat içinde hazır olur ben zaten başladım bile. Yersin ardından hemen evine çıkarsın." Tebessüm ettim sadece.


"Peki." Dedim zorlamadan.


Mercan gitmişti bense yeni evimin bana yaşatacağı kabusları bekliyor olacaktım. Belki yaşatmazdı. Derince bir nefes alıp bavulumu kapının köşesine bıraktım. İçeriye girip baktım. İlk başta en az on on beş adımlık bir koridor karşılıyordu, daha sonra sağa döndüğüm ise benim odam ve banyo bulunuyordu. Solda ise koyu yeşil ve turuncu ile karışık kahverengi koltuklar karşıladı beni. Güzeldi ev. Umarım yaşatacağı anlarda güzel olurdu.


Bavulumu odama sürekleyerek ilerledim. Odanın yatağı çift kişilikti. Tam ortada duruyordu direk gözüme çarpan o olmuştu. Başımı sağa çevirdiğinizde ise beyaz bir dolap vardı. Solda köşede ise çalışma masası bulunuyordu. Yatağın sağ tarafında bulunan aynalı masaya baktım. Derin bir nefes alıp bavulu yatağın üzerine bıraktım. İçindekileri dolaba düzmüştüm. Kitabı ve arasındaki fotoğrafa bakmadan kitabı çalışma masasının üzerine koydum. Kolyeleri ise küçük bir kutunun içine koyup duşa girdim. Üzerime rahat bir şeyler giyip çıktım. Saçlarımı havlu ile kurulayıp serbest bıraktım.


Mutfağa yol alıp orayı da incelemek istedim. Her şeyin alınması için parayı göndermiştim evimi düzüp eksik olan ne varsa alsın istemiştim. Resul babanın tanıdıkları sağ olsun her şeyi ayarlamışlardı. Mutfak tezgahı siyah beyazdan oluşuyordu. Küçük bir yemek masası vardı köşede. Tezgahın üzerinde ise pardak ve tuzluklar vardı. Kahve makinası bile vardı. Çok kahve için biri olduğum için bunu listenin en başına eklemiştim.


Mutfağın camından dışarıya bakacağım an kapı çaldı. Mercan olmalıydı. İlerleyip kapıyı açtım. Evet oydu.


Elinde ki tepsiye baktım, o an içinde bir ılıklık hissettim. Birisi benim için sıcak yemek pişirmişti. Trabzon'da komşular hep yolardı her gün kapım çalınır bir sıcak yemek gelirdi. Severlerdi beni. Ama en çokta Resul baba severdi. Çok iyi yemek yapardı, balık kızartıp önüme koymuştu zorla yedirmişti ama tadını asla unutmazdım.


"Baktım bu gelmiyor. Dedim ben geleyim." Tepsi ile beraber içeriye girmişti.


"Hoş geldin. Vala aklımdan çıkmış kusura bakma." Demiştim.


"Yok yok sorun değil."


İki tane küçük tencereyi tezgahın üzerine tepsi ile bırakıp bana baktı.


"Eee tabaklar nerede?" Bir elini beline attıp benden cevap bekledi.


Etrafa göz atıp üst rafları açtım..ilk açtığımda bir kaç bardak vardı. Diğerini açtığımda ile bir kaç gıda ürünü bulunuyordu, hemen yana geçip diğer dolabı açtım. Bulmuştum. İki tane çukur tabak ve bir de servis tabağı çıkarmıştım.


"Galiba daha alışamadın." Sarı saçlarını geriye attıp tencerelerin kapağını açtı.


"Sen gelmeden önce bakıyordum aslında." Dedim gülümseyerek.


Gülümseyip çukur tabağını almıştı. Patates ekşisi ve pilav yapmıştı. Çok severdim. İçine nohut ve bezelye eklemişti.


"Severmisin?"


"Çok." 


Mercan pilavları doldururken bende kaşıkların yerini bulup çıkarmıştım. İki bardak su da koyup oturmuştuk.


Bir kaşık patates ekşisinden alıp yedim. Cidden aç olduğumu yemek yemeden bilemezdim. Şuan bile açlık başıma vurmuş gibiydi.


"Ellerine sağlık çok güzel olmuş." Gülmüştü.


"Afiyetler olsun." Yemeğini yemeye başlamıştı Mercan da.


Buna alışık değildim. Kimseyle aynı sofraya oturan biri değildim. Yıldız hariç, Yıldız Trabzon dan arkadaşımdı hatta tek arkadaşımdı. Yaşadıklarımı bir o biliyordu. Ama oda tıp okumak için İstanbul'a gitmişti. Bende bir Resul baba ile otururdum aynı sofraya.


Çok konuşuyordu Mercan. Bir kes daha dile getirmek istiyorum iyi kabul etmemişim ev arkadaşlığını.


"İşte böyle ablamda Antep'e atandı. Bende burada yalnız kaldım." Başımı salıyordu sadece.


Mutfağı toplayıp masanın üzerini silmiştim. Elimi yıkayıp Mercan'a baktım.


Derin bir nefes verip, "Kahve istermisin?"


Başını iki yana sallayıp, "yok yok vala geçte oldu sende yorgunsun zaten başka zaman artık." Gülümseyip bana baktı.


Uzatmadım, "Pekâlâ."


"O zaman ben kaçar bir şey olursa sana numaramı verdim zaten arasın." Çıkış kapısının kapısını acımıştı.


"Teşekkürler." 


"Rica ederim." Demişti tebessüm dolu bir bakışla.


Mercan gitmişti bende kendimi odama attıp yatağa uzandım. Telefonumu alıp saatte baktım. Saat neden bu kadar hızlı geçiyordu 22.33 olmuştu bile.


Uyuyamazdım şuan. Ama uyku basmıştı bedenimi. Gözlerimi kapanıyordu. Ayağa kalkıp ışıkları kapatıp gece ışığını açıp açıp etrafa göz gezdirdim derin bir nefesten sonra başımı yatağa koyup uyudum. Bu kadar hızlı uyku basmazdı.


Sakın geçen bir gece dileği ile uyu uykulardı bana.


*********


Aradan günler geçmişti, eksiklerimi hazırlamıştım. Dar siyah bir pantolan ve üzerine ise dar beyaz bir kazak geçirmiştim trençkotumu giyip çantamıda başımdan geçirip sağ omzuna getirmiştim. Ayağımdaki siyah botların fermuarını çekip girişti bulunan aynada kahverengi saçlarımı geriye atmıştım. Hafif dalgalıydılar aynı Trabzon gibi. Dalgalı denizi çok olan o Trabzon gibi. Takmış olduğum kolyeyi ilk defa dışarıya çıkarma isteğinde bulundum. Genelde uğur getirsin diye takardım. Ama şimdi daha çok uğura ihtiyacım vardı. İlk hayatımdı bugün, ilk başlangıç, ilk tanışma yeni öğrenciler ve yeni bir yaşam tarzı. Umarım değişmez.


Evden çıkmıştım, ders sekiz buçukta başlıyordu ben ise evden yedi de çıkmıştım. Okula ise öğretmen Tahir ile birlikte gidecektim. Sabah altında telefonuma düşen mesajda yazıyordu; merhaba ben


Tahir hoca. Aynı okulun öğretmenleriyiz. Ben okula arabamla gidiyorum isterseniz beraber gidebiliriz. Müdür bey bana sizin numaranızı verip mesaj atmam gerektiğini söyledi.


Onaylamak istemedim. Hayır demek istedim. Ama okulun yetkilisi müdür beyin yönlendirdiğini söylemişti. Bende onaylamıştım. Okula bir saat yerine yarım saate giderdim belki. Uzaktı biraz yalan yok. Onun içinde kabul etmiştim hem.


Tahir hoca beni beklediğini söylemişti bende hızlıca inip dışarıya çıktım. Karşımda gri küçük öğretmen arabası ve içinde bir adam vardı. Genç duruyordu.


Camını açıp bana baktı. "Eylül hanım?" Sorar gibi baktı.


"Evet benim." Dediğim an şaşır gibi bir ifade oluştu yüzünde önemsemeden yan koltuğa binmiştim.


"Merhaba ben Tahir Aktaş." Elini uzatmıştı.


Elini tutup sıktım, "Bende Eylül Dikmen."


"Çok memnun oldum." Gözleri açık ağzı ise yarım açıktı.


Uzatmadım yine kısaca, "Bende."


Önüme dönüp yolu izledim sadece. İçimde ki kör ateş ortaya çıkmıştı. Buz gibi olan kalbim ıslanıyordu eriyor gibiydi. Sakin bir gün geçirmek dileğiyle Eylül. Yağmur yoktu ama gördüğüm bir kaç ağaçtan havanın sert olduğu anlaşılıyordu. Uçan çimler vardı hepsi en az kırt santim çıkardı. Tahir hoca konuştu ben diledim, sordu cevapladım. Sessizce bir yolculuk geçsin istedim ama imkansızdı. Konuşmayı sevmiyorum eski Eylül severdi ama şuan ki Eylül sevmezdi. Şimdiki Eylül sessizlik huzur ve soğuk severdi.


"Bakım şurası Eylül hanım. Öğrenciler giriş yapıyor bile." Göstermiş olduğu okula baktım. Yolu saydım araba ile otuzdan daha az bir yol süresi sürüyordu.


Arabayı park edip inmiştim. Okulda sadece 2 sınıf bulunuyordu. Okul zaten sadece burada bulunan 3 köyü kaplıyordu. Okula giriş yapıp müdürün odasına ilerledim. Okul tek katlıydı oda zemin kattan oluşuyordu. Okulun ismi Atatürk ilkokulu derin bir nefes alıp müdürün odasına ilerledim. Öğrencileri sınıflarına sokan bir öğretmen gördüm orta yaşlarda biriydi. Disiplinli biri gibi gözüküyordu, elinde bir tahta cetveli vardı gözünde ise gözlükleri.


"Merhaba Kazım bey." Benim yerime beni müdüre tanıtacak olan Tahir konuşmuştu.


"Ben Eylül Dikmen yeni öğretmen." Elimi Kazım beye uzatıp sıktım.


"Hoş geldiniz öğretmen hanım. Tam vaktinde geldiniz çocuklarda sınıflarına geçti. Buyurun size sınıfınızı göstereyim." Eli ile çıkış kapısını açtı. Bir de sınıf defteri diye bildiğim bir defteri aldı. Gözlerini Tahir beye çevirip, "Hocam sizde buyurun kendi sınıfınıza."


Kazım beyin giymiş olduğu kahverengi gömlek üzerine sıcak tutması için kazak giymişti. Takmış olduğu gözlüğü çıkarıp temizledi ve tekrar taktı. Küçük bir koridora girdim üç tane sınıf bulunuyordu. Müdürün odası okula girer girmez göze bakıyordu hemen karşıdaydı. Sağa tarafta ise üç tane sınıf bulunuyordu. Benim sınıfım en köşedeki sınıf olmalıydı. Çünkü iki sınıfı da geride bırakmıştık.


"Buyurun hoca hanım." Önden geçmem için yol vermişti sınıfa girip mavi sınıf üniformalı öğrencilere baktım. En az on kişi çıkardı. Hepsinin gözü bende şaşkınca bakıyordu. "Bu yeni öğretmeniniz Eylül öğretmen."


"Aaaa!" Demişlerdi şaşkınca. Ellerimi önümde birleştirip öğrencilere gülümseyerek baktım.


"Şimdi yeni öğretmeniniz sizinle dönem boyu ilgilenecek. Tamam mı?" Elini kulağıma koyup duyamadım der gibi yaptı.


"Tamammm!" Kelimeyi uzatarak sesli konuşmuşlardı öğrencilerden.


Benim gülümserken kime bana bakıp kime de müdür beye bakıyordu.


"Hoca hanım gerisi sizde. Bunu da vereyim. Sınıf defteri." Müdür bey gülümseyerek geri çekildi.


"Teşekkürler Kazım bey." Kazım bey çıkarken öğrenciler hala ayakta bekliyordu. "Oturun çocuklar." Dediğim an oturdular.


Defteri masaya bırakıp çantamı ve trençkotumu da indirmiştim. Öğrencilerin karşısında durup gülümseyerek baktım.


"Merhabalar. Benim adım Eylül. Eylül Dikmen. Trabzon dan sizin için buraya geldim." Heyecandan parça parça konuşuyordu, şuan öğrenciler bana hayran dolu gözlerle bakıyordu. "Peki ya siz?" Dedim ve devam ettim. "İsimleriniz nedir?" Dedim gülümseyerek.


Kimse konuşmadı. Kendimi bozmadım onlar içinde yeni bir başlangıçtı, ilk öğretmenleri hamile diye gitmişti. Onlarında hayatı benim gibi yeni başlıyordu.


"Listeden okuyayım o zaman." Dudaklarımı dişleyip listeyi elime almıştım. İlk ismi okuyup başımı sınıfa kaldırmıştım. "Ali?"


Sınıfta gözümü gezdirip ayağa kalkan çocuğa baktım. Elini kaldırmıştı.


"Merhaba Ali. Ben yeni sınıf öğretmenin Eylül. Kaç yaşındasın?"


"Sekiz hocam." İşte şimdi olmuştu.


"Aaa bende 25 yaşındayım. Benimde Trabzon da Ali diye bir öğrencim vardı. Hep yaylaya çıkardı."


"Bizde yaylaya çıkarık hocam."


"Benim bubam eşekleri çıkarır hocam."


Gülmüştüm. Hafif şiveliydiler ma çok azdı. Benden önceki öğretmen şiveyi onlara unutturmuş azıcıkta olsa unutturmuş olmalıydı.


"Pekala tek tek konuşalım. Peki ya senin adın nedir dedim sağdan on sırada oturan siyah saçlı kıza.


"Kezban hocam." Demişti bir erkek öğrenci gülerek.


"Çok ayıp ama." Dedim kızar bir şekilde bakarak. "Arkadaşlarınızla dalga geçmek ne kadar kötü bir davranış değil mi? Bir daha görmeyeyim sakın bak." Uyarıcı bir ses tonuyla.


Bakışlarımı küçük esmen siyah saçlı kıza çevirdim. Kaşları çatık ismini söyleyen erkek öğrenciye bakıyordu. Bu bakışı biliyordum çıkışa gel sen bakışıydı bu nerede olsa tanırım.


"Kezban ben öğretmenim." Saçlarını geriye itip dikçe durdu. Bu beni sevindirmişti.


Öğrencilerin çoğu ile tanışmıştım. Hepsi birbirinden konuşkanmış ama ilk başta çekinme olurdu tabbi. Bunu sıkıntı etmeden konuşmaları ve sosyalleşmeleri onlar için daha iyi olurdu ben onların derdini anlar onlarda bana çekinmeden gelip dertlerini anlatırdılar. İlk gün ders çalıştırmaya niyetim yoktu çoğunu tanıyayım onlar beni tanısın istiyordum. Geçen yıl ne tür dersler yaptıklarını sordum. Çoğu değil hepsi okumayı biliyordu. Azimli öğrencilerdi beni de yoracaklarını sanmıyorum. Kiminin evi yakın kiminin ise uzaktı kimisini babası getirerken kimisi de tek başına yol arkadaşı ile Allah'a emanet bir şekilde geliyorlardı.


Aradan saatler geçti. Öğrenciler tenefüse çıkıp girmişlerdi benim sınıf öğrencilerimin kimisi çıkmış kimisi ise çıkmamış beni daha çok tanıma istemişlerdi. Anlatmam gereken her şeyi anlatmıştım.derine inen biri değildim.


Zil çalmıştı öğrenciler sınıfa girmişti. Herkes yerine geçmiş ben ise deftere bir kaç not alıyordum. Not alışım bitmiş ayağa kalkıp öğrencileri susturmuştum. Pencereye başımı çevirip dışarıya baktım.


Bu ne şimdi? Dur! İçimdeki yangın bu olamazdı.


"Masanın altına girin! Hemen! Hızlı!" Beni dinlemiş masanın altına girmişlerdi.


Kendimi koridora attığımda kazım hocayı gördüm.


"Hocam-"


"Öğrencilerle ilgilenin Eylül hanım! Kapıyı kilitliyorum perdeleri çekin askerler buradalar!" Kazım bey neredeyse ter döküyordu. Tahir hoca ve adını yeni öğrendiğim Emine hoca da sınıflara girmişti.


Kendimi sınıfına atıp perdeleri kapattım, göz göze geldiğimiz teröristle hemen yere eğilmiştim.


"Sakın başınızı kaldırmayın! Sessiz olun!" İçimdeki yangını sikim ben. Bu muydu cidden.


Nefesimi düzene sokup yerde sürüklenerek an arkaya gitmiştim şiddetle ağlayan kız öğrencimi kucağıma çekip sakinleştirmeye çalıştım. Duymuş olduğum silah sesi ile gözlerim birden açılmıştı. Silah sesleri yükseliyordu. Hiç beklemediğim bir bomba patlamıştı öğrencilerim çığlık atarken.


"Sakin olur ben buradayım korkmayın!" Öğrencilerile göz teması kurup sakinleştirmeye çalışmıştım.


Bir bomba daha patlamıştı yine çığlıklar yükselmişti. Kırık cam sesleri gelmişti kulağıma. Ve şidd

etlenen silah sesleri. 


"Hocam kardeşim diğer sınıfta!" Diye bağırmıştı Ali. Ayağa kalkması ile içime giren okkalı korku şiddetlendi.


Korkuma korku katlanmıştı. İçimdeki buz erimeden yeni bir soğukluğa ihtiyacım vardı.


*********

Diğer bölümde yangınlar oluşacak.......

Eylül hakkında görüşleriniz neler peki.

Instagram:sidre.wold

🪶🥀🔥


Loading...
0%