@larasu
|
Tesadüf bir başlangıçtır. 4.Bölüm. Bakmak yetmez derdi çözebilmek için. Gözler her şeyi anlatamazdı, gözler yalanın ta kendisi olabiliyordu. Sevgiyle bakan gözlerde yalan gizli bir perde gibi saklıdır. Dağa taşa anlatmak istersin içini insan oğlu uzak gelir sana, belki en iyisi budur, herkesten uzak kendi halinde biri olmak.
Okul eskisi gibi olmuştu hasarlar giderilmiş bahçesi ise eskisinden daha temiz hala gelmişti. Bunu görünce sevinmiştim, kısa bir zaman içinde bunu yapmaları hayranlık içeriyordu. Sınıf sessizdi gözlerimi öğrencilerden alıp dışarıya, pencereye çevirdim. Karşımda küçük bir dağ vardı, onun ardında bir köy varmış bildiğim kadarıyla. Öğrencilerimin bir kaçı orada yaşıyorlardı. Bildiğim kadarıyla o köy diğer köylerden daha güvenli bir yermiş. Aşiret köyü diye anılıyor, aşiret ağası o köyde bulunuyormuş. Beritan benim öğrencilerimden biriydi Ağa'nın torunu olduğunu öğrendim. Çıkışta babası olan Ferit Kızıltepe gelip onu alacakmış. Korkmuşlardı. Olaydan sonra herkes sessizleşmişti. Zamana ihtiyaçları vardı bunu biliyordum. Elimden geldiğince konuşuyor o anı onların zihinlerinden silmeye çalışıyordum. "Bitti mi?" Gözlerimi öğrencilere çevirip inceledim. "Evettt!" Yanıtını alınca ayağa kalktım, dersin bitmesine on dakika vardı. Biraz sohbet ederek zamanın geçmesini sağlayabilirdim hem böylece yaşanan olay unutulup giderdi. Sınıfın ortasında durup öğrencilere baktım, "Kitap ve defterlerinizi kaldırabilirsiniz." Tebessümüm sonsuzdu onlara onlarında bana, yaşanan olaya rağmen hâlâ gülüyordu yüzleri ama biliyordum gözlerinin arkasında hâlâ o olay ve sesler dönüp duruyordu. "Gününüz nasıl geçiyor bakalım?" Ellerimi birbirine geçirip göz gezdirdim. "İnekler hocam. İneğimiz doğum yapmıştır." Zeki belki sınıfın en havnalarla arası iyi olan kişisi olabilirdi. Ailesi hayvanlara düşkündü. Hayvancılık ile uğraşıyor diyemem ama ona yakın bir şey diyebilirim. "Yavrunun ismini ne koydunuz peki?" Merakla sorumu yönelttim. Zeki düşünür bir pozisyonda eli ile çenesini okşadı. "Vallahi hocam beni m koyduğum Delibaştır. Amma anamlar kara kız der durur." Şivesi varla yok arası gidip geliyordu. "Delibaş mı?" Dedim kaşlarımı çatıp gülerek. "Neden Delibaş?" Heyecanla ayağa kalktı Zeki. "Hoca bir görseniz yeri deliyor, durmadan ağaya kalkmaya çalışır duru." Sınıftakiler onun bu dediğine gülmüştü. "Hocam bizimde dîkimiz vardır." Ne olduğunu anlamadığım için kaşlarımı çattım. "O ne demek ya?" Dedim meraklı bir sesle. "Yaw hocam var ya hani sabah öter duru." Kaşlarım daha da çatıldı şimdi anlamıştım ne demek olduğunu Kürtçe kelime olduğu için anlamamıştım. "Horoz onun adı Türkçe de horoz diyoruz ona Ciwan." Başını sallayıp onaylamıştır Ciwan. "Hocam düğüne geleceksiniz değil?" Diye merakla sordu Beritan. Bildiğim kadarıyla kuzeni evleniyormuş. Babası beni de davet etmesini söylemişti annesi olan Roji hanım ile bir kaç gün önce tanışmıştım, Türkçe konuşma dili akıcıydı okul bitirmiş bir kadındı, eğitime önem verenlerden biriydi. Yeşil gözleri esmer teni ile herkesi kendine hayran bırakan biriydi. Gençti bildiğim kadarıyla Beritan'a hamileyken üniversiteyi okumuştu. Bir yanım gitmek isterken diğer yanım kalabalık ve gürültülü olacağını bildiği için hayır diye isyan ediyordu. Mercan gitmemiz için ısrar etmişti. Ona söylemişti bunu oda tanıyormuş Roji hanımı pastaneye gelip bir ekler alırmış. Mercan'ın da davet etmişti Mercan beraber gidelim diye ısrar ediyordu ama benim hiç gitmeye niyetim yoktu. "Hocam bizde olacağız orada gelin." Öğrencilerim çoğu orada olacaktı, kos koca Kızıltay aşireti düğünü sade mi yapacaklardı. Tabii ki de her köyü ses getirecekti. Herkesi davet etmişlerdi Kazım Bey, Emine hanım ve tabii Tahir Beyide. Kızıltay aşiretinin büyük ve dillere destan olduğunu duydum. Saygı çerçevesi onları için önemli bir kavramdı. Onlar kendilerinden büyüklere saygı gösterir, gösterilen saygı kadar saygı kazanırlardı. Yardımları eksik etmezlerdi, okul, eğitim, yemek ve bir çok yardımları eksik olmazdı. "Geliriz ya." Ensemi kaşayıp başımı eğdim. Kolumdaki saatte baktım. Son dakikalar. "Hocam! Gelin he mi?" Ayşe'ye bakıp gülümsedim. Gözlerinin sarılığı parıl parıl parlıyordu. "Tamam gelicem." Dedim hevesle. Kesin gidiyordum. Çoğu hevesle bana bakıyordu. "Tamam o zaman akşam düğünde görüşürüz! Herkes kendine dikkat etsin düğün saatti yaklaşmadan verdiğim ödevleri yapın tamam mı!?" "Tamammm!" Sesleri heyecan ve sevinç içinde çıkmıştı. Okulun normal geçmesi beni sevindirmişti. Okula girerken bile patlama ve silah sesleri kulağımda ve zihnimde tekrardan canlanmıştı. Bana böyle bir etki verdiyse öğrencilere nasıl bir etki verdi bilemezdim. Bilmek dahi istemezdim. Onlarda derin bir etki bıraksın istemiyordum. Benim için derin etkiler kalan çok şey vardı. Onların yaşı küçüktü ilerledikçe unuturlardı bu olayı. Umudum bu yöne doğru gidiyordu. Öğrenciler köylerine dağılırken bende onların tamamen gidişini izleyip derin bir nefes aldım. Tahir hocayla eve beraber dönecektik. Beritan için yaklaşan arabaya baktım, siyah şık bir BMW arabasıydı. Kocaman legosu ile BMW olduğunu göstermeye çalışıyordu. Beritan bana yaklaşıp parlayan gözlerle baktı. "Güle güle hocam!" "Güle güle Beritan dikkat et kendine." Araba okulun alt yolunun önünde durmuştu tam da karşımda durmuştu geriye çekilip bekledim. Uçuşan saçlarımı geriye attıp trençkotumun önüne kapatmıştım. Benim yakınımda duran kapıyı değil diğer tarafın kapısını açıp binmişti, cana baktığımda gördüğüm yüzün bana baktığını görmek zor değildi. Camlar siyahtı net gözükmüyordu takım elbise ve siyah gözlükler takmıştı. Babası olmalıydı. Gözlerimi arabadan çekip arabanın önünde duran Tahir Bey'in arabasına baktım. "Gidelim mi Suna hanım." Demişti Tahir Bey siyah bir mont ve siyah bir bere giymişti. Başımı sallayıp arabaya doğru ilerledim. Beritan'ın bindiği araba yol almıştı bile. Tahir Bey'le gidip gelme onun için bir sorun yaratıyor muydu onu bile bilmiyordum. Hiç sormamıştım. Sorma gereğinde de bulunmuyordu. Rahatsız olsa ya da işi olsa açık ve net bir şekilde söylerdi. Yalan yok adam açık sözlü biriydi ağzı durmuyor açık bir şekilde her şeyi söylüyordu. Bu huyunu seviyordum. Net biriydi yalandan cümleler kurmuyordu. İstikamet ev değildi Mercan'ın inatla pastaneye gel demesi üzerine eve değil pastaneye gidiyordum. Hava soğuk esiyordu beremi çantamdan çıkarıp başıma geçirmiştim pastaneye vardığımda adımlarım biraz yavaşladı. Camın dışından çeşit çeşit pastalar, poğaçalar, kurabiyeler bulunuyordu. Çeşit çeşit simitler vardı, peynirli ve zeytinli olduğunu belirtmek amaçlı üzerine isimlerini bir kağıda yazıp koyulmuştu. Pastanenin giriş kapısının yanında bulunan orta boylardaki bilgi panosuma baktım. Mutlu pastane bilgileri yazıyordu ilk başta. Kek çeşitleri ve yanında fiyatları yazıyordu, pasta ve kurabiye fiyatları yazıyordu. Gözlerimi renkli panodan çekip kapıyı açtım kendimi içeriye atıp etrafa göz gezdirdim. Kalabalık değildi, ama müşteri de bulunuyordu. Geneli ödeme kasasında paket yaptırıp gidiyordu. Hava soğuktu yağmur yoktu ama esen rüzgar yağmurun yerini doldura bilecek bir vaziyetteydi. Genç erkek garsona yanımda geçip gideceği an durdurup, "Afedersiniz." Demiştim. Bana bakıp, "Buyrun?" Sarı saçları altın gibi parlıyordu, gözleri yeşilin en koyu rengini çalmış gibiydi. Yakışıklı çocuktu şahsen gayet rahat müşteri çekerdi. "Mercan'a bakmıştım ben." Gözlerini biraz daha açıp baktı. "Mercan abla..." Gözleri etrafı aradı. Bulmuş olacak ki ileriyi işaret etti. "Orada." Dedi. "Teşekkürler." Diyip yanından ayrıldım. Elindeki not defteri diye tahmin ettiğim şeye bir şeyler karalıyordu. Dikkati sadece elindeki defterdeydi beni fark etmemişti. Adımlarım yavaşladı etrafa baktım, masalar tahtadan ama yeşile boyanmışlardı. Sadece yeşil değildi mavi, koyu mavi ve morlar daha çok kullanılmıştı. Önüme dönüp Mercan'a baktım hala öylece durmuş bir şeyler not ediyordu. Boş bir masanın yanında duruyordu elimi sandalyeye atıp yüzüne baktım beni fark edince tırsarak yerinden kıpırdadı. "Ayy Suna." Baş parmağını üst dişinin altına koyarak yukarıya doğru kaldırdı. "Sessiz sessiz gelinir mi hiç ya? Korkuttun beni." Derin bir nefes verdikten sonra tebessümü konuldu yüzüne. "Gel dedin geldik işte. Biliyorsun." Gözlerimi kısıp baktım. "Evet konuşmayı sevmiyorsun anladık da!" Dedi başını iki yana sallayıp kendi kendine isyan ederek. Yüzüme bakıp gülümsedi bu sefer. "Hoş geldin canım." Demişti tebessüm dolu bir yüzle. "Hoş bulacağız mı bakacağız." Dedim boş sandalyeyi çekip oturarak. "Bulursun bulursun. Sana hizmettimiz sonsuz Suna hanım." Gülerek oda karşıma oturdu. "İyi ki geldin ama. Korktum falan da çok sevindim gelmene." Sevinmişti cidden yüzünden okunuyordu. Yüz ifadesi hiç bir şeyi gizliyemiyordu. "Ne yersin ne getireyim sana?" Şuan ne olsa yerim aslında. "Ne olsa yerim getir bir şeyler." Cevabı hızlı gelmişti, "Tamam ben sana taze poğaça getireyim çayla sıcak sıcak yersin." Bunu sevmiştim. "Açık olsun çay." Demiştim. Başını gülerek sallayıp elindeki defter ile yanımdan ayrılmıştı. Çantamı sandalyeye asıp ellerimi masaya dayadım. Pastanenin en köşesinde bulunan masada oturuyordum yönüm duvara bakıyordu arkamda olan şeyleri görmüyordum. Öylece bir noktaya dalmıştı gözlerim. Arkadan bir kaç ses gelince arkamı dönme istediğinde bulundum. Bir adamla tartışan Mercan ve yanındaki genç kıza baktım. Adam elinde cüzdanı ile bir şeyler anlatıyordu. Sesler buradan zor duyulmuyordu aslında ama yanlarına gitme isteği içimi giyiyordu. Ayağa kalkıp yavaş adımlarla ilerledim. "Beyfendi bakım-" "Lan aynı şey mi? Burada 100 yazıyor sen gelmiş 150 diyorsun." "Siz yanlış yeri gösteriyorsunuz ama bir altındakini sipariş verdiniz efendim." Olayın ne olduğunu anlamış değildim ama burada adamın deli gibi bağırması oldukça yanlıştı ve bu onu her konuda haksız çıkarırdı. Git gide sinir bozucu bir hâl almıştı ses tonu. "O zaman neden ben bunu sipariş vermedim şundan istedim demediniz." Demişti Mercan isyankar bir ses tonuyla. Adam elini yukarıya kaldırıp, "Bunu sizin bilmeniz lazım!" Diyerek atar yapıyordu. "Bakım bunu hep yapıyorsunuz-" Diyecek oldu Mercan'ın yanındaki kadın. "Lan sizinde yapacağınız işinde. Alın parayı ne bok yaparsanız yapın." Adam cüzdanında bir yüzlük ve bir tanede ellilik çıkarmıştı. Mercan'ın elinden tutup avuç içine sertçe vurup vermişti. "Hadsizleşmeyin bu nasıl muameledir!" Mercan'ın isyanına karşı ben adama yaklaşıp bana doğru çevirdim ben Mercan değildim, yüzüne sertçe bir yumruk attıp düşmeden yakasından tutup hızla geri çekilip ayağımla karın boşluğuna vurup açık olan kapıdan dışarıya savurdum. Adam zayıf ve boy olarak neredeyse benimle aynı boydaydı hiçte zorlanmamıştım bunu yaparken. Ben gayet sakindim. Yumruk attığım adam birinin gövdesine yapışmıştı, ağzından bir küfür kaçırarak itelemişti onu. Mercan kolumdan tutup korkuyla beni geriye çekti. Yumruk attığım adam yerden kalkıp kanayan burnunu tuttu. "Suna napıyorsun!" Sesinde tedirginlik ve korku vardı. "Çok istiyordu bende verdim." Dedim sakin ve gayet net bir sesle. "Siktir lan bu ne!?" Hiç bir şeyden habersiz adama bakıp yüzünü inceledim bunu tanıyordum sanki. Sanki değil tanıyordum. "Mustafa abi! İyimisin?" Demişti Mercan'ın yanında duran kız ilerleyerek. Askerdi bu. Mustafa, köye yapılan saldırıya gelen timdendi. Bir adama bir de bize bakıyordu. Adam burnunu tutarak bana baktı. "Lan amına koyim senin! Kimsin lan sen-" Mustafa adamın yakasından tutup sertçe yumruk atmıştı adam yere kapaklanıp acı içinde inledi. "Oğlum kime küfrediyon lan sen sikik!" "Sen kimsin lan!" Diye bağırdı burnunu tutarak. Ayağa kalkmaya çalıştı. Kalktı da ama zor duruyordu ayakta. "Astsubay Başçavuş Mustafa Kandar!" Diye kükredi Mustafa adamın yüzüne doğru. Adam sessizleşmişti. Yüzündeki öfke dinmiş yerine tedirginlik ve boku yetmişlik konmuştu. "Siktir git lan buradan! Siktir!" Diye kükredi kalın ve sert çıkan sesi ile Mustafa. Adama gitmesini söylemesi bile adama göre bir mucizeydi. Korku ile adımları hızlandı bulunduğu konumdan saniyeler içinde sokağı dönmüştü. Görünürde kaybolduğunu gördüm gözlerimi tedirgin olan Mercan'a çevirdim. Yüzü hem öfke hem de tedirğinlik ile kaplıydı. "Yok bir şey Mercan. Hak etti." "Beni korkutuyorsun Suna." Başımı iki yana sallayıp sorun yok der gibi omzuna dokundum. "Ayağımı sikti- afedersiniz." Dedi Mustafa üstünü silkeleyerel. "Mustafa abi iyimisin sen?" Dedi Mercan'ın yanındaki kız. Tanımıyordum ama tahmin üretiyordum. Mihri olabilirdi. Mercan bahsetmişti Mihri den aynı iş yerinde çalıştıklarını söylemişti. Kısa siyah saçlı hafif kıvırcık biriydi, teni ne çok ne de fazla olacak şekilde esmerdi. Kahverengi gözleri teninin üzerinde parlıyordu. Kim bilir belkide korkudan parlıyordur gözleri. "İyiyim iyiyim de." Gözleri üzerimizde gezindi. "Hayrola ne iş?" Dedi ifadesiz gözlerle bakarak. "Yok bir şey ya. Küçük bir sorun diyelim." Mercan olayı büyütmemek adına her şeyi benim boş verişim gibi boş verişi gözümden kaçmamıştı. Sağ elini alnının atıp derin bir nefes verdi. Olay yaratan biri değildi, alttan alan biriydi Mercan ben öyle değildim hâk edene hâk etiği gibi muamele gösterirdim, fazlası ziyandı benim için. Mustafa'nın gözleri bana takıldı, gözlerini kısıp parmağı ile beni göstererek, "Siz şey değil misiniz?" Diye sordu, beni süzüp düşünmeye başladı. Cevap vermedim. Sessiz kaldım. Etrafa baktım çok kişi yoktu. Beş altı masa dolu insan vardı her masada iki, üç kişi bulunuyordu. İçime düşen ılıklık ile içimden bir küfür sıyırdım. Buz gibi olmama gerekliydi. Sıcaktan nefret ederdi bedenim Trabzon'un esen sert rüzgar bedenimdeki sıcaklığı alıp götürürdü. Belki bu yüzden Trabzon bana göre en rahat yerdi. Acıları en çok orada yaşadım ama içindeki yangını havası ile beraber alıp götürüyordu. Hem acı hem de huzur veriyordu. Mercan hızla pastanenin en köşesine bizi alıp müşteriler ile ilgilenmeye konuldu. Adını bilmediğim ama Mihri diye tahmin ettiğim kişi masaya atıştırmalık bir şeyler getirip önüme koymuştu. Pastanenin yaşça büyük ama asla yaş göstermeyen Firuze hanım olayları öğrenmiş müşterilerden özür dileyip kasaya Mercan'ın yanına gitmişti. Tanışmamıştım ama Firuze abla dediklerini duymuştum. Siyah boyalı saçları mavi parlayan gözleri dikkat çekiciydi. Mustafa karşıma geçip bir kaç soru yöneltmeye devam ediyordu. "Köyde öğretmenlik yapmak cidden aslında güzeldir. Ama sizin gibi birisi. Yalan yok şaşırtıyor." Kaşlarım çatılırken yüzüm ekşimesin diye direniyordum. Ne alaka kardeşim demek vardı ama yuttum. "Neden olmasın ki?" Dedim medeni bir şekilde. Bilmem dercesine omuz silkti. Karşımda oturuyordu, geriye yaslanıp giymiş olduğu kahverengi montun düğmelerini gevşetti. Sarıya vurduğun saçlarını eli ile oynatıp etrafa baktı. Gözleri mavi mi yoksa sarımı hala çözmüş değildim. Ne kadar umrumda değil desemde merak ediyordum. Mercan bize doğru yaklaşıp bir sandalye çekti oturup kollarını masaya bıraktı. "Bu menüleri yenilemek lazım. Çok sorun çıkarıyor." "Yeniledik zaten adam sipariş ettiği şeyin arasındaki farkı bilmiyor." Mercan derin bir nefes alıp bana baktı. "Sen niye adama yumruk atıyorsun be gülüm ya?" İsyankar sesine aldanış vermedim. "Yükseldim bir anda." Diya yalanladım. "Tam olarak nesiniz?" Diye sordu Mustafa kollarını masaya koyup gözlerini kısarak. Anlamamıştım kaşlarımı çatıp öylece baktım. "Tabi adama attığınız yumruğu gördüm sertti. Daha önce bir tecrübeniz oldu mu? Hani öğretmenler biraz daha nazik olur..." Göz kırpıştırıp boş boş baktım. "Salakça bir soru evet." Başımı salladım hızla. "Mustafa abi sana da çay vereyim ben." Dedi hâlâ adının sadece Mihri diye tahmin ettiğim kız. "Alırım tabii alırım." Dedi başını imalı bir şekilde sallayarak. Neyin iması olduğuna pek takılmadım Mihri tatlı bir gülüş attıp çaprazımda boş kalan sandalyeye yerleşti. Gelir gelmez olaya denk gelmem kesin normalde, benim hayatım sakin geçerdi sessiz geçerdi. Ama belli ki Hakkari benim sakin hayatımı siktir edecekti. Umarım öyle olmazdı. Onlar konuşurken bende elimdeki telefondan gelecek olan mesajı bekliyordum. Okulda bulunan küçük kütüphaneye ikinci el kitapların gelmesi için bir kaç tanıdığım kişiye mesaj atmıştım. Trabzon ve İstanbul'da bulunan tanıdık üniversitesi arkadaşımdan mesaj gelmişti. Kitapları buraya getirmeleri için adres bilgilerini bile göndermiştim. Bir kaçından daha mesaj bekliyordum. Kitaplar oldukça az ve eskimişti kiminin sayfaları bile eksikti. Okulun her şeyi yerli yerindeydi ama kütüphaneye birinin bir el atması lazımdı. Boş durma isteğini yutup bunu kendi kendime üstlendim. "Ee o zaman akşam düğüne geliyoruz." Mercan sevinmişti buna. Bana değişiklik olacağını hem o hem de ben düşünüyordum. Sevmezdim. Ama öğrencilerin çoğu orada olacaktı. "Yazı bekleyemediler mi?" Diye çıkıştı Mustafa. Haklıydı aslında yazı ya da ilkbaharı beklemediler mi? Bunu sorgulama isteğini bir köşe attıp sadece dinledim. "Galiba Londra'ya gidecekler. Küçük torun orada bir iş kurmuş bildiğim kadarıyla." Dedi adının tam anlamı ile Mihri olduğunu öğrendiğim kadın. "Çocuğun ismi neymiş." Diye sordu Mercan. Cevap hızlı gelmişti. "Azer diye biliyorum." Demişti Mihri. Mustafa benim gibi sıkılmış gözüküyordu. Yakalarını açıp etrafa bakarak derin derin nefes veriyordu. Asker olduğu için mi etrafı bu kadar dikkatle gözetliyordu? Gözü her yerdeydi adamın. Önüme konulan çaydan, simit ve poğaçalardan yiyip içtim. Elime açık çayımı alıp son yudumunuda içtim. "Ben gideyim akşam görüşürüz Mercan." "Biz de geliyoruz, akşam almaya geleyim mi?" Diye yüklendi birden Mustafa heyecanla. "Hayır." Dedi Mercan sanki kızmış gibiydi. "Biz kendimiz gideriz Mustafa sen karışma işimize." Bir şeyleri ima ediyordu bir tek Mercan değil Mihri de bir şeyler ima ediyordu. Aralarında bir olay geçmiş olmalı ki bu kadar imalı ve yüz çevirmeli bir şekilde konuşuyordular. "Evet bir şeyimize de karışma Mustafa abi." Diyerek masadan ayrıldı Mihri. Mercan benimle değil yaşanan gerginlik ile ilgilendi. Ben ayağa kalkıp çantamı ve telefonumu aldım. Beremi takıp telefonumu çantama koydum. Mercan bir şeyler söylüyordu ama pek hâkim olamadım. Bir kaç şey duymuştum sadece. "Şunlara karışma Mustafa. Bırak çocukları." Bundan şunu çıkarabilirdim ki, Mihri'nin hayatında biri var ama Mustafa abi dediği kişi buna karşı. Bu hikaye böyleyse beni üzerdi. Bir yerlerden tanıdık geliyordu. Keşke de gelmeseydi. Ama zihnim unutamayacağı şeyleri asla unutmazdı bunu da unutmuyordu. Abim ve sevdiği kadının aşkını engel olan kişiler... Sonu felaketle bitmişti. Kimse böyle olsun istemezdi ama sonuç olan tek bir sebep vardı. Onların engel olmasıydı. Ne bir destek çıkan baba kişisi ne de yolunu açan bir çok kişi. Zahir abim serseri biriydi ama kalbine birini aldığı an o serseriliğinin yerle bir olduğuna şahitlik ettim. Hayatın verdiği sınav insanı değiştiriyordu, zor da olsa kolay da olsa. Mercan'la pastaneden çıkmıştık Mustafa da bizimle beraber çıkmıştı. O kendi yoluna giderken Mercan bana azda olsa bir şeyler söylemişti. Timinden birisi ile Mihri'nin aşk hikâyesi olduğunu duydum. Nasıl bir hikaye olduğunu sormadım çünkü Mercan sormamama rağmen anlatıyordu. Mihri ve Sait. Sait'i tanıyordum. Köy okula yapılan saldırıda adı anılmıştı komutan tarafından, uzun boylu esmer biriydi. Tam dikkat etmemiştim ama güneşten yanan tenini görmek imkansızdı. Mustafa Mihri'nin kuzeniymiş, Mihri'nin annesi ile yaşadığını duydum. Babası ve annesi boşanmış sebebi neydi onu bilmiyorum. Pastaneden ayrılıp eve doğru ilerliyordum. Hava esmeyi bırakmış gibiydi ama yine de soğuktu. Akşam için Mercan, Mihri, Tahir ve ben beraber gidecektik. Umarım orada da bir olay çıkmazdı, benim bastığım yer olayla başlıyordu zaten. ********* "Oğlum umudu kes demiyoruz ama biraz uzaklaş da!" Elindeki demli çaydan bir yudum alarak konuşuyordu Aziz. "Komutanım olmaz yav yapmayın. Ben size öyle diyor muyum hiç." Sait'i üzüntüsü yüzünden beli oluyordu. Timdeki herkesin sessizliğini bozuyordu Sait ve Mihri'si. "Alaz komutanım siz bir şey söyleyin bari Mustafa komutanıma. Uzaklaştırıyor benden Mihri'mi." İsyankar sesi askeriyinin arka bahçesinde yankılanıyordu. Geçen askerler çıkardığı isyana bakıp önüne dönüyordu. Mustafa'nın Mihri'ye abilik yapıyordu oysa, onu herkesten uzak tutuyordu. Babası gittikten sonra yıkılmıştı Mihri kimsenin onu koruyamayacağına inanıyordu. Ama Mustafa ona hem babalık hem de abilik yapmak istemişti. Amcası gittikten sonra bir daha aramamıştı Mihri'yi. Birine haber atıp iyi olup olmadığını bile sormamıştı. "Bilmiyorum Sait sorma bana bir şey oğlum." Demişti sessiz ve dalmış olduğu uzun ağaca bakarak. Elindeki çay bardağından bir yudum alıp konuşmuştu Asu. "Mustafa'ya birini ayarla o zaman size karışmaz." Sakindi Asu, ayak ayak üstüne atmış havanın tadını çıkarıyordu. "Gerek yokkine. Hakkari'nin yarısı onu tanıyor zaten. Takılmalık diye anılıyor ortalıkta." Demişti Aziz gülerek. Timin yarısı gülerken Sait efkarlıca elini başına atmış yerdeki taşla bakışıyordu, Asu ise sessizce elindeki çayı içiyordu. Alaz komutanın gözleri hala ağaçta takılı bir şekilde kalmıştı. Şuan sessizliği bozan kimse yoktu. Herkes kendi halinde takılıyordu. "Komutanım sizi de bir dalmış görüyorum. Hayırdır inşallah?" Diye sordu bir kaşı havada imalı bir şekilde Aziz. Alaz ses etmedi, gözlerini kıpırdatmadı bile. "Komutanım?" Diye tekrar etti kendini Aziz. Aziz komutanın sessiliğini bozmak istemedi sustu. Bozarsa 61 tur koştururdu. "Akşam Kızıltepe aşiretinin düğünü var komutanım. Bizde davetliyiz. Reşit Ağa bizzat size haber vermemi söyledi." Demişti Asu. "Gitmiyoruz." Dedi tek seferde ve net bir şekilde. Başını çevirip time baktı, tim de ona bakıyordu. "Siz gidin ben gelmiyorum. Sorarsa işi vardı dersin." "Beni soracağını sanmıyorum ama sorarsa işi vardı dersiniz." Demişti Attila. "Aha geldi!" Aziz'in sesinde eğlence vardı. Saçlarını taramayı kesip lacivert sarı yarağını yakasında bulunan cebe koydu. Sait göz ucuyla bakıp gözlerini çekti, yana doğru dönüp küs misali çevirdi başını. Mustafa ellerini cebinden çekip yanda bulunan başı boş tahtadan sandalyeyi alıp oturdu. Aziz bunu fark ettiği an sessiz bir gülüp atıp gözlerini tekrar Mustafa'ya çevirdi. "Selamün aleyküm." Dedi derin bir nefes vererek. Aziz, "Ve aleyküm selam." Asu, "Aleyküm selam."
Mustafa önce Sait'e sonra Azize baktı. "Bir Mihri'ye bakayım dedim." Derin bir nefes verip önüne döndü. Sait yüzünü çevirmedi bile. Özlemişti bir haftadır görmüyordu sevdiğini. En son gördüğünde evinin balkonundan sarkan sepete çikolatalar koyuyordu. Karşı apartmanda oturan Mustafa komutanı buna şahitlik etti. Dışarıya çıktığında sokak sokak onu kovalamıştı. Mihri balkondan Mustafa abisine öfke yağdırıp ağlamakla bir yüzle içeriye girmişti. O gün o gündür birbirlerini görmemişlerdi, telefon ile idare ettiriyorlardı. Asu, "Eee nasılmış." "Olaylı biraz." Sait başını Mustafa'ya çevirdi. Sormamak için zor tutuyordu kendisini. Ne olmuş? Biri mi karışmış? Ne olayı? Kaşları kalkık sessizce birinin sormasını bekliyordu. Aziz, "Ne olayı?" "Müşteri sorunu diyelim. Ben olsam gelişi güzel döverim de. Benden bir yumruk yetti adam." Başını sağa çevirip, "Gerisine gerek duymadım." Sait'in merak ettiği bu değildi. Mihri'ydi. Sabırsızca konuşmasını bekliyordu Mustafa'nın. "Oğlum düzgün anlatsana lan." Diye çıkıştı Aziz. "Oğlum diyorum ya ben döverim ama adam zaten yemişti yumruğu tekmeyi." Etkilenmiş gibi başını yan doğru sallayıp doğrultu. "Hayır bu yetmedi bir de üzerime itildi." Abarta abarta anlatıyordu Mustafa. Her şeyi abartarak anlatan biriydi zaten. Elini bacağına vurup geriye yaslandı. "Bizim hocayla Mercan arkadaşmış." Alaz gözlerini dalmış yerden çekip Mustafa'ya çevirdi. Bunu biliyordu zaten. "Bu köy okulundaki öğretmen adamı benim yerime pataklamış zaten. Adam hocaya küfür ettiği an ben oradaydım. Daha fazlada döverdi belli, ama merak etmeyin ben yine el attım olaylara." Derin bir nefes vermişti. Alaz kaşları çatıkken kalbinin sıkıştığını hissetmişti, adı anılmıştı nasıl kalbi sıkışmasın ki? Mustafa'nın anlattığı konuyu dinlemiyordu, umursamıyorduda ama konu ona gelince dinlemeye başladı. Gözleri bir anda parlamaya başlarken bir yandanda sinir kutusu dolmaya başlıyordu. Mercan'la aralarının olduğunu biliyordu aynı apartmanda yaşadıklarını da. "Ne olmuş tam olarak." Diye soruyu yeniledi Alaz. Mustafa ve timin gözleri Alaz'a döndü, ne merak ne de kelime geliyordu ondan ama şuan merakta onda konuşmada. Mustafa bir kaşı havada, "Komutanım... Küçük bir mevzu dedim ya." Dedi hafif gülerek ellerini iki yana açarak. "Suna adama bir yumruk, sonra bir tekme işte." Diye özet geçmişti. Alaz Mustafa'nın ağzından Suna çıkmasına birazda olsa yükselmiş gibiydi. Ciddi ve net bir ses tonuyla, "Suna öğretmen de oğlum." Mustafa'nın ne kadar çapkın olduğunu biliyordu. Şimdiden kulağını çekmeliydi yoksa sonradan çekmekle yetinmeyecekti. Timin etrafında uçuşan merak ve hayrola bakışını fark etmişti Alaz. Time sert bakışlar attıp susturmuş tüm gözleri ondan çekmişti. Herkes etrafa bakarken Mustafa susmamıştı. Alaz çenesini okşayıp olayı beyninde canlandırıyordu. Bir yandan hayran kalmışlık, şaşkınlık, merak ve korku içindeydi. Sessizliğinin ardında gizli küfürleri herhangi bir duvara edebilirdi ama şuan ayakları kalkıp ona gidecekti. Ama zordu Suna nasıl bir tepki verirdi bilmiyordu, öfke mi yağdırırdı yoksa, tepkisiz kalıp tüm öfke sınırını dört duvar içinde mi yaşardı. Dört duvarda yaşamak zordu. Suna bunu çok kez yaşadı buna şahitlik eden bizzat kendisiydi. Alaz Çakır Kayaoğlu. Öfkesinin ne derecede olduğunu bilmiyordu, eskisi gibi tatlı mı yoksa şuan ki kadınsı hâli kadar sert mi? Aklında ona dair sorular doluydu, hâlâ merak ettiği şeyler vardı. Her an tutmak ve asla bırakmak istemediği elleri, sesi, kokusu, teni her zerresini merak ediyordu Alaz. Ateşini merak ediyordu. Mustafa, "Mercanlar da gidecekmiş. Reşit Ağa Suna'yı de bizzat davet etmiş." Gözleri birden yanlış cümle kurduğunu anladığı için Alaz komutanına dönerek, "Suna öğretmen yani komutanım." Boğazını temizleyip, "Beritan'ın öğretmeniymiş." "Gidelim o zaman komutanım." Sait orada Mihri'yi göreceğine emindi sessizliğini bozan da bu olmuştu. "Sen gelmiyorsun, sen Alaz komutanımda işin çıktı listesine ekliyorum." Demişti Mustafa işaret parmağını yüzüne sallayarak. Sait takmamıştı. Gidecekti. Onun emri değil Alaz komutanın emri geçerdi, ya da Attila komutanı, Savaş komutanı hâlâ ortalıklarda yoktu o burada olsa derdini anlatırdı en azından Savaş komutanı evliydi aşk işlerinden anlardı. Muhtemelen eşi ile beraber alışveriştelerdir. "Gidiyoruz." Ağaya kalkıp time bakarak. "Herkes akşam hazır olsun. Aziz sen ayarla arabayı." Dar siyah kazağın altından dev cüssesi nefes alıp vermişti iri yapılı biriydi Alaz. Gençkende öyleydi şimdi ise daha uzun daha heybeli bir bedene sahip olmuştu. Aziz donup kalmış gibiydi gözleri sadece hareket halinde gezindi timin üzerinde en sonunda Alaz komutanın da durmuştu. "Komutanım emredersiniz de. Kamyon getirsem iyidir. Benim Tofaş tamirde malum." Mustafa, "Senin Tofaş bizi taşımaz oğlu sen bindiğinde araba kendinden geçiyor zaten bir o yana bir bu yana diye sallanıp duruyor." "Babamın arabası oğlum değerli lan." Dedi başını yana ya sabır misali çevirmişti. "Ne buluyorsan bul lan! Herkes hazır olsun." İşaret parmağını timin üzerinde sallayıp hızlı adımlarla ilerlemişti. Korkuyordu. Reşit Ağa'nın yanı ona göre en güvenli yerdi. Adam köy saldırızında bile sonradan gelip bizzat kontrol etmiş tüm hasarları gindermişti. Köyde ondan habersiz kuş uçmazdı. Mardin'de adı anılan aşiret Ağa'sıydı. Asıl kökü Mardin'de ama kendisi köyünde kalmak burada son ömrünü vermek istiyordu. Ama söz konusu Suna ise herkese olan güveni devrilip giderdi. Başına birinin bela olması, ya da bilmediği bir yerde kaybolması bir yana saldırı olma ihtimali o kadar az ki yok denilecek kadar az, Alaz yine bunu siktir edip gidecekti. İsterse kızsın isterse öfke yağdırsın hakaretler etsin isterse onu orada vursun, sonuna kadar haklıydı Suna. Bunun bilinci ile yanında olacaktı. Onu görür mü ya da tanırımı ki? Bilirdi. Alaz'ı tanırdı. Alaz gitmişti, tim hala ne olduğunu çözmüş değildi az önce gitmiyorum diyen komutanları bir anda gidiyoruz demişti. "Bir şeyler var ama." Dedi başını düşünür gibi çevirip giden komutanın ardından bakan Mustafa. Asu, "Bu işin sonu nereye varacak çok merak ediyorum." Demişti hâlâ ciddi bir yüzle. "Suba değil Suna öğretmen..." Diye tekrar etti Mustafa. Attila, "Çokça boka karışma, çokça boka bulanırsın Mustafa." Ayağa kalkıp giden komutanın ardından ilerlemişti. Aziz seslice kendi kendine nereden araba bulurum diye düşünüyordu. Timin aklında dönen sorular oluşmuştu, bu soruların cevabını yakında alacaklarına Asu emindi. ********* Saat akşam yediye varıyordu. altımda İspanyol paça bir pantolon, üstüme ise beyaz üstümü saran bir badi vardı. Ağaçlı kolye mi Trabzon dışında her yerde giyebilirdim belki. Giymiştimde. Yüzüme sade bir makyaj yapmıştım makyajım varla yok arası bir şeydi. Siyah trençkotumu giyip siyah bej rengi botlarımı giymiştim. Aşağıya Mercan ve Mihri ile beraber inmiştik. Tahir arabasına konulmuş bizi bekliyordu. Yol boyunca konuşmuşları belkide bir ben sadece bir kaç cümle kurmuştum. Her zaman dinleyen taraf olmak güzeldi benim için. Köye vardığımızda bizi zılgıt sesleri karşıladı geniş büyük bir konağın geniş kapısında gelenleri karşılayanlara baktım Roji hanımı tanıyordum yanında yaşta büyük bir kadın vardı orta yaşlarda mor bir yöresel elbise giymişti. Çoğu genç kızın elinde mendil bulunuyordu. Önden ilerleyen Roji hanım durmuştu onunla beraber bizde durmuştuk. Bize ayırtığı yere geçerken gözlerim bir yandan da etrafta gezindi. Bizi en köşe her yeri görebileceğimiz bir konuma getirmişti. Yerime geçerken havanın dışarısı kadar içerinin soğuk olmadığını hissettim. Trençkotumu indirim oturduğum sandalyeye bıraktım. Tam ortada oynayanların etrafını saran masalar bulunuyordu. Hepside dikdörtgen şeklindeydu uzun ve genişti. "Hoş gelmişsiniz hoca hanım sefalar getirmişsiniz." Dedi yanıma gelen beyaz bıyıklı adam. Kim olduğunu elini tutmuş olduğu çocuktan anladım. Beritan'ın elini tutmuş yanımdaki sandalyeye Beritan oturtmuştu. Elim Beritan'ın jöle ile taranmış saçına gitti. Gülümseyerek, "Hoş bulduk Reşit Bey." "Hoş geldiniz hocam." Beritan bana gülümseyerek bakıyordu. "Hoş bulduk canım. Nasıl yakışıklı olmuşsun sen öyle." Dedim tebessüm ederek. Eli saçlarına gitmişti geriye doğru havalı bir şekilde attıp, "Her zaman ki gibidir hocam." Gülmüştüm bu kurduğu cümleye. Reşit bey Beritan'ın yanına konulup düğünü seyretmeye başlamıştı. İçimi saran ılıklık yerini bulmuştu nefret ediyordum sıcaklıktan şimdi ise içim ılıktı. Derin bir nefes alıp gözüme çarpan öğrencilere baktım. Yüzüm tebessüm ile gülmüştü. Kendi aralarında halay çekmeye çalışıyorlardı birbirlerine öğretiyorlardı. Yanda Mihri'nin sesini duymuştum. "Cidden gelmiş!" Demişti sesini zor duyuyordum. Kimden bahsettiğini öğrenmek için başımı çevirip geniş kapının girişine baktım. Mustafa'nın ve yanında bir kaç adam vardı. Bizi görmüş olmalı ki heyecanla elini kaldırıp sallamıştı. Ama Mihri Mustafa değil onun hemen yanında duran genç adama bakıyordu onunda gözleri Mihri'nin üzerindeydi. Mihri giymiş olduğu bej rengi bol kazağın sağını solunu düzeltip heyecanla bakmaya devam etti. Roji hanım Mustafa ve yanında duran kişileri bizim yanımıza getiriyordu. Derin bir nefes alıp tim olduklarını düşündüğüm kişileri inceledim. Yanlarında iki tane kadın vardı Mustafa ile beraber de beş erkek bulunuyordu. "Selamün aleyküm." Dedi Mustafa geniş ağızlı bir şekilde. "Aleyküm selam Mustafa." Hiç umursamıyordu Mercan yüzünü çevirip kadınlara baktı. "Hoş geldiniz Asu." Tebessümü şimdi ortaya çıkmıştı. "Hoş bulduk." Siyah bir şal giymişti, üzerine bol bir kazak ve mont vardı altında ise bol siyah bir kot pantolon. Beyaz tenini ardında gizli ela gözler bulunuyordu. Güzel kadındı. Herkes yerleşmişti, yan yana sıralanmış sandalyelere konulmuşlardı Sait Mihri'den uzak bir yere oturmuştu, Mihri'nin yanında ise Mustafa hiç şaşmamalıydı. Konuşmalarına bile izin vermemişti. Derdi neydi bunun anlamış değildim. Timin yarısının adını öğrenmiştim tanışma konumuna girmemiştik. Sadece kendi aralarında konuşurken kulak misafiri oluyordum. Aziz çok konuşuyordu, Attila kendi çapında etrafa göz gezdiriyordu, Sait göz ucuyla Mihri'ye bakmaya çalışıyordu, Savaş hamile olan eşi ile bebek gibi ilgileniyordu üç aylıktı eşi Esra. Zılgıt sesleri yükselmişti gelin ve damat halayı başından tutmuşlardı, erken evlenmelerinin nedeni asıl kızın hamile olmasıymış, kulağıma gelen bunlardı Londra işi ve hamilelikti. Mercan yine her şeyi çözüp bana aktarma yapmıştı. Yanımda oturan Beritan'ı aradı gözlerim arkadaşlarıyla beraber saçılan paraları topluyordu. Yanıma konulan bedene göz ucuyla baktım, gri bir takım elbisenin içinde ki adam bana bakmıyor gözleri etrafı geziniyordu. Önümsemedim önüme bakmaya devam ettim. Düğünün çabucak bitmesini istedim, içimde ki ılıklık yerli yerindeydi ve bu çok can yakıcıydı. "Beritan'ı öğretmeniydiniz değil mi?" Diye sordu yanımda oturan adam. Gözleri bende değildi, yan profilini inceledim, geniş omuzlu sert çene hatlarına sahipti esmer tenine karışmış olan siyah saçları, kimdi bu? "Evet." Başını onaylarcasına sallamıştı. Önüme dönüp derin bir nefes aldım. "Hocam." Demişti Ayşe. "Efendim." Gülerek elini tutmuştum. "Ne oldu?" "Sizde gelsenize." Gözlerimi hemen hızlıca açıp başımı iki yana salladım. "Ben. Daha neler. Ben bilmem oynamayı Ayşecim. Siz gidin oynayın hadi." Fatma, "Lütfen birazcık." Demişti iki parmağı ile azıcık der gibi. "Ben bilmiyorum ayrıca sevmiyorum oynamayı." "Yardımcı olurum." Kalın sesin geldiği yöne çevirdim başımı yanımda oturan adamdı bu. Beritan'ın adamım elinden tuttuğunu gördüm. "Emim çok iyi halay çeker. O yardım eder size." Emim? Amcası olmalıydı, gözleri benim yüzümdeydi, yüzü sert bakıyordu belki de yüz hatları öyle gösteriyordu. Yanımdaki Mercan kolumdan dürtüp hadi kalk demişti resmen yüzüne bakıp yapma der gibi baktım imalı imalı bakmaya devam ediyordu. Yapamazdım ben bir horan bilirim başkada bir şey bilmezdim. Ayşe bir elimden tutmuş Fatma da diğer elimden tutmuştu. "Azıcık oynayalım hocam." Beritan'ı amcası ayağa kalkmıştı bile bende el mecbur ayağa kalkıp önden çocuklarla ilerlemiştik. Beritan'ı amcası arkadan, "Kolay bir halay türü, bir adım öne sonra geriye." Halayın baş mendilini tutan genç kız başını eğerek mendili adını bilmediğim Beritan'ı amcasına vermişti. Kız geriye çekilmişti. Çocuklar önümde kendi hâlinde halay kurmuşken adam benim onun elini tutmamı beklemişti. İstememiştim, bekledim. Derin bir nefes aldıktan sonra yanına yaklaşıp elini tutmuştum, yanımda duran genç kız bana bakıp gülümsemişti bende ona karşılık verip küçük bir gülümseme attıp önüme döndüm, Mercan bana gülümseyerek bakıyordu başımı iki yana olumsuz anlamda sallayıp yanımdaki adama baktım, boyu uzun bir adamdı kolay bir halaydı bana bakıp yardımcı olmuştu. Bir kaç denemeden sonra rahatça yapmaya başlamıştım, öğrenciler bana bakarak karşımda halay çekiyordular. Şuan tüm gözlerin bizde olması normal değildi, Reşit Ağa bile gülerek teyiflice bize bakıyordu, genç kızların hayran olduğu adam yanımda duruyordu. Çoğunun gözünün üzerimizde olması sinir bozucuydu gözlerimi yanımda mendil sallayan adama çevirdim. Bakışları net ve dikti. "Bize bakıyorlar." Cevap net ve hızlıydı. "Halay başı olduğum içindir." Kaşlarım çatık bir şekilde önümdeki öğrencilere döndü, Beritan amcası gibi halay başıydı elinde kırmızı bir mendil bulunuyordu. "Neden ilk defa mı halay başı oldun?" Diye bir soru yönelttim. "Sayılır. Evet olabilecek kadar yüksek." Sessiz kaldım önüme dönüp başımı eğdim. Aramıza giren elle başımı yerden kaldırıp ellerimize baktım. Elimi tutan kişinin kim olduğunu bilmiyordum. Bir eli elimi sıkarken içimdeki ılıklık arttı, gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım. Şimdi içimdeki ılıklık yok olup gitmiş yerine ise alevler konulmuştu. Kaşlarım anlamsızca çatık içim ise sıcaktı. Oydu. Yıllar sonra karşımda duruyordu. Gözlerinde alevler vardı, benden çekti gözlerini elimi tutan adama çevirmişti gözlerini. Sertti bakışları eskisinden daha sert bir yüze sahip olmuştu. Elimi hızla çektim. Halaydan çıkıp öne attım kendimi. Bedenim şaşkınlık içinde titremeye başlıyordu, bu öfkeden ve hayal kırıklığındandı belkide. Bakmadım yüzüne hala öylece orta yerde yere dalmış bir şekilde duruyordum. Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. Elimi tekrar tutmuştu, oydu. Sıcaklık verende oydu. Alaz Çakır Kayaoğlu... Benim hayal kırıklığımdan başka bir şey olmayan o adam. İlerledi. Şuan tüm gözler üzerimizdeydi. Elimi çekiştirmek istedim ama bedenim izin vermedi hala şaşkın ve dalmışlık içindeydim. Masaya getirmişti beni. Timin hepsi ayağa kalkmış ne olduğunu anlamadan bize bakıyordu. Aziz, "Komutanım neler oluyor?" "Suna iyimisin?" Diye sordu Mercan. Değildim hiç iyi değildim. Elim titremeye başlamıştı, öfkem komalık ederdi beni. Sevmezdim öfkelenmektem nefret ederdim. Hep incitirdim kendimi saçlarımı yolardım, sabahlara kadar ağlar yüzümü kıpkırmızı gözlerimi ise şişirirdim. Öfkem en büyük zaafımdı. Trençkotumu ve çantamı almıştı. Tekrar elimi tutacağı an geri çektim. Öfke dolu bakışlarımı ona çevirdim. Çekip gitmişti ansızın hayatımdan şimdi ise karşımda ve hayatıma karışıyordu. Neydi bu? "Gidelim... Öfkeni boşaltırsın bana." Elimden tekrar tutmuştu. Geri çekmek istedim ama izin vermemişti. Sessiz bir şekilde, "Yalvarırım çıkalım şuradan, yoksa Trabzon damarım turan adamı kurşuna dizerim." "Ney?" Dedi Mustafa harfleri uzatarak. "Yolunu sikerim Mustafa sus!" Gözlerini bana çevirip yalvarırcasına baktı. Başımı iki yana sallayıp, geriye çekildi, öfkem git gide yükseliyordu bunu yaşarmaya yakın olan gözlerimden anlamıştım. Neden buradaydı ki? Sessiz kaldım etraftakiler bize bakıyordu düğün ne kadar devam etse de çoğunun gözü bizdeydi. Yanımıza yaklaşan Reşit Ağa'ya baktım. "Neler oluyor komutanım?" Demişti Reşit Ağa. "Bir şey yok. Hadi Suna." Beritan'ın amcası karşımızda sert bakışları ile duruyordu elimi tutan Alaz'a bakıyordu. "Bir sorun mu var?" Demişti gözleri bir bana birde Alaz'a dönerek. "Yok." Sesi oldukça kalın ve sert çıkmıştı. Elimi çekmeye çalıştım ama izin vermiyordu, sert tutmuyordu ama teni tenime değdiği için canımı acıtıyordu. Gözleri bana dönmüştü. "Gidelim. Yoksa laz damarım tutar." "Elimi bırak o zaman!" Diyerek elimi geri çektim. Tutmuş olduğu trençkotumu alıp giymiştim. Çantamı alıp arkama bakmadan ilerledim. Onunla gitmeyecektim. Bir saniye dahi aynı ortamda bulunmak istemiyordum. Yoksa sinir krizi basardı bedenimi. Biliyordum. Arabaların olduğu bölüme doğru ilerliyordum nereye gideceğimi dahi bilmiyordum. Arkamızdan Tim beraber geliyordu. Yapardı biliyorum öfkesini eskiden bir tek ben yönetebilirdim. Ne derecede bir öfke kontrolü olduğunu çok kez görmüştüm. "Suna nereye?" "Cehennem dibine!" Diye kükredim derin nefeslerin ardından. Mercan, "Suna bir dur kuzum konuşalım neler oluyor ya?" Sessiz kaldım boş yolun gidişine ilerliyordum. Köy çıkışına doğru gidiyordum. Ardında benim okulum bulunuyordu. Hava saçlarımı sertçe uçuruyordu öfkemde uçsun istiyordum biliyordum çünkü nefesim kesilirdi konuşamazdım. Arkadan bir tek onun ayak sesi geliyordu. Diğerleri durmuş gibiydi. "Nereye gideceksin Suna. Yürüyerek mi eve varmayı düşünüyorsun?" "SANANE!" Arkamı dönmeden öfkeyle bağırdım. Şimdi değil Suna. Sakin ol. Elimi kalbime attım kalmış olduğum kolyeye değmişti elim öfkeyle çekip yere savurdum. Durmuş kolyeyi alıp tekrar arkamdan ilerliyordu, istese üç dört adımda yanımda olurdu, ama yapmıyordu. İçimdeki ılıklığın asıl sebebi senmiydin Alaz. Sen mi benim içimi ısıtan kişiydi. Yanımda olduğu an içimde sıcaklık oluşurdu. Ama ben soğukluğa ve buzluğa alışmıştım. Ben Alaz'sız bir hayata alışmıştım. Şimdi neden geldi ki? Ne diye karşıma çıktı ki? "Suna gidecek yerin yok dur." "Siktir git!" Haklıydı gidecek yerim yoktu. Durdum. Uçuşan saçlarımı geriye savurup bekledim gözlerimi bir kaç saniyeliğine kapatıp derin bir nefes aldım, boğazıma takılan düğüm ile elim bu sefer de boğazıma gitti. Gözlerimi açıp dikçe durdum. Arkamı dönüp bana bakan adama baktım. Oydu. Gözleri karanlıkta bile parlıyordu, konaktan saçan ışıklar yolu aydınlatıyordu. Bir adım attı. Ona sadece beni zor günlerinde yalnız bıraktığı için öfkeliydim, ayrıldığı için değil. Ayrılsa bile hayatımdan çıkma isteğini istememeliydi, arkadaş kalabilirdik. Bir ihtimal. Aynı çocukken arkadaş kaldığımız gibi. Gerçi yalan yoktu küçük Suna ona kafayı takmıştı. Gözlerinde ona karşı sevgisi doluydu. Evlenelim biz büyüyünce tamam mı? Diye emir verirdi. Alaz gülerdi sadece, bakarız derdi. Aklıma gelen her şeyi yutmak istedim bir köşeye def etmek istedim. Olmadı, o karşımda olduğu sürece zordu. Geçmişim tam olarak karşımda duruyordu. Her şeyiyle karşımda. Trabzon'un heybetli genci gitmiş yerine daha da heybetli biri konulmuştu. Boyu daha da uzamış gibiydi. Saçları asker tıraşı, çene hatları olması gerektiğinden daha sert ve erkeksi duruyordu. Değişmiş miydi? Biraz. Rüzgar Trabzon kadar sert ve hırçın değildi. Saçlarım uçuşuyordu yüzüme dalan saçlarımı geriye savurdum. Hâlâ bakıyordu. Gözleri her bir yanımı inceliyordu, görebiliyordum. Özlem vardı o gözlerde çatık kaşlar bir şeyden korkuyor gibiydi. Umudum, özgürlüğüm, en sonum dediğim adam karşımda duruyordu. Ama ona karşı içimde bir hiçsizlik vardı. Ona karşı içimde derin bir acı vardı. Öfke doluydum belkide. Ama bunu ona yansıtmak istemiyordum. İstenmedim, yapamadı gitti. Zorla tutulsaydı daha kötü olurdu belki sonumuz. Boş verdim. Arkasında duran Mercan'lara baktım. Tahir, Mercan ve Mihri duruyordu. Tim bize dik dik bakıyordu umarsamadım. Derin bir nefes alıp ilerledim. Yüzüne bakmadım. Gözleri benim üzerimdeydi hissedebilmek zor değildi. Yanından geçince burnuma derin sigara ve yayla kokusu gelmişti. Hâlâ yayla kokusu duruyormuydu üzerinde? Cidden kokusu değişmemişti. İlerledim. Arabaya doğru gittiğimi gören Mercan'lar arkamdan geliyordu. "Neler oluyor Suna? Bir şey anlatsana kızım ya!" Tedirginlik akıyordu sesinde bir yandanda merak ediyordu. Sessiz kaldım. Tahir arabayı anahtar ile açmıştı. Arkadan gelen sesle arkamı dönme isteği baskın geldi. "Hoca hanım nereye böyle düğün bitmemiştir." Demişti Reşit Ağa ve yanında duran Beritan'ı amcası ve annesi. "Benim için bitti Reşit Bey. Her şey için teşekkürler." Hiç bir şey demesini beklemeden arabaya bindim. Mercan'lar arkaya binmişti Tahir ses etmeden arabayı kullanıp yola konulmuştu. Göğüsüm inip inip kalkıyordu. Nefesimi düzene sokmayı hala öğrenmiş değildim. Tek bir düzen vardı oda karşımda duran adamdı. Ama o kendi elleri ile düzeni altüst etmişti. Git demişti şimdi ise o karşımda duruyordu. Ben mi ona geldim yoksa o mu bana geldi. Hakkâri de olduğunu bilsem bir adım dahi atmazdım. Gelmezdim buraya. Ama buradaydı, ve ben kendi ayaklarımla ona gelmiştim. Her şey bir acıyla başladı, onun acısı benim acım oldu benim acım onun acısı oldu. Çocuk yaşta alışık olduğum yüze, her dakika bakmak istediğim yüze şimdi bakmak zor oluyordu. Sesini duyayım kendimi güvende hissederim diye penceremin altına gelen küçük çocuk şimdi karşımda dev bir adama dönüşmüştü. Çocukluğu beni korurdu, belki canı acırdı benim yerime dayak yerdi küçük Alaz. Ama şimdi ki Alaz'ın gözünde o yoktu. O gittikten sonra acılarımı derine gömdüm görebileceğim bir yer gömmüştüm. Her acıyı ertesi gün unutan bir çocuktum, ama artık öyle olmamaya başladım. Acılarımı gözümün önünde tutmaya devam ediyordum. Alaz... O en derinlerde gömülüydü. Oradan çıksın istemezdim. Çıkmayı bırak Alaz Çakır Kayaoğlu... Benim çocukluğum diye tanıttığım adam karşımda duruyordu. ********* 🥀🪶 Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin canlarrr!!! İns:larasuof |
0% |