Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm

@larasu

 

Korkuyordu. Elleri titriyordu, bedeni küçük. Bu küçük beden bunlara nasıl dayanıyordu ki? Alışmıştır belki, ama her başladığında bu korku ruhu bedeninden kopacak gibi oluyordu. Ellende tutmuş olduğu somunun içine çilek reçeli sürmüştü annesi. Elleri kulağına gitti kapatmıştı kulağını.

 

 

"La la la la laylaylay."

 

 

Aşağıdan kötü sesler geliyordu. Duymaması şahit olmaması gerekn seslerdi bunlar.

 

 

"La la la la laylaylay." Kulakları sadece bu mırıltı ile çalıyordu, tüm sesleri kapatıyordu.

 

 

Annesi Şehnaz eşinin alkollün etkisinde olduğunu bildiği için sessiz kalıp her şeyi alttan alıyordu. Ama nafile. Cahit yine eşine ve oğluna zarar veriyordu. Küçüktü oğlu Suna gibi.

 

 

"Yapma Cahit indir onu!" Şehnaz yöne göz yaşı döküyordu.

 

 

"Dokunma anneme!" Babasını ittiyordu ama gücü yetmiyordu, küçüktü oda kime gücü yetebilirki. Zahir de öyleydi elleri küçük siniri ise yaşından büyüktü.

 

 

Baba onu tek hamlede bir köşeye itmişti. Annesi ayağa kalkıp oğlunun yanına gitti onu yerden kaldırırken baba elindeki kemeri yere bırakmıştı bile. Bedeni yatağın üzerine çökmüştü. Annesi yüzüne bakıp avuç içine aldı oğlunun yüzünü.

 

 

"Yok bir şey." Hemen ayağa kaldırıp lanet ettiği bu odadan dışarıya çıkmıştı.

 

 

"Al kardeşini. Çık dışarıya oyun oynayın." Merdivenlerden hızla çıkmıştı annesi oğlunun elini bırakmadan.

 

 

Suna'nın gözleri kapalı elleri kulağında dilinde ise aynı mırıltı vardı.

 

 

"Sunam. Güzel kızım hadi gel." Dedi diğer eli ile kızının elini hızla tutarak. Hiç bekledemedi. Çocuklarını merdivenden indirip. Kapıya doğru gitti. Gözlerinin ardında gizli yaşlar vardı saklıyordu. Akacaktı o yaşlar. Bekliyordu zaten. Ama çocuklarının yanında değil. Güçlü kalmaya çalışıyordu oda korkuyordu eşinin bu davranışlarından. Ama elinde değildi ne yapabilirdi ki? İkisi de birbirine sevmedi. Sevgisiz başlayan bir evliliğin sonu nasıl gidebilirdi ki? Sonradan oluşur sevgi denirdi, yalandı. Birinin aklında ve yüreğinde başka biri vardı. Diğeri ise sessizce kabullenmişti.

 

 

"Hadi siz gidin oyun oynayın. Çocuklarına ayakkabılarını giydirip dış kapıyı açmıştı. Alt sokakta oynayan çocukların yanına göndermişti çocukları. Kapıyı kapatır kapatmaz dizleri yeri boylamıştı kumral uzun saçları iki yandan düşmüştü. Elleri zemine dokunup zorla tutmuş olduğu yaşları sırasıyla akıtmıştı Şehnaz. Tırnakları tahta zemini kazıyor gibiydi, inleyemiyor çığlık atamıyordu, onun yerine elleri çığlık atıyordu, tırnaklarının arası kanayacak kadar sertti elleri. Ona acımıyorlardı o kendine nasıl acısın ki?

 

 

Çocuklarından gizliyordu babanın görünmeyen yanını. Ama bilmiyordu ki sesler çocukların kulağında yankılanıyordu.

 

 

"Allah benimle beraber senide bu hayattan alıp götürsün... Çocuklarının ahıyla yan Cahit!" İçindeki sesi dışarıya yansıtıyor Şehnaz. İçinde yanan alev ile yaşamak zordu, eşi olacak adam ona hayatı zehir etmişti, şimdi ise çocuklarına zehir olacak diye ödü kopuyordu Şehnaz'ın.

 

 

Odaya çıkmak istemiyordu o adamın yüzünü görmek bir yana, nefesini dâhi hissetmek istemiyordu. Kimse duymuyordu onun içindeki çığlığı, yüzüne yansıtmıyordu. Nefret birikimi vardı içinde, çamurdan oluşan su birikimi, Cahit'i oraya gömek istiyordu. Nefret ediyor ama bir adım geriye çıkamıyordu. Arkasında dayandığı bir dağ yoktu. Annesi ölü, babası ise yatalak bir adamdı.

 

 

İstemedi Cahit denilen adamla evlenmek. Kimsesi yok diye babası onu Cahit'e verdi. Cahit'te istemedi Şehnaz'ı, babası bununla evleneceksin dedi oda ses etmedi. Belkide tek sorun budur, sessiz kalmak. Sessizce inlemek. Sesini yutmak hayatını yutmak gibidir.

 

 

Ölümü bekliyordu, o ölürse Cahit'te ölürdü. Tek yaşama sebebi vardı. Çocukları.

 

 

*********

 

 

Başlangıçlardan korkardım, sonunun ne olacağını bilemezdim çünkü. Her bir başlangıç, sonu bilinmeyen bir yaraya giderdi. Bende o korkuyla hiç bir yeniliğe başlamazdım. Hakkâri de ki başlangıcımın sonu ise o adamla bitti sanırım. Ya da daha yeni başlıyor da olabilirdi.

 

 

Sessizdi sokaklarda ilerliyordum, yağan yağmur azdı ama rüzgar sertti. Başım eğik bir şekilde sokağın kaldırımın da ilerliyordum. Aklım hâlâ dün deydi, kurduğum cümleler de yerli yerinde duruyordu. İçimde dünden kalan bir kıvrılma vardı. Bunun üzerini ne kadar kapatmaya çalışıyor olsam da zordu. Cidden içimde ona karşı hâlâ bir şeyler var mıydı? Öyle bir duygunun olma ihtimalinden korkuyordum. İçimdeki yangının üzerine soğuk buzdan sular dökmek istiyordum. Ona karşı hissedebileceğim tek bir şey vardı, oda hiçsizlikti. Ona yakışan buydu. Onu bir hiç olarak görmek.

 

 

Beni kendi ateşinde yakmıştı, üstüne üstlük cümleleri barut olmuştu. Ben yanarken kendisinin içinde bir merak duygusu bile yokmuş. Suna nasıldı? Suna ailesiyle nasıl yaşıyordu şuan? Suna mutlu muydu?

 

 

Sormasın. Aramasın da.

 

 

Pastanenin kapısını açmış içeriye girmiştim, siyah trençkotumun önüne açıp bej rengi siyah dar kazağın önlerini düzelttim. Başımı kaldırıp etrafa baktığımda yine müşterilerle ilgilenen o genç çocuk vardı. Adını unuttum, Mercan söylemişti ismini. Çocuğu es geçip karşıya baktım. Gözüme takılan bir kaç kişi ile dudaklarım aralandı. Yine. Ve yine benim bulunduğum yerde yer alıyordu. Elinde ne olduğunu bilmediğim bir nesneyle oyalanıyordu. Mercan'a sadece buraya geleceğime dair bir mesaj atmıştım oda bekliyorum demişti. Bana onun burada olduğunu söylememişti. Derin bir nefes verip başımı sağa eğdim. Ne işi vardı ki burada asker değil miydi görevine çıksın, bu adam boş insan tipi gibi dolaşıyor çevremde. Gözlerim bedeninde gezindi, dev cüssesi yeteri kadar dikkat çekiyordu boyuna değinmek bile istemiyordum. Arkamı dönüp yüz göz olmamak için direk çıkmak istedim ama adımın çağrılması ile durakladım.

 

 

"Suna!" Mercan'ın sesiydi bu.

 

 

Arkamı yavaşça dönüp baktım. Üzerime doğru geliyordu Mercan. Yüzünde güller açmış gibiydi. Ona karşı sadece küçük bir gülümseme yaratmıştım.

 

 

"Hoş geldin."

 

 

"Neden onun burada olduğunu söylemedin." Sessiz ve hiç beklemeden.

 

 

Kaşları çatıldı, mala yatıyor gibiydi arkasını dönüp etrafa baktı.

 

 

"Ha komutandan mı bahsediyorsun. Cidden sen mesaj atmadan önce kimse burada yoktu ama sen mesaj attıktan sonra birden ortaya çıktılar." Kınayıcı bakışlarla bakıyordum Mercan'a.

 

 

Gözlerimi Mercan'ın arkasında, ileride duran adama çevirdim. Gözleri bendeydi, üzgündü bakışları. Kırgınlık vardı. Bende olduğu kadar mı vardı kırgınlık bilemezdim onu. Benim bakışlarım onun bakışlarına karşı sertti, çatıktı kaşlarım, bakışlarımda bir vicdan azabı bile yoktu dün kurduğum cümlelerden ne kadar pişman olmasam da içimde hala küçük bir kıvrılma vardı. Ama onun bakışları benimkine nazaran pişmanlık doluydu. Nereden biliyorsun diye sormayın beni onun her bakışını bilirdim. Ardında gizlenmiş olan duyguyu bilirdim. Hâlâ nasıl onu ezbere bildiğimi bilmiyordum ama. Nasıl hâlâ onu dün gibi hatırlıyorum bilemiyordun. Kendimi kınayıp bakışlarımı Mercan'a diktim.

 

 

"Tamam. O zaman ben gidiyorum biliyorsun beni, aynı ortamda bulunmak istemiyorum."

 

 

"Onun için gitmek zorunda değilsin. Ayrıca o gitsin sen neden gidiyorsun ki." Gaza getiriyordu beni. Az çok tanımaya başlamıştım onu.

 

 

"Gaze getirme beni Mercan."

 

 

Ne alakası var der gibi baktı bana. Koluma girip beni timin bulunduğu masaya doğru yöneltti. İki masayı birleştiren bir masada oturuyordu tim ve Mihri.

 

 

"Uza lan şuradan!" Mustafa hala Sait'le uğraşıyordu. Mihri masanın en son köşesinde oturmuştu Sait ise Mihri'den uzak bir yere.

 

 

Mihri beni görünce ayağa kalkmış yanıma gelmişti.

 

 

"Hoş geldin Suna."

 

 

"Hoş buldum." Bulmadım! Hiç hoş bulmadım. Hemen bir adım arkamda bulunuyordu o. Herkesin gözü bir bende birde arkamda duran ondaydı. Sessiz kaldım ben yine.

 

 

Mercan'ın, "Geç otur." Demesi üzerine geçip oturmuştum Mihri'nin hemen yanına en köşeye. "Ben sana açık çay getireyim."

 

 

Sadece başımı salladım.

 

 

Mercan gitmişti ben yine göz teması kurmadım başımı öne eğip kucağımdaki çanta ile oynamaya başladım. Siyah hoş bir çantaymış, ve şuna farkına varıyordum, ya da varmak istiyordum. Trabzon'dan aldım galiba bunu. Yoksa İstanbul'dan mı?

 

 

"Oğlum darlama lan çocuğu." Aziz'in sesiydi bu. Başımı kaldırıp baktım. Mustafa'ya söyleniyordu, Sait Mihri'ye baktıkça Sait'in ense köküne yapıştırıyordu.

 

 

"Mustafa abi yeter vurma çocuğa artık." Demişti Mihri. Kıyamıyordu sevdiğine. Sait alttan Mihri'ye baktığını gördüm, gülüyordu alttan alttan. Mustafa'nın hiç umrunda değildi duymazdan gelmiş gibiydi.

 

 

Mercan önüme çayı poğaçalarımı koymuştu, yüzüne bakıp gülümsedim.

 

 

"Ellerine sağlık." Demiştim duyabileceği bir şekilde.

 

 

"Afiyetler olsun güzelim."

 

 

Mercan herkesin önüne çayını kahvesini koymuştu. Benim yanımda konulup oturmuştu. Karşımda o ve timden olan Attila sağında solunda ise tanımadığım ama adının Alper diye anıldığını bildiğim biri vardı. Çaprazımda Mihri Asu Mustafa ve Sait vardı. Mercan'ın çaprazındab ise Aziz ve adını bilmediğim biri daha vardı, Savaş'ı tanıyordum. Hafızam güçlüydü isimlerini ezberlemiştim istemzsiz bir şekilde.

 

 

Timin hâlâ neden buraya geldiğini bilmiyordum, sormanın bir gereksizlik olduğunu düşündüm, ne yapabilirdim ki neden buraya geldizin mi diyecekti. Sessiz kaldım yine. Sadece dinleyen taraf olmuştum.

 

 

Herkse kendi arasında konuşurken Firuze ablanın gelmesi ile sessizlik çökmüştü onun konuşmasını bekliyordu. Yüzü gülüyordu, güzel bir haber almış gibiydi.

 

 

Mercan, "Gidiyoruz de Firuze abla n'olur ya."

 

 

Mustaf, "Hayır."

 

 

Mihri, "Mustafa abi bu da mı yasak."

 

 

Ne hakkında konuştuklarını bilmiyordum. Ortam benlik değildi, çalan telefonum ile dikkattimi onlardan çektim. Çalan telefonumu açmak için ayağa kalktım. Arayan Resul babaydı. Hiç beklemeden ilerleyip dışarıya çıktım. Telefonumu açıp kulağıma götürdüm.

 

 

"Resul baba?"

 

 

"Nasılsın kızım?"

 

 

Bilmiyorum ki. Nasıl olduğunu hiç iyi bilmiyorum. O varken kötüydü, aklım başımda değildi. Çevremde durmadan dolaşıp duruyordu zaten.

 

 

"Değilim galiba ya."

 

 

"O ne demekmiş. Canını sıkan bir sıkıntı mı var?" Sesi tedirgin gelmişti.

 

 

"Hayır o anlamda değil. Bilmediğin konular bunlar Resul baba boş ver sen." Hallederdi, Resul babanın Hakkari de tanıdığı çoktu. Buna emindim ama bu mesela ayrı bir meseleydi. "Sen neden aradın? Bir sorun mu var?"

 

 

"Merak ettim sadece seni. Nasıl gidiyor işler."

 

 

Derin bir nefes alıp etrafa baktım, "Şuanlık bir şey yok. Her şey normal gidiyor. Olaysız geçiyor günüm merak etme." Dedim alaycı bir şekilde.

 

 

Gülmüştü Resul baba. "Ne güzel. İyi o zaman bir sorun olursa beni aramayı ihmal etme."

 

 

Onun göremeyeceği ama hissedebileceğine emin olduğum bir tebessüm oluşturdum yüzümde.

 

 

"Etmem Resul baba." Dedim sadece. Bana yine dikka etmem gerektiğini bir baba gibi konuşmasını sunup kapatmıştı. Telefonu çantama koyup arkama baktım. Girmek istemiyordum ama gitsemde Mercan'a ayıp olurdu. O yüzden kapıyı istemsizce açıp içeriye girdim. Arkasını dönüp bana baktı, sanki bekliyor gibiydi. Kısa bir göz temasından sonra önüme döndüm. Yerime geçip oturdum.

 

 

"Sende gelirsin değil mi Suna." Demişti Mercan.

 

 

Nereye?

 

 

Neyden bahsettiğini bilmiyordum bile. Herkesin gözü bana takıldı, onun kaşları çatık gözleri ise merkala vereceğim cevabı bekliyordu.

 

 

"Nereye?" Diye sordum içimden kendi kendime sorduğum soruyu dışa aktararak.

 

 

"Firuze ablanın arkadaşını kızının veda partisi varmış." Mihri heyecan doluydu sesinden bunu anlamak zor değildi. Ensesini okşadı, bu onun hoşuna gitmemiş olmalı ki ensesini kaşıyıp başını çevirdi.

 

 

Gitmemi istemiyor muydu cidden. Ona ne ki? Ne diye karışıyordu. Benim bu adamın beden dilini okumam çok kötü bir alışkanlıktı. Unutmamıştı zihnim. Cidden lanet olsun! Şuan kendime küfürler savurmak istiyordum. Zihnim ona dair her şeyi unuttu sanmıştım. Yanılmışım. Ben ona dair hiç bir şeyi unutmamıştım. Bu canımı sıkmıştı şuan.

 

 

"Bilmiyorum. Ben pek sevmem böyle ortamları." Gözlerim Mercan'daydı.

 

 

"Alt tarafı bir kaç saat sürecek lütfen ya." Dedi Mihri tatlı tatlı.

 

 

Mustafa, "Allah'ım sabır ver bana yarabbim."

 

 

Bu seferde Mihri Mustafa'yı pek takmıyor gibiydi.

 

 

"Gelirsin gelirsin. Canım ne olacak alt tarafı küçük bir eğlence."

 

 

"Nerede olacak bu eğlence." Diye sordu Savaş. Çünkü onun eşide eğlencede olacaktı.

 

 

Firuze abla, "Oğlum başlarında ben varım diyorum size. Ablaları olarak bana emanet kızlar."

 

 

Aziz, "Daha beter."

 

 

Firuze abla Aziz'in omzuna bir tane vurmuştu. Aziz elini vurulan yere koyup acıyarak okşamıştı.

 

 

"Tamam o zaman gidiyoruz." Mercan ayağa kalkıp benim konuşmama izin bile vermemişti. "Geliyorsun." Başımı iki yana salladım kınayıcı bakışlar ile.

 

 

Gözlerim istemsizce ona kaydı. Bir eli çeneni okşuyordu, bana ifadesizce bakıyordu. Kaşlarım çatıldı, böyle bakması hiç hoş değildi. .

 

 

Ayağa kalktım, Mercan'ın arkasından gidip kasanın yanına gittim.

 

 

"Mercan ne eğlencesi bu."

 

 

"Klüp işte."

 

 

"Sen cidden olamazsın değil mi?" Kaşlarım tamamen şaşkınlık içinde kalkmıştı.

 

 

"Ne var ya. Hem inat edip gitmen gerekti yerde ne diye kaçıyorsun ki?" Kışkırtıyordu beni. Başımı iki yana sen arlanmazsın bakışımı atmıştım. "Bakma öyle, az önce ne partisi evde takılın kız kıza gibi konuşmalar yapıyordu komutan. Senden korkuyor galiba."

 

 

Kokudan değil bana karışma dediğim içindir. Onun benim hayatımda bir yeri yoktu ve karışması saçma olurdu. Yabancı olarak görüyordum onu. Ya da Mercan'ın bir tanıdığı. Her neyin nesiyse artık.

 

 

"Korkmuyor ben öcümüyüm Mercan!" Dedim sessiz bir şekilde.

 

 

"Seni hayata geri getiriyorum. O sıkıcı hayatına beni de çekmene izin vermem."

 

 

"Çekmiyorum."

 

 

Mercan, "Biliyorum. O yüzden beni seni benim rengarenk hayatıma çekiyorum." Gülüyordu cidden yüzünde imalı bir sırıtış vardı.

 

 

Sessiz kaldım. O gelen ve giden müşterilerle ilgilende ben ise. O istemiyor diye inat edip gitsem mi diye düşünüyordum. Cidden gitmemi istemiyor muydu. Ama neden. Hâlâ bana karşı bir şeyler hissediyor oluşu beni korkutuyordu. Vardı. Biliyordum. Bana karşı hâlâ içinde yanan bir kıvılcım vardı. Bundan korkmamın nedeni o kıvılcımın bana da yansıması olmasıydı.

 

 

Buna pek inancım yok. Gitti gün bitmemişti, yalnız kaldığım gün bitmişti. Ben herkesi bir gecede kaybederek yalnız kalmıştım.

 

 

*********

 

 

"Komutanım?" Elinde tutmuş olduğu çaydanlıktan çay koyuyordu Attila komutanına.

 

 

"Söyle." Demişti Alaz sert çıkmaya alışık olan sesi ile.

 

 

Tim sessizdi. Asu yoktu o kızlarla beraber veda partisindeydi.

 

 

Herkes lojmanda Aziz'in evinin içinde değil soğuk esen rüzgara karşı lturuyorlardı.

 

 

"Lan biz niye burada buz gibi havada oturuyoruz." Diye çıkıştı Mustafa Aziz'e.

 

 

"Komutanım. Vala yeni temizlettim. Kusuruma bakmayın ha." Demişti Aziz açık ve net bir şekilde.

 

 

"Beri bizde bir yerlere gitseydim komutanım." Demişti Alper.

 

 

Alaz sıkın bir şekilde nefes verdi, "Kebap falan mı oğlum?" Gözleri gökyüzünde takılıydı.

 

 

"Vala bana uyar komutanım." Dedi Aziz birden.

 

 

Oğuz, "Komutanım?"

 

 

Alaz, "Söyle."

 

 

"Siz Trabzonsporlumuydunuz?" Diye sordu Alper.

 

 

"Hı aynen." Dedi ruhsuz bir şekilde.

 

 

Savaş, "Komutanımın futbola pek alakası yok." Elindeki telefonda maç izleyen savaş.

 

 

"Hiç sarmıyorsunuz vala yav." Demişti Oğuz.

 

 

Alaz'ın aklında Suna vardı, sessiz sessiz gökyüzüne bakıyor, dediği cümleleri düşünüyordu. Canı acıyordu. Onun nasıl hissettiğini biliyordu. Ne kadar üzerime gitmek istemesede her şeyi akışına bırakmak istesede olmuyordu. Ona ait olarak gördüğü kişiyi elinden almalarından korkuyordu, ama biliyordu Suna sertti, dikti kafası. Laz damarını çok iyi tanırdı Alaz. Suna'sını ezbere bilirdi Alaz.

 

 

Tim kendi aralarında konuşurken o dikçe durmuş beyninde dönen cümleleri içinde tekrar ediyordu.

 

 

Uzak dur benden. Sen yokmuşsun gibi yaşamaya devam edeyim, bırak seni bir yabancı olarak göreyim. Ben sensizliğe alıştım sende alışmışsındır...

 

 

Senin yüreğin yoktu hiç bir zaman da olmamıştı...

 

 

Vardı. Alaz'ın yüreği one sonsuzdu. Bir tek ona vardı yüreği. Kalbi sadece onun için atar, rüyaları sadece onun için oluşur. Gözleri bir tek onun için parlardı. Gelmeye korktu Alaz. Onu başkasıyla görmek, onu orada bulamamak. Korku salan Alaz Çakır Kayaoğlu ilk defa bir adım atmaya korkmuştu.

 

 

"Söyle Asu." Demişti Savaş.

 

 

Kaşları çatıklmış bir şekilde ayağa kalktı.

 

 

"Ne diyorsu be kızım. Tamam bekleyin on dakika ordayım."

 

 

Alaz tüm dikkatini dağıtıp Savaş'a çevirdi.

 

 

"Hayrola?" Demişti Mustafa.

 

 

Savaş'ın gözleri Alaz komutandaydı. Alaz başını iki yana sallayıp ne oldu der gibi baktı.

 

 

"Komutanım bizim kızlar... Şey olmuş."

 

 

Alaz ayağa kalkıp tek kaşı havada bir şekilde baktı, bu işte bir bokluk vardı hissetti Alaz.

 

 

"N'oldu oğlu açık konuş lan."

 

 

"Komutanım sarhoş falan... Bir şey kırmış."

 

 

Alaz çenesini okşayıp başını iki yana salladı. Kime kafa attı diye merak ediyordu şuna.

 

 

"Lan neee!" Demişti Mustafa.

 

 

Savaş, "Kes Mustafa."

 

 

Oğuz, "Sus."

 

 

Aziz, "bir dur lan sende."

 

 

"Kes." Demişti Attila sessiz ve bıkkın bıkkın.

 

 

"Nerdeler."

 

 

Sait, "Kulüp komutanım."

 

 

Alaz çatık ve öfkeli gözlerini Sait'e çevirdi.

 

 

"Sen nereden biliyon la!"

 

 

"Mihri benden bir şey saklamaz komutanım."

 

 

Mustafa birden kendini konuşmaya dahil etmişti. "Lan ne kulübü oğlum."

 

 

"Normal kulüp işte komutanım." Demişti ciddi ciddi.

 

 

"Lan bir de sevgili olacak. İnsan sevdiğini sakınır insanlardan lan! Sen ne diye sevdiğini kulübe gönderiyon sik!" Mustafa'dan beklenmeyen konuşmalardı bunlar.

 

 

Sait şaşkın ve tedirgindi, adam ilk defa ciddi bir ilişki içindeydi ciddi ilişki bir yana ilk defa âşık oluyordu nasıl davranacağını bilmiyordu. İçinden kimden sakınacağım ben diye düşünüyordu. Mustafa yerinde durmayıp ense köküne bir tane yapıştırmıştı.

 

 

Mustafa, "Mal!"

 

 

Sait, "Komutanım demeyin öyle yav."

 

 

"Hangi kulüp bu oğlum."

 

 

Savaş elindeki telefona bakıp, "Konum atmış komutanım."

 

 

Savaş'ın eşi olan Meltem'de oradaydı. Savaş içmediğine emindi, bebeğini Savaş'tan daha çok koruyordu, sağlıklı beslenme aşaması onun için çok önemliydi. Böyle bir şey yapmış olamazdı.

 

 

*********

 

 

Kulüp'ün bir köşesinde oturmuş, etrafımı saran garsonlara bakıyordum.

 

 

"Tamam kardeşim gidiyoruz zaten. Bir siktir olup git almim senin ense traşını."

 

 

"Komutanım adamın kafasında şişe kırdı."

 

 

Hiç durmadım ayağa kalkıp parmağımı müdüre salladım.

 

 

"Bana sürtünüyordu bende kafasında şişe sürttüm." Gözlerimden yaş akacak gibiydi ama akmıyordu.

 

 

"Suna otur sen." Başım dönüyordu, bayılacak gibiydim. Birden olmuştu bu. Alkol kullanan biri değildim. En son üniversitede içmiştim oda zorla. Geri gözlerimi Resul babanın evinde açmıştım. Gerisi yoktu. Şuanda da öyleydi. Bir bardak konulmuştu önüme sonrası birden gelmişti.

 

 

Mercan yanımda ayıktı. Firuze abla müdürü bir köşeye çekip konuşmaya başlamıştı. Garsonlar dağılmış, kafası yaralı olan adamın yakının ise Asu ele almış kendi yöntemleri ile hallediyordu.

 

 

Azra benim elimden tutup üzgünce baktı.

 

 

"Çok özür dilerim Sunaaa!"

 

 

"Ay ne özürü be. Takma kafana hâk etti."

 

 

"Burada olmasaydın basım belaya girmezdi."

 

 

Gülmüştüm alkolün etkisiyle. Sabah kendimden utanacaktım.

 

 

"Benim başım hep belada." Ellerimi saçlarıma daldırıp etrafa baktım. Ortam eskisi gibi olmaya başlamıştı.

 

 

Mihri alkol almamıştı, ama ben yerimde durmamış içmiştim. Hepsi Alaz yüzünden o olmasa belki içmezdim ben. Ayrıca öğretmendim ben içmek ne! Aptal aptal Suna. Ne için geldiğini sakın unutma diye tekrar diyorum hep ama gel gör ki unutmuştum! Aptal Suna! Aptal Alaz!

 

 

"Mercan kalk gidelim." Dedim yanımda oturan Mercan'a bakarak."

 

 

"Gidelim." Mercan ayağa kalkmıştı, bende oturduğum yerden destek alıp ayağa kalktım.

 

 

"Aaa." Dedi Mercan şaşkın şaşkın.

 

 

Asu yanıma gelmiş, kolumdan tutrak beni oturmak istedi ama izin vermedim. Firuze ablada gelmişti.

 

 

Gözlerimi Mercan'ın şaşırarak baktığı yere çevirdim. Kulübün tam giriş kapısından heybetler içinde giriyorlardı. Alaz'ın gözleri direk bana çarpmıştı. Çalan müzik kesilmişti. Gözlerim bedeninde arsızca gezinde.

 

 

Yapma!

 

 

Başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Sonuç. İyi değildim.

 

 

Asu, "Komutanım."

 

 

"Ne boklar dönüyor burada!" Diye kükremişti Alaz.

 

 

Sessiz kaldım başımı eğdim uykulu gözlerle. Kapanıyordu. Alkol uyku yapıyordu git gide. Oysa sadece üç bardak içmiştim.

 

 

"Komutanım bu kadar ileriye gideceklerini düşünmedim."

 

 

Firuze abla konuşmayı devre almıştı, "Oğlum sadece Mercan ve Suna içti, Azracığım bir kadehten başka içmedi."

 

 

"Dedim ben komutanım. İzin vermeyecektim ben!" Mustafa'nın sesi geldi kulağıma başımı kaldırıp Alaz'a baktım. Gözleri ne öfke ne de sakindi. Dikkat edemiyordum alkolden dolayı.

 

 

"Nasıl oldu bu Allah aşkına yav!" Savaş eşini kolları arasına almıştı.

 

 

"Aşkım yemin ederim adam kıza dokundu oda kendisini koruda sadece." Gözlerim Meltem'e kaydı, karnın okşuyordu, Savaş'ı hipnoz ediyor gibiydi bebeğini kullanarak.

 

 

Başımı elimi atıp okşadım. Sendeleyerek yerime oturacağım an kolumdan tutulmuştum. Asu'nun tuttuğunu düşünmüştüm ama onu eki bu kadar büyük değildi. Başımı doğrultup kolumu tutan kişiye baktım. Alaz'dı. Geri çekmek istedim ama olmadı.

 

 

"Mustafa götür şunları." Sesi sinirli çıkmıştı gözlerimi gözlerine diktim ifadesiz bir şekilde. "Asu şu olayla ilgilen. Adamın bilgilerini al Halet şunu."

 

 

Asu, "Emredersiniz komutanım."

 

 

"Bırak beni." Dememe kalmadan beni dahda çekmişti yanına.

 

 

"Savaş sizde gidin."

 

 

Herksi dağıtmıştı adam. Benide bıraksın bende gideyim. Elimi çekmek istedim sol bileğinden sıkıca tutmuştu acı yoktu nazikçe tutmuştu bileğimi ama yine de rahatsız oluyordum.

 

 

"Alaz bırak beni." Başım git gide dönme seviyesini artırıyordu uyku baskın gelmeye başlıyordu.

 

 

Konuşmadı sessiz kaldı. Birden ayaklarım yerden kesilir oldu. Nerede olduğuna bakmak için gözlerimi açtım. Kucağına almıştı beni adi herif.

 

 

"İndir beni." Sesim varla yok arasındaydı.

 

 

Uyku cidden baskın geliyordu.

 

 

"Ne yaptın sen adama be kızım." Sesi sakindi, huzurlu çıkmıştı sesi ya da ben öyle hissetmiştim.

 

 

"Alaz."

 

 

"Emret Suna." Deme adam! Benim böyle konuşma.

 

 

Ellerim iki yana baygın gibi düşmüştü, adama bak beni taşımada hiçte zorlanmıyordu.

 

 

"Neden gittin?"

 

 

"Görev Sunam." Sessizlik çökmüştü. Kulüpten çıkmıştık. Alaz'ın adımları hızlandı.

 

 

"Görevini başlatma şimdi. Neden geri gelmedin. Ben hep ağladım." Ellerimi kaldırıp omzuna attıp gözlerimi gözlerine diktim. Alkollüydüm. Nefret ederdim alkolden baba içerdi sonra kendisinden geçerdi... Kötü olurdu geceler. Bende şuna içmiştim. Kusmak istiyordum içimdeki iğrenç şeyi dışarıya aktarmak istiyordum.

 

 

"Ölebilirdim. Arkamda benim tanıdığım, ya da beni tanıyan biri birakamazdım. Yoksa sende ölürdün Sunam." Ne diyordu bu. Hepsini yarın unuturmuydum ki? Ben niye ölüyordum?

 

 

"Sen varken ben niye öleyim."

 

 

"Ya ben yoksam Sunam."

 

 

"Alaz. Ben alkolden nefret ederim."

 

 

Derin bir nefes vermişti Alaz ilerlediği hâlde. "Biliyorum Suna. Biliyorum ne diye içiyorsun o zaman?"

 

 

"Baba içerdi. Gece zehir olurdu. Bana vururdu biliyorsun değil mi?" Biliyordu ben ona anlatırdım. Alaz benim günlüğüm gibiydi. Çocuktum onda anlatırdım Alaz'a ağlaya ağlaya.

 

 

Sessiz kaldı gözlerimi biraz araladığımda çenesi sertleşmiş gibi geldi gözlerimi, alıp verdiği nefesi duyabiliyordum.

 

"Ben neler yaşadım biliyor musun?"

"Sus Sunam." Sessizdi sesi. "Canımı canınla acıtma."

Sessiz kaldım. Başımı istemsizce omzuna düştü. Gözlerim birden kapandı. Hissettiğim tek şey bir koltuğa oturma ve kemerin bağlanma sesiydi. Arabadaydım. Dudaklarımda bir nefes hissettim. Sıcak bir nefes. O sıcaklık saçlarıma değmişti, saçlarımdan öpüldüğü hissettim. Ama net değildi, belki bir dokunuş olabilirdi. Ayık değildim ne olduğuna da emin değildim. Derin bir nefes verdim uykulu halimle zihnim ve bedenim derin bir uykuyla uyumuştu. İçim ilk defa bu kadar sıcak ve rahattı, rahatlığı veren kişi oydu.

 

 

 

 

*********

Loading...
0%