Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.Bölüm

@larasu

 

 

 

Sen gelmesen bile rüzgar kokunu alsın essin getirsin sevdiğim bana.

Sen gitsen bile hatıralarını gömeyim o kırgın ve acınası kalbime.

Ama olurda acırsan bu fâni yüreğimi gel...

...

​​​​​

 

 

8.Bölüm.

Bileğimi sıkıca tutmuştu acımıyordu ama tutması hiç iyi değildi. Patakladığım teröristlerin yanından geçip ilerledik. Kafayı Tahir'le bozmuş olmalıydı, adamı geride bırakmıştık en önemlisi telefonum ve çantamıda. Sinirime sinir katıyordu şuan. Bendi kendine yakın tutması zaten bir hayli kötüydü. Köyün çıkışına gelmiştik bile yerde yatan bir kaç teröriste baktım ama hemen başımı çevirdim. Karşımızda duran askerlere bakıyordum. Bu onun timiydi, ama.bu sefer asker sayısı daha çoktu. Herkesin gözü bize dönmüştü köyden kız kaçıran ağa gibi benide kaçırıyor gibiydi. Ne kadar bırak diye inlesemde umursamıyordu. Sinirliyken kimseyi dinlemezdi çünkü ağzından çıkanı kulağı duymazdı.

"Suna hanım?" Dedi Asu şaşkınca.

Aziz, "Komutanım?"

"Hayrola?" Dedi Mustafa sesinde imalar akıyordu okuması hiçte zor değildi.

Oğuz, "Suna hoca- öğretmenim sizde her yerden çıkıyorsunuz." Hoca değil öğretmen biri ona bundan hoşlanmadığımı söylemiş gibiydi. Oğuz'la yeni yeni yüz göz oluyorduk ama hoca kelimesi değilde öğretmen kelimesinin kullanılmasının uygun olduğunu daha iyi biliyor gibi.

Bakışlarım Alaz'a döndü, benim baktığımı hissedince oda bana öfkeli bakışlarla baktı. Kaşlarım çatıldı hemen yüzümü ne var der gibi sallayıp bileğimi kurtarmaya çalıştım. Ama olmadı. Yakınımda durması ateş gibiydi ve bu benim buzdan yüreğimi eritiyordu.

"Elimi bırak dedim sana!" Sessizce söylemiştim ama sesimdeki öfkeyi anlamıştı.

Bileğimi bırakıp geriledi. Tutmuş olduğu bileğimi okşadım. Öfkeli bakışları benim üzerimdeydi.

"Çantamı getir Alaz." Dediğim an derin bir nefes verip öfkeye etrafa baktı.

Gözünü Aziz'e dikip, "Git Gül ablanın evinden çantasını ve Tahir'i al gel."

İfadesizce yüzüne baktım. Üzerime doğru tekrardan geldiğinde kaşlarım tekrar çattı. Derdi neydi bunun?

"Yürü."

Kaşlarım daha da çatıldı. "Ne?" Dedim anlamadan.

"Yürü dedim."

İstemsizce göz devirip yüzüne baktım. "Nereye yürüyeyim? Nereye götüreceksin beni?"

"Evine."

Kaşlarım kalktı birden. "Ala ala ben kendim gidemiyor muyum?"

"Suna benim yanımda olduğun sürece benim gözüm senin üstünde. Benim alanım, Hakkari de olduğum sürece elim senin üstünde olacak bunu böyle bil."

"Ne zamandan beridir böyle düşünür oldun!" Sesim yüksek çıkmıştı ama şuan hiç bir önemi yoktu, etraftaki askerler yok olmuştu, bizden uzaklaşmış köyle ilgileniyorlardı. Biraz uzağım da duran Asu'ya ve Attila'ya baktım sırtları bize dönüktü. Gözlerimi tekrardan karşımdaki adama çevirdim. Her gün onunla ayrı bir konu için kavga etmekten yorulmuştum. Her an karşıma çıkmasından nefret ediyordum. Önce evimde sonra burası. Gerçi yine ben ona gelmiştim kendimi kandıramam.

"Gelduğun günden beri." Sinirlenmiş olmalı ki araya şive kaydı.

"Sen bir şeyleri unutmuş olmasın ki böyle rahat ve geniş konuşuyorsun." Dedim bir adım öne atıp yüzüne sorar gözlerle bakarak.

Sessiz kaldı. Çenesini yukarıya kaldırıp bana tepeden bakmaya devam etti. Sanki gözünün önüne geçmiş gelmiş gibi durakladı.

Başını iki yana sallayıp yüzümü inceledi. "Korktum. Seni bir baş-"

"Bana yalan uydurma." Sevmedin beni diyemedim benden gittin diyemedim. Yüreğim el vermedi bu cümlelere. Sessiz kalmayı tercih ettim. İçime attıp gözlerimi ondan çektim.

Korktum, kimden neyden korktun sen?

Ne zamandır korkmaya başladın sen Alaz. Herkese korku salan sen kimden korktun? Korktuğun şey yüzünden benden uzak durmuş olamazsın Alaz.

Başımı öne eğip geriye gittim. Sırtımı ona verip yerdeki toprağa bakmaya başladım. Ondan uzak durmak beni için en iyisiydi. Bana yakın oldukça ayarlarımla oynuyordu, aklım yerinde olmuyor içimdeki buzluklar yerinden oynuyor. Kalbim bir yabancı için sızlıyordu. Bunu demek istemezdim ama buraya hiç gelmemeliydim. Ona yakın olmak dünyada en son isteyeceğim şey olurdu.

"Buyrun Suna hocam. Öğretmen. Suna öğretmenim." Arkamı dönüp bana çantamı uzatan Aziz'e baktım. Çantamı alıp Tahir'e baktım.

Yanıma gelip omzuma dokundu, "İyimisin?"

Başımı sallayıp ona baktım. Gözleri bende değil Tahir'deydi. Derin bir nefes verip başımı iki yana sallayarak Tahir'e çevirdim gözlerimi.

"Gitsem iyi olacak."

"Tabii. Sen bekle ben arabayı alıp geliyorum." Ellerini omzundan çekip arabanın bulunduğu yere yani Gül hanımın evinin önüne gitti.

Ona baktığımda giden Tahir'in arkasından bakıyordu. Kıskandığını anlamayacak kadar salak değildim. Bu hiç hoşuma gitmiyor şu hem de hiç. Ona ters ters baktığım ana başını birden benim yönüme çevirdi. Sert bakışları bana bakınca eriyip gitti desem yalan olur. Beni süzüp dilini ağzının içinde oynattı, sinirliydi. Göğüs kafesi inip kalkıyordu. Başını iki yana sallayıp bana sırtını döndü. Ensesinden alevler çıkıyor gibiydi. Okşayıp sakin kalmaya çalıyordu.

Neyin öfkesi bu birden bire. Giden oydu. Yorı yolda bırakılan umudu ve hayaleri yok olan benden. Ona ne oluyor!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

"Anlıyor musun?" Mercan başını aşağı yukarı sallayıp baktı öylece.

"Anlıyorum Hatay künefem." Ters bakışlarımı ona attım. Kaç gündür bana bu Hatay künefem diyip duruyorsu.

"Nuriyem daha iyidi." Dedim yüzüm ekşimiş bir şekilde.

Önündeki künefeyi yiyip çatalı bana çevirdi.

"Bende şoktayım. Hani bir tek ben değil herkes şokta. Çünkü Alaz komutandan böyle bir şey beklemiyorduk." Bir dilim daha alıp yiyerek, "Hani..." Ağzındakini yutup tekrar konuşma moduna geçti, "Seni bıraktığı için değil. Sen Alaz komutanı tanımıyorsun. Hakkâri de adı her yerde geçer, sert biridir öfkelidir sinirinden herkes korkar." Tekrar çatalı bana çevirip, "Yani bir kadında gönlü olduğunu duysam ilk önce kızı görmek isterim o zaman inanırım. Çünkü kalpsiz gibi, ruhsuz, ölümden başka bir şey bilmez, tanıdığım kadarıyla Alaz komutan bu yani. Herkes içinde budur."

"Ben ondan kaçtıkça o bana geliyor."

"Az önce ben ona gidiyorum diyordun." Mercan'ın kaşı havada bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerimi ona çevirip mal mal baktım.

"Mercan ben sana bunu anlatıyorum ama onu tanıdığın için. Yoksa ben kimseye bir şeyimi anlatmam."

Elindeki tabağı bırakıp elini masada duran elimi attıp tuttu.

"Arkamda kimsenin olmadığını düşünüyorsun. Ama aslında var, sen izin vermiyorsun sadece. Tek başını her şeyi hallederim modundan çık, çünkü ben varım, beni nir kız kardeş olarak gör." Bana tatlı tatlı bakıyordu. Farklıydı. Kız kardeş gibiydi.

Başımı sallayıp elimi geri çektim.

"Ondan uzak durmak istiyorum."

"Hayır. Ondan değil. Onun yaratacağı şeyden uzak duruyorsun, aslında sen değil yüreğim değil zihnin uzak duruyor."

Başımı iki yana olumsuz anlamda salladım. Yüreğim de yoktu o, zihnim onu kötü biri olarak tanıyordu. Öyle tanımaya devam etmeliydi.

"Sen değil içindeki acı onu senden uzak tutuyor. Çünkü korkuyorsun." Haklı olabilmesinden korkarak başımı yine iki yana salladım.

Mercan'a her şeyi tam bir şekilde anlatmış değildim. Geçmişimi, ailemi. Onunla yaşadıklarımı, hiç bir şeyimi tam anlatmış değildim. Acılarım dahi hep içimde gizli kalacaktı. Onunla yaşadığım her an içimde gizli kalmaya devam edecekti.

"Ben mi geldim ona?" Mutfağın halısına dalmıştı gözlerim ve dalmaya devam ediyordu.

"Evet, ona sen geldin."

Ben gelmiştim. İzinsiz, habersiz ve yorgun bir şekilde. Ama giderken haber vermişti, ayrılırken haber vermişti. Bunu yüzüme karşı söylemişti. Beni yarı yolda umutlarımı siyah bir poşetin içine koyup bırakmıştı. Şimdi ise ben aptalca onun yanında onun adının geçtiği her bir yerde vardım. Hakkâri de.

"Ondan uzak durmak istiyorum ama." Diye tekrar ettim. Evet biliyordum, çok zor onun yeri olan Hakkâri de ondan uzak durmak çok zor. Eli her yerde vardı. Her yerde tanınıyordu.

Ama bu hiç bir şeye engel değildi. Ondan uzak durma konusunda ısrarcı olacağım.

Önümdeki künefeden bir dilim alıp yedim.

"Sen mi yaptın."

Mercan hemen, "Herhalde." Dedi.

Bir dilim daha almıştım dertli dertli yiyordum. "Fırında mı ocakta mi yapıyorsun?"

Çatalı bana doğru sallayıp, "Ocakta tabii."

Elinin tezzetine diyecek lafım yoktu. Beni her çeken gün daha da şaşırtıyordu. Yemek konusunda cidden başarılı birisi. Kendini sadece tatlılara ve pastaneye adıyordu.

 

""Ben kaçar." Dedim elimdeki çatalı bırakıp ayağa kalkarak.

Koridoru aşmış kapıya doğru ilerliyordum.

"Dikkat et kendine çokta kafaya takma bazen akışına bırakmak en iyisi."

"Öyle yapmaya çalışırım, iyi geceler." Ayağıma mor plastik terliklerimi giydim.

"İyi geceler canım."

Mercan'ı geride bırakmıştı evime girmiştim. Odama doğru ilerleyip içeri girdim. Ayaklarım tabana yapışmış gibi durdum. Odanın etrafına baktığımda onun varlığını hissettim. Buradaydı, baş ucumda sabaha kadar beklemişti. Ben onunla saatlerce aynı odada kalmıştım. Beni o yatağa yatırdı, peki ya ben ne dedim? Ağzımdan alkolün etkisiyle bir şey kaçmış miydi.

 

Sen kalmamı istedin demişti. Öyle mi demiştim.

Başımı iki yana sallayıp hızla yatağa ilerledim. İçimden küfürleri ede ede yastığını ve battaniyemi alıp çıktım. Bu odada onun varlığını hissederek uyumak zordu. İşkence gibi gelirdi bana. Salona ilerleyip uzun koltuğa yastığını koyup uzandım, üzerimi örtüp gözlerimi kapattım. Derin bir nefes verip uyumaya çalıştım, zordu. Uyumaktan korkan birisi için zordu. Uyuyamadım da. Öylece tavana baktım.

 

İçimde dönen merak ateşini söndürmem gerekiyordu, ama ona gitmek istemiyordum. Onun da bana gelmesini istemiyordum. Belki içimde gizli bir koku vardı. Ya ona hâlâ öfkelidir içimde ki Suna. Gerçi hâlâ öfke doluydum ona ben, gittiği için değil umut verdiği için çizdiği yolu yarım bıraktığı içindir.

 

Düşüncelerimi def etmek istiyordum ama zordu. Labirent gibi bir yere soktu beni cidden de. Yansımalar ben değil oydu.

 

 

 

*********

 

"Üstüne çok gitmeyin komutanım." Asu telefonunu cebine koyup geriye yaslandı.

 

Attila, "Bırakın o gelsin. Gelecekte zaten." Kendinden emindi Attila. Emin olmadığı bir konuda ağzından laf almak çok zordu. Şuna kendinden emindi. Gözlemleri bu yönden gidiyordu.

 

Alaz yine kendi sessizliğinde kala kalmıştı, bu sefer başı eğik bir şekilde dalmıştı bir yere. İçinde çökmek üzere olan bir kalp vardı. Kalbi sıkışıyordu, boğazına cümleler takılı kalıyordu. Anlatmak istese gider anlatırdı ona derdini ama onun gelmesini istiyordu, Suna'nın kendi rızası ile onu dinlemesini istiyordu.

 

Geçmiş o geldiğinden beri gözünün önünden gitmek bilmiyordu. Gerçi, Suna onun geçmişiydi. Bir tek Suna gelmemişti. Trabzon'un gelmiş gibiydi, anları gelmişti, sevdiği gelmişti Alaz'ın.

 

Unutmamıştı, nasıl unuturdu ki aile bildiği tek kadını. Onu orada yalnız bıraksa dâhi kalbinde hep vardı. Kalbinden çıkartamazdı buna yüreği yetmezdi. Ama şuna karşısında eski bildiği Suna yoktu. Karşısında güçlü bir kadın vardı. Kimin elimde büyüdüğünü biliyordu, Resul'ün elinde büyüyen bir kadın vardı karşısında. MAHİ adıyla korku salan bir adımın elinde büyüyen bir kadından korkardı Alaz. Köydeki teröristleri patakladığını gördüğünde bundan emin olmuştu.

 

Asu önüne dönüp derin bir nefes vermişti. Timin çoğu Aziz'in yeni temizlenmiş olduğu evinde kalıyordu. Alaz, Attila ve Asu esen rüzgara karşı oturmuş meydan okuyorlardı.

 

Mustafa tekli koltuğa kendini bırakmış karşısındaki televizyona bakıyordu. "Lan doğru düzgün bir şeyde yok." Kendi kendine sessizce söyleniyordu.

 

"Evimi siktiniz ha!" Diye çatıştı Aziz.

 

"Abicim biraz kay lan!" Dedi Oğuz yanında oturan Alper'i iterek geniş cüssesini rahatlatmaya çalıştı. Alper en köşeye otururken Sait bir yastık almış küçük salonun orta yerine uzanmıştı.

Aziz'in salonu küçük ve oldukça düzenliydi. Bir geniş koltuğa ve iki tane tekli koltuğa sahipti. Bej rengi koltuklar eve huzur verirken timin o hüzünü kaçırması an meselesiydi. Hepsi kendini bir yere bırakmıştı.

 

"Oğlum kumanda çalışmıyor la. Dedi Mustafa kumandanın arkasına art arda vurarak.

 

Aziz bunu görür görmez yükselerek, "Lan ben ona doksan lira verdim vurma!" Diyerek elindeki kumandayı almıştı. Çatık kaşları kumandayı inceliyordu.

 

Mustafa iki elini yana açarak, "Ne değerli malım var gardaşım yav."

 

Sait, "Aziz komutanım izniniz olursa ben uyusam?"

 

Aziz'in gözleri ayak ucunda olan Sait'e döndü.

 

"Yat zıbar Saitçım." Dedi mütevazı olmaya çalışarak ama zordu. Kendi kurduğu düzeni bozar time bakarken içinden ettiği küfürleri dışarıya yansıtmaya korkuyordu. Çünkü küfürler hiç normal değildi.

 

Oğuz, "Azizcim bana bir battaniye verirsen çok iyi olur kardeşim benim." Alper kendini yerde peteğin yanına bulunan minderin üzerine atarak rahatlattı. Oğuz koltuğa genişçe yayılıp derin bir nefes verdi.

 

Aziz ya sabır çekip kapının yanında bulunan beyaz çekmeceden bir tane battaniye çıkarıp Oğuz'un üzerine doğru fırlattı. Tamda Oğuz'un yüzüne gelmişti.

 

"Ananı satim, ben bir daha bu evi temizler miyim? Alaz komutanım alacağınız olsun emi." Aziz televizyonun koblosunu çekip kumandayı cebime koymuştu.

 

Mustafa, "Ayıp oluyor ama kardeşim ben sana hiç böyle davranıyor muyum?"

 

Aziz iki kolu yana açıp, "Lan senin evinde televizyon yok diye gelip ben evde Adana Demirspor maçını izliyon. O bir yana, ben senin evde bir kere bile kaldım la!" Diye çıkıştı Aziz.

 

Mustafa haklısın der gibi başını sallayıp geriye yaslandı. Adana Demirspor maçı her şeyden önemliydi Mustafa için. Aziz'in evi buna en uygun yerdi. Nedense burada ayrı bir şeyler vardı.

 

Mustafa, "Kardeşim sporun önemini sana kaç kere anlatıcam."

Aziz tekrardan seslice bir, 'Ya sabır." Çekip çenesini kaşıdı. "Futbol izlemek bir spor mu lan! Sadece izliyorsun oğlum." Diye çıkıştı Aziz.

Haklıydı aziz.

"Ulan! Ulan!" Bir şey diyecek oldu Aziz ama susutu. İçine attıp oturacak bir yer aradı yoktu. "Ben yatıyom. Sizde oraya buraya gitmeyin kalın kaldığınız yerde uyuyun."

Mustafa, "Allah rahatlık versin kardeşim."

"Sana da!" Diye çıkıştı Aziz.

Temizdi evi önemli bir alanıydı. Hatta en kıymetli şeyi evi olabilirdi. Titiz biriydi, her gün düzenli saçlarını tarar öyle geçerdi askerîyeyi. Hastalık değildi ona göre olması gereken buydu diyip geçiyordu. Tim onun bu hâline alışıktı. Ses etmezlerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

*********

 

"Abi! Abi dur!" Ellerini abisinin koluna dolamış bırakmıyordu. "Yalvarırım kendine hâkim ol bak sonu kötü olacak." Göz yaşları akmak için izin istiyordu ama o izni vermiyordu Suna. Abisi sevdiği kızın evleneceğini duymuştu. Onu uzaktan bir akrabasına vereceklerdi.

"Suna birak da! Ha ben buraya duracam ha! Ulan ben sevdugumu başkasi ile izlermiyum. Onu başkasina yâr edermiyum." Elindeki silahı beline koymuştu Zahir. Sevdiği kadın aramış onu başkasina vereceklerini söylemişti. İçindeki sinir korkusunu atıp gidiyordu. Sevdiğini başkasıyla izlemek en büyük imtihandı oda babasının yaşadığı imtihanı yaşamak yerine ölüme giderdi. "Ben baba değilim Suna. Ben duramam da! Yapamam."

​​​​​​Suna abisinin elini tutup iki elinin içine aldı. "Sana yalvarırım tek gitme bende geleyim. Biliyorum kaçırıcaksın. Abim... Babamsın sen benim n'olur."

Zahir 18 yaşındaki kız kardeşine baktı. Kaçıracaktı, babası gibi olmak istemiyordu. Babalık ettiği kızı her şeyden çok koruyor ve seviyordu. En çokta babadan koruyordu. Annesi ve baba yoktu burada. Gece yarısı saat on bir civarıydı. Bekinde bir silah aklında ise bir tek sevdiği kadın vardı.

Başını bir kere sallayıp kapıya ilerledi. Suna abisinin arkasından sokak sokak ilerliyordu.

"Abi."

Sesini çıkarmadı Zahir.

"Sonu nereye varacak bu işin. Nereye kadar böyle gizli gizli olacak bu iş?"

Derin bir nefes verdi Zahir. Bilmiyordu. Nereye kadar saklı bir şekilde sevecekti Yıldız'ını. Korkuyordu ona bir şey olacak diye. Şuan korktuğu şey başına gelmişti. Onun için her şeyden vazgeçmişti. Adam ol Zahir demişti Yıldız ona. Oda adam olmuştu, kendine çeki düzen ver Zahir demişti. Oda kendine çeki düzen vermiş bir çay fabrikasında işe girmişti. Alkolü bırakmıştı, Zahir, adam olmuştu. Annesinin değiştiremediği erkeği kadını değiştirirdi. Öyle de olmuştu, Zahir'i sevdiği kadın değiştirmişti.

Yine sessiz kalmayı dercih etti. Yeşil gözleri dümdüz bakıyordu çatık kaşları mermi gibi sertti karanlıkta bile belli oluyordu gözlerinin yangını.

"Nereye götüreceksin onu?"

Sessizliğini bozdu. "Yaylaya."

"Bulurlar abi."

"Heç bir bohumu bulamazlar."

Sessiz kalan bu sefer Suna olmuştu.

Sokağın köşesine geçip beklemeye başladılar. Kapıdan çıkacak olan Yıldız'ı bekliyorlardı. Gözü dönmüştü Zahir'in. Kim sevdiğini saklarki. Oysa tüm Trabzon biliyordu Cahit'in oğlu Zahir Yıldız'ı seviyordu. Zahir sevgisini saklamak istemiyordu artık.elini tutup sokak sokak, yayla yayla gezmek istiyordu. Trabzon'un sert denizine karşı elini tutup oturmak istiyordu. Başını göğsüne koysun istiyordu sevdiğinin.

Bu sefer saklayacaktı onu. Herkesten saklayacaktı. Saklamak zorundaydı. Başkasıyla izlemekse herkesten saklamayı dercih ederdi.

"Geliyor." Suna'yı arkasına alıp gizlemişti.

"Eve geçtiğinde hen uyu, annem bir şey derse bilmiyorum dersin." Zahir Yıldız'ı gördüğünde derin bir nefes verip sakinleşmişti. Onun varlığı onu sakinleştiren tek şeydi.

Bir adım öne attıp kollarını açtı. Yıldız'a sakıca sarılıp kokusunu içine çekti. Şimdi tamamen sakindi.

"Haydi gidelum sevdiğim."

ZAhir Yıldız'ın elinden düşen siyah bel çantasını alıp beline koymuştu. Geldikleri yolları tekrar aşıp gitmişlerdi. Karanlıktı Trabzon sokakları, esen rüzgar sertliği ile herkesi savurabilecek bir hâldeydi.

​​​​​​"İyimisin Yıldız abla?" Diye sordu durdukları yerde Suna.

"Şuna evet. Ama az önce."

"İyi olacağuz, ha sen ha ben. İkimizde iyi olacağuz." Ellerini Yıldız'ın yüzünde gezdirip yeşillikleri yeşilliklerle buluşturdu. "Senu km kimseciklere yâr etmem."

Başını umutla salladı Yıldız. Zahir'in elini tutup içindeki sıkıntıyı dışarıya vermeye çalıştı. Azda olsa onun yanında kendini huzurlu hissediyordu Yıldız.

"Suna. Abim haydi de git sende ben arayana kadar beni sakın arama." Zahir kardeşinin omzundan itirerek, "Haydi Sunam haydi." Suna başını titreyerek sallayıp yavaş adımlarla geldiği gibi gitmişti. Aramayacaktı abisini dediğini yapmaktan başka çaresi yoktu, eve gider gitmez uyuyacaktı.

Değişmişti abisi bir kadın için kendini değiştirmişti. Annesi değiştirmek istediği oğlunu, ama nafile. Şimdi ise bir kadın kendine çeki düzen ver dediği için alışkanlıklarını bırakmıştı. Buna aşk değil. Ömürlük, hiç bitmeyen sevgi deniliyordu.

Suna başı eğik bir şekilde ilerliyordu. Boynundaki kolyenin siyah ve kahverengi boncuklara dokundu. Dokununca güvendi hissediyordu. Biliyordu. Aptallıktı bu yaptığı olmayan birinin varlığını hissetmek zayıflımtı. Evinin yolunu tutmuştu, yağmur yağmaya başlayacaktı, etraf karanlık ve sisliydi. İçinde buz gibi dönmüş bir kalp taşıyordu. Donmuştu o kalp. Dondurulmuştu. Derin bir nefes alıp adımlarını hızlandırdı. Evine girip hızla odasına yöneldi ses seda yoktu. Kimse gelmemişti. Üstünü değiştirip kendini yatağa bırakmıştı. Hissettiği bir şey vardı, olmaması gereken ama içindeki duyguların kıyamadığı bir şey. Eli hâlâ o kolyedeydi. Bırakmadıda gerek duymadı. Derin bir nefesten sonra kapattı gözlerini.

 

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

Bölüm dün gelecekti ama bugün geldi kusura bakmayın.

 

 

 

 

 

İns hesabımı takip ederseniz geri takıp ediyorum ve ayrıca oradan alıntı veriyorum.

 

 

 

 

İns: larasuof

 

 

 

 

Oylarınızı eksik etmeyin.

​​​​​

​​​​​

​​​​

​​​​​

​​​​

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%