Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm

@larasu

Oylarınızı vermeyi unutmayın iyi okumalar.


3.bölüm

Gözlerimi ışığın etkisiyle yavaşça açtım. Elimi başıma götürüp acıyla oşadım. Kendime gelip oturmuş olduğum yerden geriye doğru ittim.

Nerdeydim ben?

Kmdi bunlar?

Kafamı kaldırıp yarıdaki ampüle baktım. Bulunduğum odada ışık yoktu, bulunduğum odada küçük pencere bulunuyordu, ama burada kapıdan başka hiç bir şey yoktu. Ayağa kalktım afallayarak. Elimi acıyan boynuma götürdüm yavaşça okşadım. Üzerimde beyaz bir hasta önlüğüden başka hiç bir şey yoktu, gözlerim odayı doladı. Yerde bir kaç elbise vardı. Yukarıya bakıp kameranın olup olmadığını inceledim. Yoktu, ışıktan ve kapıdan başka hiç bir şey yoktu. Gri duvarlar gözümü korkutuyordu. Yerdeki elbiseleri alıp inceledim, temiz elbiselerdi. Üzerinde bir leke bile yoktu.

Bunları giymem gerekiyordu, üzerimde önlükten başka hiç bir giysi yoktu yerdeki siyah iç çamaşırları üzerime hızlıca geçirdim. Bedenim titremeye başlamıştı artık, korku benim etrafı sarmıştı, hızlıca siyah dar kot pantolonu üzerime geçirdim, üzerime, yerde bulunan siyah dar bir t-shirtü giydim. Yerdeki siyah botu ayağıma geçirip tutmayan elime içimden küfürler yağdırdım. Saçlarımı titreyen elimle geriye doğru attım. Akan ilk göz yaşımı silip kapıya yavaşça adımlarım. Kapının koluna titreyen elim gitti. Nefesimi tuttum kapının kolunu ters çevirdim. Açılan kapıyla yavaş kendime doğru çektim. Korkuyla kapının kenarından dışarıya baktım tek gördüğüm şey gelen ışık, koridor olmalıydı burası.

Yavaşça nefesimi düzene sokup kapıyı yavaşça sonuna kadar açtım. Karşıma ilk çıkan şey bir oda kapısı, orada da benim gibi birimi vardı? Boğazıma takılan yutkunmayla elim boğazıma gitti. Kafamı yavaşça önü atıp sağa baktım, uzun bir koridor, sola bakınca bir kaç metre uzunluğunda sağa ve sola dönüşü olan bir yer.

Korkumu yutmam gerekiyordu şuan. Titreyen bedenimle kendimi öne atıp karşı odanın kapısını açmaya çalıştım.

Açıldı. Kapıyı iteleyip akmamak için kendini zor tutan göz yaşımda baktı, içeride baygın bir kişi vardı.

Yutkundum önce sağıma ve soluma bakıp kendimi odaya attıp kapıyı arkadan kapatıp yerde yatak kişiye baktım. Bu çocuktu.

Yavaş adımlarla yaklaştım, korkudan eğilipte dokunamıyordum.

Ayağımla ayağına vurup kalmasını sağlamaya çalıştım. Gözlerim yüzüne baktı, acıyla kaşlarını çattı. Elini başına götürüp okşadı, gözleri hâlâ kapalıydı, acıyla inlemişti.

Gözünü açar açmaz kafasını kaldırıp kendini korkuyla geriye itti.

Nefes alış verişini sessizliğin oluşundan dolayı duyabiliyordum.

"Kızım kara basan gibi ne duruyorsun başımda... korkuttun." Dedi ayağa kalkıp. Önce etrafa sonra bana bakarak.

Onunda üzerinde hasta önlüğü vardı, ve yerde bir kaç giydi. Gözlerimi onun üzerinden kaçırıp başka yöne çevirdim.

"Yerdeki giysileri çabucak giyinsen." Dedim arkamı dönüp, "Korkuyorum..." Dedim kendi kendime sessizce, ama şu sessiz ortamda onun duymama ihtimali sıfırdı.

Üzerini giyinmeye başlamıştı bile ben gözlerimi kapatıp titreyen ellerimi birleştirip birbirine bastırdım.

Önlüğü bir köşeye attığını duydum, onuada benim giydiğim bot gibi bir bot vermişlerdi.

Ama kim? Kimdi bunlar? Bizden ne istiyorlardı?

Aklıma sadece hastaneye proje için geldiğim geliyordu gersini hatırlamıyordum.

Tek hatırladığım şey, hastane girişi.

"Sen iyimisin?" Diye sordu.

"Arkamı dönebilir miyim?"

"E-evet evet." Dedi afallayarak.

Arkamı dönüp ona baktım, bol bir siyah pantolon ve siyah bir t-shirt giymişti. Bana bakıp süzdü. Daha sonra arkamdaki kapıya baktı.

"Sen iyimisin?"

Kafamı iki yana salladım.

"Ne istiyorlar bizden." Derin bir nefes alıp çatık kaşlarla baktı bana.

"Bilmiyorum ama şunu bunu konuşmak gerine şu yerden çıksak... daha iyi olur gibi." Yüzüne bakıp kafamı salladım.

"Ee önce..." Bir adım atıp baktı bana.

"Birbirimize seslenmek için... isim?"

"Ö-özlem, Özlem ben." Dedim kokuyla yutkunarak.

"Güzel. Bende Uzay." Dedi.

Kafasını kapıya çevirip kapının kolunu korkusuzca çevirdi.

"Kapıyı kendine doğru çekip koridorun sağ ve sol tarafına baktı. Arkasına dönüp eliyle gel işareti yaptı. Onu takıp edip saç ve sol yine çıkan koridora ilerledik.

Koridorda iki odadan başka bir oda yoktu. Sağ ve sol yine çıkan koridorun sağına ve soluna baktık.

Sağda bir çıkış kapısı bulunuyordu, solda ise normal bir oda kapısı vardı. Oradan gelen sesle o tarafa baktım. Uzay çıkış kapısı doğru bir adım atacağı an omzuna dokundum.

Gözümle sesin geldiği yönü işaret ettim.

"Gitmemiz lazım!" Dedi sessizce.

Çıkış kapısına baktım ve daha sonra sesin geldiği yöne baktım. Biraz daha dinleyince bir ağlama sesi olduğunu düşündüm. Biraz daha dinleyince ağlama sesi olduğu netleşti.

"Biri daha olabilir!" Dedim en sessiz çıkan sesimle.

Sesin geldiği yöne bakıp düşündü, bana dönüp inceledi.

Önden sesin geldiği yöne ilerleyip kapıya yaklaştı. Kapının kolunu açıp yavaşça kapıyı açtı.

"Hayır!" Diye bir ses çıktı içeriden bu ses.

Kapıyı hemen açıp kendimi tedirginlikle içeriye attım. Odanın köşesine çöküp ağlamakta olan Dilara'ya baktım.

"Dilara!" Dedim ona seslenerek.

Oda üzerini giyinmiş önlüğü bir köşeye sinirle atmıştı.

Kafasını kaldırıp göz yaşları içerisinde bana baktı. Ayağa kalkıp kokuyla baktı bize.

Ona yavaşça adımlayıp ilerledim. Koşup sarıldı bana göz yaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı.

"Şşş korkma yanındayım." Dedim saçlarını okşayarak.

Ağlama sesi yankı yapıyordu, ondan uzaklaşıp omuzlarına dokundum.

"Sessiz ol çıkacağız buradan." Dedim elini tutup odadan çıktım.

Uzay önden ilerleyip çıkış kapısını açtı. Duraklayıp etrafa baktı, yıkık bir kaç bina, ve dümdüz ormana doğru giden bir yol.

"Siktir!" Dedi içeriye girip kapıyı kapattı.

Dilara'yı arkama alıp çatık kaşlarla Uzay'a baktım.

Uzay'a bir adım atıp omzuna dokundum, onu kendime çevirip ne oldu dercesine baktım.

"Ne oldu?"

Uzay bana ve Dilara'ya bakıp alnın kaşıdı.

"Biz baygınken 3. dünya savaşı olmuş olmalı." Dedi. Ne demek istediğini hiç anlamamıştım.

Kapıya cesaretlice ilerleyip açtım, dışarıda beni şaşırtan görüntüyü şaşkınca ve korkuyla baktım. Göz yaşımı zar zor tutuyordum.

Yıkık binalar ve dümdüz bir yol, ormana çıkan bir yoldu bu. Aklıma ilk gelen şey ailem olmuştu, annem babam. İyiler miydi? Neredeydiler şuan?

"Gidelim." Dedim içime giren öfke ve korkuyla. Anneme ne oldu? O iyi mi şuan? En son kavga etmiştik onunla, ben çok öfkeliydim, oda bana çok öfkeliydi. Şimdi peki nasıldı, beni merak etmiş midir? Peki ya babam? En son neredeydi o? Ailem... nerdesiniz?

"Özlem, çok tehlikeli olabilir. Biri bizi öldürebilir." Dedi Dilara kolumu tutup beni kendine çevirerek. "Özlem... biz nerede olduğumuzu bile bilmiyoruz."

"Burada kalsak çok mu iyi olur?" Dilara bana bakıp yüzümü inceledi. Oda bu kurmuş olduğum cümleye hak veriyordu. Burası sessiz bir alandan başka bir yer değil. Burada kimse yoktu.

Peki bizim ne işimiz vardı burada?

Bizi kim getirdi buraya?

"Gidelim." Dedi Uzay önden ilerleyip adımını dışarıya atarak.

İlerleyip Uzay'ı takip etmeye başladık. Etrafa baktığımda bunların içine girilebilirdi, ama yanları çatlaklık ve yüzde otuzu hasar görmüş gibiydi. Her bir binada yüzde otuzluk bir dilimi yıkılmıştı.

Düz yolda, ormana çıkan yolda ilerlemeye başladık. Burası küçük bir kasabadan bir farkı yoktu, etrafta en az otuz bina bulunuyordu, bir kaç ev daha vardı ve hiçte kullanışlı durmuyordu. Ormanın girişine gelmiştik ağaçlar ve doğmakta olan güneşe baktım. Gözlerim etrafı dört ararken havanın bedenime vurmasıyla titremiştim.

Buralar neresiydi? Ben buraları hiç görmemiştim. Yada ne zaman bu hale geldi burası? Biz baygınken kim yaptı bunu? Aklımda delice sorular dönüyordu, annem, babam neredeler?

Dümdüz ormanda yürümeye devam ediyorduk ne bir ses ne bir insan. Herkes olmuş gibi, geriye bir tek biz kalmışız gibi. Bu korkunçtu. Hemde çok korkunç. İçimde biriken bir öfke vardı, hem kendime hemde aileme. O evden hiç çıkmamalıydım. Öleceksem annemle ölmeliydim. Keşke o evden çıkmasaydın özlem.

Git gide güneş daha da belirginleşmeye başladı, güneş doğmuştu bile. Ama biz hâlâ ormanın ortasında çıkış yolu arıyorduk. Her yerde ağaç ve çalılık vardı.

"Biz nereye gidiyoruz?" Dedi Dilara.

Derin bir iç çekip durdum, Uzay bana bakıp kafasını iki yana salladı umutsuzca.

Birden elini uzatıp sessiz olmamızı söyledi. Ona Dilara'yı yanıma yavaşça çekip etrafa baktım. Uzay bir çalılık sesi duymuş olmalı ki şuan bende duymuştum. Etrafa açık gözlerle bakıp sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştık. Ses kesilmişti. Uzay yere bakıp sese kulak vermeye çalıştı. Uzay'ın arkasından gelen sesle o yöne baktık. Uzay arkasını dönüp sessizce bir adım attı geriye doğru. Arkamdan bir ses gelince dönmeye bile izin verilmeden boynumdan tutuldu. Kimin tuttuğunu bilmiyordum, Dilara değil, uzay değil. Kimdi?

Boynumda hissettiğim bıçakla hiç kıpırdamadan öylece durdum.

"Sessizlik!" Dedi arkamda ki kişi.

"Kimsiniz siz?" Dedi önden çıkan bir genç adam.

Asıl siz kimsiniz? Bu soruyu biz onlara sormalıydık.

Uzun boylu sadece gözleri gözüken bir gençti, saçları kahverengiye vuran bir adam. Sert bakışları hepimize sertçe çarpıyordu. Boğazıma tutulan bıçak sıkıca tutulmuştu, arkamda ki kişinin nefesi boynuma çarparken bedenim titremeye yakın bir haldeydi.

"Kimsiniz siz dedim?"

Uzay'a kısa bir bakış atıp gözümü arkadaki adama çevirdim.

"Lan!" Dedi yandan çıkan sesle. Kaç kişisiniz siz böyle?

Uzay ve Dilara gözlerini benden alıp yandan çıkan gizli genç erkeğe baktılar.

Benim gözüm hala karşımdaki adamdaydı, çünkü o yandan çıkan sese değil bana bakmaya devam ediyordu. Yutkunup süzdüm onu avucunu sinirle sıkıyordu sanki. Kaşları çatık bir şekilde bakıyordu. Gözlerimi ondan alıp yana çevirdim.

"Doruk!" Dedi Dilara koşarak bilmediğim genç adama sarılarak.

Bu neydi şimdi? Neler oluyordu böyle?

Boynumdaki el gevşemişti, beni bırakmıştı. Kendimi Uzay'ın yanına atmıştım. Uzay bana bakıp parmağını boynuma attı.

"Biraz kızarmış." Dedi çatık kaşlarla.

"Bir önemi yok. Kimse kimseyi tanımıyor zaten." Dedim sessizce, olay çıksın istemiyordum. Uzay'ın bakışları beni korkutuyordu. Boynuma bıçak tutan kişiye sert bakışlar atıyordu, burnundan soluk alıyordu.

Gözlerimi Dilara'ya çevirip baktım, çocuktan uzaklaşmış ona bakıyordu.

"İyimisin sen nerdeydin?" Dedi adının Doruk olduğunu öğrendiğim kişi.

Dilara göz yaşını silip kafasını salladı sadece.

"İyiyim galiba." Dedi ağlamaklı olan sesi. Etrafa göz atıp baktım, buranın bir çıkışı var mıydı? Nerden gelmişti bunlar? Bu ormanın sonu nereye çıkıyordu ya da?

Dilara gözünü bana atıp kafasını salladı, bende ona karşı kafamı salladım, galiba bu güvendeyiz anlamındaydı.

Doruk denilen genç adam arkadaki sinirli adama kafasıyla onay vermişti.

"Nerdeyiz biz? Burası neresi Doruk?" Doruk umutsuzca etrafa kısa bir bakış atıp Dilara'ya döndü.

"Bir bilsem." Dedi umutsuz sesiyle.

"Gitsek mi artık." Dedi arkamdan çıkan sert ses.

Doruk adında ki genç adam arkadamda ki sertlik abidesine kafasını sallayıp yürüdü.

"Bizim buralarda bulduğumuz bir kulübe var. İçinde temel eşyalar vardı. Kim koymuş bilmiyoruz. Ama düzenle konulmuştu." Dedi Doruk adında ki kişi.

Uzay'a kısa bir bakış atıp önüme döndüm.

"Ben boza!" Dedi boynuma bıçak tutan kişi. Az önce serseri tipinden başka bir tipe giriş yapmıştı.

Kafamı sallayıp, "Özlem." Dedi kısa bir cevapla.

Gülüp önden yürüyen kişiyi gösterdi.

"Ben ona lider ismini verdim, çok ciddi biridir kendileri." Arkası dönük ilerleyen kişiye baktım.

"Belli." Dedi Uzay yandan ney çıkan sesiyle. Öndeki lider lakaplı kişi küçük bir gülme sesi gönderdi sadece.

Hemen önümüzde bir değer iki kişi ise birbirleriyle konuşuyordu. Kafamı eğip yürümeye devam ettim.

İçimde ki merak git gide daha da artıyordu. Annem nerede?... Nerdesin anne?

Kafamı kaldırdığım an sağlam ve hiç bir zarar görmemiş olan kulübeye baktım. Ne küçük ne de büyüktü. Tahtadan yapılmış sağlam ve canlı kahverengi kullanılmış olan kulübenin dört bir yanına baktım. Ağaçlardan çalılıklardan uzaklaşmış kulübenin merdivenlerine ayak basmak üzereydik.

Merdiven basamağına ilk basan kişi lider lakaplı sert abideli kişi oldu. 4 basamaklı merdivenleri aşmış kapıyı açmıştı, ben Uzay'a, Uzay bana baktı. Önümüze dönüp basamakları aynı anda bastık. İçimde yana merak aleviyle içeriye giriş yaptık. Bizi ilk karşılayan şey lacivert ve bej rengi koltuklar karşıladı. Yanan bir şömine oradan bize merhaba diyordu. Girer girmez bedenimize sıcak yuva havası çarptı. Elimi koluma götürüp okşadım. Arkadan Boza adında ki şahıs kapıyı kapattı.

"Bira odun." Dedi Doruk.

"Yine mi ben abi?" Dedi isyan ederek. "Cut hep ben gidiyom ha!" Dedi kapıyı açıp geri kapattı.

Doruk'un oturmasıyla bizde oturmuştuk. Kendimi rahatlarcasına bırakmıştım koltuğun bir tarafına. Etrafa göz gezdirmiştim. Arkamda girdiğimiz kapı sağımda yukarıya doğru çıkan bir merdiven, merdivenin yanında bir kapı vardı, mutfak olmalıydı galiba. Karşıda ormana bakan büyük bir pencere bulunuyordu.

Kapının çalmasıyla kim gledi diye telaşa girmemeştim çünkü tamda şöyle diyordu, "KAPIYI DA HA BEN ACAYIM DEMİ?" Diye bağıran Boza vardı. Elimle anlamı okşayıp karışamda ayağa kalkıp kapıya giden Doruk'a baktım. Dilara elini birbirine sürtüp derin bir nefes verdi. Öne doğru eğilip Dilara baktım, Doruk'un yanında oturuyordu, bu Doruk kimdi? Nereden tanışıyorlardı?

"Dilara?" Eğmiş olduğu kafasını kaldırıp bana baktı. "Bu Doruk kim?"

Dilara bana bakıp kurumuş olan dudaklarını ıslattı. "Biz dershaneden tanışıyoruz." Dedi kısa bir açıklamayla.

Uzay, "Güvenilir mi?" Uzay'a kısık gözlerle baktım. Ne var der gibi baktı bana. Önüme dönüp arkama yaslandım.

Doruk Dilara'nın yanına otururken, Boza getirmiş olduğu odunları yanan şöminenin içine attı. Ayağa kalkıp elleriyle üzerini temizledi.

Onların giysileri bizim gibi değildi, sweatshirt ve bizden farklı giysileridi.

Yandan elinde tepsiyle gelen kişiye baktım, dumanı çıkan kahvelerdi. Sanki yıllardır içmiyorum. Önümüzdeki masaya tepsiyi bırakıp kendi kahvesini alıp tekli koltuğa geçti. Elimi uzatıp koyu mavi renkteki kubayı alıp iki avucumun içinde tuttum.

Boza koltuğa oturmak yerine siyah tüylü halının üzerine oturdu.

"Bizim üzerimizde de bu giysilerden vardı." Dedi Doruk.

Uzay bana baktı, bende ona bakıp yüzünün ifadesini inceledim, çatık kaşlar ve sert çarpan çene hattı.

Önüme dönüp Doruk'a baktım, "İlk uyandığınız da mı?" Dedim çatık ve meraklı gözlerle.

"Hayır. Üzerimizde hasta giysisi vardı."

"Benim de üzerimde öyle bir giysi vardı, beyaz." Doruk kafasını salladı Dilara'nın bu cümlesine.

"Geri sizin üzerinizde için giysilerden giydik. Odada onlar vardı. Daha sonra birbirimizle karşılaştık. Aynı yerde.

"Bizde aynı yerde karşılaştık." Dedi Uzay.

"Başka kimse varmı... hiç bir kimseyle karşılaşmadınız mi?" Sorun kafasını iki yana salladı.

Umudum kapılarım kapanmak için bir adım öne attı kendini.

"Terk edilmiş şehir gibi." Dedi adını bilmediğim ama Boza'nın deyimiyle lider.

Tamda öyleydi, terk edilmiş şehirin ortasında kalmıştık.

"Vay be!" Dedi Boza yüzünde saçma bir gülümsemeyle. "Terk edilmiş şehirde gençler ha! Mükemmel." Ona çatık kaşlarla bir bakış attım, bakışımı yakalamış olacak ki yüzündeki gülümsemeyi atmıştı.

"Ailem nerde?" Dedim kendi kendime.

"Bence şimdi her şeyi bir köşeye atıp kendimize gelmek." Dedi Doruk. "Çünkü bizde buraya daha dün geldik."

"Hesaplamama göre, güneşin doğuşuyla geldik buraya ve... 18 saat diyorum." Boza her konuda konu dışı bir konuşma yapıyordu. Buna alışmam lazımdı. Konuşmayı.ne kadar sevmesemde artık.

Elimdeki kahveyi içmeye devam ediyordum.

Şimdi ne olacaktı bilmiyordum, tek bildiğim şey inatla ailemi aramaktı. Her yeri her deliğe girecek ve ailemi bulacaktım. Annemi ve babamı. Evimi... kaçmak terk etmek istediğimi yuvayı bulacaktım. Ve bir daha ne olursa olsun ne söylenirse söylensin öfkeyle hareket etmeyecektim. Ben bir daha yuvamı terk etmeyecektim, yeter ki anneme gideyim. Sarılayım, en son ne zaman sarıldık bilmem, ama şuan çok ihtiyacım var. Bir sarılmaya, kime sarıldım kimin omzunda ağladığımı hatırlamam çünkü kimse bana sarılmaz ben de kimsenin omzunda ağlamam, ağlamam da. Ama şuan anneme ihtiyacım vardı. Bana deli gibi bağıran kadını şuna ben deli gibi merak ediyordum.

Hepimizin de dinlenip kendimize gelmesine ihtiyacı vardı. Buna şuan çok ihtiyacımız vardı, sıcak bir oda ve rahat bir yatak. Boza'nın bize birer oda vermesiyle herkes kendi odasına dağılmıştı, merdivenlerden çıktığımızda bizi küçük bir koridor ve sağa dönünce en az bir metrelik bir yol ve yolun birbirine bakan sağ ve solda bulunan kapılar vardı. Birine ben birinede Dilara girmişti. Beni şaşırtan şey bu odada kadınlar için ihtiyaç malzemeleri vardı, ped ve yeni iç çamaşırları. Bu bir oyundu galiba. Yada biz bir rüyanın içindeydik. Bu olaylar normal değildi.

Odayı incelemeye devam ediyordum, çekmeceyi kapatıp dolaba yöneldim. Dolabı açıp içini merakla inceledim. Dolabın içerisinde kazaklar ve bol rahat pantolon, pijamalar vardı. Dolaptan siyah bir tayt çıkarıp yatağın üzerine fırlattım, siyah bol bir eşofman seçip onuda yatağın üzerine fırlattım. Dolaptan, siyah bir body çıkarıp onuda diğerlerinin yanına fırlattım. Çekmeceye yönelip siyah üst ve alt içlik çıkarıp çekmeceyi kapattım. Odada bulunan banyoya ilerledim. İçliklerimi duşta diğer kalanları ise duştan çıkınca giyecektim.

İçliklerimi bulunan tezgahın üzerine koydum. Banyoda küçük bir şişenin içinde şampuan vardı, kokusunu koklayınca lavanta gibi kokuyordu. Nefesimi sıkıntıya çekip vermiştim. Duşa kabine girer girmez her yeri inceledi gözlerim. Önüme dönüp giysilerimi indirip duşa kabinin dışına her hangi bir yere attım. Suyu ayarlayıp altına girdim, ilk önce buz gibi bir suyla karşılaştı bedenim, ama daha sonra git gide ılayan suyla bedenim rahatlamıştı. Saçlarımdan bedenime akan ılık su beni çok rahatlatmıştı. Her şeyi unutmaya beden olmuştu bu duş. Şampuanı alıp elime döktüm saçlarımı hızlıca okşadım. Saçlarım o kadar da uzun değilde ve çabucak köpürmüştü. Bedenimi saçım da ki köpükle çabucak köpükleyip yıkadım. Suyu kapatıp duşa kabinden çıktım ve tezgahın altında düzenle ve özenle katlanmış olan havluyu aldım. Vücudumu kurutup, küçük havluyu aldım, saçlarımı hızlıca kurtabildiğim kadar kuruttum. İç çamaşırlarımı giyinip odadan çıktım, kapıyı anahtarla kilitlemiştim rahatça duşumu alayım diye. Başımı eğip saçlarımı önüme getirdim, havluyu saçlarıma sarılıp başımı kaldırdım. Yatağın üzerinde bulunan taytı alıp giyindim, tayt giyinmekten haz eden biri değildim, ama şuan bacaklarımı sıcak tutması gerekiyordu. Üzerine eşofmanımı geçirip ipini bağladım. Çıkarmış olduğum bodyi giyinip tekrar dolaba yöneldim. Siyah, üzerimde beyaz bir ok olan nike markalı sweatshirtü giyindim. Dolabı kapatıp başımdaki havluyu düzenledim. Kendimi yatağa atıp en sevdiğim şeye yapmaya başladım, tavanı izledim.

Tavan izlemek benim odamda yapmış olduğum bir kürtüldü. Tavan benim aynam olmuştu.

Derin bir iç çekip doğruldum, yataktan kalkıp ışığı kapattım, orta boylarda ki pencere içeriye az da olsa güneş ve ışık vuruyordu. Yorganı çekip havluyu başımdan çekmeden yatağa girdim, rahat ve pamuktan bir farkı olmayan yastığa başımı koydum. Gözlerim ben daha kapatmayı düşünmeden kendince kapandı, yorgun olan bedenim ve gözlerim yatağın rahatlığıyla kapanmıştı.

Kalbi saplanan sert bir darbeyle gözlerimi açtım. Karanlık bir alanda yatmış olduğum yatağın üstünde sallanan bir ampüle terlemiş olan bedenimle baktım, kendimi yataktan atıp etrafa baktım titreyen bedenimle, gözlerim üstümdeki beyaz hasta giysisine çevirdim. Nefes alış verişim boş ve karanlık alanda yankı yapmaya başlamıştı dört bir yandan çıkan kahkaha sesleriyle kaşlarımı çatıp etrafa baktım, titreyen ellerimi kulaklarıma götürdüm, istemsizce yere diz çöküp ellerim kulağımı kapatırken başımı önüme eğdim. Kahkaha sesleri durmuş onun yerine çığlık sesleri konulmuştu. Kulağımın acısıyla atmış olduğum çığlık tüm atılmış olan çığlık seslerini dindirmişti.

Gözlerimi hızla açmamla doğruldum, nefesim aralıksız ard arda alınırken gözüm odada döndü. Sadece bir kâbus. Sadece kâbus. Elim alnıma gitti. Kurumuş olana dudaklarımı ıslattım, yataktan çıkıp hemen hızla banyoya ilerledim. Tezgahın önünde durup aynaya baktım, ben beyaz olmuş olan yüzüme baktım, suyu açıp elimi yüzümü yıkadım. Havluyu alıp elimi ve yüzümü sildim hauyu tekrardan yerine koyup derin bir nefes aldım.


Banyodan çıkıp oda da bulunan çekmeceden çorap aldım, ayağıma geçirip alt kata indim. Ortalıkta sessizlik vardı. Bahçede küçük bir oturma alanı gördüm. Orada oturan kişiye çatık kaşlarla baktım. Lider. Adını bilmiyordum ama ilk tanıştığımız da Boza onu lider diye tanıttı. Galiba adı lider olarak kalmaya devam edecek.


Ayağıma botlarımı geçirip kapıyı açtım, dışarıya çıkıp kapıyı kapattım, bahçe alanına doğru ilerledim. Yanına gitsem rahatsızlık verirmiydim hiç bilmiyordum ama gitmiştim. Oturmuş olduğu sallanan salıncağa baktım, koltukatan salıncak ve çok hoş gözüküyordu, sade ve hoş tamda benlikti. Gerçi sade olan her şey benimdir ya.


Kafasını yana doğru çevirip gözünün ucuyla baktı bana. Geri önüne dönüp arkasına yaşlandı.


"Oturabilir miyim?" Dedim sessiz çıkan sesimle.


"Ne?" Dedi, duymamış olmalı sesimi galiba. Ya da, 'defol git senle mi uğraşacağım ben' demiştir o iki harfli tek kelime.


"Oturabilir- yok bir şey." Dedim bir anda elimi eşofmanımın cebine atıp küçük adımlar atıp etrafa bakarak.


Tepemizde güneş karşımızda soğuk hava. Etrafa göz atmaya devam ediyordum, biz cidden nerdeyiz böyle?


"Otur!" Dedi sert çıkan bir ses. Kafamı yana çevirip baktım, düz bakan gözler bana dönüp bakındı. Etrafa küçük kaçamaklı bakışlar atıp, önüme dönüp yavaş adımlarla salıncaklı koltuğa geçtim. Derin bir nefes verip arkama yaslandım.


"Lider." Dedim kafamı yavaşça sallayarak, "Tuhaf."


Güldü küçük bir sesle. Başımı ona çevirip hafif çatık kaşlarla baktım. Dudağının bir köşesi yukarıya doğru kaymıştı.


"Ne oldu?" Dedim merak içinde.


"Lider... her zaman öyleydim." Kendini beğenmiş erkeklerden çıkmasın n'olur. Galiba öyle değildi, yüzünde ki gülüş gitmiş çatık kaşlar ve sert başlar ormanda bulunan ağaçlara bakınıyordu. "Güçlü olan her zaman liderdir."


Gözlerimi ondan alıp dümdüz ağaçlara baktım.


Ben öyle düşünmüyordum, güçlü olan değil zeki ve her şeyi anlayan liderdir. Herkesin dilinden anlayıp her şeye bir çözüm bulan kişi liderdir. Şuan onunla ilk zıt yanımızı bulmuştum, düşünce yapımız galiba farklı olmaya devam edecekti.


"Kaç yaşındasın?" Dedim muhabbet açılsın diye, yoksa öğlen olacak hatta akşam bile olabilirdi ve bizde hâlâ burada ağaçları izlemeye devam edecektim, ona göre hava hoştu izlmeye devam edebilecek bir görünüme sahipti.


"20." Dedi kafasını bana çevirip yüzümü inceledi. "Sen?"


"18." Dedim. "Yani yeni girdim. Bir hafta falan oldu." Başını şaşırmış gibi salladı önüne dönüp derin bir nefes aldı.


Şuan ne olacak ne yapacağım, ne yapacağız bilmiyordum. Burası terk edilmiş bir şehirden farlı yoktu, ve bu beni çok korkutuyordu.


"Nerede yaşıyorsun?" Dedi.


"İstanbul."


"Hadi ya oha!" Dedi şaşırmış gibi dalga geçerek.


Bu hiç hoşuma gitmemişti, göz devirip kollarımı birbirine geçirdim.


"Küçükçekmece."


"Güzel."


"İsmin?" Dedim, ismini merak ediyordum, ona hep lider diye seslenmek tuhaf olurdu bence.


Ona dönüp baktım, bana bakmıyordu ağaçların uçuşan dallarına ve yere düşen yapraklarına bakınıyordu.


"Araz." Normal çıkan sesiyle.


"Araz... cevher..."


"Kim?" Dedi bana dönüp bakarak.


"Cevher demek... yani annem öyle demişti, Araz isminin anlamı."


"Cevher ne demek peki?" Dedi dudaklarını birbirine bastırarak. Gözlerimi kısıp ona baktım.


"Dalga mı geçtin?" Dedim yüzünü inceleyerek.


İfadesizce baktı yüzüme. "Hayır." Dedi net bir ses tonuyla.


Önüme dönüp bakındım, arkamızdan gelen sesle arkamı döndüm.


"Erkenciyiz! Günaydınlar!" Demişti. Bu Bora'ydı.


Karşımıza geçip bizi süzdü. İki parmağınıda kaldırıp baktı.


"1. Mi 2. Mi?" Diye sordu. Sebebini bilmeden adını yeni öğrendiğim Araz'a döndüm.


Araz Boza'ya bakınca içi gidiyordu, sessizce ya sabır çektiğini duydum. Boza Araz'a göre daha enerjik bir tıpi vardı, Araz ise cidden lider kadar ciddi bir havaya sahipti.


Şuan burada ne oluyordu bilmiyordum ama Boza'ya dönüp, "2." Dedim.


Boza sevinmiş olacak ki elini havaya kaldırıp çakmamı bekledi, öylede yaptım elini havada boş bırakmayıp eline çaktım.


"Salçalı makarna her öğrencinin kahramanıdır." Dedi. Cidden de öyleydi, en sevdiğim yemek listesinde bilmem kaçıncı sırada yer alıyordu.


Şuan içimde birinci neydi acaba merakı konmuştu. Boza'ya baktım. Etrafa kısa bir bakış atıp bize dönmüştü.


"1. Ne?"


"Tost." Dedi bir dudağı kenara doğru kayarak. "İkinci öğrenci yemeği diyebiliriz."


"Bence de." Dedim yüzümde küçük bir tebessümle.


Araz sanki biz yokmuşuz gibi etrafa baktınmaya ve Boza'yı hiçe saymaya devam ediyordu.


Boza buradan uzaklaşırken bende ona yardım etmek için ayaklandım, benim kalkmamla Araz'da kalkmıştı. Önden ilerleyip merviven basamaklarını çıktım, kapı yarım aralıktı. İçeriye girip botlarımı indirdim, şahsen annem burada olsa çok kızardı. Ter temiz zeminleri kirletmek istemezdim. Mutfağa doğru ilerledim, Ayaz koltuğa geçip oturmuştu. Mutfağa girdiğimde ne kadar geniş olduğunu anladım, dikdörtgen bir yemek masası vardı. Sandalyeler neden bu kadar çoktu anlamadım, 10 kişilik bir masaydı. Burası kimin kulübesi onu bile bilmiyordum. Bu kulübe kiminse çok kalabalık bir aileye sahip olmalı, yoksa o kadar oda ve bu kadar sandalye? Kimin evi burası?


"Kalabalık aile." Dedim Boza suyu ocağa koyarken başını bana çevirdi.


Kafasını sallayıp tencerenin kapağını kapattı.


"Lider öyle demiyor ama." Gözlerimi masadan çekip bana merak edici bir cümle kuran Boza'ya baktım. Makarna paketini açıp hazırda durması için tezgahın her hangi bir köşesine bıraktı.


İçimdeki merak duygusu git gide artarken Boza bana bakıp gülümsedi.


"Ne diyor lider?" Dedim kısık gözlerle.


"Kayıplar diyor lider." Kayıplar derken tam olarak ne demek istediğini anlamadım. Gözlerim yerdeki zeminleri incelerken arkadan içeriye giren Araz'la gözlerimi ona çevirdim.


Elleri cebinde içeriye girip Boza'ya ve daha sonra bana baktı. Ona kayıpların kim olduğunu sorsam mı? Yoksa daha sonr Boza'ya mı sonram?


Bunu dememe kalmadan Boza konuştu. "Kayıplar kimmiş? Diyor Özlem." Dedi elinde salça gözleriyle beni işaret ederek.


Gözlerimi Boza'dan alıp Araz'a çevirdim. Baş sandalyeye geçip oturdu. Neden böyle burnu havada bir şekilde davranıyordu bilmiyordum, ya da bana öyle geliyordu. Daha burada kimse tam olarak tanımıyordum, Dilara'yı bile çok iyi tanımıyordum. Sadece aramızda küçük bir konuşma gerçekleşmişti o kadardı.


Peki şuan kapıyıplar kimdi? Geride kalan kim vardı?


"Kayıplar kim Araz?" Diye sordum onun çaprazında ki sandalyeye oturarak.


Bana bakıp dudaklarını ıslattı. "Bizim gibi insanlar." Dedi kısa ve net bir şekilde. Tam olarak anlamamıştım. Kafamı sallayıp önünme döndüm. "Hastanede tutulmuş olan gençler." Dedi.


Ona bakıp ne demek istediğini düşündüm. Bizde hastane gibi bir alandan çıkmıştık. Araz'lar da hastane gibi bir alandan çıkmışlardı. Bizim gibilerde mi vardı? Peki ya insanlar? Herkes nerde? İnsanlar neden ses çıkarmıyor? Neden dünya sessizliğe kapılmış? Benim ailem nerde?


"Biz baygınken ne oldu?" Dedim. "İnsanlar merde?"


"Bilmiyorum?" Dedim Araz. "Tek bildiğim şey kulübenin arka tarafından ilerlemek." Nasıl yani? Kulübenin arkasından neden ilerleyecektik? Ne vardı orada?


Asıl soru Araz bunu nereden biliyordu?


Bunu sorgulamak istemiyordum ama sorgulamak zorundaydım.


"Sen nereden biliyorsun?... Ya da kim söyledi?"


Kafasını iki yana sallayıp, "Bilmiyorum. Burası küçük bir kasaba gibi bir yer. Arkada bizem yardımımızı bekleyen insanlar var."


"Şimdi şu konuşmayı bir köşeye fırlatıp şu makarna için bana yardım etseniz diyorum." Dedi Boza.


Araz'ı masada tek başına bırakıp geniş olan tezgaha yaklaştım, Boza'nın yıkamış olduğu marul ve domatesleri doğramaya başladım. Elimdeki bıçağı öfkeyle mi yoksa korkuyla mı tutuyordum bilmiyordum. Gözlerimi iki saniyeliğine kapatıp geri açtım elime aldığım domatesi doğramaya başladım.


Benim burada domatesli doğramam değil ailemi bulmam lazımdı. Buradan çıkmak istiyordum, ailemi bulamam lazımdı. Kaybolmuş olanları değil.


Araz bana hiç güvenilir gelmiyordu, nedenini bilmiyordum ama ona karşı kendimi hiç koruyucu bulmuyordum. Burada ki hiç kimseyi tanımıyordum, ona göre ilerlemem lazımdı. Kimseye güvenmem lazım, zor bir durumda kalmadıkça. Umarım öyle bir şeyler olmaz.

 

***

 

Ben sizinle değil kendimle savaşıyorum.

 

•Bilinmeyenler•

Loading...
0%