Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Soğuk Ölüm

@larossina812

Geceydi; karanlıktı ve bu gece ilk defa kendimi ait hissettiğim bir yerdeydim. Olacakların farkındaydım ama yine de ileriye gitmekten ve karanlığın içinde kaybolmaktan kendimi alı koyamıyordum. Karanlık sırtıma bıçaklarını geçirip ruhumda görünmez izler bırakırken ben buna karşı çıkmıyordum.

O an aklıma gelen tek şey ölümdü. O kadar ki, bu kelime dudaklarımın arasında kısılıp kalıyordu . Bazen ölümle arama mesafeler kurardım ama kâbuslarıma ulaşmasını engelleyemezdim.

Temiz havayı derin bir nefes gibi içine çekerken bir yandan da bir şey görebilecekmişim gibi etrafıma bakıyor ve karanlığın gizemini arzuluyordum. Çoğu kez bu dünyadan çekip gitmeyi ve kaybolmayı düşünürdüm çünkü bazı şeyler bu dünyada ancak kaybolunca anlaşılırdı. Bazen çoğu kez duygularımın öldüğünü ve artık eskisi gibi hissedeceğimi düşünürdüm. Sanki benden çalınan bir şeyin acısını, sancısını en derinlerde yaşıyormuşum gibiydi ve bu acı bazen gözlerimi doldurabilecek, bütün kalbimi buz gibi soğutabilecek kadar büyüktü; ama bütün bunlara rağmen hâlâ parçaları birleştirmeye uğraşan ve bir yerlerde kendini bir şeylere ait hisseden bir yanımda vardı.

Ellerimle sımsıkı tuttuğum balkon demirin soğukluğu avucumun içini kemirirken avuçiçim artık soğukluktan dolayı uyuşmaya başlamıştı. Diğer yandan gittikçe şiddetini artıran yağmurla beraber rüzgarın uğultusu kulaklarımdaki sesleri bastırıyordu ve buna gayet memnundum. Çünkü bu gece diğerlerinden farklıydı ve başımı ağrıtan ve bir türlü susturamadığım sesler olmayacaktı; onun yerine sadece ben olacaktım. Yıllardır çözemediğim uyku problemim yüzünden migren ağrım gittikçe artarken artık midem bulanmaya başlamıştı.

Boğazıma oturan yumru her geçen dakika nefes almamı zorlaştırırken hâlâ bir mucize beklermiş gibi gökyüzüne baktığımda tek gördüğüm şey hızla cama çarpan yağmur damlalarıydı. Rüzgar yüzüme tokat gibi çarparken adeta soğuk bir duş etkisi yaratarak beni uyandırıyordu ve saat gecenin iki buçuğu olmasına rağmen hâlâ uykum gelmemişti. Karşı dairelerin pencerelerine baktığım zaman bütün ışıklar kapalıydı ve her zamanki gibi bu saatte ışıkları açık olan tek ev benim evimdi.

Ensemde hissettiğim buz gibi nefes tarafıma dönüp baktığımda uzaktalardı, uzaklaşmışlardı. Tuhaf bir his benliğimi sararken çıplak omuzlarıma dokunan buz gibi parmakları hissediyordum. Ne kadar uzağa itsem de bir türlü gitmiyorlardı. Siyah gölgelerin tenimde bıraktığı izler ve ardında bıraktığı o puslu hava bütün bedenime yayılıyordu. Sanki görünmez bir kafesin içindeydim.

Gözlerim korkuyla dolarken belki de bu sefer kaçma şansım olmayacaktı; bunu biliyordum. Her şeyden kaçabilirdiniz ama kâbuslardan asla kaçamazdınız. Günün sonunda ise etrafınızı çepeçevre saran kâbuslar siyah bir gölge gibi etrafınızı sararken gittiğiniz yol bir anda kararırdı ve bir daha kaçış yolunu bulamadınız. Düşüncelerimin içinde bir kez daha kaybolurken burnuma dolan ıslak toprak ve yağmur kokusu her içime çektiğimde beni daha da eskilere götürüyordu

Aşağıdan gelen sesler kesilmişti, anlaşılan annem uyumuştu. Bazen bana erken yatmam gerektiğini söylerdi, sanırım artık benim uyuyamadığımı kabullenmiş ve artık o da susmuştu. Benim için üzüldüğünü biliyordum ama elinden gelen çok fazla bir şey yoktu. Selen ise ya odasında sevgilisi Cristian ile konuşuyor, ya da kalan son sınavı için ders çalışıyor, ya da odasında fantastik peri masalları dinleyerek hayaller kuruyordu.

Yoğunlaşarak karşı tepelerden bu tarafa doğru gelen sis görüş alanımı kısıtlıyordu. Artık çok sevdiğim manzarayı rahat göremeyeceğimi anlayınca artık pencereden dışarıya bakmayı bırakmıştım. Bu hafta sınav haftasıydı ve benim için oldukça yorucu geçmişti. Normalde zaten geç uyuyan biri olarak bu hafta hiç uyuyamamıştım.

Sebepsiz yere aklıma kendi küçüklüğüm gelmişti. Bazen aklımıza gelen anılar sandığımızdan daha çok can yakıcı olabilirdi; çocukluğumuz o can yakıcı anılarda saklıydı aslında. Küçükken kanayan kader çizgilerime bakardım ve küçük ellerimi pencereden dışarıya çıkartıp parmaklarımın ıslanmasını beklerdim. Küçükken yağmurun yağdığını bir türlü kabullenemezdim, çünkü benim anlayışıma göre aslında yağmur yağmıyordu; ileride, çok uzaklarda bir yerlerde üzülen çocuklar vardı ve gökyüzü o masum, saf ve temiz ruhlu çocuklara ağlıyordu.

Gece oldukça geç bir saatti ve eğer Selen uyumadıyda ve odaya girip bizde gidip okuldaki ritüele katılalım diye tutturmazsa uyumayı düşünüyordum.

Odanın kapısı bütün dikkatimi çekmesine sebep olacak şekilde büyük bir gıcırtıyla açıldığında içeriye aceleci adımlarla Selen girdi. Benim aksime gayet mükemmel görünüyordu. Bense gayet uykusuz ve yorgundum. "Sen hâlâ hazırlanmadın mı?" Sesinde kontrol etmeye çalıştığı ama engelleyemediği bariz bir heyecan vardı. Ah! Tabii doğru ya. Bugün her yıldız tozu ritüeli vardı ve hazırlanan bütün kızlar bu ritüel için süslenmiş olan tepeye çıkıyorlardı.

Omuzlarımı tuttu ve bana arkadan sarılıp her zaman yaptığı gibi bir öpücük kondurdu. Mutsuzdum. Çünkü sevgilimle ayrılmıştık ve beni toparlayacak tek kişi Selen'di. Aşağıdan annemin sesi geliyordu. Yılların ondan aldıklarına rağmen o hala mutlu ve enerjikti. Sanırım, annemde en sevdiğim özellik buydu; babama rağmen o hala hayat dolu bir kadındı.

Küçükken odama kapanıp yorganın altına saklanır ve onların kavgalarının bitmesini beklerdim. Mutlu bir aile olacağımıza inanırdım. Zamanla bu inancım kırılıp gitti çünkü babam bizi terk etti. Selen'i itip uzaklaştırdım çünkü bana biraz daha sarılırsa ağlayacaktım ve ben ağlamaktan hiç hoşlanmazdım; o da bunu biliyordu.

Eğer birine sıkıca sarılırsam ağlayacağımdan korkardım. Eğer birine sıkı sıkıya sarılırsam bir gün o insanları sevgiye boğardım ve o insanlar elbet bir gün tıpkı babam gibi bizim sevgimizden sıkılıp giderlerdi. Sevgi denilen şey zehirli bir sarmaşık gibiydi bana göre. Eğer bir insana hiç sevgi göstermezseniz o insan günün birinde intihar ederdi. Eğer birine çok fazla sevgi gösterirseniz o insan bir gün sizin sevginizden bunalıp giderdi ve geriye sadece kalan kişinin yaşadığı acılar, giden kişinin verdiği umutlar kalırdı.

Masanın üzerindeki mutlu fotoğraf karesine baktığımda içim acıdı çünkü bu fotoğraf karesi annem, babam ve benim olduğum son fotoğraf karesiydi. O günden sonra ise babamı bir daha görememiştim. O gün on yaşındaydım, şimdi ise yirmi bir. Aradan on bir yıl geçmişti. İnsan büyüyünce göz ardı ettiği gerçekleri daha iyi anlıyordu ve bazen her şeyi anlamaktansa geriye dönüp hiçbir şeyi anlamamayı umut ediyordu.

"Çocuklar, geç kalmayın!" Aşağıdan annemin sesi geliyordu ama onun seninde aradığım, alıştığım o sıcaklık yoktu. Aksine ses tonu kemiklerimi titretebilecek kadar soğuktu. Anlaşılan yine babamla kavga etmişlerdi. Anneme göre babam çok sorumsuz biriydi. Babama göre ise annem her zaman tuhaf bir kadındı.

Selen'in yüzüne baktım ve şiş gözlerimi saklamak adına neden geldiğini sordum. "Hadi Hera, geç kalıyoruz." Sesinde itiraz kabul etmez bir tavır vardı. Omuzlarıma çöken yorgunluk artık daha da ağırlığını artıyordu. Bende Selen gibi çocuk ruhlu, umut vaad eden biri olmak isterdim ama omzundaki yükler, bileklerimdeki ipleri o kadar sıkıydı ki, eğer o ipleri kendime çekersen bileklerim kopacak gibiydi.

Ne kadar uğraşırsam uğraşayım Selen'in pes etmeyeceğinin farkında olduğum için altıma mavi bir kot pantolon, üzerime taba rengi bir kazak ve siyah bir mont giyinip hazırlandım. Odadan çıkmadan önce her tarafı dağılmış ve adeta savaş alanı gibi gözüken odama baktım. Şu anda odamı toplayamayacak kadar yorgundum.

Bazen bazı şeyleri oluruna bırakmak gerekiyordu; eğer konu bensem bu söylendiği gibi olmuyordu. Tam bir düzen hastası olduğum için bazen bu durum aşırıya kaçabiliyordu ve arkadaşlarımın çıldırmasına sebep oluyordu.

Konudan alakasız biraz size ailemden bahsedeyim. Annem türk, babam Kanadalıydı ve annem babamla evlendiği zaman dedem annemi evinden kovup mirasından men ettiği için Kanada'da yaşıyorduk. Annemle babam evlendiklerinde ben evlendikleri sene doğmuşum. Aradan on bir sene geçti. Babam zengindi, Kanada'da çok ünlü bir turizm şirketi vardı.

Annem bir gün eve geldiğinde odasından gülüşme sesleri duymuş. Odaya girdiğinde ise annem babamı kendi yatak odasında bir kadınla basmış. Annem için o an hayatının en acı anıymış. O gece çok şiddetli bir kavga etmişler ve annem ilk ve son kez babamdan dayak yemiş.

Babam çok ısrar etmiş, yalvarmış, ayaklarına kapanmış ama annem beni de alarak evden çıkıp gitmiş ve yeni bir ev bulana kadar benim tanımadığım ama annemin hala görüştügü bir Arkadaşına gitmiş. Babam tam üç ay annemin kapısında yatmış, her gece evin önüne gelip çiçekler bırakmış ama nafile

Annem o eve hiçbir zaman geri dönmemiş ve tam iki ay sonra boşanmışlar. Şimdi annem kendi açtığı bir pasta dükkanını işletiyor. Babam ise annemi aldattığı o kadınla evlendi ve ön yıllık evliliklerinden doğan iki tane oğlu var. Annem halâ bekar ve o günden sonra başka kimseyle evlenmedi.

Elimle gözlerimi silerken kendimi görebilmek için son kez aynaya baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi berbat haldeydim. Günden güne solan bir çocuğun enkazı vardı o aynada. Artık gözlerinde umut ışığı yoktu, artık yağmurun günahları temizleyeceğine de inanmıyordu, artık kâbusların biteceğine de inanmıyordu

Selen beni daldığım derin düşüncelerden uyandırmak için buz gibi parmaklarını alev alev yanan tenime dokundurduğunda uyandım. Sanki bir bantın geriye sarımı gibiydi; ama geriye dönen tek şey zamanın kendisiydi.

Merdivenleri ikişer ikişer inerken sanki onu bir daha göremeyecekmişim gibi anneme baktım. Gözünün üzerine dokunduğunda acısını saklamak için gözlerini kapattı. Demek babam ona vurmuştu. Nasıl bu hale gelmişti bizim ailemiz? O mutlu zamanlar sanki daha da uzaktaydı, sanki yüzyıllar önce. Belki de fazla duygusal davranıyordum.

Parçalanmış ruhumun içinde ben ne kadar duymazdan gelirsem geleyim tam kalbimin ortasında oturan küçük, yaralı, kan revan içinde bir kız çocuğu vardı. "Beni kurtarmayacak mısın?" diyordu titrek çıkan sesi. Bazen onu kurtarmak için elimi uzatıyordum, ama o yıkılan bir binanın altında kalmış, çırpınan bir insan gibi kalbimin yıkıntıları içinde kalmıştı. Ruhu çoktan ölmüştü ama bedeni halâ çırpınıyordu ve hiçbir şeye rağmen pes etmiyordu. Bazen küçük kızın azmi beni bile şaşırtıyordu.

"Biz geç kalırız anne, bizi bekleme." Dışarıya çıktığımda sanki rahat nefes alabilecekmişim gibi elimi boğazıma götürdüm. Doğru; annem bu haldeyken ben rahat nefes alamazdım ama biz bu haldeyken babam rahat nefes alıyor, hatta belki de uyuyordu.

Nefesim boğazıma kısılıp kalırken etrafıma baktım ve gökyüzünün bütün ışıklarını çektiği bu karanlık gecede bir kez daha ne kadar yalnız olduğumu hatırladım. Benimle yalnızlığımı paylaşan bugün diğer günlerden daha koyu olan gökyüzüydü. Gri bulutlar gökyüzünü çepeçevre sarmış, başlayacak yeni bir yağmurun haberini veriyordu;saki gitmememiz için bir işaret gibiydi. Aslında bunu Selen'e söylemeyi düşünmüştüm ama ağzımı açtığım an Selen'in beni duymazdan geleceğini çok iyi bildiğim için sustum.

Yağmur kokusunu bir kez daha içime çekerken elimdeki tokayla gözümün önüne gelen kumral saçlarımı bağladım ve yağmurdan korunmak için montumun kapüşonunu kafama örttüm. Benim aksime Selen yüzüne makyaj yapmıştı ve sözde beş dakika önce yaptığı ama iki saatini harcadığına yemin ettiğim fönünü eliyle düzeltip duruyordu.

"Makyajım bozulacak," diye ofladığında her ihtimale karşı aldığım şemsiyeyi ona verdim. O da şemsiyeyi açıp altına girdiğinde yağmurdan ıslanmış kaldırımda yürümeye başladık. Az ileride yürüyen beyaz şapkalı kızın arkadaşını kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadığını gördüm. Ama bizi görünce sustular ve önlerini dönüp yürümeye devam ettiler. Bu kızları tanıyordum, bizden bir üst sınıftalardı.

Lacy okulun en popüler kızıydı ve kendisi gibi okulun popüler ve gözde çocuğu Nick'in sevgilisiydi, yanındaki kız ise onun yardakçısıydı. Kızın yaptığı tek şey sürekli bizim hakkımızda Lacy'e haber uçurtmaktı. Aslında sevgili olduklarından haberim yoktu. Dün gece bir kızın bu ikisini yatakta yakaladığını duymuştum. Nick ile bir süredir sevgiliydik ama ne yazık ki dün gece aldatılmıştım.

Rüzgardan dolayı saçlarımı uçuştururken saçlarımı sinirle geriye doğru attım. Kızaran yanaklarım öfkeden dolayı yanmaya başlamıştı. 'Hera, kolumu çok sıkıyorsun." O ana kadar Selen'in kolunu ne kadar çok sıktığımın farkına varmamıştım. Belli etmek istemese de canı benim yüzümden acımış olmalıydı. Mahcup bir ifadeyle ona baktım. Yanağımı okşamaya başladı. "Tamam, önemi yok."

Tam on dakikadır yürüyorduk ve on dakikanın sonunda tepeye varmıştık. Yukarıda ritüel için buraya toplanmış heyecanla bekleyen insanlar vardı. Ritüel için süslenmiş olan ve üzerinde çeşitli yiyecekler bulunan uzun masalar vardı. Selen'in beni çekiştirmesi sonucu istemeye istemeye içeriye girdim ve yukarıya çıkmaya başladık.

İşin tuhaf tarafı ise yanından geçtiğim insanların bana garip garip bakması ve birbirleriyle fısıldaşarak adeta kaçarcasına benden uzaklaşmaya başlamalarıydı. Bu güne kadar insanların zorbalamalarına, tuhaf bakışlarına hatta yargılamalarına alışıktım. Ama bu kadarı benim için bile çok fazlaydı.

Daha fazla dayanamayıp ileride bize tuhaf tuhaf bakan insanları gösterdim. Ne oluyor? İnsanlar bize neden garip garip bakıyorlar?" Selen bana şaşkın şaşkın bakmaya başladı. "Ne demek ne oluyor?" İnanamaz gözlerle ona baktım. "İnsanların bana bakışlarını görmedin mi? Bana yiyecekmiş gibi bakıyorlar." Elini alnıma koydu ve ateşimi ölçüyormuş gibi yaptı. "Sen iyice kafayı yemeye başladın. Kimse sana bakmıyor." Soğuktan buz gibi olmuş elini alev alev yanan alnıma bastırdığında ikimizde irkildik.

Ensemde aşağıya soğuk terler dökülürken her ne kadar belli etmese bile şimdiden rahatsız olmaya başlamıştım. Esen soğuk rüzgar buz kesen bedenime çarparken titrediğimi belli etmemeye çalışarak yürümeye devam ettim. Masaların üzerinde koyulan meşaleler ortamı aydınlatmak için teker teker yanmaya başlamıştı

"Hera, hasta mısın? Vücudun alev alev yanıyor? Yoksa gine camları açık mı unuttun?" Gözlerindeki endişe ve şefkat tıpkı bir annenin şefkati gibiydi. Elimi koluma koydum ve kolunu okşadım. "Ben gayet iyiyim, yok bir şeyim." Derin bir nefes verdi ve yutkundu. Elini kaldırıp gözaltıma dokundu. "Şu haline bir bak, gözlerinin altı mosmor. Keşke seni hiç getirmeseydim." Olduğum yerde durdum. Ah! Hadi ama, oyunbozanlık yapma."

Siyah pelerin giyinmiş olan ve yüzleri görünmeyen garip kişiler tarafından kafamızın üzerine dökülen yıldız tozları saçlarımı beyaza boyarken adeta mest olmuş gibiydim. Kimilerine göre ortamın havasına uygun, kimilerine göre. oldukça ağır ve kasvetli bir müzik çalmaya başlamıştı. Gerginliğimi biraz olsun atmak için etrafıma baktım ve müzikle ilgileniyormuş gibi yaptım. Parmaklıklarıma bulaşan küçük yıldız tozları elimin üzerinde parlıyordu. Bu ritüele göre eski Niera kralının varisi olan Lord Matas her görünmez olarak bu tepeye çıkan ve kutlamalar yapan insanların arasına siyah bir gölge gibi karışır ve varisini ararmış.

"Sen hiç heyecanlı değil misin? Belki kralın varisi sensindir, hı?" Ona bakarak güldüm. Gülerken yüzümde yarı alaylı olmasını umduğum bir ifade vardı ama Selen'in yüzüne bakacak olursak bunun pek de işe yaradığını düşünmüyordum. Çünkü arkadaşım tam anlamıyla mest olmuş görünüyordu. Ben ve varis olmak? Bu hayatımda duyduğum en saçma şeydi. Kısa bir süre sonra herkes hipnoz olmuş gibi anın büyüsüne kapılmıştı.

Kolunu dürttüm. "Saçmalama, tabii ki bu tür saçmalıklara inanmıyorum. Sadece sen istediğin için buradayız." Son söylediklerimden sonra bozulmuş görünüyordu. Ama bu saçma tartışma yüzünden küsecek değildik. Gönlünü almak için yanağını öptüm. En azından ben böyle düşünüyordum. Aynı fikirde olmadığımız için coğu zaman tartışırdık çünkü Selen beni delirtecek derecede hayalperestti.

"Ben İkimize bir içki kapacağım, burada kal Selen." Ne söylersem söyleyeyim gözümü üzerinden ayırdığım an bir yere kaybolacağını biliyordum. İkimize beraber bir içki kapmak için masalara doğru ilerledim. Aslında pek içki içen bir insan değildim ama bugün özel bir gündü çünkü benim doğum günümdü.

"Şerefsiz Nick," kendi kendime bir küfür savurdum. Masadan iki içki kaptım. Barmen'in buz gibi bakışları hâlâ üzerimdeydi ve sanki onu öldürmüştüm gibi bakıyordu. Barmen öyle tuhaf biriydi ki sanki üzerine giydiği kıyafetler ona başka bir evrenden geldiğinin anlaşılmaması için son anda giydirilmiş gibiydi. Sürekli ağzının içinde bir şeyler fısıldadığını duyuyordum. Belki de söylediği sözcükleri başka birilerine söylese sadece tuhaf karşılardım ama söylediği sözcükleri sadece bana bakıp söylüyordu.

Selen'in olduğu masaya geri döndüğümde Selen halâ beni orada bekliyordu ve sanki acelesi varmış gibi ikide bir saatine bakıp duruyordu. Arkamdan yaklaşan adım sesleri burada doğru geliyordu ve o tarafa bakmasam bile buraya gelen kişilerin kim olduğunu tahmin edebiiyordum: Nick ve sevgilisi Lacy." Lacy sarısın saçlarını geriye atarak bana bakarken yüzünde kıskanç bir ifade vardı. Artık sevgilisini tepe tepe kullanabilirdi. Selen'in yüzü düşerken herhalde aklına geçen hafta Lacy ile yaşadıkları gelmişti.

Lacy biz üniversitenin kafeteryasında kahve içerken pahalı parfüm şişesini Selen'in çantasına atıp Selen'e hırsız damgasını yapıştırarak okuldan attırmaya çalışmıştı. Neyse ki o gün telefonlarıyla kayıt alan birkaç arkadaşım sayesinde olay çözülmüştü.

Kolunu okşadım," bırak şu pislikleri, sıkma canını, biz eğlencemize bakalım." Hareketli bir parça çalmaya başladığında kasvetli hava hızla dağılmaya başladı. Biz Selen'le dans ederken Nick gözlerini dikmiş avcı gibi bizi izliyordu ama ona bakmıyordum bile. Okulun havalı çocuğu büyük ihtimalle yatağa atacak kız arıyordu.

"Hera, ben eve dönüyorum. Yarın erken kalkacağım." Elimdeki bardağı kafama diktim ve boğazımı yakan içkiye aldırmadan Selen'e baktım. "Sana inanamıyorum Selen. Bu şimdi mi söylenir? Buraya kadar geldikten sonra beni tek başıma mı bırakacaksın?" Normalde olsa kalalım diye tuttururdu. Ne oldu? Normalde bir saat daha kalalım diye tuttururdun."İlk başta yüzünü astı ve bana baktı. Cristian beni almaya gelecek ve birlikte sinemaya gideceğiz."

Bir yandan ıslak mendille üzerime dökülen içkiyi silmeye çalışırken bir yandan da yanında durduğum masaya sıkıva tutunarak düşmemeye çalışıyordum. Alkolden dolayı her şeye fazla hızlı tepki verdiğim için Selen şaşırmış görünüyordu.

°°°

Gecenin geç saatlerinde ama eğlence halâ devam ediyordu. Benim aklımda ise hala Selen'in garip tavırları ve ısrarla burada kalmamı söylemesi vardı. Alt tarafı sevgilisiyle buluşacaktı. Belki de alkolden dolayı olayları fazla büyütüyordum. Ama sevgilisiyle buluşacak olsa Selen bana söylerdi; öyle değil mi?

Artık eve dönmem gerekiyordu çünkü Selen olmayınca artık sıkılmaya başlamıştım. Başımın dönmesine aldırmadan yavaş ve dikkatli adımlarla tepeden aşağıya doğru indim ve ezbere bildiğim yolu yürümeye başladım.

Eve vardım ve içeriye girdim. Evde ağır bir koku vardı ve her adımımda bu koku daha fazla yoğunlaşıyordu. "Selen!" Evde yanık mum kokuları vardı ve kan kokusu. Birkaç kez seslendim ama ses gelmedi. Herhalde evden çıkmıştı ya da dün gece ders çalışıp bir de benimle gezmeye geldiğinden sabaha kadar uyumadığı için uyuyakalmıştı.

Selen'in odasından sesler geliyordu. Odanın kapısını açtım ve o an hayatımın en korkunç manzarasıyla karşılaştım. Ellerimi ağzıma kapattım ve birkaç adım attım ve odanın ortasında durdum. Kan vardı, her yerde kan vardı. Oda ölüm kadar soğuktu. Kan ve yanık kokusu odada ağırlaşarak her tarafa yayılmıştı ve odada durmayı katlanılmaz hâle getirmişti. Son kalan cesaret kırıntısıyla odaya girdiğimde Selen'in buz gibi soğuk cesedi yatakta yatıyordu. Selen'in üzerindeki kıyafetler yırtılmıştı ve boynunda vahşi bir hayvana ait duran dış izleri vardı.

Siz ölümün kokusunu alabilir misiniz? Ben alabiliyordum. Selen'in ellerine dokundum. Elleri buz gibiydi ve soğuktu. O an buraya doğru hızla gelen siyah pelerinli adam odaya daldı. Kırık cam parçaları odanın her her yerine dağıldı.

"Sen de kimsin?" Ya alkolden dolayı hayal görüyordum, ya da evde benden başka biri vardı. Henüz arkadaşım yeni ölmüştü ya da ben onu yeni görmüştüm. Bu soruyu sormam ne kadar doğruydu, bilemiyordum. Zaten cevap vereceğinden de emin değildim. Odanın içerisinde kalın ve sert bir ses yankılandı. "Gölge İblisi."

 

Loading...
0%