Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Beyaz Yalan

@larossina812

Medya: Ahu

Hastaneden çıkmıştık, beni kucağına almıştı, ama hiç konuşmamıştık. Garip biriydi, duvarları vardı ve bu duvarlar öyle katı, öyle sertti ki ne kadar denersem deneyeyim, kapıya ne kadar sert vurursam vurayım sanki kışın ortasında ayazda kalmışım gibi dışarıda kalan ben oluyordum.

 

Birkaç dakika gözlerine baktım ama yüzünü diğer tarafa çevirdi. Belli etmese de yara izi hakkında söylediklerim onu kırmış gibiydi. Kızmamıştı, ama kırılmıştı. Tam aramızdaki duvarlar incelmeye başladığı anda yeni bir duvar örmüştü.

 

Yanında olduğumu hissettirmek için elini tuttum ama yine bana bakmadan elini çekti ve direksiyona sertçe vurdu. Araba sert bir fren darbesiyle durduğunda öne doğru savruldum. Ellerimi kaldırıp işaret diliyle "ne yapıyorsun?" diye sordum..

 

"Ya kaza yapsaydık? Ne yapıyorsun ya." Sinirlendiğimi anlayınca bir süre bana baktı ama ilk bulustuğumuz andaki o nazik, centilmen adam gitmiş, yerine bana sanki bir yabancıymışıım hatta düşmanıymışım gibi bakan bir adam gelmişti. "Benim acil bir işim çıktı. Seni eve bıraksam olur mu?" Sanki zorlukla konuşuyor gibiydi. Sesinde bir gizli bir kızgınlık ve nefret vardı. Bana belli etmemeye çalışsa da bu gayet iyi anlaşılıyordu.

 

"Seni eve bıraksam olur mu? Bir yere gitmem gerekiyor." Sanki bayılacak gibiydi. Elini boğazına götürüyor, ellerimin titremesini benden gizlemeye çalışıyordu ama başaramıyordu. Sanırım ben farkında olmadan dün ilk kavgamızı etmiştik. Gerçekten her kavgamızda böyle mi olacaktı? Her kavgamızda beni sanki bir hiçmişim gibi arkada bırakıp gidecek miydi? "Bu iş böyle yürümez," diyen kendisi değil miydi?

 

Ya da ben fazla duygusal düşünüyordum. Başımı yola çevirdim ve eve gidene kadar basımı kaldırıp ona bakmamaya karar verdim. Belki de başka bir kadına gidecekti. Pars gönlümü almak yerine bu duruma gayet memnunmuş gibi bir daha benim olduğum tarafa bakmadı. Belki de onun gönlünü ben almalıydım.

 

Ne kadar da kolaydı beni haritadan silmek. Ben olmaması gereken kırmızı çizgiydim sanki. Üzerime basan herkese zarar veriyordum. Ama bilmiyorlardı ki bir yudum suya muhtaç olan bendim, benim tek istediğim solmaya yüz tutan çiçeklerimi yeşertmekti. Aramızdaki sessizliği bölen arabanın sesiydi sadece. Dün benimle konuşmuştu, hatta gülmüştü.

 

Nereye gittiğini merak ediyor muydum? Evet, belki de merak ediyordum ama sessizliğimi yanıma alıp yüzüne bir kez bile bakmadan eve gidecektim ve nereye gittiğini bir kez bile sormayacaktım. Evet, aynen böyle olacaktı. Ve yine yalnız kalacaktım, ezbere bildiğim o yolu yine tek başıma gidecektim.

 

Araba durduğunda bu sefer kendi evime değil, yabancısı olduğum bir yere, onun evine gelmiştik. Yüzüme bakmadan bana anahtarı verdi ve bakışlarını tekrar yola çevirdi. "Eve gir Ahu, hizmetçiye söyle seni benim odama çıkarsın. Ben gelmeden odadan çıkma." Aynen dediği gibi eve girdim ve artık ait olacağımı sandığım ama hiçbir zaman ait olamayacağım bir yabancının odasına çıktım.

 

Medya: Pars

İnsan kaç kere kendinden iğrenir? Kaç kere geçmişten kalan yüzündeki, bedenindeki izlerden iğrenir? Belki de bir hata yapıyordum evlenmekle. Evlilik bana göre değildi; ya da ben fazla alıngandım. Ellerim titriyordu, midem bulanıyordu. Evet, midem bulanıyordu ama başkasından değil, kendimden

 

Cebimden telefonumu çıkardım ve kamerayı açıp uzun uzun yüzümdeki ize baktım, sonra yavaş yavaş parmaklarımı artık kabuk tutmuş, ama içimde halâ kanayan yarada gezdirdim. Kaan'ı aradım. Amacım sadece biraz dertleşmekti. Bu saatlerde barda olurdu Kaan. Birkaç çalıştan sonra açtı.

 

"Neredesin? Yanına biraz gelebilir miyim?" Belki de insanları sadece dert dinleme ya da anlatma aracı olarak kullanmak haksızlıktı ama elimde değildi işte. O benim en yakın arkadaşımdı. Çünkü bir karşılık beklemeden hep yanımda olmuştu. O, asla abim gibi değildi. "Yine ne dertlerin birikti? Sesin boğuk geliyor. Gel bakalım yanıma."

 

Ezbere bildiğim yola döndüm ve Kaan'ın her zamanki yerine gittim. Arabayı sokağa park ettikten sonra içeriye girdiğimde Kaan beni bir masada bekliyordu ve tekti. "Pek iyi görünmüyorsun. Yüzün bembeyaz olmuş Pars, ruh gibisin. Neyin var senin?" Ellerimi masaya koyduğumda ellerim masayı sarsacak kadar çok titriyordu. "Ahu'yu hastaneye götürdüm. İlk başta her şey çok güzeldi. Bir süre sonra yüzüme bakmamaya başladı. Neden bakmadığını sorduğumda yüzüne bakamam, izlerin var," dedi.

 

Bir viski bardağını bana uzattığında boğazımı yakmasına aldırmadan tek dikişte bitirdim. "Belki sen yanlış anlamışsındır. Belki öyle söylemek istememiştir." Alayla güldüm. " Yapma kaan. İki günlük kızı savunma bana. Belki de sen haklıydın. Güvenmemeliydim. Belki de zehirli olan benim. Güvendiğim, sevdiğim herkesi bir gecede yitiriyorum. Babamın dediği gibi " ben hiç doğmamalıydım." Öyle demişti bana."

 

Bir viskiyi daha kafama dikerken evde beni bekleyen kadını, verdiğim sözleri, yarın ki düğünü düşündüm yalnızca. Acaba uyumuş muydu? Kaan ile vedalaştıktan sonra ayağa kalktım ve kapıdan çıkıp arabaya doğru ilerlemeye başladım. Arabaya bindiğinde halâ sağlamdım.

 

Arabayı sessizce sürerken sarhoş olmama şaşırıyordum. Tabii polis çevirmesine takılmazsam herşey daha güzel olacaktı. Belki de eve gitmişti, ya da beni sorumsuz biri olarak görüyordu. Sonuçta onu terk edip giden bendim.

 

Sanki boşanma aşamasında olan iki yabancı gibiydik ama ortada bir boşanma yoktu, ama ortada bir aş bile yoktu. Ortada sadece yalanla kurulmuş, kırgınlıklarla süslenmiş bir evlilik vardı. Yoğunlaşan trafik artık açılmaya başlamıştı. Gerçi İstanbul'daydık ve bu lanet yerde trafik hiç eksik olmazdı.

 

Binlerce insan yaşıyordu bu şehirde. Hepsinin dersleri farklı, yüzlerine taktıkları maskeler farklı, ama yalanları aynıydı. Acı gerceklerde yüzmektense yalanlarda boğulmak daha tatlı geliyordu. Arabayı garaja park ettikten sonra indim ve yarın yalan kokan bir evliliğin atılacağı evime adım attım.

 

Sarhoştum. Aslında çok içmemiştim, ama hala aynı insandım. Saat on gece on ikisiydi. "Belki de bu saat oğlum neden gelmedin? Bunca saattir neredeydin?" diye soracak ve basımı okşayacak bir anne, bana sarılacak bir baba yoktu. Pişen çorbalar da yoktu. Onun yerine yalnızlık ve ben vardım.

 

Eve girdim ve yukarıya çıktığımda Ahu hâlâ beni bekliyordu. Hızlıca banyoya girip bir duş almak için banyoya girdim ve üzerimdekileri çıkartıp kirli sepetine attım. Küçükken köpükler vücudumdan akıp giderken yara izlerimi de alıp gideceğini sanırdım ama asla öyle olmazdI.

 

Neden bu kadar çok suyun altında duruyordum? Yoksa kendimi pis mi hissediyordum? Üzerimi giyinip saçlarımı kuruttum ve odaya girip Ahu'nun yüzüne bakmadan ona arkamı döndüm ve yatağa yattım. Arkamda kıpırdadığını hissrttim ama o tarafa bakmadım.

 

 

 

  

 

 

 

 

 

Loading...
0%