Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@larossina812

 

Medya: Pars

 

Sabah uyuyanlar için gayet erken bir saatti ama ben uzun süredir 06:40'da uyanmayı ve bir buçuk saatlik bir sporla güne başlamayı alışkanlık haline getirmiştim. Gözlerimi ovuşturup kendime geldikten sonra ayağa kalktım ve şifreyi tuşlayarak kapıyı açtım; bu şifreler benim oluşturduğum, benden başka kimsenin bilmediği şifrelerdi. Tuşu girdiğim ekran sadece benim parmak izimle çalışıyordu. Dışarıdan şifreyi gören kişi ne kadar denerse denesin kapı açılmayacaktı.

 

Bu saatte benden başka kim uyanırdı ki? İnsanlara acırdım, insanlara imrenirdim ama iş kendime gelince Levent'inde dediği gibi duygusuz bir canavara dönüşüyordum. Kapıyı kapattığımda yukarıya çıkıp spor çantamı hazırladım. Merdivenlerden aşağıya inerken aklımdaki tek soru Hande'nin gerçekten hain olup olmadığıydı. Benim yerime başka biri olsaydı öğrendiği şeyden sonra bağırıp çağırır, sonra da haini kapı dışarı ederdi.

 

Ama ben öyle yapmayacaktım. Ben emin olana kadar, hatta emin olduktan sonra bile Hande'yi yanımda tutmaya devam edecektim çünkü Hande bunu bilmese bile düşmanlarıma karşı tek kozumdu ve düşmanlarıma gidiş biletimdi. Geriye ise Hande anlamadan onu takip ettirmek kalıyordu. Bu tabii kolay bir işti çünkü takip ettirme konusu ile ilgili aklımda dün gece Levent ve Kaan'a anlatmadığım farklı bir plan vardı.

 

Genelde planlarımı kimseye anlatmayı sevmezdim. Etrafımdaki insanların planlarımdan en son haberleri olurdu. Bu yüzden çoğu zaman bana kızarlardı. Arabayı garaja park ettikten sonra asansörle üst kata çıktım ve üzerimi değiştirdim. Çoğunlukla zihnimi boşaltmak ve kendimi yormak ya da sinirimi atmak için spor yapardım. İlk başta işe yarasa da sonraları pek işe yaramadı.

 

Kendimi yaptığım spora odaklanmak benim için iyiydi, çünkü bu sayede insanların yara izime bakıp bakmadıklarını ya da yara izim hakkında ne düşündüklerini önemsemiyordum. "Gördünüz mü," dedi diğer kızlardan biri. "Pars Bey geri dönmüş. Aman Tanrım çok yakışıklı. Gidip numarasını istesem mi?" Kısa bir süre düşündüm. Acaba gerçek yüzümü bilse beni ister miydi?

 

Alnıma gelen kumral saçımın bir tutamını geriye attım. Sakallarım ve saçım uzamıştı, en kısa zamanda saçımı kestirmem ve Traş olmam gerekiyordu. Yaklaşık yarım saat süren şınavdan sonra boks eldivenlerimi elime takıp kum torbasının yanına gittim ve kim torbasını yumruklamaya başladım. Ter damlaları alnımdan çeneme doğru süzülürken ne kadar yorulduğum gösteriyordu. Telefonumdan alarm sesi geldiğinde artık burada geçirdiğim vakit dolmuştu.

 

Bir duş aldıktan sonra saçlarımı kuruttum, soyunma odasına geri dönüp çantamı yanıma aldım ve takım elbisemi giydim, artık hazırdım. Otoparka inip arabama bindim ve arabayı çalıştırdım. Az önce spor salonunda gördügüm kızlar ilgi çekmek için arabanın önüne geçmeye çalışıyordu ama durup onlara dönüp bakacak vaktim yoktu. Çünkü işe geç kalmak üzereydim ve ben geç kalmaktan hiç hoşlanmazdım.

 

Az ileride hafif bir tıkanıklık vardı. Arkadaki sabırsız sürücüler kornaya basıyordu ama benim yapabileceğim bir şey yoktu. Yol gıdım gıdım ilerliyordu ve bu durum sinir bozucuydu. Telefonum çalıyordu. Telefonu hoparlöre bağladım. "Efendim Sinem. Bir sorun mu var?"

 

Sinem benim asistanımdı. "Ateş Bey ve Şeref Bey toplantı odasındalar efendim. Sizi soruyorlar. Ne diyeyim?" Bir kaç dakika durup saate baktım. Hâlâ beş dakikam vardı. "Trafiğe kaldığımı, eğer yol açılırsa yetişebileceğimi, trafik devam ederse geç kalacağımı söyle Sinem. Kapatıyorum."

 

Sinem "tamam efendim," diyerek telefonu kapattı. Nihayet yol açıldığında rahat bir nefes aldım. Gergindim. Sevmediğim insanlarla birlikte aynı masaya oturmak, toplantı yapmak beni geriyordu. Arabayı park edip aceleyle asansöre bindim ve onuncu kata bastım. Asansör biraz ağır ilerlese de sonunda onuncu kata gelmişti.

 

Toplantı salonuna girdiğimizde tüm gözler bana döndü. En başa oturduğumda önümdeki dosyayı açtım ve konuşma başladım. "Biliyorum. Sizi biraz beklettim. Biliyorsunuz patronunuz, yani ben geç kalmaktan her zaman nefret ederim. Emin olun bu hata bir daha tekrarlanmayacak. Şimdi konumuza dönelim."

 

"Dün gece yapılan işlerden haberiniz var mı?" Önüme koyulan kahveden bir yudum aldım. Aklı sıra benim ağzımdan laf almak istiyordu ama ben onun oyununa gelecek değildim. "Ne demek bu? Bizden haber mi saklıyorsunuz?" Güldüm. Gülümserken cebimden silahımı çıkarttım ve Cengiz Bey'i alnının tam ortasından vurduğunda gözleri acık bir hâlde başı masanın üzerine düştü.

 

"Birincisi, patronunuz benim. İkincisi, eğer patronunuza sesinizi yükseltip bana karşı gelirseniz sonunuz Cengiz Bey gibi olur." Masadaki herkesin gerildiğini hissettim. "Güzel. Çok güzel. Toplantı bitmiştir." Herkes odadan çıkarken odada tek kalmıştım. Tek kelime edememişlerdi. Ateş Bey beni sorgulamanın ne denek olduğunu çok iyi öğrenecekti. Burası benim şirketimdi, babasının evi değildi

 

Toplantı odasından çıktığımda şirketteki odama girdim ve kapıyı kilitledim. Ellerim titriyordu, nefes alamıyordum. Çekmeceyi açtım ve ilaçlarımı elime aldım ve bardağa su doldurdum. Ellerim o kadar çok titriyordu ki suyu içemeden bardak yere düşüp kırılmıştı. Kapının kilidini açıp odadan çıktım ve lavaboya girdim. Sakinleşmek için yüzüme biraz soğuk su çarptım ama etki etmedi. Vücudum titriyordu, yüzüm bembeyaz olmuştu, gözlerim doluyordu. Galiba yeni bir kriz geliyordu.

 

Elimi boynuma götürüp düğmeyi açmaya çalıştım. Lavabodan dışarıya çıktığımda Sinem karşımdaydı. "Sinem şu düğmeyi açabilir misin? Nefes alamıyorum." Sinem hemen yanıma gelip düğmeyi açtı. "Başka bir şey var mıydı efendim?" Derin bir nefes alıp verdim. "Biliyorum, yanlış anlaşılacak ama şu ilaçları içmemde bana yardımcı olabilir misin? Ellerim titriyor. Bardağı tutamıyorum."

 

Sinem bana yardımcı olduğunda ilaçlarımı rahatça içebilmiştim. Son zamanlarda geçirdiğim krizler beni aşırı yoruyordu. Her ne kadar kısa bir kriz olursa olsun bünyeme etkisi bir o kadar da fazlaydı. "Teşekkürler Sinem. Beni yalnız bırakabilir misin?" Sinem odadan çıktığında artık odada tek başımaydım.

 

Gözlerimi açacak halim yoktu ve son derece yorgundum. Kimseye görünmeden şirketten çıkıp otoparka indim ve arabaya bindim. Bu durum hiç hoşuma gitmiyordu. Kendimi zayıf göstermek hiç hoşuma gitmiyordu. Ah! Tabii tahmin etmeliydim, gitmemişti ve şu an arkamdaki araba Ateş'in arabasıydı ve tekti.

 

Ondan korkacak değildim. Sanırım kaçacağımı düşünüyordu ama kaçmayacaktım. İkimizde aynı anda silahlarımızı çıkartıp birbirimize doğrulttuk. İki silah da aynı anda ateş almıştı. Ateş beni sol kolumdan vurmuştu, bende onu bacağından. Neyse ki çevik hareketim sayesinde kurşun sadece sıyırmıştı. Arabaya bindim ve Ateş'i arkamda bırakıp gittim.

 

Ezbere bildiğim yola gidiyordum. Ezbere bildiğim yollara giderken birşeyleri arkamda bırakmaya artık alışmıştım. Ama hiçbirisi küçük bir çocuğu arkada göz yaşlarıyla bırakmak kadar etki etmiyordu bana. Çocukluğunu arkada bırakıp gitmiş bir insana ne etki ederdi ki? Ya da çocuğunu arkada bırakıp gitmiş bir babaya.

 

Trafiğe karışıyordum, insanların arasına karışıyordum ama gecmisimden bu kadar kolay sıyrılamıyordum. Tuhaf olan ise bir kez bile arkayı dönüp yerde yatan adama yardım etme isteğimin olmamasıydı. Yerde yatan adam diyorum çünkü o benim abim değildi ve bana bir kez bile abilik yapmamıştı.

 

Arabadan indiğimde yürüyüp kapıya vardım ve anahtarla kapıyı açtım. Işığı açtığımda gözüme ilk çarpan şey portmanto'nun üstünde daha yeni koyulmuş olduğu belli olan nottu. Notun yanında ise bir dosya vardı. Notu elime aldım ve okumaya başladım. Mirasımı dağıtıyorum. Mirasımın büyük bir kısmı ikinizin ve birde kız kardeşimiz Berrak'ın arasında bölünecek. Mirasa sahip olmak için tek şart evlenmeniz. Pars Tarca'nın mirasa sahip olmak için iki hafta içinde bir kız bulması gerekiyor."

Loading...
0%