@laviskoo7
|
Yağmurun Ardındaki Karanlık Gece ilerledikçe, şehirdeki tüm ışıklar soluklaşmaya başlamıştı. Gökyüzü, kararmış ve yağmur şehri adeta bir halının altına gizlemişti. Sarı sokak lambalarının ışıkları, ıslak asfalt üzerinde kayarak dans ediyordu. Yağmurun sesi, şehrin içindeki her sesle birleşip derin bir melodi oluşturuyor, sanki tüm dünya bir anlığına susmuş gibi hissediliyordu. Ancak, Alin için bu an, yalnızca bir huzur değil, aynı zamanda bir karanlığın başlangıcıydı. Küçük kız, annesinin yasaklarına ve babasının uyarılarına rağmen balkon kapısını açıp dışarı adım attı. Yağmurun altında olmayı seviyor, sanki damlalar onun ruhunu arındırıyormuş gibi hissediyordu. Gecenin karanlığında, kendi küçük dünyasında kaybolmuşken, ellerine düşen her damla ona hayatın o sessiz ve derin tarafını hatırlatıyordu. Alin, gözlerini kapatarak yağmurun ritmiyle birlikte derin bir huzur buluyordu. O an, dünya durmuş gibiydi; her şeyden, her insandan uzak, sadece o an vardı. Fakat o gece, balkonunun altında bir çift göz vardı. Karanlıkta, sokak köşesinde, gölgelerin arasında saklanan iki adam, Alin’i izliyordu. Biri dürbünü alıp gözlerine yerleştirerek Alin’in balkonuna doğru bakıyordu. “Her yağmurda balkona çıkıyor, yağmuru seviyor. Tıpkı dedikleri gibi,” diye devam etti o sırada Yanındaki adam, daha sakin ama tehditkar bir şekilde cevap verdi: “O zaman yağmurdan nefret etmesini sağlayalım. her şey değişecek.” Alin, yağmurun altındaki huzurunu kaybetmişti. Farkında olmadan, gözleri açıldığında, bir tehlikenin çok yakında olduğunu hissetmişti. Ne de olsa, her şeyin yolunda olduğu anlarda bir anda değişebileceğini öğrenmişti.
Birkaç Gün Sonra… Sabahın ilk ışıkları odaya süzüldü. Alin, başını yastığa koyar koymaz uykuya dalmıştı, çünkü dün geceyi, yağmurla birlikte sabaha kadar balkonunda geçirmişti. Yorgun bir şekilde gözlerini ovuşturdu. Annesi, mutfakta telaşla kahvaltıyı hazırlıyordu. Babası ise, her zamanki gibi, elindeki telefonla ilgileniyordu. Alin, sabah kahvaltısının alışıldık ritüeline geri dönmeye çalıştı, ama evin havası, önceki sabahlardan farklıydı. Gökçe, mutfakta hızlıca hareket ederken, Altay ise bir türlü telefonunu bırakmıyordu. Alin, babasına yaklaşarak, “Hoş geldin baba,” diyerek kollarına sarıldı. “Seni çok özledim,” dedi, gözleri parlıyor, küçük kalbi sevgiyle doluyordu. Babası Altay, gülümseyerek onu kucakladı. “Ben de seni çok özledim, güzel kızım,” dedi. Sonra yüzündeki hafif hüzünle, “Ama işlerim çok yoğun. Sana söz veriyorum, size daha fazla zaman ayırmaya çalışacağım,” diye ekledi. Alin, babasının bu sözlerine inanmak istese de, gözlerindeki karanlık ifadeyi fark etti. Bir şeylerin yanlış olduğunu anlamıştı. “Gerçekten mi, baba?” diye sordu. Altay, hafifçe gülümseyerek başını salladı: “Söz, kızım. size daha fazla zaman ayıracağım.” o sırada babasının telefonu çalmaya başladı baba ve anne mutfaktan çıkıp salona geçtikten sonra.Annesi Gökçe, telaşla mutfaktan çıkarak, Alin’in yanına geldi. “Ayakkabılarınızı giyin, bir an önce hazırlanın, acele edin!” dedi. Alin, şaşkın bir şekilde annesinin sert tavrına dikkat etti. Bir şeyler yanlış gidiyordu, ama ne olduğunu anlamıyordu. Annesinin yüzündeki endişe ve babasının gizli telefon görüşmesi, bir tuhaflık hissetmesine neden oldu. Gökçe, telaşla hareket ederken, “Bir şeyler ters gidiyor,” diye fısıldadı. “Çabuk olun, ayakkabılarınızı giyin, eşya almanıza gerek yok.” Alin’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Ne oluyordu? Neden bu kadar acele ediyorlardı? Altay, evdeki gizli kasaya yöneldi. Alin, annesinin ve babasının hızla hazırlık yaparken, kasadan birkaç silah çıkardıklarını gördü. O an, içindeki korku büyüdü. Bir şeyler çok ciddi bir şekilde yanlış gidiyordu. Altay, silahları ve birkaç gizli eşyayı hızla toplarken, Gökçe, Alin ve kardeşi Ada’ya bakarak, “Kızlar, gitmemiz gerek,” dedi. “Çabuk, dışarı çıkın.” Tam o sırada elektrikler gitti ve evin içi karanlığa gömüldü. Alin, gözlerini hızlıca açarak, kalbi hızla çarparken, dışarı çıkmak için koştu. Evin dışı da kararmıştı. Dışarıdaki sokaklar, sessizliğin içinde kaybolmuştu. Alin, karanlıkta korku içinde koşarken, bir çığlık sesi duydu. Bu, Ada’nın sesi olabilirdi. Hızla sesin geldiği yöne doğru koştu ve küçük kardeşini buldu. Ada, korkmuş bir şekilde etrafına bakıyordu. Alin, korkusuzca kız kardeşine sarıldı, “Sakın korkma, seni koruyacağım, seni buradan çıkaracağım,” dedi. O an, etraflarında karanlıkta kaybolmuş birkaç adamın siluetleri belirmeye başladı. Bir anda sokak lambaları yanmaya başladı, fakat bu aydınlanma, onları korkutmak için daha da büyüdü. Etraflarında yatan cesetler, tüm sokağı adeta bir mezarlığa dönüştürmüştü. Alin, gördükleri karşısında donakalmıştı. Çevresindeki her şey, artık bir kabusa dönüşmüştü. Ada’yı sararak, onu güvenli bir yere saklamaya çalıştı. Ancak, daha fazla dayanamayacaklarını anlamıştı. Baba Altay, onları koruyacak gücü bulamıyordu. Sokakta gördükleri vahşet, hayatlarının son kırıntılarını da yok etmişti. Her şey, bir anda tehlikeye dönüşmüştü. kızlar sokakta annelerine rastladı. Annesi Gökçe, kızlarına bakarak, “Kimsenin size zarar vermesine izin vermeyin. Güçlü olun, doğru yolu bulun. Sizi çok seviyorum,” dedi. Ve gözlerini kapadı. Alin, annesinin son sözlerini hiçbir zaman unutmayacaktı. Aynı şekilde, babası Altay da çoktan son nefesini vermişti. Alin, tüm yaşadığı korkuya rağmen, bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Bir anda, etraflarındaki dört adamın karaltısı beliriverdi. Alin, cesetlerin arasında korkusuzca ilerleyerek, bu adamların kim olduğunu çözmeye çalıştı. Bir anda, bir adamın yaklaşmakta olduğunu fark etti. Fısıldayarak, “Koş, Ada! Hemen saklanmalıyız,” dedi. Kardeşini çekiştirerek, bir köşeye saklandılar. Adamlar, bir sıvı döküp, sonrasında evlerini ateşe verdiler. O anda Alin, içinde bir yemin etti. “Bu son yağmur olsun,” dedi içinden. “Ailemi yok edenlerden intikam alacağım.” Yağmurun altındaki son umutları, ateşle birlikte yok olmuştu. Alin, Hevin Birsel’in yönlendirmesiyle Manolya Yetimhanesi’ne adımını atarken, bilinçli bir şekilde korkusunu içe çekmişti. Fakat her adımda, bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıktığını hissetti. Kendini bir dönemeçte bulmuştu; ailesinin ölümünden sonra tanıdığı tek dünya, şimdi oldukça farklı bir yerdi. Hevin, onu güvenli bir şekilde içeri aldı, ancak Alin hala yalnız hissediyordu. Yetimhaneye girerken, Alin'i yönlendiren görevli kadının güler yüzlü tavırlarına rağmen, içinde bir soğukluk vardı. Bahçeden geçerken, etrafındaki manzara bir nebze huzur vericiydi ama Alin, henüz burada gerçek anlamda kendini güvenli hissetmiyordu. Müdür Candan’ın odasına girdiğinde, sarı saçlı, mini etekli ve ciddi bir tavra sahip olan müdür, Alin’e yumuşak bir ses tonuyla yaklaştı. “Hoş geldin, tatlım. Burada kimse seni yalnız bırakmaz, her şey zamanla yoluna girecek. Ama önce, yaşadıklarını anlatman gerekebilir. Zamanla konuşmaya başlarsın,” dedi ve ardından gülümsedi. “Buradaki tüm çocukların annesiyim. Bize güvenebilirsin. Şimdi git, yatakhaneyi gör, dinlen.”
Candan’ın sözleri Alin’in kafasında yankılandı. Güvenebilirdi belki ama tüm yaşadıkları, onun için hala büyük bir yük, büyük bir soru işaretiydi. Yavaşça odadan çıkarak, kendisini bekleyen diğer çocuklarla tanışmak üzere yola çıktı. Yatakhaneye adım attığında, ilk gördüğü şey diğer çocukların dikkatle kendisine bakmalarıydı. Gözlerinde bir tür merak, bir tür endişe vardı. Kumsal, hemen yanına gelip elini uzattı. “Merhaba, ben Kumsal,” dedi, gülümseyerek. “Yeni misin?” Zeren, biraz daha mesafeli yaklaşarak, “Zeren,” diye yanıtladı. Gözlerinde sert bir bakış vardı, ama Alin’in içine doğan bir his, Zeren’in aslında kimseye güvenmediğini gösteriyordu. Yusuf, gülümseyerek başını salladı. “Ben Yusuf, bize güvenebilirsin” Melih, biraz daha sessizdi. Ancak gözlerinde Alin’e olan empatiyi hissetmek mümkündü. “Melih,” dedi kısaca. “hepimiz zor günler geçirdik biliyorum sende geçirdin ama yanındayız.” Alin, odada ilk defa kimseye karşı bir güven hissi uyandı. Kumsal, Zeren, Yusuf ve Melih, görünüşte farklı dünyalardan gelmiş gibi dursa da, hepsinin içinde bir acı vardı ve birbirlerine tutunarak hayatta kalıyorlardı. Kumsal, Zeren, Yusuf ve Melih, ilk izlenimde ona soğuk ve uzak görünseler de, Alin onlarla tanıştıkça, aralarındaki bağların ne kadar güçlü olduğunu fark etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Alin gözlerini kapatmaya çalıştı ancak uyku, bir türlü gelmedi. Hala kalbinde, kaybettiği ailesi ve geçmişiyle ilgili bir boşluk vardı. Soğuk bir rüzgar pencereyi aralayarak içeri sızarken, bir anda uyandığında, gözlerinin önünde annesinin ve babasının silüetlerini gördü. Gözlerindeki korku, kabuslarının izlerini silmeye yetmedi. Ama bir ses, adını duydu: “Alin!” Kumsal, Zeren, Yusuf ve Melih hemen başına toplandılar. Kumsal, elini uzatıp elini tuttu. “Korkma” dedi. Yusuf, “Biz de ilk geldiğimizde böyle kabuslar görüyorduk,” dedi. “Ama hepimiz birbirimize destek olduk. Anlat, ne oldu sana?” Alin, başından geçen her şeyi, içindeki acıyı, ailesinin ölümünden sonra yaşadığı korkuları onlara anlattı. Her biri, birer hayalet gibi dinlediler, gözlerini kırpmadan. Zeren bile, Alin’in acısını duyduğunda yumuşamıştı. Alin konuşmasını bitirdiğinde, Zeren “Üzgünüm,” dedi. Melih, sessizce“Ailem beni burada bırakıp gitti. Henüz 8 yaşındaydım.” Yusuf da ekledi. “Benim ailem trafik kazasında öldü. 9 yaşımdaydım. Zeren ile kardeşiz bir şekilde arada kaldık ama zor oldu.” Kumsal, “Beni annem hiç tanımadı. O bebekken öldü. Babam beni bir köşeye atıp gitti. Ama burada birlikteyiz,” dedi, gözlerinde derin bir hüzün vardı. O an, Alin kendini yalnız hissetmedi. Zeren, Yusuf, Kumsal ve Melih gibi arkadaşlar edinmişti. Hep birlikte, hayatın getirdiği zorluklarla yüzleşmeye, güçlenmeye başlamışlardı. Ama bir şey daha vardı. Aralarındaki bağ, sadece bir arkadaşlık değil, aynı zamanda çok derin bir dayanışma hissi yaratıyordu. Bir süre sonra, yetimhaneye yeni bir adam geldi. Birkaç koruma ile birlikte. Alin, içindeki bir hisle, bu adamın bir şeyin başlangıcı olduğunu fark etti. Ama ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Çocuklar, yeni hayatlarına başlamışlardı. Her biri, geçmişin acılarını geride bırakmaya çalışırken, bir yandan da kendilerini geliştirmeye, güçlendirmeye başlamışlardı. Alin, Kumsal, Zeren, Yusuf ve Melih, bir şekilde bu yeni yaşamda birbirlerine bağlı kalacaklardı. Ama içlerinde bir sır vardı. Bu sır, belki de bir gün daha büyük bir mücadeleye dönüşecekti. Ama şimdi, onlar sadece birbirlerine güveniyorlardı. Ve bu güven, onları her şeyden daha güçlü kılacaktı.
|
0% |