Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm: Ev Sahibi Misafir

@lavivaseverkiz1

Hepinize merhabaaa.

Ay Işığı adlı kitabımızın 4. Bölümüyle karşınızdayım. Eminim bu bölümü çok seveceksiniz.

O zaman uzatmadan bölüme geçelim... Bölüm sonunda görüşürüz
Şimdi sizden isteğim yukardaki şarkıyı açıp kendinizi en mutlu hissettiğiniz yerde, bulabildiğiniz en serin yere geçerek okumanız.

İyi okumalar

Bölüm şarkılarımız:

-Sen Ağlama

-Daha Mutlu Olamam

(alakalarina laf etmeyin lutfen)

4.Bölüm: Ev Sahibi Misafir

Hani böyle çok mutlu olursunuz da, ne diyeceğinizi bilemez halde olursunuz ya. İşte ben şuan tam o haldeydim.

Onur; karşımda elindeki gülü uzatmış gülümseyerek bana bakıyordu. Ben ise yüzü yine yanan Domates Kız'a dönmüştüm. Hissediyordum. Yaklaşık yarım dakika geçmişti ama ben hala almamıştım. Onur biraz gülümsemesi sönmüş bir şekilde

"Eee şey... sevmiyorsun galiba. Yoksa alerjin mi var? Ya da beğenmedin mi?" yüzü asılmıştı ve ben de onu böyle hissettirdiğim için üzülmüştüm. Gülleri çok severdim. Hemen toparladım.

"Hayır, hayır, hayır! Gülleri çok severim. Ve bunu da çok sevdim. Sadece çok şaşırdım ve...mutlu oldum. Teşekkür ederim, gerçekten... Uzun zamandır bu kadar mutlu olmamıştım:)"

Yüzü tekrar gülmeye başlamıştı. Bu beni de gülümsetmişti. Elindeki çiçeği tekrar uzattı.

"O zaman bu çiçeği kabul ettin sayıyorum, Domates Kız."

Yüzüm yanmaya devam ederken elindeki çiçeği aldım ve gülümsedim.

...

Yaklaşık 5 dakika konuşmadan etrafı izlemiştik.

Ailesiyle gezen çocuklar dikkatimi çekmişti hep. Çok mutluydular. Belki bazılarının gerçek ailesi bile olmayabilirdi. Ama yine de mutluydular. Çünkü yanlarında onu seven, koruyan, her zaman arkasında duran ve varlıklarını bildiği bir ailesi vardı.

Sonra yalnız olan çocuklar dikkatimi çekti. Yanlarında 10 a yakın büyükle bir yerde oturmuş piknik yapıyorlardı. Gözlerimi biraz daha çevirince çocuklarla birlikte duran bir adamın ilerleyip bir arabaya gittiğin gördüm. Gittiği arabadan 3 tane daha vardı. Üstlerindeki yazıyı okuyunca bu çocukların ailesi olmadığını ve benim çocukluğum gibi yurtta yaşadıklarını öğrendim.

Belki bu çocukların bazıları hiç ailesini tanımamıştı. Belki bazıları ailesini tanıyordu ama onu bırakmışlardı. Belki de bazıları ailesiyle hala görüşüyordur. Bunları bilemeyiz. Tek bildiğim içlerinde bir yerlerin hep eksik olacağıydı. Hayatları boyunca hep eksik kalacaklardı. Belki bazılarının yeni bir ailesi olacaktı. Kendi ailesinin yerine koymaya çalışıp başaramayacaklardı ya da başaracaklardı. Belki bazıları çok küçükken yeni bir aile edineceklerdi ama ilerde bunu hatırlamayacak ve onları kendi öz ailesi sanacaktı. Hayatı boyunca hep bu yalanla yaşayacaktı.

Mutlu olmaya çalışacaklardı. Yıkılıp tekrar kalkmaya çalışacaklardı. Evet, bunu başarabilirlerdi. Ama hiçbir zaman ailesi olmayacaklar yapacaktı bunu. Kimse istemeyecekti onu belki de. Üzülecekti, yıkılacaktı ama yaşamaya devam edecekti.

"Mayıs, iyi misin? Gözlerin dolmuş..."

Onur telaşla önüme oturdu ve gözlerime endişeyle baktı.

Etrafı izlerken gözlerim dolmuştu ama fark etmemiştim. Gerçekleri düşünmek ağır gelmişti galiba.

"Evet... Evet, iyiyim. Sadece düşünüyordum..."

Bu cevabım onu meraklandırmış olmalı ki soran gözlerle bana döndü.

"Her ne düşünüyorsan bu seni üzmüş olmalı. Anlatmak ister misin?"

Endişeli tatlı bir gülümsemeyle bana baktı. Anlatmamı bekliyordu.

Hadi Mayıs. Dök içini. Etraf sakin, huzurlusun. İyi gelecek, inan bana. Hem ben ne zaman haksız çıktım?

Sanırım haklısın İç Ses. Anlatsam iyi olacak.

Derin bir nefes aldım ve anlatmaya başladım içinden geçenleri.

"Aklıma yurtta kaldığım zamanlar geldi. Ailem olmadan yaşadığım aklıma geldi, etraftaki çocukları izleyince..."

Onur biraz daha derine inmek istemiş olmalı. Sesini çıkarmadan bakmaya devam etti. Aslında anlatmayacaktım ama o an ne olduysa anlatmaya başladım. Durduramadım kendimi.

"Biliyorsun, ben yurtta büyüdüm. Ailemi hiç tanımadım. Bırakıldığımda daha 1 yaşında bile değilmişim. Bırakıldığım zaman bir kız bulmuş beni. O kızla beraber büyüdüm. Ablam gibiydi. 18 yaşına girince mecburen gitmek zorunda kaldı. Beni yanına alacağını söylüyordu. Her gün yanıma gelirdi. Ama sonra gelmemeye başladı..." gözlerim dolmuştu ve hafiften göz yaşlarımı yanağımda hissetmeye başlamıştım. Hemen kendimi toparladım ve devam ettim. "O 19 yaşındaydı. Aptal bir trafik kazası yüzünden şuan yaşamıyor!" Maalesef o an ağladığımı hissettim. Onur destek vermek ister gibi elimi tuttu. "O zamanlar 15 yaşında olduğum için hiçbir şey yapamadım. Mezarının nerede olduğunu bile bilmiyorum. Oraya bile götürmediler beni. Ve ne şanssızlık ki kazayı kimin yaptığını bile bilmiyorum. Kazanın olduğu gün ki kayıtlar silinmiş. Etraftakiler hiçbir şey görmemiş. Ablamın öldüğü günden beri yani 9 yıldır elimden geleni yapıyorum. Ama hiçbir şey bulamıyorum! Aslında ailemi arıyorum derken ablamdan bahsetmiştim. Ailem umurumda bile değil. Ablam da bıraktı beni ama ben bunu hala aşamadım, aşamıyorum!"

Hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Kendimi çok yalnız hissediyordum. Hiç beklemediğim bir anda Onur beni kendine çekip sıkıca sarıldı. O gün ki balkon konuşmamızda yaptığı gibi saçımı okşayarak konuşmaya başladı. Bu kendimi çok az da olsa iyi hissetmemi sağlamıştı.

"Shhh ağlama. Böyle olacağını ablan da bilemezdi. Emin ol. Biliyorum bunlar zor şeyler, seni çok iyi anlayabiliyorum. Ama artık lütfen üzme kendini. Aileni neden aramıyorsun? Biliyorum söylemesi kolay görünüyor. Ama belki onları bulabilirsin ya da onlar hakkında bilgiler toplamış olursun. Denemekten ne zarar gelir? Hem bakarsın olumlu sonuç alırsın? Alamasan da ben varım. Öncesinde tek başına atlatmışsın bunları. Şimdi ben varım. Üzüleceğin bir şey olursa ben yanında olmuş olacağım. Onları bulman için de elimden geleni yaparım. Denemeyi istemez misin?"

Onur'dan ayrılıp başımı önüme eğdim. Doğduğumda üstümde buldukları taşlı bileklik çarptı gözüme. Biraz baktıktan sonra Onur'a döndüm ve konuşmaya başladım.

"Onları umursamadığımı söyledim. Eğer isteselerdi beni bulmazlar mıydı? Onur..." Gözlerim tekrar dolmaya başlamıştı. "Beni neden sevmemişler? Çok mu çirkinmişim? Çok mu ağlıyormuşum? Ya da sebepsiz yere mi sevmemişler beni? Bir ablam ya da ablam varsa onları daha mı çok sevmişler? Beni neden sevmemişler?"

Onur hızlıca beni kendine çekti tekrar. Sanki kaçacakmışım gibi sıkıca tutuyordu beni. Sıkıca sarmış ve saçlarımı okşuyordu.

Daha önce söyledim mi bilmiyorum ama bunu yapması beni iyi hissettiriyordu.

"Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol. Öyle bir şey yok. Niye sevmesinler seni? Eminim asla çirkin bir bebek değildin. En güzel bebeklerdendin, eminim. Eminim o kadar çok ağlamıyorsundur. En güçlü bebeklerdendin, eminim. Eminim kardeşlerin varsa bile ayırt etmemişlerdir seni. Bunu söylemem çok doğru değil belki, bilmiyorum. Bazen öyle yapmamız gerekir. Ya da biz o an başka seçenekleri düşünemeyiz. Belki ailen de o an bunu yapmak zorunda hissetmişlerdir kendilerini. Düşünememişlerdir başka seçenek. Belki sonra sana ulaşmaya çalışmışlardır. Belki senin onlara kızacağını, asla affetmeyeceğini düşünüp karşına çıkmaktan korkmuşlardır. Lütfen seni sevmediklerini düşünme. Her anne baba çocuklarını sever, bazıları bunu gösteremez sadece."

Söyledikleriyle daha fazla ağlamaya başladım.

"Hayır, hayır , hayır. Ben onlara kızamazdım ki. Kızmazdım. Anne babam onlar benim."

Az önce ağladığımdan daha fazla ağlamaya başlamıştım. Akşam olmuştu, gün batmıştı ve biz benim yüzümden izleyememiştik. Bizim oturduğumuz yerde oturanlar kalkmıştı. Bugün havda garip bir serinlik vardı ve insanların çoğu gitmişti. Sahilde birkaç aile, sevgililer ve bir kaç arkadaş grubu dışında kimse kalmamıştı. Belki de bu yüzden kendimi anlatabilmiştim. Rahat bir şekilde ağlıyordum o yüzden.

Onur kendini geri çekip kollarımdan nazikçe tuttu ve gözlerime baktı. Gözümü çevirip ona baktığımda hiç beklemediğim bir soru sordu.

"Mayıs... Aileni bulalım mı?"

O an donakaldım. Bu soruyu beklemiyordum. Sanırım az önce bulalım dediğinde de ciddiydi. Bilekliğime baktım ve sonra Onur'a bakıp cevap verdim.

"Bu bileklik beni bulduklarında üstümdeymiş..." dedim bilekliği göstererek. Onur bi' anda gülümsedi ve heyecanla bana baktı.

"Yani bu bulmak istediğin anlamına mı geliyor?" dedi heyecanla. O öyle deyince acıyla mutluluk karışımı bir gülümsemeyle cevap verdim.

"Evet. Ama şuan konuyu kapatıp gökyüzünü ve denizi izleyelim mi? Gün batımını kaçırdık bari bu havayı kaçırmayalım?"

"Olur. Yarın da ilk iş bulmak için konuşacağımız."

Gülümsedim ve yere kendimi atarak gökyüzünü izlemeye başladım. Onur da aynı şekilde yanıma uzandı.

Şuan o kadar komik görünüyorduk ki anlatamam.

Benim elim karnımda birleşmiş, saçlarım yerde dağılmış gözlerim şiş ve yüzüm kıpkırmızıydı. Onur da ellerini başının altında birleştirmiş gözleri hafif dolu bir şekilde duruyordu.

Ve biz hiç konuşmadan gökyüzünü izliyorduk.

Birlikte!

...

Gece olmuştu ve biz bu zamana kadar o konuları bir daha açmadık. etraftaki insanları, çocukları izliyor; onlar hakkında yorum yapıyorduk. Saat 00.38'di ve biz gökyüzünü izlerken bir yıldız kaydı.

"Onur! Yıldızı gördün mü? Hadi dilek tutalım!"

Kayan yıldızla birlikte heyecanlanmıştım ve Onur'a dönmüştüm. Bir ağaca yaslanmış oturuyorduk. Onur'a dönünce çok yakın olduğumuzu fark ettim ve göz göze gelince hemen yüzümü çevirdim.

Mayıs. Kızarıyor muyuz yine? Ama görünmez yüzün merak etme.

Umarım görünmez İç Ses.

Aman görünse n'olacak? Zaten görmedi mi? Hem Zeynep bile aranızdaki çekimin farkında. Bence evlenmelisiniz! Hatta 5 tane de çocuğunuz olsun. Ama bir tanesinin adına ben karar vereyim. Adı da şey olsun... Hah! Abdurrezzak Berkaysu! Nasıl isim ama? Biliyorum yine mükemmelim. İstersen diğerlerine de isim bula-

İç Ses! Susabilir misin artık? Sen niye böylesin ya! Kızarmaktan evlenmeye konuyu nasıl getirebildin? Hem Abdurrezzak Berkaysu ne? Ne biçim isim bu!

İkonik isimlerime laf etmezsen sevinirim Mayıs! Hem unutma; sen bensin, ben de senim. Yani sen ne-

Boş konuşmayı kes ve git.

İyi be. Ben de sana meraklı değildim zaten! Simay tuğçe aşko bay bay.

"Evet, gördüm... Hadi dileyelim!" heyecanla söyledi ve dileklerimizi diledik.

Benim dileğim, Elif ablamı bulmaktı.

Ama galiba Onur'un dileğini hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Merak etmiştim ama soramazdım, dilekti sonuçta. Biraz daha konuştuktan sonra kafamı ağaca yasladım, uykum gelmeye başlamıştı. O şekilde yaklaşık on dakika durduktan sonra kendimi bir an Onur'un omzunda buldum. Uykumun gelmesiyle ne yaptığımı bilmiyordum galiba.

...

01.36

Kendimi bir anda Onur'un arabasında evin önünde dururken buldum. Onur yanımdan indi ve gelip kapımı açtı ve beni kucağına almaya eğildi. Neden bilmiyorum ama o an onu engellemek istemedim ve gözlerimi sıkıca kapatıp uyuyor gibi davranmaya devam ettim. Ama bu numaram fazla uzun sürmedi çünkü Onur beni kucağına alınca kokusunu hissettim ve kendimi çok rahatlamış ve güvende hissettim. Bu yüzden uyuya kalmıştım.

Bir kapı açma sesi duydum ve sonrasında kendimi Onur'un kokusunun olduğu bir yatakta buldum. İyi ama benim yatağımda Onur'un kokusu niye vardı.

Daha fazla sorgulayamadım çünkü kendimi uykunun kollarına kaptırmıştım.

...

Sabah gözümü açınca kendimi odamda değil başka bir yerde buldum. Etrafıma baktım ve çantamla telefonumun yatağın karşısındaki masada olduğunu gördüğüm. Gözüm çantanın yanında duran çerçeveye kaydı. Onur'un fotoğrafı vardı. İyi de ne işi vardı? Onur neredeydi? Ve en önemlisi ben neredeyim?

Yataktan kalktım ve hala üzerimde duran elbiseyi düzelttim. Çantamı ve telefonumu alarak odadan hızlıca çıktım.

Kapıdan çıkınca karşımdaki duvardan nerede olduğumu fark ettim.

Onur'un evindeydim.

Dün beni kucağına aldıktan sonra buraya getirmişti. O yüzden yatağa bırakınca onun kokusunu almıştım. Ama ben onun odasında kaldıysam o neredeydi?

Salona doğru yürümeye başladım. Kapıdan içeri başımı uzatınca Onur'un koltukta uyuduğunu görmüştüm. Beni kendi odasında yatırmış, kendisi de salonda uyumuştu.

İçten içe hem üzülmüş hem de mutlu olmuştum.

Yavaşça yanına yaklaştım ve üzerindeki açılmış örtüyü geri örttüm. Camlar açıktı ve hava hala dün gece ki gibi serindi. Ben sakince üstünü örttükten sonra konuşmasıyla irkildim.

"Günaydın..." dedi bir o kadar uykulu ve tatlı sesiyle.

"Sen uyumuyor muydun?" şaşırmıştım çünkü az önce nefes alış-verişleri sakin ve düzenliydi, yani uyuyordu.

Mayıs buna ne zaman dikkat ettin Allah aşkına yaaa. Bak ben şimdiden diyorum. Bir çocuğunuzun adı Abdurrezak Berkaysu olac-

İç Ses, tamam sus artık! Ne zaman dikkat ettim ben de bilmiyorum.

"Evet uyuyordum, ama şimdi uyandım. Üstümü örttüğün için teşekkürler, serinlemişti hava..."

"A-anladım. Niye böyle basit bir şey için teşekkür ediyorsun ki..?"

Uzandığı yerden kalktı ve oturdu, sonra da konuşmaya başladı.

"Ben her anı değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. İnsanlara her an yaptıkları şeylerin iyi olduğunu, kötü olduğunu, üzdüğünü, sevindirdiğini söylememiz gerektiğini düşünüyorum. O an söylemezsek belki de ilerde o kişi yanımızda olmadığında "keşke söyleseydim", "keşke yapsaydım" gibi cümlelerle yaşayacağız. Ben kendime bunu yapmak istemiyorum. Bu yüzden her anı değerlendiriyorum. Belki bir gün yanımda olmazsan şuan teşekkür etmediğim için kendimi üzeceğim. Veya şuan seninle konuşmasam ilerde keşke konuşsaydım diyeceğim. Çünkü seninle konuşmayı seviyorum ve mutlu oluyorum."

Mayıs bu adam seninle konuşmayı seviyormuşşşş.

Çok şaşırmıştım. Mutlu olmuştum. Yine...

Yüzüne öylece bakarken kendimi toparlamam gerektiğini anladım ve konuşmaya başladım.

"Ç-ç-çok haklısın" ben niye kekeliyordum şimdi? "Bence de her anı değerlendirmeliyiz. Çok iyi anladı dediklerini çünkü ben de ablamla konuşamadım. Her an anlatamadım ona. Belki de bu yüzden atlatamıyorum. Her anımızı değerlendirseydim belki de daha çabuk atlatırdım. Az vakit geçirdim, yapacaklarımızı erteledim, konuşacaklarımızı erteledim...Ve şuan da bunun için pişmanım. Keşke öyle olmasaydı."

Gözlerim yine dolmaya başlayacak gibi oldu. Onur da bunu fark etmiş olmalı.

"Eee tamam. Sabah sabah duygusallığa gerek yok. Hem daha çok iş var Mayıs Hanım. Daha aileni bulmak için konuşmamız gerekenler var. Ama önce kahvaltı yapmalıyız. Çünkü şuan midemde konser var."

Ayağa kalktı ve kolumu çekiştirmeye başladı.

"Hadi hadi hadi. Ben sucuklu yumurta ve patates kızartması yemek istiyorum. Sen de yersin değil mi? Bence yersin."

Ben de ayağa kalktım ve konuştum.

"Benim de midemde konser var sanırım. Sucuklu yumurta ve patates kızartmasına şarkı yazmışlar."

Bunu dememle birlikte, ikimiz de Onur'un acıktığını söylemesiyle başlayan konuşmamıza dayanamayarak gülmeye başladık.

...

Kahvaltı yapmıştık ve şimdi de balkonda oturmuş çay içiyorduk.

"Bence ben en kısa sürede yemek yapmayı öğrenmeliyim. Hiç bana yemek yemeye gelmedin. Kötü hissediyorum." dedim.

"Hayır bir kere akşam yemeği yedik hatırlamıyor musun? Çok lezzetliydi. Eline sağlık." hafif gülerek bana baktı. Biraz düşündükten sonra başımı eğerek konuştum.

"Hey! Dalga geçme! O gün makarna yapacak halim yoktu bu yüzden yemek siparişi vermiştim. Sen de gelince sana da söyledim. Komik değil, yemek yapamıyor olabilirim. Bu gayet normal!"

Hafif sinirlenmiş gibi konuşmuştum. Bu da Onur'u güldürmeye başlamıştı. En son bende dayanamayarak gülmeye başladım. Biraz güldük ve sakinleşmeye başladığımızda Onur'un telefonu çaldı.

"Açsana" dedim başımla telefonunu göstererek.

Telefonu eline aldı ve üzerinde yazan yazıyı okudu.

"Saliha Teyze arıyor, Zeynep'in annesi..."

Onur telefonu açtı. Ben de maillerimi dünden beri kontrol etmiyordum. Bu yüzden kontrol etmeye başladım.

"Merhaba Saliha Teyze. Nasılsın?...Ben de iyiyim. Zeynep nasıl?.. Hmm anladım...Evet tabii ki...Ne demek. Kaç gibi?.. Tamam Saliha teyze. Çok geçmiş olsun...Görüşürüz."

Merakla Onur'a baktım.

"Saliha Teyze ve eşi 1 haftalığına şehir dışına çıkacaklarmış. Saliha Teyzenin kız kardeşi rahatsızlanmış, onun yanına gideceklermiş. Zeynep'i de hasta bakmaya gidecekleri için götüremiyorlarmış. 1 hafta benle beraber kalıp kalamayacağını sordu. Ben de kabul ettim. Hem seni de görmüş olur. Çok sevmişti seni."

Evet, Zeynep sanırım beni sevmişti. Ama bu iyi bir şeydi. Çünkü ben de onu sevmiştim. Üstelik burada kalacak olması da mutlu etmişti.

"Evet, sanırım sevmişti. Ben de onu sevdim. Sık sık görürüm böylece onu."

Onur bana gülümseyerek baktı. O öyle bakınca ben de kendimden habersiz gülümsedim.

"Bir saat sonra bırakacaklarmış. Sen istersen üstünü değiştir gel, akşam birlikte yeriz. Ben de dışarı çıkıp Zeynep'in sevdiği birkaç şey alayım. Şimdiden söyleyeyim. Film izlemeyi ve şarkı söylemeyi çok seviyor. Yani bunları çok fazla yapmak isterse seninle, birini bile yapmadan durmaz. Hazırlıklı ol. Korkma diye söylüyorum yapacaklarından."

İkimiz de gülmeye başladık.

"O zaman ben gidip üstümü değiştireyim. Kurabiye sever mi?"

Kapının önüne gelmiş ayakkabılarımızı giyiniyorduk. Onur zaten üstünü değiştirmişti, alış verişe gidiyordu. Ben de üstümü değiştirmeye gidiyordum.

"Bayılır."

...

Eve gelince hemen üstümü değiştirmiştim. Hava çok sıcak olduğu için siyah bit şort ve beyaz bir crop giymiştim. Saçımı da sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra fırının sesini duydum. Zeynep için çiçek kurabiye yapmıştım.

Evet yemek yapamıyorum tek yapabildiğim şey makarna ama tatlı yapmak konusunda oldukça iyiyimdir.

Hemen mutfağa gidip fırından kurabiyeleri çıkardım ve hızlıca soğumaları için açık olan camın önüne bıraktım.

Onur daha gelmemişti. Ben de bu yüzden laptoptan maillerimi kontrol etmeye başladım.

"Nerelerdesin RN? Seni özledik. Bir şey mi oldu, iyi misin? Lütfen merakta bırakma!"

"Tasarımlarını özledik. Geri gelecek misin?"

Bunlar gibi cümlelerle doluydu. İçlerinden devamlı müşterilerim olan ajansların mesajlarına girdim.

Selam Ruhumun Notaları!

Senden bir takım elbise tasarlamanı istiyoruz. Bu takım elbise modelinin oyuncumuz "Utku Kaya" için düşünüyoruz. Bilirsin. Ünlü bir oyuncu. Bu zamana kadar senden pek çok elbise tasarımı aldık ve yüklü bir miktarda para ödedik hepsine. Eğer sen de kabul edersen bu elbise için de aynı şeyi yapmak istiyoruz.

İyi günler Ruhumun Notaları!

Sevgilerimizle;

Gül Projeksiyon

Mesajı okuduktan sonra derin bir iç çektim. Anlaşılan Utku beni rahat bırakmayacaktı. Ayrılalı çok olmuştu ama hala peşimdeydi.

Ben bunun gibi mesajları okurken bir anda telefonum çalmaya başladı.

Onur arıyor...

Hemen telefonumu açtım.

Mayıs, nasılsın? Hazırlandın mı?

Evet hazırlandım. Ne zaman gelecek Zeynep? Sen ne zaman gelirsin?

Ben geldim sayılır. Karşı sokaktayım. Arabayla geliyorum zaten, sen istersen çıkabilirsin yukarı. Zaten bahçeye girdim.

Tamam çıkıyorum o zaman. Zeynep ne zaman geliyor?

Onlar da on beş dakikaya burada olurlar.

Tamam. Görüşürüz o zaman.

Görüşürüz Mayıs.

Hemen kurabiyeleri bir kaba koydum. Odama gidip bir parfümümü sıktım ve hemen koşarak evden çıktım. Ben kapıyı açınca Onur'u elinde poşetlerle merdivenlerde gördüm.

"Merhaba. Sen niye merdivenlerden çıkıyorsun?"

Sonuçta durduk yere elinde poşeetlerle merdivenlerden çıkmak istemezdi, değil mi?

"Merhaba. Asansör bozulmuş, merdivenlerden çıkmak zorunda kaldım."

"Aaa kötü olmuş. Neyse hadi çıkalım yukarı. Zeynep de gelir birazdan."

...

İçeriye geçmiştik. Zeynep de birazdan burada olacakmış. Biz de Onur'un aldıklarını yerleştirmiştik.

"Zeynep senin burada olduğunu bilmiyor. Büyük sürpriz olacak ona."

Şaşırmış ve mutlu olmuştum. Bir çocuğun bu kadar basit şeylerle bile mutlu olabilmesi çok güzeldi. Özellikle Zeynep için...

"Çok güzel o zaman."

Kapı çaldı o sırada. Onur kapıya doğru gidince ben de peşinden gittim. Kapının yanına gelince Onur bana gülümsedi. Ben de dayanamayıp gülümsedim. Sonra da Onur kapıyı açtı.

Karşımızda Saliha Teyze, Zeynep ve Zeynep'in babası duruyordu.

"Hoş geldiniz Ahmet Amca. Buyurun içeri geçin."

Hafif kenara çekildik ve Onur eliyle içeriyi işaret etti. Saliha Teyze soran ama tatlı gözlerle bana gülümsedi ve Ahmet Amca'yla içeri geçtiler. Zeynep de koşarak bana sarıldı.

"Mayış abyaaaa. Nasılsın? Beni özledin mi? Onur abimle mi kalıyorsunuz? Seni görecek miyim yani hep?"

Gülerek Zeynep'i kucağıma aldım ve sorularına şaşırarak cevap vermeye başladım.

"İyiyim tatlım sen nasılsın? Özledim tabii. Tabii ki hep göreceksin beni."

Onur kapıyı kapatıp gülümseyerek uzunca bana baktı. Göz göze gelince gülümsedim ve hemen gözlerimi Zeynep'e geri çevirdim.

"Prenses, beni özlemedin mi yoksa?"

Onur yere çökmüş kollarını açmış Zeynep'e bakıyordu. Zeynep hemen kucağımdan inip Onur'a doğru koştu ve sarıldı.

"Hayıy Onuy abiy. Çok öjledim seni."

Onur ve ben Zeynep'in şirinlik yapmasına güldük. Sonra da Zeynep tekrar benim kucağıma geldi ve beraber salona doğru gittik. Salonunu kapısına girince Saliha Teyze üçümüze bakıp içten bir şekilde gülümsedi. Hiç konuşmamıştım ama ısınmıştım kadına.

"Nasılsın Onurcum? Dün gelmişsiniz görmedik sizi."

"İyiyim Saliha Teyze. Evet gelmiştik ama konuşamadık. Geçmiş olsun bu arada."

"Çok sağ ol evladım."

Onur'un aldıklarını yerleştirirken kahvenin nerede olduğunu görmüştüm. Kahve makinesi de tezgahın üstündeydi. Onur'la kahve içerken çok güzel yaptığımı söylemişti. Ben de aklıma gelince sessizce Onur'a döndüm.

"Kahve yapayım mı?"

Onur da bana döndü ve sessizce cevap verdi.

"Çok güzel olur, özellikle sabah yaptığın gibi yapacaksan süper olur. İkisi de şekersiz içiyor. Zeynep için de meyve suyu almıştım. Ona da meyve suyunu veririz."

Gülümsedim ve kafamı sallayıp Saliha Teyze ve Ahmet Amca ya döndüm.

"Kahve içer misiniz?"

Saliha Teyze gülümsedi ve cevap verdi.

"İçeriz kızım, ben sana yardım edeyim."

"Yok yok, hiç gerek yok. Buyurun oturun siz."

"Geleyim geleyim, hem bir su içerim."

Daha fazla ısrar etmenin çözüm olmayacağını anlayınca kafamı salladım ve beraber mutfağa geçtik.

"Ben size su vereyim, siz şöyle oturun."

Sandalyeyi gösterdim ve gülümsedim.

"Yok kızım ben tanışmak için gelmiştim aslında. Zeynep dün senden çok bahsetti, çok sevmiş seni. Onur'la birlikte geldiğini söyleyince çok şaşırdım. Onur oraya kimseyle beraber gelmemişti düne kadar. Şimdi de seni burada görünce Onur için değerli biri olduğunu düşündüm. Bu arada ben Saliha. Memnun oldum kızım."

Samimi bir şekilde gülümsedim ve biraz şaşırdığımı belli ettim.

"Ben de çok memnun oldum Saliha Teyze. Ben de Zeynep'i çok sevdim. Onur daha önce kimseyi getirmemiş miydi?"

Saliha Teyze çok sevecen bir kadındı, yüzü hep gülüyordu. Bu da ister istemez karşısındaki insanı da gülümsetiyordu.

Gülümseyerek cevap verdi.

"Hayır hiç getirmedi güzel kızım. Anlaşılan aranızda bir şeyler var. Çok güzel anlaşıyorsunuz ve birbirinize çok güzel bakıyorsunuz?"

Kısa bir şekilde güldü sonra bana baktı. Yüzüm yanmaya başlamıştı. Anlaşılan yine kızarıyordum. Hemen kahveyi çıkardım ve kahve makinesine biraz koydum. Başlatma düğmesine bastım.

"Y-yok. Y-y-yani niye o-olsun ö-öyle bir şey. B-biz s-sadece a-a-arkadaşız. Siz yanlış görmüşsünüzdür."

Telaş yapmıştım. Niye böyle oldu ki durduk yere? Kadın alt tarafı soru sordu.

Bence o da Abdurrezzak Berkaysu ismini sevecek Mayıscım. Belki diğer çocuğunuzun adını da canımın içi en sevdiğim tek teyzem koymak ister? Çok sevdim ben Saliha Teyze'yi.

Sus İç Ses ve işine bak!

Benim işim seninle konuşmak aşko.

Saliha Teyze gülmeye başladı bir anda. O gülünce daha da utandım. Fark etmiş olacak ki kendini durdurdu. Ama gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Sakin sakin. Telaş yapma. Ben sadece gördüklerimi söylemiştim. Yakışıyorsunuz. Öyle bir şey olsaydı da çok güzel olurdu tabii. Neyse bu konuyu kapatalım da kahveleri götürelim. Yoksa kahveler taşacak."

Saliha Teyze bunu dedikten sonra öten kahve makinesini fark ettim. Hemen koştum ve kahveleri fincanlara doldurdum. Zeynep'in de meyve suyunu tepsiye koyduktan sonra Saliha Teyzeye döndüm.

"Eee götürelim kahveleri o zaman. Buyurun siz önden geçin."

...

"Eline sağlık Mayıs. Çok güzel olmuştu kahveler."

Saliha Teyze ile birlikte mutfakta kahve fincanlarını yıkıyorduk. Yine gelmek istemişti yardıma ve engel olamamıştım.

"Afiyet olsun Saliha Teyze. Beğenmenize sevindim."

Kollarıma su sıçramaya başladı. Yurtta bulduklarında üstümde olan bileklik de kolumdaydı. Ailemden kaldığını düşündüğüm tek şey olduğu için zarar görmesini istemiyordum. Bu yüzden Saliha Teyze'den rica ettim.

"Şey Saliha Teyze... Kolumdaki bilekliği çıkarıp masanın üstüne bırakabilir misin? Su sıçrıyor da zarar görmesini istemiyorum..."

"Tabii kızım."

Gözünü koluma çevirince uzunca bir süre bilekliğe baktı sonra da yutkunup bana döndü.

"Bu bileklik mi?" dedi eliyle göstererek.

"Evet, o bileklik."

Sonra tekrar bilekliğe döndü ve kolumdan çıkardı. Sonra da içinde yazan yazıyı okudu. Derin bir nefes aldı ve sonra bana döndü.

"Bilekliğin çok güzelmiş kızım. Hatıra mı?"

Neden böyle yaptığını anlamamıştım ama bozuntuya vermedim.

"Evet hatıra. Ailemden."

Gözlerini bana çevirdi hızla ve sonra bilekliğe tekrar bakıp masaya bıraktı.

"A-anladım."

...

Saliha Teyzeler gitmişti ve biz de akşam yemeği yiyip Zeynep'i uyutmuştuk.

Şuan da Onur'la salonda oturmuş konuşuyorduk.

"Kurabiyeler çok lezzetli olmuştu. Eline sağlık. Zeynep bayıldı."

Gülümsedim ve utangaç bir şekilde teşekkür ettim.

"Afiyet olsun. Evet, yemek yapamıyorum ama tatlı yapma konusunda iyiyimdir. Bu konuda kendimi övebilirim sanırım."

Gülmeye başladık.

"Bence de övebilirsin."

Biraz durduktan sonra Onur tekrar konuşmaya başladı.

"Zeynep sık sık bende kalmaya gelir. Her geldiğinde mutlu olur ama bugün daha mutluydu. Seni sevdiğini söylemiştim. Sen ona süt ve kurabiye getirmeye mutfağa gittiğinde senin de benimle birlikte kalıp kalmadığını sordu. Ben de seninle kalmadığımı söyleyince üzüldü ve burada kalıp kalamayacağını sordu. Tam o sırada sen geldin ve kurabiyeyle sütü görünce sorusunu unuttu. Sana bir teklifim var. Zeynep bir hafta burada kalacak. Seninle zaman geçirdiğinde çok mutlu oluyor anlaşılan. Kabul edersen Zeynep burada olduğu sürece senin de burada, bizimle kalmanı isterim."

Soran ve gülümseyen gözlerle bana baktı.

Biraz düşündüm. Zeynep benimle birlikte vakit geçirirken gerçekten mutluydu.

Küçükken hep bunu hayal ederdim. İnsanların beni sevip benimle oynamasını, vakit geçirmesini...Ama olmamıştı.

Şimdiyse bunlar Zeynep için gerçekleşebilirdi. Ben mutlu olamamıştım ama o olabilirdi.

Onur'a söndüm ve gülümsedim.

"Kalırım. Zeynep mutlu olacaksa kalırım."

Onur heyecanla gülümsedi.

"Senin gerçekten çok iyi bir kalbin var Mayıs."

"Eeee o zaman ben yarın mı kalmaya geleyim?"

Onur kafasını olumsuz anlama salladı ve cevap verdi.

"Hayır. Yani senin için de uygunsa eşyalarını şimdi alıp gel. Yarın da Zeynep seni burada görünce mutlu olur."

"Olur, şimdi alıp gelirim."

...

Bir çantanın içine kıyafetlerimi koymaya başladım. Pijama alacaktım önce. Ama dolabıma bakınca hepsinin kısacık şort ve büstiyer tarzı olduğunu gördüm. Sonuçta tek yaşıyordum. Bu yüzden evde giydiklerime dikkat etmiyordum.

İçlerinden en uzun olduğunu düşündüğüm takımı seçtim ama o bile çok kısaydı ve üstü çok açıktı.

Aman neyse. Zaten tek başıma uyumayacak mıydım? Seç içlerinden birini işte.

Hava her zamankinden daha da sıcaktı bu yüzden en ferah olan beyaz takımı aldım. Yanıma da başka kıyafetler de aldıktan sonra birkaç bakım malzemesi, diş fırçası, tarak ve takı aldıktan sonra evden çıktım ve Onur'un kapısını çaldım.

Yaklaşık beş saniye sonra kapıyı açtı.

"Hoş geldin, Mayıs."

Gülümseyerek bana baktı. Ben de ona cevap verdim ve içeri geçtim.

"Hoş buldum, Onur."

...

Hello hello hello hello

Nassinizzzzzz.

Bomba gibi bir bölümle karşınızdayım. Uuuuupuzun bir bölümle geleceğimi söylemiştim.

Açıkçası benim çok içime sindi bu bölüm.

Özellikle Onur'un Mayıs'a yardım etmek istemesiii. Kalbimi bıraktım.

Şimdi sıra sizin teorilerinizde;

-Saliha Teyze'yi sevdiniz mi?

-Sizce Saliha Teyze neden böyle davrandı? Geldin teoriler.

-Dertleşme sahneleri nasıldı? Neler düşünüyorsunuz?

-Onur sizce yardım edebilecek mi? Ya da Mayıs'ın ailesini bulabilecekler miydi?

-Onur ve Mayıs nasıl ilerliyorlar sizce?

-Beni seviyor musunuz?

Tamam yeterli bu kadar.

Simay tuğçe aşko bye bye

Seviliyorsunuzzz

Muck muck


Loading...
0%