@lavivaseverkiz1
|
Hepinize merhabaaa. Ay Işığı adlı kitabımızın 6. Bölümüyle karşınızdayım. Eminim bu bölümü çok seveceksiniz. O zaman uzatmadan bölüme geçelim... Bölüm sonunda görüşürüz İyi okumalar Bölüm şarkımız-Küçüğüm 6.Bölüm: Kahvaltı "...Onun hakkında bu kadar zamanda öğrendiğim en iyi şey buydu...." "Hiçbir fikrim yok. B-belki yanlış anlaşılmadır..." "Ne gibi bir yanlış anlaşılma olabilir?" Biraz bağırarak konuştuğu için gözlerim dolmaya başlamıştı. "O-onur biraz sakin olur musun? B-ben de bilmiyorum n-ne olduğunu." Yüzüme bakıp derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Tamam. Özür dilerim, bağırdığım için. Şimdi mi gitmemiz gerekiyor peki?" "E-evet şimdi gitmeliymişiz." ... Karakola gelmiştik ve bizi çağırmalarını bekliyorduk. Sorguya alacaklarını sanıyorduk ama önce konuşmaya çağıracaklarmış. Onur'la beraber sessizce otururken bir görevli gireceğimiz odada çıktı. "Salih Bey sizi çağırıyor. İçeri geçin." Görevlinin dediklerinden sonra Onur'la birbirimize baktık ve aynı anda kalkıp kapının önüne gittik. Ben tam kapıyı çalacakken Onur konuştu. "Mayıs...Sakin ol olur mu? Bak hastaneden yeni çıktın." Endişelerimden ve bilinmeyen bu ihbar yüzünden dolan gözlerimi sildim ve hafifçe gülümseyerek Onur'a dönüp kafamı salladım. Ardından Onur kapıya vurdu ve içerden gelen 'Gel' sesiyle kapıyı açtık. Karşımızdaki masada üzerinde bir sürü arması olan bir baş komiser oturuyordu. Bu sanırım beni arayan kişiydi. "Mayıs Uysal, Onur Yılmaz. Sizsiniz değil mi? Telefonda konuşmuştuk yarım saat önce." Ben konuşmayınca Onur söze girdi. "Evet bizimle konuşmuştunuz." Eliyle bize masasının önünde olan sandalyelere oturmamızı işaret etti. "Sizi sabah da çağırabilirdim ancak ihbar sebebini öğrendiğimde hemen çağırmak zorundaydım. Aslında Emniyet Müdürü direk sorguya almamı istemişti ama sizin geçmişinizi incelediğimde bunun olabileceğini düşünmedim. Bu yüzden önce sizinle burada konuşacağım gençler." Ben stres yaptığım için telaş yapmıştım. Onur bunu görünce söze girdi. "İhbar sebebini öğrenebilir miyiz? Mayıs bayılmıştı ve hastaneden dönüyorduk. İhbar edilecek hiçbir şey de yapmadığımız için ne olduğunu öğrenmek istiyoruz." "Öncelikle geçmiş olsun. İhbarı yapanın kimliğini belirtemem ancak ihbar sebebini söyleyeyim gençler. Bir depoda küçük bir kız çocuğu bulunmuş. Bayılmış bir halde. Beni arayanlar kızın üstünde sizin telefon numaralarınızın yazdığı bir kağıt bulduğunu söyledi. Ekipler incelemeye gittiğinde ise bunun doğru olduğunu kanıtladılar. Elimde de fotoğrafları var. Kızın bazı yerlerinde morluklar ve el izleri vardı. Berbat bir haldeydi. Arayan orta yaşlı bir çiftti. Sizi tanıdıklarını söylediler ancak sadece birkaç kere görüştüğünüzü söylediler. İsterseniz fotoğraflara bir bakın gençler. Bu kızı tanıyor musunuz?" Duyduklarım için dehşete düşmüştüm. Bir kız çocuğuna bunu nasıl yapabilmişlerdi? Kim bizim numaralarımızı kızın üstüne yazmıştı? Kim bizi böyle bir şey için ihbar edebilmişti? Tam o sırada Onur tekrar konuştu. "Bakın bizim cidden bu meseleyle bir alakamız yok. Kızın kim olduğunu gösterebilir misiniz?" Salih Bey masadaki çekmeceden içinde tahminimce fotoğrafların olduğu bir zarf çıkardı. Ardından bize uzattı. "Alın çocuklar." Bu sefer ben adım attım ve elinden zarfı aldım. Onur'a dönerek endişeli bir şekilde baktım. Bana cesaret vermek istercesine gözlerini kırptı ve kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. Elimdeki zarfa bir süre baktıktan sonra açtım ve fotoğrafları çıkardım. İlk baktığımda fotoğraflar değil sadece baskıların arkası gözüküyordu. Bir cesaretle çevirdiğim anda şoka girmiştim. Gördüğüm görüntü yüzünden gözlerim hızla dolmaya başlamıştı. Ellerim titremeye başlayınca fotoğrafları önümdeki sehpaya koyarak ayağa kalktım ve bağırmamak için ellerimle ağzımı kapattım. Kendimi tutamadım ve bir anda ağlamaya başladım. "Zeynep! Zeynep! Zeynep! Kim yaptı bunu! Nasıl yapabilirler bunu! Zeynep!" Onur'un ayağa kalkıp yanıma yaklaştığını görünce tekrar bağırmaya başladım. "Onur! Zeynep' e ne yapmışlar? Nasıl yapabilmişler bunu! Kim yapmış! Lütfen bir şey söyle! " Onur'un gözleri dolmaya başlamıştı fotoğraflar yüzünden. Yanıma geldi bir şekilde ve hızla kendine çekti. "Mayıs! Lütfen sakin ol! Yine bayılacaksın! Bulacağız kimin yaptığını! Ama lütfen sakin ol! Yine bayılmanı istemiyorum! Mayıs, lütfen!" Onur ağlamaya başlamıştı. Onu ilk defa ağlarken görüyordum. Tekrar kendimi kaybediyordum. Ya yine kriz geçirmeye başlayacaktım ya da yine bayılacaktım. Gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Zeynep'in beni bu kadar etkilemesinin sebebi ablamı kaybetmemdi. Onu da biri öldürmüştü. Ya Zeynep'e de bir şey olursa? Başım tekrar dönmeye başlayınca tekrar bayılacağımı anlamıştım. Şuan önümü hiçbir şekilde göremiyordum. Sadece yaşlar... ... Gözlerimi açtığımda hava aydınlanmıştı ve yine hastanedeydim. Yine. Saate baktığımda 07.36 olduğunu gördüm. Etrafa baktığımda kimse yoktu. En son hatırladığım şey Zeynep'in fotoğraflarıydı. Kriz geçirip bayılmıştım. Başım felaket derecede ağrıyordu ve kolumda yine serum vardı. Bu ağrı yüzünden tekrar bayılabilirdim. Yüzüm hala ıslaktı. Sanırım bayıldığım zaman hala ağlıyordum. Ben neler olduğunu düşünürken içeri bir doktor girmişti. "Günaydın. Uyanmışsınız." Kolumdaki serumu kontrol etmek için yanıma yaklaşan doktor erkekti bu sefer. Sarışın ve uzun boyluydu. Ama tuhaf bir şekilde ısınamamıştım. "Ne kadardır buradayım?" Serumu kontrol ettikten sonra yatağın ucundaki masadan hasta rapor dosyası olduğunu düşündüğüm dosyayı aldı. "Yaklaşık 6 saattir buradasın ve 2 saattir uyuyorsun. Sevgilin dışarıda bekliyor. Çağırmamı ister misin?" Tuhaf bir şekilde adamın yüzüne baktıktan sonra yorgun çıkan sesimle cevap verdim. "Sevgilim değil. Çağırır mısınız lütfen." Cevap vermeden çıktıktan sonra kapıyı kapattı. Arkasından yüzümü buruşturarak ağzımı büzdüm. Tam o sırada Onur geldi. Gözleri kıpkırmızı olmuş ve şişmişti. Yavaşça yanıma yaklaştı ve yanımdaki sandalyeye oturdu. Konuşmaya başladı ama sesi çok yorgun ve üzgün çıkıyordu. "Mayıs. İyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini?" "Çok başım ağrıyor ve yorgunum. Asıl sen nasılsın? Gözlerin kan çanağına dönmüş." Kafasını iki yana salladı ve konuştu. "4 kere uyandın, sakinleştirici verdiler her seferinde. Vermemelerini, uyanmanı istedim ama yine de verdiler. 2 saat önce tekrar uyanınca uyku ilacı verdiler ama sanırım pek etkisi olmamış. Ben sadece üzgünüm, o kadar." Hafifçe burnundan güldü, iyi olduğunu kanıtlamak için ama yine de üstüne gitmek istemedim. "Salih Bey ne dedi? İhbar edenleri öğrenmişler mi? Zeynep iyi mi? Bir şey biliyor musun?" Hafifçe elimi tuttu ve konuşmaya öyle devam etti. "Bunları evde kendimize gelince konuşalım mı?" Anlaşılan bir şeyler olmuştu ama bana söylemiyordu. Yine de tekrar sordum. "Zeynep iyi mi?" Zeynep deyince zaten dolu olan gözleri tekrar dolmuştu. Kafasını aşağı eğdi ve o şekilde konuştu. "Zeynep hakkında tek bildiğim şey hastanede olduğu." Onur öyle deyince gözlerimden yaşlar firar etti. Onur bunu görünce hep bana iyi geldiğini düşündüğüm şeyi yaptı. Tekrar sıkıca sarıldı. "Mayıs lütfen ağlama, dayanamıyorum senin bu şekilde ağlamana. Bayıldığın süre içinde kafayı yedim. İki kere bayıldın on saat içinde. Mahvoldum ben." Ben de sıkıca Onur'a sarıldım ve kendimi tutamayarak sesli bir şekilde ağlamaya başladım. "Elimde değil. Zeynep'in o hali hep gözümün önüne geliyor. Kim küçücük masum bir çocuğa bunu yapabilir aklım almıyor." Onur saçlarımı yine severek biraz o şekilde sarıldı. Bu gerçekten iyi geliyordu. "Zeynep'e bunu kimin yaptığını öğreneceğiz Mayıs. Öğrendiğimiz gibi onun sonu olacak bu durum." Korkarak cevap verdim. "Evet bulacağız Onur ama lütfen bulunca o kişiye bir şey yapmayalım. Karakola tekrar gitmek istemiyorum. Kimseye bir şey yapmadan polislere teslim edeceğiz. Sana da bir şey olmasını istemiyorum. " Onur yavaşça geri çekildi ve ellerimden nazikçe tuttu. "Sana ve Zeynep'e bir şey olsun istemiyorum Mayıs. Elimden geleni yapıp kimin yaptığını da öğreneceğim. Bu halin yüzünden kafayı yedim dışarıda." Üzgün bir şekilde gözlerine bakarak gülümsedim. Yavaşça ellerini çekti ve yüzüme doğru getirdi. Titreyen elleriyle gözümden akan yaşları sildi ve konuştu. "Lütfen ağlama artık..." Gülümsedim ve bu sefer ben Onur'u kendime çekerek sarıldım. "Sen de ağlama..." Geri çekildi ve kendi gözlerinden akan yaşı sildi. Sonra gülmeye çalışarak konuştu. "Tamam Mayıs Hanım, yeter bu kadar. Emir ve Miray seni görmeye geleceklermiş eve. Aynı zamanda bize yardım etmek istiyorlarmış." ... Yaklaşık bir saat geçmişti ve Onur çıkış işlemlerini yapıp yanıma yardım etmeye gelmişti. Şuan da ise kolumdan tutarak yürümeme yardım etmeye çalışıyordu. Aslında yürüyebiliyordum ama Onur bunu anlamıyordu. "Ya Onur yürüyebiliyorum. Bırakır mısın kolumu? Kaza geçirmedim sonuçta. Alt tarafı bayıldım. Ayrıca alışkınım ben." Ters bir şekilde yüzüme baktı ve kolumdan tutarak yürümeye devam etti. "Alışkın olma o zaman. İki kere bayıldın bugün daha fazla yorulma." Onur'a içten bir şekilde gülümsedim. İnat edeceğini bildiğim için daha fazla ses çıkarmadım. ... Şuan arabaya binmiş ve yola çıkmıştık. Aklıma Emir ve Miray'ın ziyarete geleceği gelince hemen Onur'a döndüm. "Onur, yol üstünde bir pastanede durabilir misin? Kahvaltılık bir şeyler ve tatlı alayım." "Tamam dururum." ... Bir pastanenin önünde durmuştuk. Kemerimi çıkardım ve Onur'a döndüm. "Sen burada bekle ben 5 dakikada alır gelirim." Biraz bana baktıktan sonra cevap verdi. "Gel beraber gidelim." İtiraz etmedim ve arabadan indik. Sabah olduğu için pastane hem kalabalıktı hem de sıra oluşmuştu. Onur'la beraber sıraya girdik ve beklemeye başladık. Bu pastaneye ilk defa geldiğim için etrafı incelemeye başladım. Çok tatlı bir yerdi. Eve de yakın olduğu için sanırım sık sık gelecektim buraya. Oturan kalabalığa bakılırsa da ürünleri de güzeldi. Bu şekilde etrafa bakarken bir kadının bana baktığını gördüm. Onu fark ettiğimi görünce telaş yaptı ve masadaki telefonu yere düşürdü. Tekrar göz göze gelince bozuntuya vermemek için hafifçe gülümsedim. Gözleri çok tanıdık gelmişti. Ama onu gözetlediğimi düşünmesin diye daha fazla bakmadım. "Mayıs, nereye daldın? İki kişi var önümüzde." Daldığım için Onur'un ani konuşmasıyla korkmuştum. "Etrafı izliyordum, dalmışım. Patatesli poğaça sever misin?" "Bayılırım." ... Pastaneden çıkmıştık. iki patatesli ve iki sade poğaça, iki simit ve biraz kurabiye almıştık. Şimdi de eve doğru gidiyorduk. Aklıma gelen şeyle Onur'a döndüm. "Onur...Zeynep'ten haberleri var mı, Emir ve Miray'ın?" "Evet, var. Onun için yardım edecekler." Biraz durdum ve tekrar sordum. "Saliha Teyze ve Ahmet Amca'nın-" Onur daha fazla devam etmeme izin vermedi ve konuştu. "Mayıs, bunları şimdi konuşmayalım olur mu? Çok yorulduk. Şuan bunları düşünmeyelim. Zeynep iyi, onu bilelim şimdilik yeter." Bu konu hakkında konuşmak istemediğini biliyordum. Belli ki ben baygınken bir şeyler öğrenebilmişti ama şuan bana söylemiyordu. Sonuçta neler olduğunu öğrenecektim. Bu yüzden daha fazla uzatmadım. Zaten eve gelmiştik. Arabadan indik ve Onur'a döndüm. "Onur...Sen istersen eve çık, duş al. Kendine gelirsin. Ben de işlerimi hallederim. Zaten daha gelmezler." "Peki. Ben haber veririm gelmeden önce." ... Eve çıkıp aldıklarımı masanın üzerine bıraktım. Hemen odama girip kendime beyaz bir pantolon ve pembe bir tişört hazırladım. Ardından kendimi hemen banyoya attım. Hızlıca soğuk bir duş aldıktan sonra hemen kıyafetlerimi giydim ve saçımı yaptım. Kurutmayı sevmiyordum ve vakit olmadığı için hızlıca iki taraftan balık sırtı ördüm. Kolyemi ve bilekliğimi taktıktan sonra parfümümü sıktım ve mutfağa geçtim. Sucuklu yumurta hazırlamaya başladım. O pişerken simitleri ve poğaçaları dilimledim. Salondaki masanın üstüne kahvaltılıkları dizdim. Tam o sırada kapı çaldı ve gidip açtım. "Hoş geldin, Onur. Geliyorlar mı?" Ayakkabılarını çıkarıp içeri geçti ve cevap verdi. "10 dakikaya burada olurlar." "Tamam o zaman ben hemen gidip yumurtaya bakayım. Sen otur istersen. Keyfine bak." Mutfağa doğru yöneldiğim sırada Onur'da peşimden geldi. "Yardım edebileceğim ne var?" Biraz etrafa baktıktan sonra Onur'a döndüm. "Özel olarak sevdikleri bir şey var mı?" Biraz düşündü ve cevap verdi. "Emir çay çok seviyor. Miray da çilek reçeli. Sen de yoksa yukardan getirebilirim." Çilek reçeli deyince gözlerim parladı ve heyecanla baktım. "Çilek reçeline bayılırım. Çok var ben de. Miray'ın sevmesine çok sevindim." Onur bu halime güldü sonra biraz bana baktıktan sonra konuştu. "Saçların çok tatlı olmuş." Ani gelen bu iltifattan dolayı yine yanaklarım yanmaya başlamıştı. Vuhuu. Onur abim az yavaş. Kız yakında senin bu iltifatların yüzünden bayılacak. İç ses. Sen daha ne kadar saçmalamaya devam edeceksin acaba? Sen de aşıksın ona değil mi? Hadi hadi, saklama. Zaten saklamana da gerek yok. Senin İç Sesin benim. Saçmalamayı keser misin lütfen? Ben saçmalamıyorum tatlım, gerçekleri söylüyorum. Merak etme o da sana aşık. Gider misin? "Eee t-teşekkür ederim. B-ben en iyisi çayı hazırlayayım." Hemen ocağın yanındaki kavanozdan çay aldım ve kaynamaya başlamış olan suyun içine attım. Arkamdan Onur'un güldüğünü duyuyordum. O da en sonunda dolaba yöneldi. "Reçel dolapta mı?" Yüzüne bakmadan cevap verdim. "E-evet dolapta, ikinci rafta. Pembe kapaklı olan. Reçel tabakları da yandaki dolapta duruyor." Dolaptan reçeli çıkardı ve bir tabağın içine biraz döktü. Ben de o sırada çayı demlemiştim. Daha sonra pastaneden aldıklarımızı, tabağa koyduğumuz yumurtaları, reçeli ve çaydanlığı içeri götürdük. Her şeyi masaya koyduktan sonra kapı çaldı. Heyecanla Onur'a döndüm. "Uzun süre sonra ilk defa misafir geliyor. Heyecanlandım. Severler mi ki?" Yüzüme baktı ve gülümsedi. "Çok severler. Şahsen ben çok sevdim." Hafifçe öksürdüm ve kapıya doğru gittik. Onur'a son defa baktıktan sonra kapıyı açtım. Karşımda Emir ve Miray gülümseyerek bize bakıyordu. "Hoş geldiniz." Gülümsedim ve elimle içeri geçmelerini işaret ettim. İlk önce hızla Miray içeri girdi ve hızla sarıldı. Bu zamana kadar sadece hastanede iki kelime konuşmuştuk ama bana çok yakın davranıyordu. Ama Miray'ı bu kadar kısa sürede tanımama rağmen çok sevmiştim. "Hoş buldum. Ben sana bayılmak yok dememiş miydim? Sen yine bayılmışsın!" Gülmeye çalıştım ama başaramadım. Çünkü Miray öyle bir sıkı sarılmıştı ki nefes alamıyordum. "E-evet dedin ama b-biraz daha bu şekilde sarılmaya devam edersek ne bunu diyebileceğin ne de bayılacak bir Mayıs kalacak." Bunu dedikten sonra hızla çekildi ve endişeyle yüzüme baktı. Bir süre bakıştıktan sonra ikimiz de gülmeye başladık. Ben biraz yorgun olduğum için çok gülemedim ve boğazım kuruduğundan öksürmeye başladım. Onur hızla bana döndü. "Mayıs? İyi misin? Ne oldu? Bayılmayacaksın yine değil mi? Kaldıramam bu sefer!" Bunu duyduktan sonra boğazımın kuruluğunu ve yorgunluğumu unutup gülmeye başladım. Benle aynı anda Emir ve Miray'ın da güldüğünü fark ettim. Onur'un suratımıza tuhaf bakışları söylediklerinden daha komik geliyordu. Neyse ki Emir kendini toparladı ve konuştu. Ama biz Miray'la beraber hala az da olsa gülüyorduk. "Kardeşim sen uyusan çok iyi olacak. Bir gündür uyumuyorsun. Biz dedik gece gelelim hastaneye diye izin vermedin. Uyumadığın gözlerinden belli. Biz gittikten sonra uyu lütfen." Onur uyumamış mıydı gece? Bunu duyunca kendimi suçlu hissetmiştim. Zaten Zeynep yeterliydi. Bir de üstüne ben iş çıkarmıştım. Daha fazla burada, kapının önünde vakit geçirmemek için ve tabii ki acıktığım için içeri geçmelerini söyledim. Elimle salona geçmelerini işaret ettim. "Salona geçip kahvaltı yapalım. Çünkü cidden çok acıktım." Gülerek salona doğru geçtik. Masaya biraz daha göz gezdirdikten sonra peçetelerin olmadığını fark ettim. "Siz oturun. Ben peçeteleri unutmuşum alıp geleyim." Hemen mutfağa gittim ve peçeteleri aramaya başladım ama bitmişlerdi. Hemen bu tip şeyleri koyduğum dolaba yöneldim ve aramaya başladım. Bulamıyordum. Tam zamanını bulmuştu gerçekten. "Of nerde bu peçeteler! Buraya koymuştum." O sırada içeri Miray girmişti. "Mayıs? Peçete almaya diye gittin, gelemedin. Yardıma ihtiyacın var mı diye bakmak istedim." Miray'a döndüm ve gülümsedim. "Şey aslında var gibi. Peçetelikteki peçeteler bitmiş. Normalde peçeteleri bu dolaba koyardım ama şuan burada da yok." Miray biraz dolaba göz gezdirdi ve tekrar konuşmaya başladı. "İstersen sen aşağıdaki raflara bak, ben yukarı bakayım." Kafamı salladım ve cevap verdim. "Yorulmuş olacaksın ama olabilir. Yukarıya yetişemezsen şu masanın yanında basamak merdiven var. Onun üstüne çıkıp bakabilirsin yukarıya." Kafasını salladı ve masaya doğru ilerledi. Ben de önüme dönüp raflara iyice baktım. O sırada Miray seslendi. "Mayıs? Şey burada peçeteler var ama sanırım bunları aramıyorsun değil mi?" Kafamı kaldırdım ve Miray'a soran gözlerle baktım. "Peçete mi?" Ayağa kalktım ve masanın üstünde duran açılmamış peçeteleri gördüm. "Şimdi hatırladım. Ben bunları sonra götürürüm diye masanın üstüne bırakmıştım. Tamamen unutmuşum." Beraber gülmeye başladık. En son kendimi toparlayıp paketin içinden birkaç tane peçete aldım. "Hadi gidelim içeriye. Daha sonra bana bolca gülebilirsin." ... Hep beraber bir yandan kahvaltı yapıyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Onlarla daha yeni tanışmıştım. Onur'la daha yeni tanışmıştık. Çok geçmeden dün beni arkadaşlarıyla tanıştırmıştı. Emir ve Miray. İkisiyle de dün tanışmıştık. Henüz Emir'le çok az konuşmamıza rağmen ısınmıştım. Miray ise bana hastanede sarıldığından beri çok yakın geliyor. Her fırsatta konuşuyoruz. Bugün kahvaltıda bile Onur ve Emir kendi arasında konuşurlarken bile Miray'la bolca konuşup iyice tanışmıştık. Evet daha dün tanıştığım insanlara bu kadar ısınmam ne kadar doğru bilmiyorum. Sadece içimden bir ses bana onların iyi geldiğini ve kötü bir yolda olmadığımı söylüyordu. Hayır, hayır. Bu içimden bir ses İç Ses değildi. Ayıp oluyor ama Mayıs! Ben sana o kadar konuşuyorum beni takmıyorsun bile. Cidden kırıldım. Sen benle dalga geçersen sana ne kadar güvenebilirim? Şuan çok kırıldım. Gidiyorum ben, gelmemek üzere. Bu arada Miray'a dön çünkü kız sana bir şeyler söylüyor. Görüşmemek üzere, hıh. "Mayıs, beni duyuyor musun?" Hemen Miray'a döndüm ve bozuntuya vermemek adına gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. "Son dediğini duyamadım. Dalmışım da." "Çay dolduracaktım kendime. Sen de ister misin diye sormuştum." "İçerim. Ver bardağını ben doldurayım. " Miray gülümsedi ve bardağını uzattı. Yanımdaki çaydanlığın sıcaklığını elimle kontrol ettim. Biraz soğumuştu. İçine de baktığımda çayın zaten bitmiş olduğunu gördüm. Miray'a döndüm ve konuşmaya başladım. "Çay bitmiş. Ben gidip yenisini demliyim." Tam ayağa kalktığımda Miray da benimle beraber ayağa kalktı ve konuşmaya başladı. "Ben de seninle geleyim. Emir ve Onur kendi aralarında konuşuyorlar. Hem sıkılmam." Onlara bir göz attım ve konuştum. "Hava bugün güzel. Balkonda oturalım mı?" "Olur." Onlara döndüm ve konuştum. "Onur, Emir. Biz biraz Miray'la balkonda oturacağız. Bir de çay demleyeceğim. İster misiniz?" Onur Emir' baktı ve sonra bana döndü. "Mayıs. Bir maç vardı da televizyondan onu izleyebilir miyiz?" Kafamı salladım ve gülümsedim. "Kumanda sehpanın üstünde. Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenin bana, balkondayım." Kafalarını salladılar ve hemen koltuğa geçip televizyonu açtılar. Ben de Miray'a döndüm. "Hadi gel biz de balkona geçelim." Gülümsedi ve mutfağa doğru ilerledik. "Sen geç balkona ben çay demleyip geliyorum. İstediğin bir şey var mı?" Kafasını sağa sola doğru olumsuz anlamda salladı. "Yok, teşekkür ederim. Ben balkona geçiyorum o zaman." Gülümsedim ve kafamı salladım. "Tamam." Miray balkona geçince ben de hemen çayı demlemeye başladım. Su kaynayınca çayı koydum ve ocağın altını kısıp balkona doğru ilerledim. Miray cam balkon demirlerinin orada durmuş dışarıyı izliyordu. Arkasını dönünce beni gördü ve gülümseyerek konuşmaya başladı. "Balkonunun manzarası çok güzel. Denizi de görüyor ve etrafı açık." Gülümsedim ve elimle oturması için beyaz bir armut koltuğu gösterdim. Ben de çaprazındaki toz pembe armut koltuğa oturdum. Dünyanın en rahat şeylerinden biri olabilirdi! Konu açmak için soru sordum. "Siz Onur'la nereden tanışıyorsunuz? Anladığım kadarıyla baya yakınsınız." Miray bunu duyunca gülümsedi ve soruma cevap verdi. "Neredeyse bebekliğimizden beri arkadaşız üçümüz de. Genelde her gün beraber oluruz. Ama Onur'un ünlenmesiyle iş üstüne iş yapmaya başladı. Tüm gün çekimlerde oluyordu. Bu yüzden pek fırsatımız olmuyordu. Bu aralar çekimler bittiği için görüşebiliyoruz." Duyunca çok şaşırmıştım. Onur'un çocukluk arkadaşlarıyla tanışmak nedensizce çok mutlu etmişti. Miray'a gülümsedim. "Ne güzel! Çocukluğunuzdan beri beraberesiniz. Ben çocukluğumdaki hiçbir arkadaşımı hatırlamıyorum." Bunu duyunca yüzü garip bir hal almıştı. Biraz da yüzü asılmıştı. Miray en son kafasını kaldırıp yüzüme baktığında cevap vereceğini düşünmüştüm ama tam o sırada Emir seslendi. "Miray! Ben ofise geçiyorum. Sen de gelecek misin?" Miray yüzüme baktı ondan sonra telaşla ayağa kalktı ve Emir'e seslendi. Onur'la beraber mutfağın önünde duruyorlardı. "B-ben de geliyorum. Dünden kalan işlerim vardı." Ben de ayağa kalktım ve Miray'la beraber kapıya doğru gittik. Onur gidip kapıyı açınca ben de yanına geçtim. Miray askılıktan çantasını alıp yanıma geldi. Önce yüzüme baktı sonra da gülümsedi. Yine beklemediğim bir şekilde sarıldı ve konuştu. "Bugün çok güzeldi Mayıs! Ellerine sağlık. Bir gün sen bana gel ikimiz oturup konuşuruz. Yarım kaldı çok konuşamadık bugün." Ben de ona sarıldım ve gülümsedim. Mutlu olmuştum ve bu sesimden anlaşılıyordu. "Afiyet olsun. Gelirim tabii." Görüşürüz Onur. Lütfen Mayıs'a dikkat et yine bayılmasın." Miray bunu deyince hepimiz gülmeye başladık. "Görüşürüz Miray. Merak etme dikkat ederim." Miray, Onur'dan ayrıldı ve ayakkabılarını giymeye başladı. Sonra Emir elini bana yan bir şekilde uzattı. Hani böyle el sıkışmakla çak yapmak gibi bir şey olur ya, aynı o şekilde. Ben de güldüm ve elini tuttum. "Bayılan kız lütfen kendine dikkat et yoksa yakında bu çocuk da bayılacak. İki kayıp birden yaşayamayız. Bünyem kaldırmaz." Tekrardan güldük ve ben de Emir'e cevap verdim. "Merak etme Emir dikkat ederim." Sonra Emir, Onur'la da sarıldı ve o da ayakkabısını giydi. Sonra Emir konuştu. "Abi biz Miray'la iş için iki haftalığına Ankara da olacağız. Dönünce bana gelirsiniz yemek yeriz akşam. Size kendi ellerimle hazırladığım çıtır tavuklardan yaparım. Mayıs'ın bayılacağına eminim." Hemen Emir'e sorgular gibi sordum. "Ciddi anlamda mı yoksa ciddi anlamda mı?" Tekrar hep beraber gülmeye başladık. Yine. Sonra kendimizi toparlayınca Emir cevap verdi. "Merak etme Mayıs, bu sefer lezzetten bayılacaksın." Biraz güldükten sonra Onur konuşmaya başladı. "Tamam kardeşim siz dönünce geliriz Mayıs'la. Siz ne zaman gideceksiniz?" Bu sefer Miray cevap verdi. "2 gün sonra sabah erkenden yola çıkmış oluruz. Belki yarın akşam sana uğrarız. Mayıs sen de gelirsen çok mutlu olurum!" Biraz düşündükten sonra gülümsedim. "Bilmiyorum ki. Bence sadece siz olsanız daha iyi olur. Yarın akşam ararım konuşuruz seninle." Onur tek kaşını kaldırarak baktıktan sonra yüzü asılmış olan Miray'a döndü. "Yarın dördümüz de bendeyiz. Yemeğe mi gelirsiniz yoksa sonra mı?" Bu sefer Emir cevapladı. "Yemekten sonra gelsek daha iyi olur. Bir de hazırlık falan yapmamız lazım." Onur kafasını olumlu anlamda salladı. "Tamam görüşürüz o zaman." Ben de onlara gülümsedim ve el salladım. "Görüşürüz Miray. Görüşürüz Emir." Onlar da bize el salladıktan sonra asansöre bindiler ve gittiler. Onur kapıyı kapattı ve bana döndü. İlk ben konuştum. "Bugün çok güzeldi. Miray'la Emir çok eğlenceliler. Bir de çocukluğunuzdan beri arkadaşmışsınız. Çok güzel bir şey bu!" Onur kafasını salladı ve hafif gülümseyerek konuştu. "Baya eğlencelidirler. Bu daha başlangıç. Özellikle Emir'le çok iyi anlaşacak gibisin. Espri çocuktur o. Biraz vakit geçirirsen sen de öyle olursun. Potansiyel görüyorum." Biraz güldük ve Onur duruldu. Sonra ekledi. "Mayıs, içerde biraz konuşabilir miyiz?" Gözlerine baktım ve kötü bir şey olmamasını umarak hafif gülümsedim. "Yine bayılmayacaksam konuşabiliriz." Sonra durdum ve ekledim. "Onur niye bu kadar ciddi söyledin? Kötü bir şey mi oldu? Zeynep'le mi ilgili?" Eliyle salonu gösterdikten sonra Zeynep'le ilgili bir şey olduğunu anlamıştım. Sonra hemen salona geçtim ve kitaplığın yanındaki küçük koltuğa oturdum. Onur da yanıma oturdu. Biraz düşündükten sonra konuşmaya başladı. En son gördüklerimden sonra daha kötü ne olabilirdi? "Zeynep hala uyanmamış... Yoğun bakıma almışlar...Durumu ne olur bilmiyorum. Bugün hastaneye gideceğim. Sana söylemek istedim..." Duyduktan sonra gözlerim dolmaya başlamıştı. Belki bütün üzüntümü kriz geçirdiğimde attım ce şuan bu yüzden tepki veremiyordum. Onur telaşlanmasın diye o görmeden gözlerimi sildim ve burnumu çektim. Sonra konuştum. "Ben de bugün hastaneye gidecektim. Doktorla görüşmem gerekiyordu. Seninle geleyim ben de. Hem belki Zeynep'i de görürüm." Onur yüzüme bakmıyordu. Nedenini bilmiyordum. "Ağlamanı istemiyorum Mayıs ve ağlarsa bile bunu saklamanı da istemiyorum. Şuan bile böyleysen hastanede daha kötü olursun. Seni oraya götüremem. İçeri girmemize izin verip vermeyeceklerini bile bilmiyorum. Sen o fotoğrafları gördükten sonra ne hale geldin. Ne kadar istesen de seni Zeynep uyanıp iyi oluncaya kadar götürmeyeceğim." Onur bunu deyince dolan gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı Benim yüzümden uyumamıştı. Geceyi hastanede geçirmişti. Zeynep'e bunu kimin yaptığını bilmiyordum. Onur biliyordu ve bunu yapan kişiyi bana söylemiyordu. Her ne kadar Zeynep'i görmek istesem de onu görünce ne hale geleceğimi ikimiz de biliyorduk. Bu açıdan çok zayıftım. Bu yüzden Onur'la gitmek için ısrar etmeyecektim. Ben bir şekilde Zeynep'i görürdüm. Ama Onur yanımdayken değil. Sonra Onur'a döndüm ve burnumu çektim. "Peki. Israr etmeyeceğim. Bana sadece Zeynep'in nasıl olduğunu söyleyeceksin." Onur sadece kafasını sallamakla yetindi. Sonra konuşmaya devam ettim. "Benim yüzümden kötü hissetmeni istemiyorum. Zeynep'in şuan ki durumu bile bu kadar üzüp yoruyorken bir de benim yüzümden yorulmanı istemiyorum." Yine kapının önünde yaptığı gibi tek kaşını kaldırarak ters bir şekilde baktı. Sonra ben konuşmaya devam ettim, ona konuşma fırsatı vermeden. "Saliha Teyzeyle Ahmet Amca nasıl? Haberleri olmuştur...Saliha Teyze çok kötüdür şimdi. Onlar da gelecek mi seninle? Ya da zaten oradadırlar belki. Konuştun mu onlarla?" Onur yere bakıp hiçbir şey söylemedi. Elleriyle oynuyordu ve cevap vermiyordu. Anladığım kadarıyla onlar da çok kötüydüler. Sonra Onur sadece kafasını aşağı yukarı salladı ve ayağa kalktı. "Ben gidip biraz dinleneceğim. Sonra çıkarım evden. Kahvaltı çok güzel olmuştu, eline sağlık." Ben de ayağa kalktım ve beraber kapıya doğru gittik. Onur tam kapıyı açacakken kolundan tuttum. O da şaşkın bir şekilde bana döndü. Sonra kendimden hiç beklemediğim bir şekilde sarıldım Onur'a. O da beklemiyor olacak ki birkaç saniye öylece durduktan sonra sarıldı. Sarılmak iyi gelirdi. Evet, yaraları kapatmaz, iyileştirmezdi. Ama destek olurdu iyileşmesine. O yaraların, üzüntülerin kapanması için destek verirdi. Gözlerim hala doluydu ve yaşlarım akmaya başlamıştı. Sonra konuştum. "İyice dinlen Onur. Çok yoruldun bir günde. Zeynep'in yanına giderken haber ver bana, lütfen. Ben de seni yordum. Özür dilerim..." Burnunu çekti. "Özü dileme Mayıs. Benim yerimde kim olsa aynısını yapardı. Üzülmeni istemiyorum, bu yüzden götürmüyorum seni. Haber veririm sana." Sonra ayrıldık ve Onur kapıyı açtı. "Görüşürüz Onur." El salladı ve merdivenlere yöneldi. "Görüşürüz Mayıs." Onur gittikten sonra kapıyı kapatıp balkona çıktım. İçimde kötü bir his vardı. Ne için olduğunu bilmiyordum. Sadece iyi şeyler olmadığını hissediyordum. Onur'u böyle yorgun görmek üzmüştü. Sabah arkadaşlarına belli etmemek için neşeli davranmıştı. Ya da belki sonradan aldı yoğun bakım haberini...Zeynep'in durumunu belli etmemişti. Benim durumu bilmeme rağmen üzülmemi istemiyordu. En çok üzüldüğüm de buydu. Onur'un güzel bir kalbi vardı. Onun hakkında bu kadar zamanda öğrendiğim en iyi şey buydu. ... SEELAAAMM NASSINIZZZ??? Geri dönüyorum demiştim size. Ve evet döndüm, hem de olaylı bir şekilde. Baya uzun bir bölüm oldu yaa. 4 günde yazım bölümü. Biraz aklıma fikir de gelmemiş olabilir KJHGHJKJHGFDG Neysehh. Sorulara geçelim hemen çok merak ettiklerim var. -Öncelikle en önemlisi bölümler çok uzun mu? -İhbarı kim yaptı? -Zeynep'e bunu kim yaptı? (Ne cüretle!) -Ya da oradaki çocuk gerçekten Zeynep mi? -Mayıs niye bu kadar bayılıyor? -Miray ve Emir'le günümüz nasıldı? -Sizce olayla çok mu hızlı gelişiyor ya da direk kitap hızlı mı ilerliyor? -Bölümü beğendiniz mi? Görüşlerinizi aşırı merak ediyorum. Şimdilik benden bu kadar. Umarım çok yakın zamanda 7. bölümü atabilirim. Simay tuçe aşko babay Seviliyorsunuzzz |
0% |