@laydaavekitaplarii
|
Merhabaa Yeni bir kitaba adım attık Çok uzun konuşmayacağım. Beni bilenler biliyor zaten. Ama bilmeyenler varsa eğerr. Ben laydaaaa.Diğer kitaplarıma bakabilirsiniizzz. Eğer en çok yorumu kim yaparsa onu bir sonraki bölüme itihaf edeceğim. İyi okumalaarrrr. 💖 Ben Aslı. Ben aslen Türküm ama babam yabancı. Nasıl olduğunu sorarsanız eğer size anlatmak isterim. Annem 19'lu yaşlarında üniversiteyi okumak için yurt dışına gitmiş. Aradan biraz zaman geçtikten sonra babamla tanışmış ve arkadaş olmuşlar. Ama bir gece annem ve babam çok içmişler. Sonrada işte malum. Annem ve babam hiç beni istememişler ama mecbur kalmışlar işte. Annemin ve babamın aileside beni asla istememişler. Babam biraz zengin olmadığı için annemle kendine küçük bir ev tutmuşlar. Annem bana hamileyken temizlik yapmaya gidermiş. Babam ise çalışmaya. Nerede iş olursa oraya gidermiş. Ben doğduktan sonra ise bu devam etti. Kendim gelip gittim okula. Hiçbir zaman annem ve babam beni ne okula bıraktılar ne de okuldan aldılar. Kendi başıma büyüdüm. 8 yaşıma geldiğimde annem karşıma geçip beni istemediklerini söyledi. Ben ise anlamadım. Sonra ise beni bir aileye verdiklerini söylediklerindede anlamadım. Nasıl anlayabilirdim ki daha ufacıcık çocuktum. Sonradan bana aile olacak kişiler geldiler ve cidden bana aile oldular. Asla benle ilgilenmemezlik yapmadılar. Asla hemde. Onların sayesinde birçok dil öğrendim Makedonca, Almanca, Rusça,İngilizce, Türkçe. Zaten yarı Türk, yarı yabancı olduğum için sıkıntı çekmemiştim. Sonra ailem beni Türkiye'ye götürüp karış karış gezdirdi. Yaşım 20 olduğunda malesef ailemi trafik kazasında kaybettim. Ve bütün para, mal, mülk bana kaldı. Bunu duyan gerçek ailem hemen yanıma koşup beni bağrılarına bastılar. Ne kadar istemediğimi söylesemde annem "Seni ben doğurdum, ben taşıdım, ben baktım. Baban ise bize para getirdi ve seni bu yaşa kadar getirdi. O yüzden bu parada bizimde hakkımız var." dediler ve zorla kendilerini kabul ettirdiler. Bir kısmı dururken çok az kısmını onlara verdim ve kendime ayrı bir ev tuttum. Orada yaşadım. Aslında ben okul öncesi öğretmendim. Fakat Türkiye Cumhuriyetinde öğretmen olmak istiyordum. Hele ki doğuda. Bir gün evimde otururken birden bire camımdan içeriye bir şey atıldı ve ne olduğunu anlamadan gözlerim kapandı... 🤧 Gözlerimi araladığımda karşımda annem ve babam vardı. Patlak gözlerle onlara baktım " Was machst du ? Was hast du mir angetan." (Ne yapıyorsunuz ? Bana ne yaptınız?) Dedim almanca konuşarak. Annem ve babam aynı anda kahkaha attılar. "Sie werden dieses Papier unterschreiben. und der ganze Reichtum wird auf uns übergehen." (Bu kağıda imza atacaksın. Ve bütün mal varlık üzerimize geçecek.) Onlara şaşkın gözlerle baktım. Ne yani ailem beni para içinmi kaçırmışlardı ? "Okay, ich werde unterschreiben, aber du wirst mich verlassen. und du wirst mir nie begegnen." (Tamam imzayı atacağım. Fakat beni bırakacaksınız ve birdaha karşıma çıkmayacaksınız.) "Ok, du unterschreibst." (Tamam sen imzala.) Kağıdı önüme koyarlarken hemen kağıdı imzaladım. Fakat beni bırakmadılar aksine birkaç adam gelip yanımda yerlerini aldılar. Beni kollarımdan tuttular ve götürmeye başladılar. Yürümeyi kestiğim anda yerle buluştum fakat onlar durmadılar. Bu seferde sürüklediler. En son hatırladığım bağırdığımdı. "Mama, Papa hilf mir." (Anne, baba bana yardım edin.) 🤧 Ne zamandır burdayım bilmiyorum fakat epeydir burdayım. Beni sürükleyerek getirdiklerinin ardından ne kadar geçti bilmiyorum. Ama bana sadece sabahları kuru ekmek veriyorlardı. Ve bunlar sadece türkçe konuşuyorlardı. Türkçeyi biliyordum fakat arada anlamakta zorluk çektiğimde oluyordu. Ve muhtemelen onlar beni türkçe bilmiyorum sanıyorlardı Ne deniyor bu itlere. Heh terörist. Ben bir grup teröristin elindeyim. Ve beni annem ve babam verdi. Beni resmen sattılar. Kim bilir neler yapacaklar bana. Yine yerde yatıyordum. Tavanı izliyordum. Günde yaptığım tek şey buydu. Ama hayatı sorgulamamada yardımcı oluyordu. Yine kapı açıldı ve birisi geldi. Yüzü maskeliydi. Sadece gözleri gözüküyordu "What do you want from me. Just leave me alone." (Ne istiyorsunuz benden ? Yeter bırakın artık beni.) Yanıma adımladı ve çenemi sıkarak yüzüne bakmamı sağladı "Türkçe konuş benimle. Türkçe. Anlamıyorum seni." "Ben Türkçe, az biliyor. Sizi anlamıyor." "Buda bir gelişmedir. Kalk gidiyoruz." "Nereye ?" "Soru sormada yürü." Beni kolumdan tutarak odadan sürükleyerek çıkardı. Gözlerim bağlanırken beni bir arabaya bindirdiler ve araba hareket etmeye başladı. Bir yere geldiğimizde beni indirdiler ve bir yere koydular. Gözlerimi açtılar. Geldiğimiz yer bir dağın içine oyulmuş odaydı. "Burada kalacaksınız. Artık burada hapissin." "No.I can't stay here. don't leave me here." (Hayır burada kalamam. Beni burada bırakmayın.) "Türkçe konuş türkçe. Anlamıyoruz seni." Gülüştüler ve arkalarını dönüp çıktılar. Birkaç demir kapı kapanma sesi duydum. Korktum. Burada tek olduğuma korktum. Kaç gün geçti bilmiyorum. Beni buraya bırakıp gittiklerinden beri kimse gelmedi. Ve kimseyle konuşmadım. Daha doğrusu konuşamdım. Belki dedim. Belki birisi beni kurtarmaya gelirde bende kurtulurum. O güzel havayı içime çekerim. Çünkü bulunduğum zamandan beridir burada küf kokusu soluyorum. Arada nefes almayı bile bırakıyorum. Birkaç ses geldi. Ardından silah sesleri. Duvarın dibine geçip sindim. Belki beni öldürmeye gelmişlerdir diye düşündüm. Olurmu olur yani. Kendimi koruyacak hiçbir şeyim yoktu. Ben sadece burada Allah'a sığınmıştım. Birden kapı zorlanmaya başladı. Ve erkek birisi Türkçe konuştu. "Merhaba biz Türk Silahlı Kuvvetleri. Burası Türkiye diana hanım. Biz Türkiye Cumhuriyeti askerleri olarak sizi almaya geldik. Size şimdi kapının arkasından çekilmenizi isteyeceğim. Gerekirse bir yere sinin lütfen. Kapı patlatılacak." "Şey ben zaten sindim komutan. Ben iyi. Bende bir şey yok." "Türkçe konuşabildiğinizi bilmiyorduk." "Türkçe biliyor. Fakat tam değil." "Aksanınızdan belli. Tamam siz korkmayın." "Ben korkmuyor komutan." Ben başımı ve kendimi korumak için duvarla birleştim neredeyse. Sonra bir patlama oldu ve heryer duman altında kaldı. Dumanların arasından biri bana yaklaşıp beni kucağına aldı. Beni sıkı sıkıya kavrarken seri adımlarla dışarıya çıkarmaya çalıştı. Etrafımı incelediğimde cidden bir dağın içerisinde olduğumu farkettim. Beni buraya hapsedip gitmişlerdi. Çıkışa ulaştığımızda yerdeki ölüleri görünce direkt gözlerimi kapattım. Beni çimenlerin üzerine oturttuğunda hemen su verdi bende içtim. Karşımda duran adama baktım. Yaklaşık 1.90 boylarında, en fazla 30 yaşındadır. Diğer özelliklerini söyleyemiyordum. Çünkü ne yüzünü, ne gözlerini görebiliyordum. Beni son kez kontrol ettikten sonra yanındakine bağırdı. "Yüzbaşım." "Emredin komutanım." "Üslerimize bilgi ver. Diana operasyonu başarıyla tamamlandı." "Emredersiniz komutanım." Komutan benim yanıma oturdu. "İngilizce veya mokedonca konuşmama gerek varmı Diana hanım ?" "Ben seni anlıyor. Fakat konuşamıyor tam." "Anladığım kadarıyla beni siz anlayabiliyorsunuz. Sizmi kendinizi anlatamıyorsunuz ?" "Yes." "O zaman tamam. Nasılsınız iyimisiniz ?" "Dobro sum, komandire. Samo što me ostavija ovde gladen i žeden. Zatoa ne sum mnogu dobar." (Ben iyiyim komutan. Sadece beni burada aç ve susuz bıraktılar. O yüzden tamda iyi sayılmam.) "İlk doktor sizi muayene eder. Ardından yemek yersiniz. Size zarar verdilermi ?" "Ne, tie ne." (Hayır, vermediler.) "O zaman bir sorunumuz yok. Eğer dinlendiyseniz 4 km ötedeki helikoptere ilerlememiz gerekiyor." "Tamam gidelim." Yine yarım yamalak bir Türkçeyle konuştum. Zaman ilerledikçe öğrendirdim ama işte. Hemen tak diye öğrenilmiyordu. Komutan koluma girerken ekipte bizi takip etmeye başladılar. Hiçbirinin yüzü görünmüyordu. Bir tek yüzü açık bendim. Biraz yürüdükten sonra adım atacak halim kalmamıştı. Fakat onlar benim aksime hiçte yorulmuşa benzemiyorlardı. "Komutan. Ben yoruldu." "Tamam Diana hanım. Az kaldı. Lütfen biraz daha dayanın." Başımı sallayarak yürümeye devam ettim. Biraz sonra helikopter önümüze çıkmıştı. İlk beni helikoptere bindirmişlerdi. Ardındanda kendileri binmişti. Helikopter yükselirken kendi aralarında konuştuklarını farkettim. Bende belki gizlidir diye dinlememeye karar verdim. Acaba benim yok olduğumu kim söylemişti. Ailemin beni söyleyecek ihtimalleri yüzde sıfır falandı. Belki arkadaşlarım meraklanmışlardır ve beni ihbar etmişlerdir. Ama neden Türkiye Cumhuriyetine ? Bir zaman sonra helikopter inmişti. Herkes inerken bu sefer en sona ben kalmıştım. Komutan elimden tutarak beni indirirken karşımda iki tane yaşlı adamla karşılaştım. İkisininde komutan olduğu belliydi. "Hoşgeldin Diana Çelik." "Hoşbuldu komutan." "Türkçeniz tam değilmi ?" Komutanı gösterdim ve ona makedonca konuştum. "Možete li da mu kažete deka jas vsušnost razbiram turski, no ne možam da go zboruvam pravilno?" Başını salladı ve komutana döndü "Komutanım Diana aslında sizi anlayabiliyor. Fakat kendini tam anlamıyla anlatamıyor. Sizede bunu iletmemi söyledi." "Yani Türkçe anlamanda bir sıkıntı yok." Başımı iki yana salladım. "Sorguna çevirmen getirelimmi?" Başımı yine iki tarafa salladım ve komutanı gösterdim. "Zboruva makedonski. Možam da mu dadam izjava." (O makedonca biliyor. Ona ifade verebilirim.) "Komutanım benim makedonca bildiğimi ve bana ifade verebileceğini söylüyor." "Peki neden ingilizce konuşmuyorsun diana?" "I can speak English but I like speaking Macedonian." Tam komutan bunuda çevirmeye çalışmıştı ki komutan sert sesiyle bağırdı. "İngilizcede biliyorum asker." "Emredersiniz komutanım." "Diana kızım. Gel odama geçelim." Komutanın beni yönlendirmesiyle beraber odasına girdik. Onun koltuğa oturmasıyla birlikte bende koltuğa oturdum. Ve elindeki dosyayı bana uzattı. Bu benim dosyamdı. "Arkadaşların bizimle iletişim kurdular. Sana ve ailene ulaşamadıkları yönünde. Ailene nerede olduğunu sorduklarında kesin bir dille reddetmişler." Derin bir nefes alırken bana döndü. "Ne içmek istersin?" Tam ingilizce konuşacaktım ki "Türkçe konuş ki dilin alışsın." "Ben bir doktora gözükmek istiyor. Ben birkaç zamandır aç ve susuz." "O zaman ilk olarak seni hastaneye götürelim." "Anlat komutan. Dinlemek istiyor ben seni." "Arkadaşların dünya genelinde aratmışlar seni fakat bulamamışlar. En son akıllarına Türkiyeye gelmiş. Buraya geldiklerinde ilk polise gitmişler. Ama polisler onları buraya yönlendirmiş. Annenin ve babanın böyle yaptıklarından bahsettiler. Ve seni aramamız için yalvardılar. Sonucunda seni sağ salim bulduk ya çok şükür." Kafamı salladım. "Türk değilsin değilmi diana ?" "Ben Türküm. Aslı Diana Çelik." "Ama adın ve soyadın Diana Brother olarak verildi." "İngiliz ad o. Orada onu kullanıyor." "Anladım. Yani Türk vatandaşısın doğrumu anladım?" "Evet. Doğru. Anne Türk, baba yabancı." "Anladım diana o zaman seni biz hastaneye uğurlayalım. Binbaşıda seninle gelsin." Başımı sallarken ben bahçeye çıktım. O sırada komutan çıktı dışarıya. Ardındanda bir adam. Üniforma vardı üzerinde. Yüzündeki şeyleride çıkarmıştı. Bu beni kurtaran komutandı. Benim yanıma geldi ve şaşkın şaşkın bakan yüzüme oda şaşkın bir şekilde baktı. "Neden bakıyorsun öyle Diana?" "Ben. Seni böyle beklemiyordu. O yüzden." "Normaldir. Hadi gidelim hastaneye." Arabaya binerken hastanenin yolunu tutmuştuk... 💖 Bölüm sonuuuuu Nasıldı bölümm umarım sevmişsinizdiirr Allah'a emanet olun canlarımmm 🤍 |
0% |