Yeni Üyelik
4.
Bölüm

1.5 - Zihin Kuytusu

@laydactn

2004

“Hazal Han, benimle seksek oynal mısın? Ben çizemiyolum, hep hayalimden çizip oynuyolum ama bir tanecik çizel misin?” Yere çökmüş, ellerini çenesinin altında birleştirmiş dudaklarını büzerek ikna etmeye çalışıyordu. Haftalar geçmişti taşınmalarının üzerinden. Beyaz bir kireç taşı bulmuştu bir yerden, uzatıyordu ufak çocuğa.

“Ben o sekseği çizerim, düşüp kendini yaralarsan kovalarım seni anlaştık mı?” Hazar Han’ın onu kovalamasını seviyordu. Kahkahalarla kaçıyordu, onu bir türlü yakalayamıyordu daha doğrusu küçük kız öyle sanıyordu. Hazar Han kıyamadığından yakalamıyordu küçük kızı.

Eline tebeşiri aldı, ilk önce üç tane üst üste kare çizdi. Çizgileri bile o kadar nizamiydi ki ardından yan yana iki kare, üstüne bir kare ve son olarak iki tane kare çizdi. Sayıları büyük bir özenle kutuların içine yazdıktan sonra geri çekilip uzaktan bir kontrol etti.

“Oldu, başla bakalım.” Aysu aldığı düz bir taşı ilk kutuya attı, hayallerinde çizdiği seksek çizgilerinin üzerinde zıplar gibi oynamaya başladı. O kadar eğleniyordu ki kahkahaları çınlıyordu mahallede. Herkes küçük kızda olan değişimi gözle görüyordu. Korkak, çamurla oynayan, herkesten kaçan kız çocuğu adeta açılmıştı. Hazar Han’ın dibinden ayrılmıyor, yavru kedi gibi takip ediyor, onunla oynuyor, şen kahkahalarıyla mahalleyi inletiyordu.

Ayrıca Hazar Han gözlemleri sayesinde az çok çözmüştü sorunu. Babası yoktu Aysu’nun. Mahallede olan herkes annesi için kötü kadın olarak bahsediyordu. Öğrenmişti kötün kadının ne demek olduğunu, Hazar Han’da kadının kötü olduğunu düşünüyordu çünkü Aysu ile ilgilenmiyordu. Küçük kızın saçları hep dağınıktı, kendi kendine toplamaya çalışıyordu. Kıyafetlerinde çıkmamış bazı lekeler vardı, Aysu gizlemeye çalışıyordu Hazar Han kızmasın diye ama keskin gözleri radar gibi tarıyordu kızı her gün. Kahvaltı yapmıyordu Aysu, hazırlamıyordu çünkü annesi. Bu sebepler bir insanın kötü olması için yeterliydi ona göre.

“Söyle bakalım Aykız, kahvaltı yaptın mı?” Aysu bir anda ona seslenilen isimle zıplamak üzereyken durdu. Mavi mavi bakışları Hazar Han’ı buldu. Adını mı unutmuştu? Arkadaşlar birbirinin adını unutmazdı ki.

“Benim adım Aysu ama.” Dudaklarını büzdü, ağlamak üzereydi. Hazar Han hemen koştu yanına. Küçük ellerini saçlarına attı, yüzünden çekti tutamları. “Adın Aysu biliyorum ama ben Aykız diyeceğim sana. Hem adında da geçiyor hem ay gibisin.” Az önce ağlayacak olan kendisi değilmiş gibi parladı gözleri. Hevesle salladı başını aşağı yukarı.

“Tamam, adım Aykız ama sadece sen söyle, başka kimse Aykız demesin bana olul mu?” Ufacık bir kalbi vardı, her bir noktası Hazar Han ile dolmuştu. Seksek oynamaya devam etti, sorduğu soru aklından uçup gitmişti. Kendi adından daha güzeldi Hazar Han’ın ona verdiği isim.

“Aykız, kahvaltıyı sordum sana.” Annesi uyuyordu, çok acıkmıştı o sebeple kapısını çaldı ama duymamıştı kadın. Bekletmemek için dışarı çıkmıştı hemen. Açlığa alışıyordu insan bir süre sonra, ilk önce karnı ağrıyordu ama sonra geçiyordu.

“Kalnım uyanmamış Hazal Han, yapmadım kahvaltı.” Yalandı! Yalan olduğunu çocuk elbette biliyordu. “Benim karnım acıktı ama Aykız, sen burada bekle o zaman ben kahvaltıya gideyim.” Aysu ona sokuldu, küçük parmaklarını birbirine sürtüyordu.

“Annen belki çok kahvaltı hazıllamıştıl, ben de gelebilil miyim? Kalnım bilazcık uyanmış.” Uzattı Hazar Han elini, tereddüt etmeden tuttu Aysu. O evde yaptığı ilk kahvaltıydı, birileriyle yaptığı ilk kahvaltıydı ölse bile unutmayacağı bir anı olarak kalmıştı zihninde.

13 Haziran Salı 2023

Hazar Han dün kendisine gelen bilgi ile birlikte bugün savcılığa gitmeden direkt emniyete geçmişti. Sin davası olarak savcılığın takibine devredilen dosyaya atandığının haberi başsavcı tarafından iletilmişti kendisine.

Üç hafta olmuştu dosyalar ve cinayet sebepleri belli olalı. Üç haftadır farklı savcılara dosya gidiyor ve geri geliyordu. Hazar Han odasında verilerin ona gelmesini bekleyerek çözmeye çalışmayacaktı bu davayı. Birebir emniyet ile çalışacak, gerekirse orada yatıp kalkacaktı.

Hazar Han kanun adamı olmak için savcı olmuştu. Ne kadar kötülere karşı atılan bir adım bile olsa kanunsuzluğa izin verecek değildi. Şimdi ses çıkarmasa hedefi masumlara çevirdiklerinde müdahale edecek yüzü olmazdı.

“Günaydın savcım, bir şey mi oldu sabah sabah buradasınız?” Aslı komiser elinde kahve ile kendi katına çıkarken gördüğü adam ile adımlarını ona doğru yönlendirmişti. “Günaydın Aslı komiserim, bir şey olmasa yolum emniyete düşmezdi tahmin edeceğiniz üzre.” Gülümsedi kadın, iki kupadan birini Hazar Han’a uzattı.

“Tahmin edeyim mi? Sin davasına atandınız.” Asansöre doğru ilerlerken salladı genç adam başını. “Canımı sıkmaya başladı şu konu, halk galeyana gelmeye çok müsait. Hızlıca çözelim istiyorum.” Asansör ile özel ekip için ayrılan kata ulaştıklarında etrafta sağa sola koşturan komiserler vardı.

“Sizi toplantı odasına alalım isterseniz savcım, müdürüme haber verip ekibi toplarım sizin için.” Toplantı odasına geçti Hazar Han. Çantasını boşalttı, bilgisayarını ve kendisinde olan dosyaları çıkardı. Normalde bir yardımcısı olurdu ama alacak bir ifade olmadığı için ilk kontrolü kendisi yapmak istemişti.

“Savcım, hoş geldiniz.” Toplantı odasına ilk önce Bilal Müdür girdi. Hazar Han karşılamak için ayağa kalktığında tokalaştılar. “Hoş buldum, sabah sabah kapınıza dikilmiş gibi oldum ama konu biliyorsunuz ki tatsız.” Ekip günlerdir dönüşümlü uyku uyumaktan bitap düşmüştü.

“Kapımız her zaman açık savcım, siz gelin.” Bilal Müdür son beş yıldır özel ekibe müdürlük yapan, bu mesleğe ömrünü adamış bir adamdı. Hazar Han saygı duyardı bu tarz kişilere.

“Ekip birazdan toplanmış olacak, ben kahvenize eşlik etmek için erken geldim.” Hazar Han’ın önünde olan kupadaki kahveye bakıp yüzünü buruşturdu. “Bu kahve değil, bize bir okkalı kahve getirsinler. Bu bulanık suya da kahve diyorsunuz ya.” Gelenekçi bir adamdı, güldü Hazar Han.

Bilal Müdür çay ocağını arayarak iki kahve siparişi verdiğinde yavaş yavaş toplanmaya başladı ekip toplantı odasında. Hepsinin elinde bulanık su olarak tanımadığı kahve kupaları vardı.

“Hoş geldiniz arkadaşlar, çok yorgunsunuz biliyorum. Gereksiz fasıllar ile vaktinizi almayacağım. Ben Cumhuriyet Savcısı Hazar Han Aslankara. Bu sabah itibariyle Sin davasında emniyet ile beraber çalışacağım, dosya tamamen benim kontrolümde. Sizden ricam olası gelişmeleri ilk kontakta bana bildirmeniz.” Sert, kendinden emin, asil bir duruşu vardı Hazar Han’ın. Ona baktığında insan şaşmadan güçlü bir karakter görüyordu.

“Üç haftada sekiz savcıya anlattık dosyayı, yanlış anlamayın ama yarın gelmeyecekseniz aynı detayların üzerinden tekrar tekrar geçmeyelim.” Hazar Han’ın varlığından rahatsız olduğu belli olan bir komiser duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Otuzlu yaşların sonunda gibi duruyordu.

“Sizden bana dosyayı anlatmanızı istemiyorum komiserim. Ben bulduğunuz detayları benimle paylaşmanızı istiyorum. Dosyaya zaten hakimim.” Bilal Müdür uyarır gibi kaş göz işareti yaptığında duruşuna çekidüzen verdi komiser.

“Ben kısaca özetliyim izniniz olursa. Hoş geldiniz bu arada Defne ben.” Genç komiser bilgisayarı açtı, üç maktulün fotoğrafını yansıttı.

“Kurbanlar arasında üç hafta öncesine kadar hiçbir bağlantı yoktu. Çok garip ama üç adamda neredeyse fakir denebilecek bir hayat yaşıyorken alttan alttan milyon dolarlarla oynuyormuş. Kara para aklama, organ kaçakçılığı, insan ticareti en belirgin suçları.” Dosyanın doğruluğu kanıtlanmıştı, işi çıkmaza sokan o kesinlik olmuştu tam olarak.

“Hiç mi abartı ya da olmayan bir detay yok dosyada? Bu Sin her kimse tüm doğru bilgileri mi paylaşmış?” Kendi buldukları veriler ile karşılaştırdıklarında birebir çıkmıştı tüm veriler. “Hayır savcım, eksiği vardır muhtemelen ama fazlası yok. Üç kere kontrol edildi her bilgi hem bizim ülkemizde hem Rusya’da teyit edildi.”

Hazar Han’ın gözleri hilal figüründeydi. Neden özellikle hilal? Neden ay? Sin tanımını bile o atmamıştı ortaya.

“Bir seri katil bıraktığı kurbanlarına kendinden bir imza bırakır değil mi? Sin tanımını kendisi yapmadı, ay tanrısı safsatasının bağını o bize iletmedi. O kalıplardan sıyırarak bakmalıyız belki o figüre.” Müdür güldü, parmakları arasında çevirdiği kalemle oynuyordu.

“Doğru savcım, kendinden biz iz bırakır hepsi. Bu bazen adı bazen kokusu bazen onun için anlam taşıyan bir şey olur kendince mimlediği kişilerden bu şekilde intikam alır çünkü. Peki bu hilal figürü bizim katilimiz için ne anlam ifade ediyor?”

Dosyalara göz gezdirdi Hazar Han. Görgü tanığı yok, kamera kaydı yok, parmak izi yok, herhangi bir dna yok. Bir gölge gibi karanlıkta geliyor, kendi adaletini sağlıyor ve gölgelerle kayboluyordu.

“Ölülerin kimliği belirlendi mi? Oradan gidebiliyor muyuz?” Kendisine iletilen dosyada yoktu. “Bizim adli tıptan bir dönüş olmadı raporlar için, diğer taraftan gelen birkaç rapor var ama.” Bir dosya uzattı Hazar Han’a. İnceledi dikkatlice. Kaydı, kayıp bilgisi, bir kimliği bile olmayan insanlardı otopsiden alınan bulgulara bakılırsa.

“Hiç mi bir şey yok arkadaşlar? Gerçekten mi yani hiç mi?” Bir yığın dosya, yüzlerce sayfa vardı ve sıfır veriyle bir seri katil bulmaya çalışacaklardı, Bulmaca çözmeyi severdi Hazar Han ama şu an ne bir kare vardı ne de bir soru üç cinayet ve sonsuz bir suç ağıydı elinde olan...

*** 

Elinde kimliği, uçak bileti, hazırladığı valizi ile hazırdı Luna. Rusya defterini kapatıyor ülkesine dönüyordu. Buraya hiçbir zaman ait hissedememişti zaten, orada olan anılarına tutunuyordu bir yanı.

“Ekip daima arkanı kollayacak, görev dışı ekstra bir şeye girme sakın tamam mı? Gençsin, güzelsin, hayatını yaşa Luna.” Büyükannesinin öğütlerine gözlerini devirmeden duramadı. Bir ölüm makinesi olarak yetiştirmişlerdi onu, hayatını yaşaması gerektiğini söylemeden önce bu detayı hatırlamıyordu sanki.

“Bir şeye ihtiyacın olursa telefonum açık, mutlaka ara beni gelirim.” Bu kadardı vedalaşmaları, kapıda bekleyen taksiye atlayarak havaalanına doğru giderken gözlerini kapattı. İstanbul’a dönüyordu...

Uçuş rötar ile birlikte beş saat sürdü, iniş yaptığında Türk hattını telefonuna takmıştı, Rusya ile arasında olan son bağ kırık bir hat ile birlikte çöp kutusunda kalmıştı. İlk işi bir taksi bulmak oldu genç kızın. Ezberlediği adresi taksiciye söylerken nasıl bir ev ve iş ayarlandığını bilmiyordu. Bir bakıma sürpriz olacaktı her şey onun için.

İstanbul hoş geldin demek ister gibi trafikte oyalamıştı genç kızı. Bir saatin ardından bir sitenin önünde durdu taksi, ödemeyi yaptıktan sonra valizleri ile birlikte indi taksiden. Daire numarasını söyleyerek güvenlikten geçti, dairesinin olduğu binaya girdi, asansöre zor attı kendini. İstanbul sıcaktı ve nem öldürecek kadar boğucuydu.

Güvenlik kartını okutarak daire girdi, ferah bir ev karşıladı genç kızı. Geniş bir salon, salona bağlı ada tezgahlı Amerikan tarzda bir mutfak. Sade döşenmiş ve salon, bir kişinin yaşayabileceği bir alan hazırlanmıştı ona.

“Artık buradayız Aysu artık sadece biz varız.” Kendi kendini karşılar gibi selamlarken gezdi odaları. Büyük oda yatak odası haline getirilmişti. Çift kişilik bir yatak, giyinme odasına açılan kapı, makyaj masası ve boy aynası ile ev ağırlıklı olarak beyaz tonlarındaydı. Hayatında olmasına izin verdiği tek renk olarak eşyalar orman yeşili tonu ile renklendirilmişti.

Biraz daha küçük olan oda çizim odasıydı, boyaları, tuvalleri ve çizimleri önceden getirilmiş ve eve yerleştirilmişti. En küçük odanın ise kapısı kilitli, kilidinde ise parmak izi vardı. Baş parmağını merkeze okuttu, klik sesi ile kapı açıldı. Loş ışıkla aydınlanan odada bir bilgisayar sistemi, kapının arkasında olan duvarda silahları, tek kapılı dolapta giysileri ve botları vardı. Burası Luna için hazırlanan bir odaydı.

Odadan çıktı, kilitledi ve valizlerini alıp yatak odasına geçti. Telefonunu müzik sistemine bağladığında sesi açtı, evin içine yayılan piyano sesi ile birlikte kıyafetlerini teker teker askılarla dolaba dizmeye başladı.

Yaşaması gereken bir hayatı vardı. Luna olduğu saatler dışında özgürdü, belki büyükannesi haklıydı belki yaşama dönmesi gerekiyordu. Aklında ise yıllardır anmadığı bir isim vardı. Neredeydi acaba? Ne yapıyordu? Kendisi gibi hatırlıyor muydu onu? Anmış mıydı aradan geçen bunca zamanda hiç?

Eli telefona gitti, ona dair her şeyi hatırlıyordu. Sisteme girse bulabilirdi. Numarası, ev adresi, kayda geçmiş tüm hayatına erişirdi ama ilk kez cesaret edemedi. Aradığını bulamamaktan mı bulduğunun bıraktığı gibi olmamasından mı çekiniyordu bilinmez ama adını anmadı, sistemden aratmadı. Gözlerini kapattı ve yıllardır yaptığı gibi attı zihninin bir köşesine bu fikri.

Loading...
0%