@laydactn
|
2005 “O eve giren kim Aykız?” Aysu bugün keyifsizdi. Seksek oynamıyor, Hazar Han’a yapışmıyordu. Ağlamamak için kendini sıkarken ara ara dudaklarını büzüyor, hissettiği ama ne olduğunu bilmediği duygulara çare bulması için Hazar Han’a bakıyordu. “Annemin bil alkadaşıymış Hazal Han, bazen bile gelecekmiş.” Adamın varlığından hoşlanmamıştı küçük kalbi. Kötü kötü bakıyordu ona. Böcek demişti ilk gördüğünde küçük kıza, kalbi kırılmıştı ama annesi adama kızmamıştı o daha çok kırmıştı. Tüm mahallenin istediği olmuştu. Polina pes etmiş ve kaderi olarak inandırılan şeye teslim olmuştu. Parasızdı, içkisine değil yemeğe bile parası yoktu. Aysu’ya baktıkça eski hayatını hatırlıyor içmek istiyordu ama yine parasının olmadığı gerçeği ile yüzleşiyordu. Erdem Romankov Rus asıllı, Türk bir iş adamıydı ve Polina’yı gözüne kestireli aylar oluyordu. “Bazen bizde kalacakmış, sanılım evi yok yoksa neden bize kalsın ki?” Annesinin evli bir adama metres olduğunu o yaşta bir çocuk anlamazdı ama haber çoktan mahallede yayılmıştı. “O adam annenin misafiri Aykız. Seninle konuşmasına, sana yaklaşmasına, bir şeyler vermesine, sarılmasına izin vermek yok, tamam mı? Eğer bunlara izin verirsen seninle arkadaş olmam.” Bir anda huzursuz hissetmişi Hazar Han kendini. Nereden çıkmıştı ki ona göre bu komşu? “Hazal Han, söz söz izin velmem asla.” Bir yıl geçmişti, herkes biliyordu Hazar Han’ın küçük kıza olan düşkünlüğünü ama küçük kız ilk gün gibi korkuyordu Hazar Han’ın kendisini arkadaş olarak görmemesinden. “Zaten bana böcek dedi neden yaklaşsın ki.” Hazar Han tuttu kızın küçük ellerini. “Sen olsa olsa uğur böceği olursun Aykız, sadece beni dinle tamam mı? Ben sana yalan söylemem, sen çok güzel bir kızsın. Böcek değilsin, pis değilsin. Birazcık küçüksün sadece onlar ise kötü insanlar.” O gün kendine dair böcek, çirkin, pis olduğuna dair ne kadar kötü düşüncesi varsa silinmişti 1 Ekim 2023 Deniz kenarında olan banka oturmuş, parçalar bölerek ağzına attığı simidi yavaş yavaş çiğnerken gözü ufuk çizgisindeydi genç kızın. Dört ayda düzeni kurmuş, evine alışmış, çevreyi tanımış ve hatta birkaç yerin müdavimi bile olmuştu. Yaşadığı sitenin altında bir kahve dükkânı vardı, taze çekilmiş kahve kokusu daima sokağa yayılacak kadar yoğundu. Günde iki kere uğruyordu oraya öğlen ve akşam. Her seferinde yeni bir kahve deniyordu, kendisi seçmiyor baristanın tercihine bırakıyordu. Çizimlerine ağırlık vermişti, her gün bir tuval bitiriyordu. Şehir adeta ilham olmuştu genç kıza. Yıl sonuna doğru bir sergi olacaktı, şimdiden dokuz resim hazırdı. Birkaç tane kalmıştı sadece. Ressam Aysu Borokov olarak geçiyordu kayıtlarda. Tuvallere hayat veriyordu parmakları. Zihninde yaşadığı karmaşa asla yansımıyordu tuvallere. Her boya ile çalışıyor, siyah veya beyaz dışında kullandığı tek renk ile biliniyordu. Düşüncelere dalmışken cebinde olan telefonu titredi üç kere ardından kapandı, bu ekipten birinin aradığına dair mesajıydı. Eline aldı, tekrar çalmasını beklemeye başladı. Dakika dolmadan B harfi göründü ekranda, açtı bekletmeden. “Yıllardır yiyemediğim simidi o suratsızlığınla yediğini görmek çok sinir bozucu.” Kıvrıldı genç kızın dudakları. “Mesai saatleri dışında değilken kameralara sızmak konusunda ne konuştuk seninle?” Telefonun ucunda olan genç güldü. “Seni özlüyorum Luna, kızma sadece güvende olduğunu bilmek istiyorum.” En yakın mobeseye çevirdi bakışlarını, sıcak kahve gözlere bakıyor gibi hissetmişti. Biliyordu orada olduğunu. “İyiyim, inanmazsın ama cidden iyiyim. Burada tamamlanmış gibi hissediyorum. Sanki eksik olan parçam bu şehirmiş gibi.” Kısa bir sessizlik oldu. “Onunla ayrı havayı soluduğun için tamamlanmış gibi hissediyorsan?” Bu konuşmayı onunla yapmayacaktı Aysu. Kendisinden hoşlandığını biliyordu, küçükken kalbini verdiği kişiyi onunla tartışmayacaktı. “Saçmalama B! Bu şehirde olup olmadığını bile bilmiyorum. Belki evli belki ölü belki farklı bir şehirde ya da ülkede. Ben sadece iyi hissettiğim zamanlar buradaydı o sebeple bura ile bağlıyım.” Söylememişti ama araştırmıştı B. Evli değildi, evlenmemişti. Resmi kayıtlarda bir sevgilisi bile yoktu. Bu ülkede bu şehirde yaşıyordu. Savcı olmuştu, Sin davasının verildiği savcı olmuştu hatta. Bunu söylemedi genç kıza. “Bence beni bir kere görsen kalbine alırdın.” Şakacı ses tonu ile güldü. Güvenliği için Aysu çalıştığı ekibi bilmiyordu. B dışında kimse de Aysu’nın neye benzediğini bilmiyordu. Arka planda Luna beş kişilik bir ekip ile çalışıyordu. B hem ekibin başı hem teknoloji dehasıydı. “Git bilgisayarınla oyna B, almam gereken bir kahve bitirmem gereken bir resmim var.” Vedalaşıp kapattılar telefonu. Aysu kalktı yerinden, evine doğru giderken kafeye uğradı kahvesini aldı ve aniden eve gider gitmez bakmaya karar verdi. Bu ülkede miydi veya bu şehirde? Evlenmiş miydi? Kaptan olmuş muydu? Nasıl bir hayat yaşamıştı? Çocuksu bir heyecan kapladı bedenini. Asansörün daha yeni yukarı çıkmaya başladığını fark ettiğinde heyecanını bastıramayıp merdivenleri ikişer ikişer çıktı ve evine girdi. Saçlarını topladı, üzerinde olan ceketi ce ince kazağı çıkardı. Sporcu sütyeni ile kaldığında bacaklarından da pantolonu çekti. Kahvesini alıp parmak izini okutarak odaya girdi. Bir jez daha düşünürse vazgeçerdi. Bilgisayarı açtı, B onun için bir sistem hazırlamıştı. Tüm devlet dairelerine, nüfus kayıtlarına, mal mülk bilgisine, hastane ve soy detaylarına erişebiliyordu bir hayalet gibi. Sistem açılana kadar stresten gerilen bedenini esnetmek için sağa sola döndü, ellerini saçlarının arasına geçirip kafa derisine masaj yaptı. Altı üstü bakacaktı, belki birkaç fotoğrafına erişirdi ama yaşadığı heyecan insan öldürürken titretmeyen ellerini titretiyordu. Luna Başarılı şekilde giriş yaptı, imleci arama kutusuna sürükleyip daha fazla oyalanmadan yazdı. Hazar Han Aslankara... Otuz saniye sürdü, bir anda ekrana düşen bilgilerde hızlıca gözlerini gezdirmeye başladı. Tam burslu bir şekilde kolejde okumuştu liseyi. Üniversite sınavında ilk 100 öğrenci listesine girmiş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni derece ile bitirmişti. Şok oldu genç kız, kaptan olmak için kurduğu hayalleri anlattığını çok net hatırlıyordu. Dedesine, babasına hayrandı Hazar Han ve denize aşık bir çocuktu ama kendini adliye binalarına kapatmıştı. Mezuniyetin ardından iki yıl avukatlık yapmıştı. Tüm dava dosyaları haksızlığa uğramış, iftira atılmış kişiler üzerineydi sanki. Hepsini de kazanmıştı. Kayıpsız bir avukatlık döneminin ardından dereceye yakın puanlar ile savcı olmak için sınavları vermiş, stajını tamamlamış ve asli göreve başlamıştı. “Sen kendine ne yaptın?” Kaptan olmasından vazgeçmesini sindiremiyordu. Onu hep kaptan kıyafetleri içinde hayal etmişti şimdi ise savcı cübbesiyleydi genç adamın tercihi. Bilgileri okumayı bırakıp fotoğraflara erişmek için farklı bir sayfaya geçti. Tıkladığı fotoğraf açıldığında göğüs kafesinin sıkıştığını hissetti. Hazar Han karşısındaydı. Orman yeşilleri ile sanki ona bakıyordu. Siyah saçları eskisinden biraz daha uzundu. Özenle şekillendirilmiş gibi duruyordu, gülümsedi genç kız. Kendi saçını kendi kesiyordu muhtemelen. Güvenip bırakmazdı kimseye saçlarını. Keskin yüz hatları vardı, sakalsızdı yüzü. Düzgün bir burnu, dolgun dudakları, esmer teni, gür kirpikleri, çatık kaşları ile sekiz yaşında olan yüzünün daha erkeksi hatlara sahip olmasıydı tek farkı. Zarif bir boynu, fotoğraftan bile görünen ademelması vardı. Beyaz bir gömlek, siyah takım elbiseli bir fotoğraftı. Büyümüştü Hazar Han, büyümüş ve güzel bir adam olmuştu. Farklı fotoğraflarına bakmaya başladı. Mezuniyet, askerlik, cübbesiyle, tatilde onlarca fotoğraf vardı. Bir sosyal medya hesabından alınmamıştı, direkt çektiği fotoğraflara erişiyordu sistemden. “Seni görmekte çok güzel arkadaşım.” Parmakları yüzüne dokunur gibi ekrana ulaştığında küçük Aysu’nun sevinçle el çırptığını duydu zihninin bir noktasında. Fotoğraflar bittiğinde en alt satırda yazan bir cümle çekti dikkatini. Cumhuriyet Savıcısı Hazar Han Aslankara, Sin davasına atandı ve göreve başladı. Kalbi bir an tekledi, Hazar Han onu yakalamak için peşine düşmüştü. Onun dosyasına bakıyordu. Onu yakalayacak biri varsa bu yalnızca Hazar Han olurdu. Kurbanların kim olduğunu, hilal figürünü çözecek biri varsa Hazar Han’dı. Biliyordu, her şeyi biliyordu sadece hatırlaması yeterdi ve bir yerde mutlaka onunla karşı karşıya gelecekti. Kalbinin hızlanmasını sağlayan detay yakalanma riski mi onunla karşılaşma riski mi onu seçemiyordu sadece. “Ava bu gece çıkıyorum, konuma erişir misin?” Genç kızın yönlendirdiği mesaja bir dakika geçmeden konum bilgisi geldi. İlk kez bir işe çıkarken bu kadar duygu dolu hissediyordu. Risk alıyordu muhtemelen ama yaşıyor gibi hissettirmişti bu duygu ona. Duş aldı, bu defa hedefi evinde değil karanlık bir sokakta öldürecekti. Asıl hedefine adım adım yaklaşıyordu, her bir ölüm bir sonraki ölüme gebeydi. Bacaklarına siyah bir kot pantolon geçirdi, botlarının içine soktu ve bağcıklarını sıkıca bağladı. Boğazlı bir kazak giydi, Av için tercihi her zaman sabitti. Boyunluğunu taktı ama yüzüne kadar çekmedi bu defa. Kapüşonlu hırkasını ve ceketini üzerine geçirdi, saçlarını örmüştü yine hırkanın içinde kalacak şekilde. Mühür, zippo ve silahı her zaman olduğu gibi yanındaydı. Onu bulacakları hiçbir şey taşımazdı yanında. Yürüyüşe çıkar gibi çıktı evden. Taksiye atlayıp olacağı sokağa yakın bir adres verdi. Hali tavrı rahattı, ne belinde olan soğuk metalin varlığı geriyordu onu ne de öldürmeye gidiyor olduğunu bilmek. Aksine kıpır kıpırdı kalbi, yarın Hazar Han onun bıraktığı bir izi daha bulacaktı. Bir adım daha yaklaşacaktı belki... Saat gece yarısına gelirken sokağın köşesine pusuya yatmıştı. Aylar sonra evden çıkmıştı bu hafta. Biliyordu yediği boku, köpek kulübesinden bozma evine saklamıştı kendini. Biliyordu onun için geleceğini. Hedefi girdi görüş alanına, yalpalaya yalpalaya yürüyordu. Elinde bir içki şişesi vardı. İki adım atıyor, sağa doğru devrilecek gibi gidiyor sonra dengesini koruyup yola devam ediyordu. Her adım onu celladına getirirken Luna önce yüzünü kapattı, emniyeti açtı, mermiyi namluya sürdü. Bir anda gölgelerin arasından çıktı, silah adamın kalbine doğrultulmuştu. Adam ne olduğunu bile anlamadan tam kalbine saplanan kurşun ile nefesi kesildi bedeni öne arkaya sallandı ve sırtüstü düştü büyük bir şiddetle. Silahı beline sıkıştırdı, etrafı kontrol etti. Kimse yoktu. Zipponun kapağını açtı, cesedin yanına çöktü. Mührü kızıl mavi aleve tutarken ıslık çalıyordu keyifle. İki dakikanın ardından kızmış mühür adamın alnının ortasına basılmış, Luna ise gölgelere saklanarak sokaktan uzaklaştı. B arkasını kolluyordu, güvenlik kameralarını görüntü görüntü takip ederken kadının attığı adımların bile değiştiğini baktığı ekrandan fark etmişti. Aynı saatlerde bir arka sokakta Hazar Han vardı. Arkadaşları ile eğlenmeye çıkan genç adamın ruhu duymamıştı işlenen cinayeti diğer herkes gibi. Sabaha karşı bulunacak ceset ile gelen haberde öğrenecekti tüm ülke gibi. Sin bir cinayet daha işlemişti. Sin bir kişiyi daha ifşa etmişti ve Sin ülkedeydi. |
0% |