Yeni Üyelik
7.
Bölüm

3.0 - Aysu

@laydactn

Görüş ve değerlendirmelerinizi yorumlarda paylaşabilirsiniz.

İyi Okumalar! ✩♬₊˚.🎧⋆☾⋆⁺₊✧

“Ben çok büyük olacağım o zaman bir daha yanağın acımaz, üşümezsin bile sen hatta.” Orman yeşili gözleri olan çocuk sekiz yaşına rağmen taşıdığı kocaman yürek ile evinden gizli gizli çıkardığı pamuk ile küçük kızın ellerine bulaşan kırmızı lekeleri siliyordu nazikçe.

“Altık yanağım acımıyol ki.” Dili tam dönmeyen beş yaşındaki kız ellerini silen ufaklığın üzülmemesi için yalanı söylediğinde ağlamamak için kendini sıkmaktan dudakları titriyordu.

“Yalan söyleme, çok ağladın duydum ben sesini.” Bir yıldır rutinleri haline gelmişti bu kaldırımda oturup küçük kızın yaralarına pansuman yapmak. Hayat kimseye adil davranmazdı ama bu küçük kıza ekstra bir garezi var gibi daha aykırı sorunlar çıkarıyordu.

“Yalandan ağladım akıllım! Sevmiyol ağlamamı, çok ağlalsam bılakıl diye düşündüm.” Gülmeye çalıştı ama yanağında hissettiği acı ile gözleri doldu anında. Düşerken sehpanın köşesine çarptığı yanağında şimdiden bir morluk belli olmaya başlamıştı. Teninde oluşan ilk morluk değildi bu. Morlukların yeşillenip solduğunu bu yaşta öğrenmişti daha.

“Yalan söylersen ağzından yılanlar çıkar demedim mi ben sana?” Elini çocuğun ellerinden çekti ve ağzına kapattı kız çocuğu. “Özül dilelim, söylemem bil daha çıkmasın.” Güldü çocuk, çok saftı bu ufaklık, söylediği her şeye inanıyordu.

“Tamam bu seferlik affettim seni, çıkmayacak yılanlar ama bak bu son. Bir daha ufak bir yalan bile söylersen sen uyurken çıkar tüm yılanlar.” Aşağı yukarı başını salladı hızla, küçüktü ama söz verdiğinde tutardı. Yaralarını saran yeşillerin sahibinden bunu öğrenmişti.

“Yine neye kızdı o çirkin köpek?” Güldü kız çocuğu. Küfretmek ayıptı, yasaktı ama bazen karşısında oturan çocuk bu yasağı çiğniyordu sinirlendiğinde. O zaman çok gülüyordu kız, komik oluyordu.

“Anneyle kavga ettilel sonla bana kızdı odama gitmediğim için. Acıkmıştım sadece ondan gitmiştim muftağa.” Refleks olarak düzeltti çocuk kızın kelimesini. “Mutfak o, doğru söyle şu kelimeleri artık kocaman oldun!”

Çok kızıyordu çocuk, kimse duymuyor muydu bu kızın sesini? Neden kimse yardıma gelmiyordu? Ne zaman o gitmeye kalksa engel oluyorlardı hatta ona. Onlar gitmiyor, kendisine neden izin vermiyorlardı ki?

“Kocaman oldum değil mi gelçekten? Seninle okula bile gidelim belki, gelilim değil mi, hı?” Onay almak ister gibi gözlerini kocaman kocaman açıp yüzünü çocuğun yüzüne yaklaştırdığında güldü yeşil gözlerini kısarak.

Üzerinde pembe minik çiçeklerin olduğu yuvarlak yara bandını elinin üstünde görünen yaralara üfleyerek yapıştırdı. Annesinin çantasından aldığı kremi işaret parmağının ucuna sıkarak tombul yanağına acıtmamaya çalışarak yavaş yavaş sürdü.

“Bu artık senin kremin, ben okuldayken bir yerin acırsa bundan süreceksin tamam mı? Eğer sürmezsen çok küserim sana benimle okula gelemezsin.” Küçük kız ona uzatılan kreme bakarken dudaklarını büzdü, sağa sola salladı kafasını.

“Almam, annen bana kızıyol sonla. Sen sülelsin olmaz mı?” Söylememek için üç gün konuşmamıştı yeşil gözlü oğlanla. Okulda olduğu bir sabah Hazar Han’ın annesi Safiye Hanım kaldırımda oturmuş onun gelmesini bekleyen küçük kıza kızmıştı. Oğlundan uzak durmasını istemişti. Sadece arkadaşlardı ama evde olan canavardan korktuğundan daha çok korkutmuştu küçük kızı. Korkusu kendisi için değil, kendisi yüzünden tek arkadaşına kızılmasından korkmuştu.

“Aysu, bak bana.” Yaşına göre hep olgun bir çocuk olmuştu yeşillerin sahibi. “Annem sana bir daha kızmayacak. Ben konuştum onunla, korkma ondan tamam mı? O gün başka bir şeye sinirlenmiş sana bağırdı, yapmayacak bir daha.” Biliyordu küçük kız kendisini sevmediğini. Onu kimse sevmezdi. Nedenini o yaşta daha bilmiyordu ama herkes kaçar, kimse oynamazdı onunla. Tek arkadaşını kaybetmemek için öğrenmişti yalan söylemeyi. Ona kızmasınlar diye susmayı alışkanlık haline getirmişti.

“Aykız benim adım! Aysu deme bana.” Güldü oğlan, bu ismi ona kendisi vermişti. Doğduğunda verilen isimden daha çok benimsemişti. “Tamam tamam delirme hemen, Aykız senin adın Aysu değil.” Kız memnun olmuş bir ifade ile çubuğunu eline alıp çamur yaptığı birikimi kazarken biliyordu bunun çocuğu sinirlendireceğini...

*** 

Üç gündür odasından çıkmadan haber bekliyordu, sabırsız bir insan değildi. Aksine o kadar uzun süre sabredebilme yeteneği vardı ki akıp giden zamanı batıp doğan güneşten takip ediyordu. B, onun için en iyi olan yolu bulacaktı, biliyordu. Gündemi bilgisayardan takip ediyordu. Garip bir şekilde son cinayete dair o kadar az veri sızmıştı ki bunun kimin işi olduğunu elbette biliyordu Luna. Hazar Han kontrol mekanizması çocukken bile robot denebilecek bir boyuta sahip bir insandı, aradan geçen yıllar bu özelliğini beslemiş olmalıydı.

Kahve almak için bile dışarı çıkmamıştı bu üç günde. Farklı farklı senaryolar kurmuştu kafasında. Nasıl konuşacaktı Hazar Han ile? Tanır mıydı? Geçmişe atıfta bulunmalı mıydı? Riske atar mıydı bu işlerini? Tanısa, ihbar eder miydi onu?

Telefonu çalmaya başladığında uzun zamandır hissetmediği bir heyecan ile açtı telefonu, odanın içine yayıldı adamın sıkıntılı ses tonu.

“Risk oranını düşürdüm, uygulamada kusursuz bir ağ yaratabildim sana ama teoride iş o kadar canımı sıkıyor ki yakmak istiyorum tüm sistemi.” Dedi B hissettiği memnuniyetsizliği gizlemiyordu asla.

“B, lütfen tekrar aynı savaşa girmeyelim. Arkamı kolladığın sürece bana hiçbir şey olmaz, defalarca kez yaşadık bunu. Adam öldürürken nasıl koruyorsan iki mesajla da koruyabilirsin değil mi?” Açık olan bilgisayar ekranına önce siyah bir sanal makine açıldı ardından ikinci bir bilgisayar ekranı görüntüsü yansıdı.

“Bilgisayarının içine ikinci bir ekran kurdum, aynı anda on farklı ülkeden IP çekiyor, Askeri sistem bile ayrıştıramaz IP adreslerini. Mesajlar sadece beş dakika duracak ekranda, her bir mesaj silinecek adamın bilgisayar ve telefonundan. Bu ağ için üç gündür uyumadan kod yaratıyorum, patlarsan seni öldürürüm anladın mı beni?” Cümlenin sonuna doğru Luna’ya kullanmadığı bir sertliğe ulaştı ses tonu. Genç kız biliyordu riskli bir iş olduğunu ama engel olamıyordu kendine. Küçük Aysu ile tek bağı Hazar Han’dı. Yakalanmak pahasına girerdi bu topa.

“Merak etme, Sin ve Aysu farklı kişiler, bunu ben biliyorum o da anlamayacak herhangi bir benzerlik dediğim gibi ben sadece anlasın istiyorum B, anlamasını ve görmesini istiyorum.” Kullandığı ikinci ekranın bir köşesinde Phone yazısı ve bir telefon simgesi duruyordu diğer köşede ise PC ve bilgisayar simgesi konmuştu. B, o kadar kurnazdı ki adamı dört bir yandan kuşatma dürtüsünü bildiğinden tüm elektronik cihazlara ayrı sistem kurmuştu.

“On dakika sonra sistem tam olarak aktif moda dönecek. Mesajlar bir sürücüde toplanacak ama sen dışında birinin erişimi olmayacak, mesajlarını kontrol etmeyeceğim rahat olmanı istiyorum. Telaş yaparsan hata yaparsın hata yaparsan o herif gırtlağına çöker ne sen küçük Aysu’sun ne de o tek arkadaşın olan Hazar Han.” Çağrıyı sonlandırdığında saat 20:52 olarak görünüyordu.

Parmaklarını masaya vurarak ritim tutarken saniye saniye takip etmeye başladı saati. Biliyordu Hazar Han evdeydi. Hissettiği merak duygusuna engel olamayıp kullandığı bilgisayarın görüntü ağına sızmıştı.

Sin’e ait tüm dosyalar salonda olan büyük yemek masasının üzerine nizami bir şekilde dizilmişti. Masanın yanında olan beyaz tahta ise güzel bir el yazısı ile kendince aldığı notlarla doldurulmuştu. Hiçbirine bakmadı Luna, görmek istediği sadece oydu.

Görünürde yoktu genç adamın bedeni, kahve makinesinin sesi geliyordu sadece. Sabırla beklemeye başladı. Çok geçmeden görüş alanına girdi Hazar Han. Siyah bir eşofman vardı kıyafet olarak sadece. Elinde tuttuğu kahve kupasından dumanlar yükseliyordu. Bir gözlük vardı gözünde. Altıgen formda, ince çerçeveli, siyah bir gözlüktü. Sert yüz hatlarına yakışmıştı.

Genç kız için asıl şok boynundan göğsüne doğru uzanan kolyedeydi. İnce zincirin ucunda Aysu’nun göz rengine yakın mavilikte bir tona sahip taş vardı. Göğüs çizgisine kadar uzanan zincirin ucunda yuvarlak bir çerçevenin içinde yerleştirilmiş yassı taş adeta parlıyordu genç adamın esmer teninde.

“Hazar Han...” O kadar kısık bir tonla fısıldamıştı ki parmakları ekranda olan silüetin üzerinde gezinirken. Göğsünde bir alev topu varmış gibi yükselmişti sıcaklık. Değerli bir taş olabilirdi, hediye olabilirdi, görmüş beğenmiş olabilirdi ama o maviliğin özellikle seçildiğini biliyordu Aysu. Hazar Han hatırlıyordu küçük kızı, hatırlıyor ve göğsünde taşıyordu.

Dikkatini toplamaya çalışsa bile dakikalarca izlemişti Hazar Han’ı. Her hareketinde sallanıyordu kolye boynunda. Bilgisayarın karşısına oturduğunda ise sanki karşı karşıya oturuyor gibi hissetmişti. Omuzları dik, bakışları keskin, yüz hatları sertti. Yeşilleri sağa sola giderken hala hızlı okuduğunu fark etti Luna. Hem çok değişmişti Hazar Han. Büyümüş, olgunlaşmış ve inkâr edemeyeceği bir karizmaya ulaşmıştı havası. Hem de aynıydı, takıntılı, başarılı, Hazar Han gibi...

Genç adam izlendiğini bilmeden dosyayı enine boyuna incelemek adına kurulmuştu bilgisayar başına. İfşa edilen belgeleri inceliyor, o ağın içinde olması olası olan isim listelerini inceliyordu. Kahvesi soğumuştu ama onu bile görmüyordu o an gözü. Dalgın dalgın bakışlarını ekranda gezdirirken refleks olmuş gibi eli boynunda olan kolyeye gitti. Liseden beri boynundaydı, ne taşı olduğunu bilmiyordu araştırmamıştı neye iyi gelir neyi tetikler bilmiyordu inanmazdı ama gördüğü zaman o mavi tonu, o parlaklık o kadar tanıdık gelmişti ki cebinde ne kadar parası varsa tezgâha boşaltmış ve o taşı almıştı. Gümüş bir çerçeve ile çevresini kaplatmış, daima boynunda taşıyabilmek için ise bir zincirin ucuna yerleştirmişti. Aysu’yu yitirmişti ama sanki gözlerini göğsünde taşıyor gibi hissetmişti o günden beri.

Luna PC panelinde yanıp sönen ilk noktaya dokundu, bağlantıyı kurdu ve titreyen parmaklarını gezdirmeye başladı klavye üzerinde.

Sin: Beni aradığını duydum.

Kullanıcı adı yalnızca Luna’nın ekranında görünürken Hazar Han’ın bilgisayar ekranına siyah bir ekran açılıp tek cümle şeklinde yansıdı. Kamera hala açıktı, mesaj bildirim sesi salonda yankılandığında ekranda bir köşeye dönen yeşillerin merakla kısıldığını izledi Luna. Hazar Han ne olduğunu anlamaya çalışır gibi ekrana bakarken reklam olduğunu düşünüp pencereyi kapatmaya çalıştı ama hata mesajı düştü ekrana.

Görüşme sonlandırılamadan pencere kapatılamaz.

Sin: Sadece merhaba demek istedim Savcı, nezaketimi kanıtlamaya çalışıyorum.

“Ne oluyor lan?” Hazar Han daha önce böyle bir pencere görmemişti bilgisayarında, üstelik sanki chat sistemi gibi mesajlar düşüyordu ekranına. Klavyeye dokundu, harfler ekrana düştü.

Savcı: Sen kimsin ve bu nedir?

Aysu’nun kalbi o kadar hızlı atıyordu ki nefes nefese kalmıştı saatlerce koşmuş gibi. Hazar Han ile konuşuyordu. Yıllar sonra ilk kez iletişime geçiyordu onunla. Saklanmış olan küçük kız sanki ortaya çıkmış, merak ve özlem dolu gözlerle izliyordu olanı biteni.

Sin: Kimi arıyorsan o kişiyim Savcı. Beni aradığını duydum ve kendi yöntemimle sana ulaşmak istedim. Çaban boşa gitsin istemedim.

Hazar Han okuduğu kelimelerin ardından şok olmuş gibi donup kaldığında eli telefonuna gitti, ekibe bilgi vermeden önce emin olmalıydı o olduğundan.

Savcı: Kanıt?

Luna zaten ona yollamak için ayırdığı birkaç görseli Hazar Han’a yolladığında gözlerini adamın yüzünden ayıramıyordu. Güzel bir çocuktu ama artık karizmatik bir adamdı ve küçük Aysu o zaman nasıl hayran hayran bakıyor ise şimdi de öyle bakıyordu saklandığı yerden.

Sin: Öncelikle ekibine bilgi vermeyi düşünme, bunu yapabiliyorsam arkamda bir kanıt bırakmadan bu görüşmeyi silebilirim tahmin ediyorsundur. Ben nazik bir insanım, sadece çabanın boşa gitmemesi için sana varlığımı kanıtlamak istedim. Bu görselleri birkaç dakika incele, bekliyorum seni ardından konuşmamız gerek.

Görsellerde öldürülen adamların bir arada çekildiği, asla erişilememiş bazı fotoğrafları vardı. Zar zor geçinen insan profilinden sıyrılmış, pahalı arabalar ve lüks kıyafetler eşliğinde kahkahaları fotoğraflanmıştı adeta.

Savcı: Elinde kaç kişinin kanı var buna rağmen bir savcıya ulaşmak için bir sistem kuruyorsun ve nezaketten mi bahsediyorsun?

Sin: Elimde kaç kişinin kanı var Savcı? Sadece o üç adam mı yoksa o üç adamın neden olduğu binlerce ölüm bana mı yazılıyor?

Savcı: Kes bana Robin Hood tavrı takınmayı. Sana ne dedikleri umurumda değil, katilsin ve katillerin gördüğü muameleyi göreceksin.

Sin: Beni bulmanı çok isterim, biraz dinlenmek benim hakkım ama o pislikler durmuyor Savcı. Onlar durmadıkça ben durmayacağım. Arkamda bırakacağım ceset dağı için şimdiden özür dilerim, evrak işi çıkacak size sürekli ama korunmasız insanları sizler korumayı bırakalı çok oldu, mecburen işi ben ve benim gibiler devraldı.

Hazar Han’ın ilk hak verişi o an yaşandı, bunu ne kelimelere döktü ne sesli dile getirdi. Kendisi benzer sebepten ötürü yıllar önce vazgeçmişti kaptan olma hayalinden şimdi ise karşısında onun gibi düşünen biri vardı, kabul edemeyeceği bir yol ile yapıyordu bunu.

Savcı: Seni bulacağım. Sorguna ben gireceğim. Gözlerime baka baka anlatacaksın her şeyi. Ne adalet peşindesin ne de bahsettikleri gibi bir halk kahramanı.

Sin: Yeşillerine bakarken konuşabileceğimi sanmıyorum Savcı ama sabırsızlıkla bekliyor olacağım, o güne kadar seni yorduğum ve yoracağım her gün için özür dilerim. Bir gün bana katılman dileği ile şimdilik hoşça kal –Sin

Hazar Han kabul edemese bile şok olmuştu. Gözlerinin rengini bilecek kadar mı bilgi sahibiydi onun hakkında? Üstelik o tavır.. Çok garipti. Yüzlerce kez sorgu izlemişti, onlarca kez kendisi sorgulamıştı. Katil, hırsız, tecavüzcü, dolandırıcı hepsini te tek incelemiş ve profil çıkarmıştı ama on dakika süren şu konuşma kadar net değildi saatler süren sorgular.

Mesajlar tek tek kayboldu, az önce hata veren pencere kendiliğinden kapandı ve bilgisayarı normal görünümüne kavuştu. Kamera sisteminden çıktığında Luna, Hazar Han hissettiği şaşkınlık ile oturup ekrana bakmaya devam ediyordu.

İhbar edecek, ekibe bilgi verecek hiçbir veri yoktu elinde. Şizofren damgası yeme ihtimali bile vardı, o an karar verdi. Dosyayı ekip ile takip edecekti ama kendi içinde de peşini bırakacak değildi zira içinden bir ses bu son konuşmaları olmadığını söylüyordu Hazar Han’a.

Loading...
0%