@laydactn
|
2024 Ankara Genelkurmay Başkanlığı binasında bir kaos hakimdi şafaktan itibaren. Albay Kemal Yıkıcı odasında sabahladığı yetmiyor gibi o gece nöbette olan tüm askerlerini saat başı odasına alarak koridorda sesi yankılanacak kadar yüksek bir gürleme ile komutlar vermişti. “Bana o serseriyi hemen bulacaksın teğmenim!” İlk emirdi mesela. Teğmen Gökçen odadan fırladığı gibi gerekli yerler ile görüşmeye başlamıştı. Kemal Albay burnundan soluyan bir boğa gibiydi bu sabah. “Hangi delikteyse, hangi köşeyi kendine mesken tuttuysa önce sıkı bir dövecek ardından odamda, karşıma dikeceksin.” İkinci emir ise Üsteğmen Yıldırım’a iletilmişti. “Oğlum stresten içten içe erime başladı vücudumda, ilaçlarını götüreceğim ama asla ağzımdan olmayacak şekilde bana içirir diye o kadar korkuyorum ki atacağım şimdi kendimi duvara.” Doğan elinde tuttuğu ilaçlar ve su ile kapının önünde dikilirken yanında sırıtarak duran arkadaşını boğmamak için zor tutuyordu kendini. Dağda bayırda asker olma hayali kuruyorken karargâhta Kemal Albay’ın korkusundan içsel erime yaşayacağını tahmin etmemişti. “Ölümden öte köy yok devrem, en kötü olduğun yerde bayılırsın sonrasını doktor halleder. Saati geldi lan ilaçların, götür artık şunları.” Kapıyı zar zor üç kere tıklattı ve gel komutu ile birlikte bildiği tüm duaları okuyarak girdi içeriye Doğan. “Doğan Sarıca, ilaçlarınızı getirdim komutanım.” Sesi o kadar titriyordu ki Doğan’ın konuyu bilmeyen biri hasta olduğunu düşünürdü. Kendisine dönen keskin bakışların altında kalbi durdu duracaktı korkudan. Normal insanlar korkudan bayılırdı, Doğan’ın ruhunu teslim etmesine son birkaç adım kalmıştı. “Getir Sarıca.” Şaşkınlık ile hapları ve suyu masaya bırakıp geri çekildiğinde çıkması için onay beklerken Kemal Albay hapları tek tek birer yudum su ile içti, bardakta kalan son yudum ile ağzına yayılan ilaç tadını dağıttı ve tepsiye koydu bardağı. “Çık Sarıca, git bir nefes al karşımda bayılacaksın gibi durma. Zaten tepem atık, sallarım seni camdan aşağıya. Ayrıca söyle Kalkan Tim'i için operasyon merkezini hazırlasınlar.” Selam verirken eli hala titriyordu. “Emredersiniz komutanım.” Arkasını dönmüş kapıya giderken son komut ile birlikte durmuş ve hızla dönerek korkuyu bir kenara bırakmış coşku ile tekrar selam vermişti. “Kalkan Tim'i için operasyon merkezi mi komutanım? Doğru mu duydum komutanım? Geliyor mu tim sonunda komutanım? Bitti mi cezaları komutanın? Hepsi mi komutanım?” Kemal Albay belli etmeye çalışsa bile içten içe bu cümleyi kurmuş olmanın coşkusunu yaşıyordu. Kaosun nedeni tam olarak o serserilerdi zaten. Bir yıldır karargâhtan uzak olan timi dönüyordu. “Sana alt yazı mı geçeceğim Sarıca? Emrim belli, iletmen gereken yer belli. Kalkan Yuva'ya dönüyor.” Son anda selam vermeyi akıl edip odadan çıktığında tepsiyi sallıyor, tuhaf hareketler ile dans ediyor, az önce korkudan bayılacak olan o değilmiş gibi coşku ile sağa sola koşuyordu. “Geliyorlar ulan! Kalkan Yuva'ya dönüyor dedi, tim geri geliyor dedi. Operasyon merkezi hazırlansın dedi.” Duyanlar ne olduğunu anında anlamış ama yaşadıkları tereddüt ile sevince eşlik edememişlerdi. Kalkan Tim'i bir yıl önce şehit olan arkadaşlarının intikamı için çıktıkları görevde yaşanan bir aksilik ile Kemal Albay tarafından içtimanın bitmesi bile beklenmeden kovulmuştu. Özel Kuvvetler Komutanlığının özenle yetiştirdiği, göreve gitmekten bir an çekinmeyen 6 asker canlarını feda etmek için çıktıkları yolda emre itaatsizlikten kamuflajlarına veda etmişti. 2023 Ankara “Siz kimsiniz ulan? Siz kim olarak benim emrime karşı geliyorsunuz? Komutanın emrine itaatsizlik ile mi koruyacaksınız vatanı?” O gün kurduğu cümlelerden en hafifleriydi. Evlatları gibi gördüğü altı adamın karşısına geçmiş, öfkeden rengi kızarmış şekilde saydırırken kurduğu her cümle önce diline ardından yüreğine saplanıyordu. Sadece bir asker olsa onların yaptığını yapacağını biliyordu ama o aynı zamanda komutandı. Bir hafta önce toprağa verdikleri Tamer elinde büyümüş diyebileceği bir adamdı. Askerleri sadece asker değildi kendisi için. Evlatları, canlarının bir parçası, sahip olamadığı ailesiydi her biri. O gün Tamer’i şehitlikte bırakmak ruhunun bir parçasını koparıp atmıştı. Karargâha döner dönmez emri belliydi. “Birkaç saat sonra yola çıkıyorsunuz, şehidimizin kanı kurumadan o soysuzu burada görmek istiyorum!” Tüm karargâhı inletecek kadar yüksek bir sesle haykırmıştı tim. “Emredersiniz komutanım.” Bir saat sonra hazırdı herkes, helikoptere şakalaşarak, muhabbet ederek binmemişti hiçbiri. Gölgeleri bir cellat formundaydı, bakışları keskin, yüzleri ifadesiz... 7 kişi çıktıkları yuvalarına 6 kişi ve bir şehit ile dönmek zorunda kalmıştı ve bunun sorumlusu Profesör diye adlandırılan bir teröristti. Kemal Albay canlı istemişti adamı. Tamer bir okul dolusu çocuğu kurtarmak için ölmüştü, diğer okul saldırılarının engellenmesi için adamın vereceği bilgilere erişmek farz olmuştu. “Kemal Albay o köpeği burada görmek istediğini söyledi, emir tek parça olması yönünde değildi.” Tunga Visam’ın dudaklarından dökülen kelimeler kora dönme ihtimali olmasa bile ateşi harlamıştı. Onlara lazım olan şey ağzı ve bilinciydi, diğer uzuvları kopabilirdi... “Emredersiniz komutanım!” Kalkan tek nefeste emri aldıklarını iletirken o gün o timin beraber çıktığı son görevi olduğunu içten içe biliyordu Tunga. Profesör ile iki kez karşı karşıya gelmişti. İlk karılaşmalarında sol koluna iki kurşun Tunga alırken, Profesör sağ bacağından olmuştu. Aksak bir adamdı artık. İkinci karşılaşmalarında ise Tamer kollarında şehit olmuştu tam bu sebeple yakalanmaktan ziyade ölmekti hakkı. Yüzbaşı Tunga Visam’ın emri altında olan tim kendisi dahil 7 kişiydi son görevden önce. Üsteğmen Tamer Erol Teğmen Halil Kısmet Teğmen Serhan Akın Diyar Asteğmen Kaan Ali Eser Astsubay Kıdemli Başçavus Emre Kaya Astsubay Başçavus Duman Marca Astsubay Kıdemli Çavuş Çelik Avşar Artık yedi kişi değildi Kalkan. Bir yanı eksikti bir yanı kanayan bir yaraydı, kapanmayacak bir boşluktu orada. Türkiye Cumhuriyeti bir askerini kaybetmişti yerine binlercesinin geleceğini onlar bilmezdi ama tarih her zaman bunu kanıtlar nitelikteydi zaten. Kalkan Tim'i aktif görevde üçyıldır bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı bir ekipti. En zorlu testler, sınavlar, sınanmalardan geçmişti timin tamamı. Ne pes edilmiş ne de başka birinin pes etmesine izin vermişti her biri. Hepsi bilirdi ki Kemal Albay arkalarındaydı. Yüzbaşı Tunga arkada askerini bırakmazdı. Üsteğmen Tamer Erol bir gölge gibi takip eder, korur kollardı. Şehadete giderken bile hem timi hem bir okul dolusu çocuğu kurtarmak için siper olmuştu kurşunlara. Tam on üç kurşun saplanmıştı bedenine. Her bir kurşun için on kemiğini kıracaktı tim Profesörün, herkesin aklında aynı savunma vardı. Lazım olan bilinci ve dili... Şafak sökmeden saklanan mağaranın girişi Kalkan tarafından sarılmış, dışarı çıkan her şey bir kurşun ile ölüme yollanıyordu. Acımak yoktu, merhamet yoktu, bu bir kurtarma görevi değildi bu Tamer Erol için intikam göreviydi. Tüm teröristler etkisiz hale getirildi, onlarca ceset bırakıldı mağarada. Profesör ise aksak bacağı ile birkaç metreden uzağa kaçamamış, taşların üzerine yuvarlanarak yüzü gözü kan içinde kalmıştı. “Kalkan 1 konuşuyor Yuva, profesör canlı şekilde ele geçirildi. Dönüşe hazırız.” Harekât odasında Kemal Albay Tunga’nın sesini duyduğunda gururlu bir baba edası ile başını sallamıştı. Helikopter tim için yönlendirildiğinde birkaç saat sonra evladına kıyan köpek ayaklarının altında olacaktı. “Çok yazık oldu, yakışıklı oğlandı.” Profesörün acı çektiği belli olan sesi askerlerin kulağına ulaştığında kontrol kaybı ilk kez Çelik’ten geldi. Suratına patlayan yumruk kırık burnunu iyice dağıtırken yüzüne boşalan kandan boğulacak gibi birkaç kere öksürmek zorunda kalmıştı. “Şu mağarada birkaç saatimiz olsaydı, öldürmez yatağıma almak için yanıma çekerdim onu.” Tek bir kurşun sesi duyuldu dağda. Tunga’nın silahından cümlenin sonuna doğru ateşlenen kurşun, iki kaşının ortasından kan fışkırmasını sağlayan deliğe dönüştü. Kendi askerine, kardeşine, şehidine yapılan saygısızlığın affı yoktu. Kendine engel olamayıp ölüsüne tükürdüğünde Halil bir tekme ile uçurumdan aşağıya yuvarlamış, çarptığı kayalar ile parçalanmasını tüm tim içinde en ufak bir kuşku olmadan izlemişti. Üsteğmen Tamer Erol’un intikamı alınmış, kanı kurumadan katili hayvanlara yem olmak için parçalar haline getirilmişti. “Kalkan 1 konuşuyor, Yuva'ya dönüyoruz.” Karargâha dönene kadar bu bilgiyi bilerek iletmemişti Tunga. Helikoptere bindiğinde de iki saatlik uçuş süresi boyunca hiçbir pişmanlık ve olumsuz duygu yaşamazken gözlerini kapatmış, liseden beri beraber olduğu adam ile ilgili anılarını hatırlarken kendisinin duyacağı bir sesle mırıldanmıştı sadece. “Rahat uyu kardeşim.” Tunga ve Tamer’in dostluğu askeri liseye dayanıyordu. İki rakip olarak başladıkları okuldan ölüme bile beraber gitmeye söz veren iki dost, kardeş olarak mezun olup harp okuluna beraber başlamışlardı. O zaman dile getirmeseler bile bordo bereli olmak hep akıllarında olan bir durumdu. Asker olmuşlardı ama vatanları için daha fazlasını yapabileceklerini bildikleri için en zorlu olana dikmişti gözünü iki genç adam. Helikopter sahaya indiğinde, tim sırayla indi. Kemal Albay başına geleceği biliyormuş gibi ambulansı hazır hale getirmişti, evlatlarını tanıyordu. O adamı kan kusturana kadar dövmeden buraya getirmeyeceklerdi. Tedavisi yapıldıktan sonra vermesi gereken bilgileri vardı. Beklediği gibi olmadı ama her bir asker suratlarında olan o rahatlama ifadesi ile helikopterden indi, komutanlarının karşısında hazır ola geçerken ne Profesör vardı yanlarında ne de konuyu anlamasını sağlayacak bir açıklama geliyordu. “Nerede?” Ömrünün yarısından fazlasını adadığı askerlik mesleğinde çeyrek asırı geçeli çok olmuştu. İlk kez korku hissederken yüreğinde gözleri direkt Tunga’nın üzerine sabitlenmişti. O an askerinin yüzünde gördüğü ifade ile anlamıştı her şeyi ama bir umut beklenti ile bakmasına engel olamıyordu. “Yüzbaşım sana soruyorum! Profesör nerede?” Gök gürültüsüne benzer bir hiddetle bağırdığında Kaan Ali bir adım öne çıkarak selam verdi. “Yüzbaşımın bir bilgisi yok komutanım, adamı ben öldürdüm.” Tüm tim bunu bekliyormuş gibi bir adım öne çıkarak aynı ifadeyi kendileri için verdiğinde komutanları doğru olanı yapmıştı onlara göre. “Kalkan! Geri bas.” Bir Kemal Albay’a bir Tunga Yüzbaşı’na bakan tim bir adım geri çekilmek zorunda kaldığında Tunga ve Kemal Albay karşı karşıya kalmıştı. “Profesör yok komutanım. Timin bir sorumluluğu yok, ben öldürdüm. Cesedi dağda, hayvanlar tarafından parçalanarak yeryüzünden silinecek.” Kemal Albay’ın kulakları uğuldamaya başladığında sol göğsünde hissettiği sıkışmayı belli etmemeye çalışarak yumruklarını sıkarken içten içe doğru olanı yaptığını biliyordu. Kim bilir o dağda ne olmuştu? Tunga neden böyle bir karar vermişti? Ama bazı kurallar vardı. O adamın ifadesi gerekiyordu. O adam devlete teslim edilmeliydi. Emir bu yönde gelmişti. Burası Türk Silahlı Kuvvetleri idi burada emir her şeydi. Bir yanı şehidinin intikamı alındığı için huzura ermişken diğer yanı başlarına gelecek olan felaketi bildiğinden tedirgindi. Kemal Albay bir hışımla arkasını dönüp gittiğinde herkes biliyordu ki bu konu burada kapanmamıştı. Bugün ya da yarın öyle bir felaket ile dönecekti ki Albay buna rağmen kimse bir an bile pişmanlık duymayacaktı. Akşam içtiması yaklaşırken herkes kamuflajına dönmüş, görevden gelince kendilerine verilen birkaç saatlik dinlenme anı için odalarına çekilmişti. Tamer yoktu, intikamı alınsa bile yoktu ve ortak alana geçilememişti bile bu sebeple. Herkes odalarında onları bulacak olan kıyameti bekliyordu. Kalkan Tim'i bahçede içtima için konumlarına döndüğünde Kemal Albay yerleri titretecek kadar hiddetle onu bekleyen askerlerine doğru ilerliyordu. İki saat boyunca görüşebileceği herkes ile görüşmüş, yapabileceği her şeyi yapmak için çabalamıştı ama emir çok netti. Kalkan Tim'i dağıtılacak, emir itaatsizlikten her bir tim üyesi soruşturma geçirecekti. Selam durdukları an Kemal Albay Tunga’nın karşısına dikilmiş ve tek hareket ile rütbelerini söküp almıştı omuzlarından. Liseden beri asker olmak için eğitilmiş olan adamının rütbelerini sökerken alev almıştı yüreği. Tunga’nın vatan aşkını biliyordu. Her göreve gönüllü gider, her tehlikeyi savuşturmak için yüreği ile savaşırdı bu adam. “Artık bir asker değilsin, artık yerin burası değil. Tek bir hatanın kaç yılına mal olduğuna bak eski Yüzbaşı!” Hangisinin canı daha çok yanıyordu ölçülemezdi o an. “Türk Silahlı Kuvvetleri için emir itaatsizliği seni bir çöpten farksız hale getirdi. Ne kazandığın operasyonlar ne verdiğin savaşların bir önemi kalmadı. Burası Özel Kuvvetler, kafana göre iş yapacaksan siktirip gidecek ve paralı asker olacaksın!” Timin tamamı başına gelecekleri şeyin bu olduğunu o an anlamıştı. Canlarını uğruna verecekleri bir vatan bir meslekleri vardı ve şimdi biri ellerinden kayıt gitmek üzereydi. “Vazgeçilmez mi sandın kendini? Yüzbaşı Tunga Vasim yok mu sandın başka? Bu ülkenin her evladı bir asker, her evladı bir Tunga. Yerini dolduracak binlerce askerim var.” Hem doğru hem yanlıştı. Tunga gibisi Özel Kuvvetler için bulunmazdı. Her yıl binlerce asker başvururdu, farklı sebeplerden ötürü üçte biri ya kalırdı ya kalamazdı. Tunga gibi adanmışını Kemal Albay görmemişti yıllardır. “Kalkan artık yok, bu askeriyede artık yeriniz yok. Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili hiçbir ilişiğiniz an itibariyle yok. Derhal terk edin Yuva’yı!” Burası onlara yuvaydı, burası onlara yaşamdı, burası onlara vatan toprağıydı ve şimdi hepsi kovulmuştu. “Emredersiniz komutanım.” Son emirlerini aynı coşku ile aldıkları an tüm karargâha yayılmıştı haber. Kalkan Tim'i artık yok, Kalkan mensubu her asker artık TSK ile ilişiği olmayan normal vatandaştı. Kemal Albay zar zor atmıştı kendisini odasına. Tansiyonu yükselmiş, kalp krizi geçirecek gibi göğsü sıkışırken evlatlarını kovmanın ağırlığı bir komutanın değil bir babanın omuzlarına yük olmuştu. Şimdi ise aradan geçen 365 gün sonra Kalkan Yuva’ya geri dönüyordu... |
0% |