@laydactn
|
Tunga gitmişti. Gideli dört gün olmuştu. Gecenin bir saati onları bekleyen helikopter ile havalanmışlardı. O kadar sıkmıştım ki kendimi ağlamamak için kaslarım ağrıyordu. Gitmesi miydi beni sarsan yoksa gelmeme ihtimali mi bilmiyordum ama her ikisi de çok ağırdı. "Güzellik, ne bakıyorsun öyle gökyüzüne sulu sulu?" Ayça yine yanımdaydı. Elini bir an olsun çekmiyordu üzerimden bir abla gibi. Dayanamadım. "Nasıl alıştın Kartal'ı göreve yollamaya?" Gülümsedi anlayış ile. "Alıştığımı kim söyledi? Her seferinde Allah biliyor ya aklım çıkıyor. O görevden çalan herk kapı, telefon bir yıl alıyor ömrümden ama biliyorum ki gitme desem aklı bende kalır. Gitmesini engellesem silah arkadaşları oradayken burada ölüp ölüp dirilir." Az çok tanımıştım onu, arkada asker bırakmazmış bu öğrendiğim ilk şey olmuştu. Ya askeri ile döner ya da şehidinin intikamını alırmış. "Bir rüya gördüm, bir kız çocuğu vardı ve Tunga. Ayça o kadar güzeldi ki uyandığımda hissettiğim mutsuzluğun tadı dilimde acı bir tat bıraktı resmen." Gülümsedi, elini uzattı ve hala belli olmayan karnıma yasladı avuç içini. "Kalbin ve zihnin kabullenmiş Tunga'nın varlığını. Baksana bebeğinin yanında bile hayal etmeye başlamışsın. Şu başımızdaki bela bir bitsin, bebek doğmadan hallederiz sizin nikah meselesini." Tükürüğüm boğazıma kaçtı. Ayça telaşla elini sırtıma hafif hafif vurdu. "Ay ne oldu kız birden? Aklım çıktı." Benimde demek istedim. Benimde Ayça! "Ne evliliği Ayça delirdin herhalde biz daha şey bile değiliz." O kelimeye dönmedi dilim. "Şey gibi işte, beraber." Elini boş ver der gibi salladı havada. "Aman sevgili olmadan evlenilmiyor mu? Bak ne o seni kaçırsın ne sen onu, var yani alıcınız dışarda bir ton yamyam var." Tunga bekar bir adamdı. Yakışıklı, karizmatik, çekici istediği herkesin hayatında yer edinebilecek bir adamdı. Parmak uçlarımda bir karıncalanma hissettim. Nereden çıkmıştı bu his? Kıskançlık mıydı? Daha önce kimse için hissetmemiştim bunu. Hoş bir his değildi. "Neyse ki bizim oğlan sadıktır, çok sorun yaşamazsın." Gülüyordu bıyık altından. "Ya Ayça, çok kötüsün." Kahkaha attı. Resmen zarflıyordu beni, sazan gibi atlıyordum oltaya. *** "Gebelikte 10. haftayı geride bırakmışsınız Efsun. Herhangi bir sorun görünmüyor ama biraz beslenme konusunda takviyeye ihtiyacınız var. Kilo almanız gereken bir dönemdesiniz ama kilo vermiş olarak görüyorum önceki doktorunuzun notlarına bakılırsa, iki cansınız artık." Kemal Albay, Ayça ve üç araba dolusu asker ile hastaneye gelmiştik. Askeri bir hastaneydi ama güvenliği elden bırakamayacağını söyleyerek bizimle gelmişti. Koskoca albayı peşime takmış gibi hissediyordum ama çok net konuşmuştu. "Hiç bulantım olmadı, normal mi?" Kısa saçlı, keskin bakışlı, güler yüzlü bir doktordu. Yakasında Atmaca yazıyordu. "Her gebelik bir olmaz, sabit kalıplara uymayan gebelikler ile sık sık karşılaşırız. Gevşe, rahatla, en tatlı dönemlerdesiniz şu an." Kalp atışını dışarıya verdiğinde daha güçlü, hızlı bir ritimle duyuluyordu. "Ultrason fotoğrafını alabilir miyim?" Karnımı sildim, çıkarttığı siyah beyaz kağıdı bana verdi. Toparlanmaya başladım. Parmaklarımın arasında duran fotoğrafa bakarken gözlerim dolmuştu. "Ayy çok merak ediyorum, gel artık." Perdenin arkasında olan Ayça'nın sesini duyunca gülümsedim. "Dediğim gibi beslenme konusuna ekstra hassas göstermelisiniz Efsun. Sebze, meyve, sağlıklı yağlar ile desteklemelisiniz. Gelişimi için önemli, kendin için olmasa bile bebek için yemelisiniz. Takviye vitaminler yazıyorum. Yiyeceklerle birlikte bunları da kullanın lütfen. İki hafta sonra tekrar gelebilirsiniz. " Verdiği listede birkaç sayı ve harf vardı. "Teşekkür ederim." Ayça'nın yanına ulaştığımda fotoğrafı aldı elimden hevesle. "Ya, nasıl güzel maşallah maşallah. Tunga'ya gönderelim mutlaka." Kemal Albay kapının dışında bekliyordu. Birkaç adım uzakta ise üç asker vardı. Odadan çıktığımızda karşı karşıya geldik, babacan bir gülümseme vardı yüzünde. "Bakayım şu ufaklığa." Ayça fotoğrafı gösterdiğinde yüzünden bir hüzün geldi geçti. "Allah sana bağışlasın, sağlıklı vatana millete hayırlı bir evlat olur inşallah." Gülümsedim. Birkaç haftada kocaman bir ailem olmuş gibi hissediyordum. Arabaya geçip geldiğimiz gibi korumalarla dönerken Ayça çoktan fotoğrafını çekmiş, Tunga'ya atmıştı. Telefonu kapalı olduğu için iletilmemişti ama görecekti elbette. Güvenlik yüzünden bir telefonum yoktu, konuyu bir an açacak gibi oldum ama vazgeçtim. Kim bilir neredeydi, telefonum olsa bile bana yazmakla mı uğraşacaktı dağın başında? Ayça ve Kemal Albay ile sohbet ede ede karargâha dönerken baş parmağım sürekli fotoğrafı okşuyordu. Benim bebeğimdi, büyüyordu ve geçen her günde ona kavuşmama daha kısa süre kalıyordu. *** “Ulan var ya özlemişim resmen dağda bayırda götümden vurulacağım korkusu ile konserve kaşıklamayı.” Duman bulduğu bir kayaya yaslanmış, bacaklarını uzatmış keyif yaparken homurdanıyordu. Güneş tam tepelerinde tüm kavurucu sıcaklığı ile zorlarken onları sonunda özledikleri yere dönmenin rahatlığı vardı hepsinin üzerinde. “Değil mi ama komutanım? Ne güzel toz toprak, dağ börtü böcek müthiş.” Çelik matarasında olan suyu kana kana içerken gözleri parlıyordu. Sarı saçları toz toprak olmuştu hep. Yanakları kızarmıştı sıcağın etkisinden. “Komutanım adamım, var ya sabahtan beri yürümekten ayaklarımın altı su topladı ama hiç isyan ettim mi? Tövbe etmem, sivilde her gün dua ettim ayaklarım su toplasın diye.” Üç günü geride bırakmıştı tim. Özledikleri goygoy ve ortama kavuşmuştu hepsi sonunda. “Komutanım be, erkek olursa sünneti bizim karargâhta yapar mıyız?” Kaan Ali Tunga’ya seslenirken aklını yeterince kurcalamıyor gibi zihnine düşmüştü Efsun’un varlığı. “Karargâhta bir şeyi kesme iznim olsa gerçekten bunu sünnet için mi kullanacağımı düşünüyorsun lan sığır? Seni devirir keserim kurbana.” Tunga’nın cümlesine rağmen sesi eğlenceli çıkıyordu inkâr edemezdi, bu eziyeti özlemişti. “Aşk olsun komutanım ama neyse ki canım komutanımsınız. Siz isteyin ben size kurban olurum zaten.” Tamer olmadan çıktıkları ilk görevdi intikam görevi hariç. Yerini doldurmak biraz zor olmuştu, Tunga’nın bir adım arkasında hep o olurdu o yeri şimdi Halil doldurmuştu. “Yarın gece hedefte olacağız, öncelik canlı olmaları ama şart değil beyler unutmayın.” Vural’ı saf dışı bırakarak kendi aralarında yapmaya karar verdikleri toplantı için sınırın ötesinde bir bölge seçilmişti. Vural’ın bilmemesi içine gelmişti aslında, görev emri çıkmıştı ve Kalkan hedefe emin adımlarla ilerliyordu. “Vural iti için ne planlıyoruz komutanım? Bu adamları ölü ya da diri alacağız biz sonra? Efsun için tehlikenin tam olarak geçti sayılması için Vural’ın ölmesi gerekmiyor mu?” Halil’in sorusu askıda kaldı çünkü cevabı kimse bilmiyordu şu süreçte. Tunga telefonu iç cebinden çıkardı, güç tuşuna basarak açtı telefonu. Boş kalmazdı telefonu normalde. Sık sık mesajlar ve aramalar düşerdi ama bu kez ilk defa özellikle bir mesaj aramıştı gözü. Otuz saniye geçmeden Ayça’nın numarasından bir görsel düştü ekrana. Siyah beyaz bir fotoğrafın köşesinde renkli bir kalem ile yuvarlak çizilmişti. Bir an kalbi tekledi, bebeğin ultrason görüntüsünü atmışlardı ona. “Tetikte olun, görüşme yapacağım.” Askerlerden biraz uzakta kalan bir kayanın arkasına geçti, oturdu yere uzaktan görünmemek için. Ayça’nın numarasına tıkladı, dördüncü çalışta açıldı telefon. “Efsun’a versene telefonu.” Ayça duyduğu ses ile kıkırdadı. “İyiyim Tunga, teşekkür ederim. O da yanımda zaten dur veriyorum.” Genç kız eline tutuşturulan telefonu kulağına yaslarken Ayça yalnız bıraktı rahat olması için. “Nasılsın? Bir yaran yok değil mi?” Heyecanlanmıştı genç kız, titremişti sesi ve Tunga’nın dikkatinden kaçmamıştı bu. “İyiyim, hiçbir sorun yok sen nasılsın? Fotoğrafı gördüm, doktor kontrolünde olumsuz bir şey yokmuş değil mi?” Efsun’un eli karnını buldu, parmaklarını gezdirirken üzerinde bebeğini onun kadar düşünen biri daha olması iyi hissettirmişti. “Doktor ile ağız birliği yapmış gibisiniz, kilo al dedi bir sürü takviye verdi. İki hafta sonra tekrar kontrole gideceğim.” Beraber gidip gidemeyeceklerini soracaktı ama dudaklarını birbirine bastırıp yuttu sözcükleri. “Görev bitmiş olursa seninle gelmek isterim, sorun olmazsa eğer beraber gidelim.” Tunga Bir haftada aldığı nefesten derdini anlayacak kadar çözmüştü genç kızı. Üstelik bunu o kadar doğal bir ifade ile söylemişti ki kendi aklına gelmiş gibi bir merakla yöneltmişti soruyu. “Seni beklerim gitmek için, gecikirsen olsun geldiğinde yine gideriz. Bir yere kaçmıyoruz ya, bekleriz.” Omuzlarını silkti karşısındaymış gibi. “Kaçsan bile seni bulurum, kokunu aldım bir kere.” Kızardı yanakları genç kızın, konuşacak gibi olduğunda sesi titredi. “Söz mü?” Gözlerini kapattı Tunga. Yanında olmalıydı şu an bir görevin uzaklığı ilk defa zorlamıştı. “Söz ne zaman nerede ne koşulda olursan ol, seni bulacağım.” Kelimeler olmadan verilen sözlerden farklıydı. Tereddüt etmediği, tok, erkeksi sesinden verilen her söz bir mührü kırıyordu sanki genç kızın zihnine vurulmuş. “Şimdi gitmeliyim, kendine dikkat et. Fırsat oldukça arayacağım seni yine. Geldiğimde birkaç kilo almış şekilde görmek istiyorum seni.” Komutlar sıralaması bile kendine has bir tonda yaptığı için emir gibi gelmiyordu. “Kendine dikkat et Tunga, seni bekliyoruz unutma.” Telefonu kapattı Tunga, biz demişti. Birken iki olmuştu bekleyeni. Bir an önce şu görevi bitirip dönmeliydi, özlemden aklını kaçıracaktı yoksa. Timin yanına döndüğünde bir emir ile ayaklandı herkes. Şu yolu bitirip hedefe ulaştıktan sonra dönüş için helikopteri çağıracaklardı o zamana kadar bir daha durmayı planlamıyordu Tunga. *** “Efsun Efsun Efsun...” Vural sonunda eve dönmüştü. Ev o kadar boşalmıştı ki Efsun’un kokusu bile silinmek üzereydi evden. Büyük bir kadehe votka doldurmuştu, çerçevede gülümseyen yüze bakarken aldığı her yudumda kanına karışan alkol zıvanadan çıkarıyordu. “Sana zaman tanımamalıydım. Ölüm haberi gelir gelmez almalıydım yatağıma, o zaman terk etmeye cesaret edemezdin.” Vural’ın takıntısının boyutu görmezden gelinmeyecek bir düzeydeydi. Abisi ile evlendiği zamandan beri hayatına aldığı kısa ve uzun süreli kadınlarda hep Efsun’un bir özelliği olurdu. Saçları, dudakları, gözleri ya da adı onunla aynı olurdu. Hiç bulamaz ise kadına Efsun adını veriyor ve o şekilde dokunuyordu. “Giden sadece birkaç hafta, yakında yanımda olacaksın ve tüm zamanın acısını yine senden çıkaracağım, söz.” Çerçeveyi eline almış, göz hizasına getirmek için havada tutuyordu. Her şey bir yana Efsun’a dair hiçbir haber yoktu. Pasaport ile ülke dışına çıktığı, iki uçuş aktarmasının ardından Akdeniz üzerinden gemi ile Marsilya’ya geçtiği bilgisine ulaşmıştı. Tam konumu orada kaybediyordu işte. Demir’in ne zaman aldığını bile bilmediği bir ada vardı bölgede ama o kadar gizliydi ki karış karış arasa bile denizde bulamayacağını biliyordu, en azından şimdilik. “Ne adalar ne denizler ne de kaçtığın yerler seni benden koruyamayacak Efsun. Seni bulacağım alıp gelecek, evimin kraliçesi yapacağım. Bu defa gerçek bir kraliçe olacaksın.” Hastalıklı zihni kendince uyarlarken her şeyi Efsun’un ülke içinde olduğunu bilse durmazdı elbette. Kemal Albay bunu bildiği için bir askerini Efsun’un pasaportu ile ülke ülke gezdirmiş, kendi pasaportu ile ülkeye geri dönmesini sağlamıştı. Efsun yakında Demirkan soyadından da kurtulmuş olacaktı. Önce meclis dedikleri oluşum ardından ise Vural’ın varlığı tehlikesiz bir boyuta kavuştuğunda genç kız ve bebeği özgür olacaktı. Dünyanın tek acımasızları onlar değildi ama bu defa onu bekleyen olumsuzluklarla savaşmak için bir yanında Tunga bir adım arkasında ise Kalkan Tim’i olacaktı. |
0% |