Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm - Söz

@laydactn

Aynada gördüğüm yansıma çok uzun zamandır bana ait değil gibi hissederken ilk kez gördüğüm bedene bir yabancıya bakar gibi bakmıyordum. Eski bir dost ile karşılaştığınız zaman göğsünüze yayılan o tanıdıklık hissi ile uyanmıştım bu sabah. Efsun gibi hissediyordum, çok uzun zamandır hissetmediğim bir şeydi.

Bu evlilikten önce normal bir genç kadındım aslında.

Siyah saçlarım vardı, hiçbir zaman ışıltıyla parlamamıştı ama severdim parmaklarımı tutamların arasında gezdirmeyi. Bazı tutamlar dalgalı ve hatta kıvırcıktı kolay şekil alması için daima düzleştirme işlemine ihtiyaç duyardım açıkçası daha çok yakıştırırdım kendime. Annemden almıştım tenimi, sadece beyaz diyemezdim ama soluktu. Kolay kızarır, kolay morarır damarlarımdan akıp giden kanı bile gösterdiğini düşünürdüm çocukken. Gözlerim bal rengine yakın açık bir tondu. Ağladığım, güneş veya ışığa çok maruz kaldığımda koyu bir kahveye dönerdi. Aslında çok uzun zamandır kendi renginde görmüyordum gözleri, hissettiğim kasvet gözlerimin rengine bile yansımıştı sanki.

“Efsun, müsait misin?” Aynaya bakmaya bir son vermemi sağlayan Jilet’in kapının diğer ucundan seslenmesi oldu.. “Bir şey konuşmamız lazım, Vural evde yok. Kendini kötü hissetmiyorsan dışarı çıkalım.” Bu ses tonunu biliyordum. Bir şey oluyordu, bir şey olacaktı.

“On dakika ver bana, hazırlanıp geliyorum.” Demir öldüğünden beri içinde rahat hissetmediğim kasıntı kıyafetleri dolabın bir köşesine atmıştım. “Sen Demir Demirkan’ın karısısın, daima şık olmalısın. Bu paçavralardan vazgeç!” Sesi kulaklarımda çınlarken inadına koyu renk bir kot almıştım çekmeceden. Onun karısı değildim, onun karısı olma koşullarına uymak zorunda değildi.

Bacaklarıma geçirdiğim kot pantolonun düğmesini iliklerken verdiğim birkaç kiloyu fark etmemek elde değildi. Hamile olmama rağmen kilo vermem işlerin yolunda olmadığının kanıtlar nitelikte bir detaydı, toparlanmam gerekiyordu biliyordum. Artık tek değildim, oradan oraya savrulamazdım. Bir sorumluluğum vardı, arkamı dönmeyecektim.

Sıfır kollu, kotun içine sokabileceğim incelikte, beyaz bir bluz giydikten sonra pantolonum ile aynı renk kot bir ceketi ve spor ayakkabıları giyerek çıktım odadan. Merdivenin başında, her zaman giydiği takım içinde değil asker yeşili bir gömlek ve siyah bir pantolon ile bulmayı beklemiyordum.

“Jilet sen.. biraz normal görünüyorsun.” Hissettiği sıkıntı ilk kez yüzünden okunurken çenesi ile beni işaret ederek sırıttı. “Sen de çok normal görünüyorsun Efsun.” Bu evde kotlar, spor ayakkabılar giyilmezdi. Daima bir takım elbise kuralı vardı korumalar için. Renkli giyme izni sadece bana verilmişti Kral Demirkan tarafından o da ona göre renkli olan tonlardı. Krem, bordo, gri, kahverengi, lacivert elbette siyah. Her zaman bir katalog çekimi ile karşı karşıya kalabileceğim ihtimaline karşı şık, derli toplu, daima temiz, pahalı ve kalitel bir gösterişe sahip olmalıydı.

“Hadi gidelim.” Evde konuşmama nedenimizi elbette biliyordum. Vural tüm çalışanları değiştirmişti. Muhtemelen hepsi onun ajanıydı. Abisinin evine gelip yerleşirken bunu gayet olağan akışa uydurmuştu. Demir’e dair almadığı tek şey beraber kaldığımız yatak odası ve bendim.

Ek bir koruma almadan yalnızca Jilet ile evden çıktığımda bahçe kapısı kapanmadan kapıda olan korumaların haber uçurduğunu duymuştum. Hamile olduğumu bile bilmezken üzerime bu kadar titremesi abisinin emanetine sahip çıkma duygusu kaynaklı olduğunu elbette düşünmüyordum. Vural hiç öyle bir kardeş olmamıştı.

“Bir sorunumuz var değil mi Jilet?” Ön koltuğa oturduğumda kemeri takana kadar dayanabildim sadece. “Zaten bir ton sorunumuz var onu biliyorum ama daha kritik bir şey bekliyor bizi değil mi?” Cevapsız bıraktı, trafiğe karışırken araç torpido gözünden klima kumandasına benzer bir alet çıkarıp üst tarafta olan kırmızı bir tuşa bastı ve ince bir ses duyuldu arabanın içinde.

Yüzümü buruşturmadan duramadım, bakışlarım yüzüne odaklandığında daha rahatlamış bir ifade ile omuzları gevşedi.

“Bir yere oturacak kadar güvenmiyorum çevreye. Ne konuşacaksak maalesef burada konuşmamız gerek. Her ihtimale karşı sinyal kesiciyi çalıştırdım, burada konuşulan burada kalacak Efsun.” Ön hazırlık bile gelecek olan şeyin omuzlarıma yükleyeceği yükün ağırlığını hissettiriyordu şimdiden.

“Demir’in ölmeden önce her şeyi sana bıraktığı konusunu biliyorsun.” Avukat gelip miras açıklamıştı. Daha önce adını bile duymadığım yerlerde onlar, yüzlerce mal mülk bir anda benim üzerime geçmişti. “Demir’in bıraktığı şey sadece parası pulu olmadı Efsun.” Kendi kendine Krallık kurduğunu ilan etmişti, Demir’in silah taciri olduğunu evlendikten birkaç ay sonra öğrenmiştim. Farklı ülkelere, çoğu terörist gruplarına silah temin ediyordu. İş insanı olarak tanımladığı mesleği ülkesine ihanet eden bir hain olmaktı.

“Silah ticareti yapmaya devam edecek yetkiyi sana bıraktı. Onun bahsettiği Krallık yalnızca para mal mülk değildi.” Ellerim titremeye, kulaklarım uğuldamaya başladığında kalbim göğüs kafesimi döver gibi hızlandı. Yapamazdım, günde onlarca şehit ve saldırı haberi gelip geçiyordu. O haberlerden birine bile kaynak olma fikri kabul edebileceğim, midemin alacağı bir olay değildi.

“Yapamam Jilet, ben yapamam. O silahlar.. O silahlar birilerini öldürüyor. Çocukları, masumları, ölmemesi gereken insanları öldürüyor. Ben bunu yapamam, bunu benden isteyemezsin.” Çaresizlik ile hıçkırmaya başlarken çıldırmış gibi titriyordu vücudum. Ben ellerimde kendi kanımın olmasına tahammül edemiyordum başkalarının kanına bulayamazdım.

“Dur dur, saçmalama öyle bir şey istemiyorum senden!” Çok sarsmadan arabayı kenara çekti. Nazikçe ellerime uzandığında iki elinin arasına aldığı ellerimi güven verir gibi bir naziklikte sıktı. Başımı aşağı yukarı sallarken yapamayacağımı kabul etmiş olması gevşetti vücudumu saniye saniye.

Elini arka cebine attı, cüzdanını çıkardı, iç tarafında olan bir deri parçasını kopararak uzun zincirin ucuna takılı bir asker künyesi çıkardı ve avuçlarıma bıraktı. İnce metalin üzerine basılı olan yazıda dikkatimi ilk çeken isim detayı oldu.

Kartal Korlev
İstanbul
AB Rh (-)
04/09/1994

Daha önce bir asker, asker künyesi görmemiştim. Dizi ve filmlerde geçen bir şey olarak denk gelmiştim. İnternet sitesinden sipariş usulü yapılan bir şeye benzemiyordu. Metalin soğuk hissi parmaklarımın arasında ısınırken dakikalar aktı.

“Demir için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından görevlendirildim. Bu silah ticareti devlet tarafından çok uzun zamandır takip edilen bir süreç Efsun. Sana bunu neden anlatıyorum, anlıyor musun?” Anlamıyordum elbette! Nasıl anlayabilirdim? Çok uzun zamandır görmeyi ertelediğim anneme gitmek istiyordum ben sadece, onunla olmak kollarının arasına sığınarak günler, gecelerce uyumak istiyordum. Ne Demir ne bıraktıkları ne saçma sapan krallığı ne silahları umurumda olmasın istiyordum.

“Jilet... Kartal artık her kimsen bunu bana yapamazsınız. Ben bir piyon değilim, böyle bir bok çukuruna mahkum edemezsiniz. Ben silah ticareti yapamam, askere bildiklerimi anlatamam zaten hiçbir şey bilmiyorum. O pislik bana üç yıl bana cehennemi yaşatırken hiçbir bilgi alamazdım ondan.” Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırıyordu, iç çeke çeke ağlarken titreyen sesim gittikçe yükseliyor, haykırıyordum acıyla.

Evlenmek bile aklımda yokken hayatıma girip, gözümü aşk masalları ile boyayan bir adama güvenerek evlenmiştim, cehennemim o gün başlamıştı. Bir ay önce ölmüş gitmiş, cehennemin azabını sürdürmek için arkasında beni bırakmıştı. Kanlı pençelerinin hala boynumda olduğunu hissediyordum. Ölmüştü ama gölgesi bir cellat gibi peşimdeydi.

Jilet sesini çıkarmadı, araba trafikte diğer arabaların arasında ilerlerken o arabayı kullandı ben ağladım. Ben ağladım yollar aktı, şehrin dışına çıktığımıza dair birkaç tabela geçti gitti ben yine içimde tuttuğum her şeye ağladım.

Terk edilmiş olmam, kandırılmış olmam, aşık oldum sanmam, evlenmem, evlilik boyunca yaşadığım her şey, annemden uzak kalmam, katilimin ölümü ile sınanmam, para için hedef haline geldiğimi düşünürken bunun koca bir yalan olduğunu öğrenmem, Vural’ın varlığı bir yıldır yanımda olan adamın yalan çıkması ve beni bekleyen belirsizliklerin tamamı acımı fiziksel bir forma kavuşturmuş ve yeni bir pranga ile benliğime bağlamıştı.

“Bir yıldır yanındayım, kimliğim dışında sana hiç yalan söylemedim. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir üsteğmenim. Kara Harp Okulu ardından sahada aktif göreve başladım. Demir Demirkan görevi gelene kadar sınır ötesi operasyonlarda görev alan bir askerdim. Seni korumak istiyoruz Efsun. Biz bu ülkenin her bir vatandaşını her koşulda korumak için yemin ettik, elinde böyle bir güç olmasa bile kapımızı çalsan sana sırtımızı dönmezdik.” Gözlerini yoldan ayırmıyordu ama ona nasıl bir şekilde baktıysam hızını düşürdü, bana döndü daima ifadesiz olan suratında merhamet dolu bir ifade belirdi. Birkaç saniye gözlerini kapattı, açtı ve başını aşağı yukarı sallayarak gaza yüklendi.

“Seni biriyle tanıştıracağım, korkmana gerek yok. Gitmek istediğin an eve döneriz sadece istiyorum ki aklında bir soru işareti kalmasın ve kime güveneceğine karar vermeye çalışırken tüm detaylara hâkim ol.” Bir yıldır kurmadığı cümleleri yarım saat içinde kurmuştu küçücük arabanın içinde. O suratsız, ciddi, çoğu zaman korkutucu ifadesi yerini daha ılımlı bir ruh haline bürünmüştü. Eskisi kadar mesafeli gelmiyordu gözüme, elimde varlığını hissettiğim künye miydi bunun nedeni? Belki.

“Normal bir koruma olamayacak kadar keskindi reflekslerin, kurşundan hızlı hareket eder gibi çekmiştin Demir’i yoldan hatırlıyor musun? Nasıl mümkün olabilirdi?” Ağlamalarım dinmiş, sesimin titremesi durmuştu soruyu yönlendirirken ara ara iç çekiyordum sadece.

“Adamı önceden fark etmiştim. Ateşlenmeden durdurabilirdim adamı ama yerimi sağlamlaştırmam gerekiyordu.” Güldü ve güldüm. “Her şeye cevap veriyorsun, askerlerin daha sıkı ağızlı olması gerekmiyor mu? Her şeyi anlattın bana.” Gülümsemesi büyüdü, 30 yaşında gibi durmuyordu gülerken.

“Sen artık görevsin Efsun, neyi kimden saklayacağız? Hem yeterince şey gizlendi senden, artık her şeyin farkında olmak istersin diye düşünüyorum.” Hissettiğim minnet duygusu ile gözlerim dolarken saklamak için cama doğru çevirdim yüzümü. İnsan gibi hissetmek ağlatır mıydı? Ne yapılmıştı bana da bu kadarcık şey bile değerli hissettirmişti?

“Korkma, biraz ciddi bir ortamda olacağız ama emin ol orada kimse seni kıracak, üzecek, zarar verecek bir şey bir şey yapmaya teşebbüs bile etmeyecek.” Sürekli telkin etmeye çalışması çocuk oyalar gibi hissettirdi bir an. Silkelenip kendime gelmeliydim.

Yarım saatin sonunda orman yoluna girdik, bir an dikkatimi arabanın arkasında kalan yolda gerçekleşen bir hareket çekti. Birkaç iri kıyım adam, kocaman bir ağacı el birliği ile yola itiyordu. O yoldan ağaç varken geçilmesi mümkün değildi. Önlem mi alınıyordu?

Ağaçlar seyrekleşti, görüş alanıma tahta kulübe girdi. Kartpostallara basılan yeşilliklerin arasında olan evi andırıyordu. Kalın kütüklerin birleştirilmesi ev formu verilmiş, perdelerin asılı olduğu küçük pencereleri ve hatta verandası bile vardı bir okuma sandalyesinin köşeye yerleştirildiği.

Motoru durdurdu, arabadan indi ve benim tarafıma dolanarak kapıyı açtı. Bunu bir koruma olarak yapmamıştı o an, o ayrımı anlayacak kadar hakimdim hareketlerine. Derin bir nefes alıp dışarıya doğru ilk adımı attım. Kapının arkasında beni ne bekliyor bilmiyordum ama içten içe biliyordum ki yaşadığım ve yaşatmayı planladıklarından daha kötü değildi.

Kapı görünmez bir beden tarafından açıldı, her adımda kapıya biraz daha yaklaşırken kimse yoktu görünürde. Bu defa benden bir adım önde gidiyordu Jilet, ismine hala alışamamıştım ama benim için hep Jilet kalacaktı sanki. Evin sınırına ulaştığımızda ahşap ev kokusu çok baskındı ortamda.

“Hazır olduğunda girebiliriz, acele etme.” Nedenini anlamadığım bir heyecan vardı hareketlerinde. Bakışları sürekli etrafta dolanıyor, adım atmadığı anlarda dizini sallıyor, sık sık derin nefesler alıyordu. İçerde bizi kim bekliyordu bilmiyordum ama onun için önemliydi sanırım. İkinci bir teselli cümlesi beklemeden içeriye doğru adımı attım.

İki kişilik üzerine krem rengi bir örtü örtülmüş bir koltuk çekti dikkatimi ilk önce. Koltuğun karşısında, duvara yaslanmış ufak kare bir masa ve iki tane sandalye vardı. Birkaç noktaya konmuş gaz lambası, arada bir cızırtılı ses çıkaran bir radyo ile oda bu kadardı.

Bir anda mutfak olduğunu tahmin ettiğim yerden, elinde iki kupa tutarak bir adam çıktı. Kırklı yaşların en fazla sonunda derdim o adamın yaşı için. Favorilerine düşen aklar yaşlıdan ziyade karizmatik gösteriyordu onu. Gözlerinin kenarlarında olan ince kırışıklar yaşanmışların kanıtı gibi yerleşmişti tenine. Uzun boylu, yapılı vücudu, sağlam duruşu ile burada olduğunu kendine özgü havası ile bağırırken kupaları masaya bıraktı.

“Üsteğmen Kartal Korlev, İstanbul. Emredin komutanım.” Bir anda Jilet’in sesini duymam ile olduğum yerde sıçramıştım. Varlığını unutmuştum resmen arkamda. Adam başını belli belirsiz salladı, Jilet ok gibi fırladı öne doğru ve adamın elini öpmek için eğilecekken babaç bir tavır ile omzuna dokunup engelledi onu. “Evlat!” Bir anda dağ gibi duran iki adam birbirine sarıldığında gözlerimin dolmasına engel olamadım. Aralarında olan bağ elle tutulur bir forma sahipti sanki.

“Dur ulan yeter, kızı korkuttun.” Gözlerinin dolduğunu gizleyen adam azarlar gibi ensesine bir tane vurduktan sonra tek hareketle uzaklaştırdı Jilet’i kendisine. “Emredersiniz komutanım.” Bu muydu onu bu kadar heyecanlandıran? O sebeple mi çocuk gibi kıpır kıpır olmuştu evin girişinde?

“Gel kızım, ayakta kaldın bir otur, nefeslen çayını iç aklında dönüp duran soruları bir bir cevaplarım ben.” Jilet resmen dehşete düşmüş bir ifade ile bakıyordu az önce sarıldığı adama. Tutamadım kendimi. “Bir şey mi oldu? Neden öyle baktın?” Adam omuzları sarsıla sarsıla gülerken mırıldandı Jilet kendince. “Bir bardak çay için iki saat şınav çektiğim günlerim geldi aklıma.” İstemsizce güldüm. O şınavı çektiren kişinin kim olduğu keyifle gülen adamdan belli oluyordu.

Ceketimi omuzlarımdan çıkardım, sandalyenin arkasına astım ve komutanın tam karşısına oturdum zarifçe. Hamilelik hakkında hala çok bir bilgiye sahip değildim ama çay içebilirdim sanırım. Kupayı parmaklarımın arasına alıp ilk yudumu aldığımda ne şekerli ne şekersiz, ayarında bir tatlılıkla çay tadı yayıldı dilime.

“Kartal, bizi biraz yalnız bırak hanım kızımızla. Emanetin emanetimdir.” Tereddüt etmedi Jilet, tereddüt etmemem için elini omzuma atıp güç vermek ister gibi hafifçe sıktı. “Emredersiniz komutanım.” Evden çıktığında birkaç adım ötemde, asla yıkılmaz gibi duran bir güçle oturan adamla yalnız kaldım.

“Seninle konuşmayı Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir komutan olarak yapmayacağım Efsun kızım. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak konuşacağım, komutan kimliğime geçtiğim zaman sen zaten aradaki farkı anlayacak kadar zekisin.” Bir yudum daha alırken çaydan salladım başımı.

“Her zaman masumların zarar gördüğü bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Duyulandan daha fazlası var bu pisliğin içinde. Kaybolan çocuklar, kaçırılan kadınlar, öldürülen erkekler sonsuz bir pislik girdabına kurban ediliyor. Gazeteler, haber kanalları, siteleri ne yazıyorsa on ya da yüzle çarp Efsun kızım. Nüfus azaltma politikası mı dersin hiyerarşik düzenin korunması için mi dersin sen seç, bunlarda bahane bol.” Bir yudum çay daha aldıktan sonra ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Nasırlar vardı avuç içlerinde.

“Sizin kadar hâkim değilim ben bunlara özür dilerim, belki biliyorsunuzdur benim pek gündemle iç içe bir hayatım yoktu.” Sesime bir mahcubiyet yansımıştı. Üç yılın yarısından fazlasını eve kapatılarak geçirdim, Demir Demirkan’ın karısı olarak gazetelerin yalnızca magazin sayfalarını okumak, gündem olarak yalnızca o sezonun modalarını takip etmekti görevim. Demir böyle isterdi.

“Halk bunları zaten bilmez, bilmemesi için savaşırız. Toplum dediğin galeyana çok kolay gelir, kalabalığın içinde gizlenmekte kolaydır. O sebeple sınırlandırılarak paylaşılır zaten. Bu ne senin ayıbın ne de özür dilemen gereken bir eksiktir Efsun. Yaşamadan biliyorum diyemem ama içinden çıktığın cehennemi az çok tahmin edebiliyorum.” Bir utanç duygusu sarmıştı o an içimi. Savaşmayı denememiştim bile Demir ile o zamanlar fazla toydum, aşk sanıyordum.

“Kartal en iyi askerlerimden biridir, Demir’in yanına yollarken bir an bile gözüm arkada kalmadı. Şahadet haberi gelebilirdi, bizler için her zaman bu çok yüksek oranlı bir ihtimaldir ama o hem kendi geldi hem bir emanet getirdi.” Komutan kimliğine dönmüştü, ses tonu daha net, tok bir tona dönmüş duruşu dik bir konuma gelmişti. Asker olmanın gururu iliklerine işlemişti adeta.

“Demir öldü gitti, sana masum bir can ve yanlış ellere geçerse binlerce masumun kanına girecek bir güç bıraktı. Biz her koşulda bu ağı çökertir, o sevkiyatlarda imzası olan hainlerin hepsini kireç kuyusuna gömeriz ama bizimle olursan daha kısa sürede, daha az kan dökerek tamamlarız.” Bahsettiği gücün boyutunu bile bilmiyordum, ne yapabilirdim? Neye mal olurdu kararlarım? Onların işini kolaylaştıracak kadar büyük bir güç ise diğerleri o güç uğruna neden yapardı bana?

“Sana operasyon detaylarını iletemiyorum çünkü tahmin edersin ki şu an bizimle çalışmayı kabul etmemiş bir sivilsin. Zaten başında bir bela varken bildiklerin seni daha fazla riske atar.” Sandalyeden kalktı, radyonun altında olan varlığını fark etmediğim bir dosyayı alarak yanıma ulaştı.

“Kartal’ı çekmiyorum yanından, kararını verene kadar bir nefes kadar yakınında olacak senden isteğim bu dosyayı bir incele, hiçbir şeye bizim tarafımızdan zorlanmayacaksın Albay Kemal Yıkıcı sözü.” Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü, rütbelere hâkim değildim ama en büyüklerden gibi geliyordu kulağa.

“Kemal Albay’ım, ben bana verilen gücün ne olduğunu bile bilmiyorum. Buraya gelirken yolda öğrendim Demir’in her şeyi bana bıraktığını. Kardeşi Vural, Demir’e ait her şeyi ele geçirdi. Eğer bilirse kontrolün bende olduğunu onu kimse durduramaz. Vural abisinden daha kötüdür, Demir o sebeple hep uzakta tutardı kardeşini bunu biliyorum sadece.” Söylediklerimi tartıyor gibi boşluğa baktı birkaç saniye. Vural detayını bilmiyordu o an anlamıştım. Bu bilginin işe yarayacağını umut ederken elim karnımı buldu. Bir savaşa girmek üzereydik, içimde bir can büyüyordu.

“Ben Vural denilen herifi birkaç gün uzakta tutacağım, dosyayı incele, sormak istediklerini Kartal’a sor, anlattıklarımı düşün üçüncü günün sonunda kararını söylemek için yine bana getirecek seni. Kararın ne olursa olsun güvenliğini sağlayacağım, söz.”

Elini uzattı, sol elimi sağ avuç içine bıraktığımda güçlü bir tutuş ile sıktı, o an kapı çaldı. Kartal saniyesinde kapıda bitmişti sanki. Ceketimi giydim, dosyayı göğsüme sıkı sıkı bastırarak sarıldım içinde olan evraklara başını bir kez salladı ve ona arkamı dönerek kapıya yürüdüm.

“Ufaklığa isim düşünmeye başla, zaman çok çabuk geçecek.” Dudaklarıma yerleşen gülümseme ile son kez ona selam verip evden çıktığımda Kartal bir büst gibi kapının önünde, ellerini arkasında birleştirmiş karşıya bakıyordu.

“Rahat ol asker!” Sessizce mırıldandım önünden geçerken, dudaklarının bir köşesi kıvrılırken arabaya kadar bana eşlik etti, ben koltuğa yerleşince birkaç dakikalığına içeri girdi ve hızlıca çıkıp şoför koltuğuna oturmak için arabaya geldi.

“Hadi eve dönelim, o bit yavrusu biz eve ulaşmadan bahçe köpekleri ile birlikte evden ayrılmış olacak.” Kaşlarım çatılırken sormadan edemedim. “Bitin yavrusu nedir?” Güldü, cevap vermeyeceğini düşünürken bir sır veriyor gibi sesinin tonunu düşürdü. “Yavşak!” Beklemediğim anda duyduğum kelime ile kahkaha attığımda benimle birlikte gülüyordu. Kartal’ı ilk kez o an bir asker ve korumadan ziyade abi olarak hissettim. Bu düşünce içimi sıcacık yaparken gözlerimi kapattım, başımı arkaya yasladım ve eve gidene kadar hissettiğim güven duygusu ile uykuya bıraktım kendimi.

Loading...
0%