@laydactn
|
2024 İstanbul Uyku ile hiç arası yoktu genç adamın. Kendini bildi bileli birkaç saatlik şekerlemeler ile gününü geçirirdi. Uyku onun için zaman kaybıydı, uyuduğunda yorgun uyanıyordu, uyumaya çalışması uykuda geçirdiği süreden daha uzun olduğu için uyumak ona artı herhangi bir durum katmıyordu temelinde. Işığı yanmayan balkonda, karanlıkların arasında dikilirken, son bir yıldır tüketmeye döndüğü sigaranın ucunda olan kızıllığı izleyerek sessizliğin keyfini çıkarıyordu. Bir saat önce şekerlemesinden uyanmış, zihnini toplamak için kum torbası ile vakit geçirdikten sonra duşa atmıştı bedenini. Bir yıldır sivil hayattaydı ama hala alışkanlıklarından kopamamıştı. Tunga asker olanlardan değil, asker olmak için doğanlardandı. Hayatında ilk kez bir ev için kontrat yapmıştı mesela. Ev eşyası almak zorunda kalmıştı. Göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçmiş gibi hissediyordu çünkü bir yıl önce sadece mesleği değil, hayatı alınmıştı elinden. Pişman değildi, yine olsa yine yapardı. O köpeğin hakkı dört duvar arasında yaşamak değil, hayvanlara yem olmaktı. Tık. Ensesinde soğuk namlu ucunu hissettiğinde dudaklarının arasında tuttuğu sigaradan derin bir nefes alıyordu. Saniyeler içinde gerçekleşti her şey. Dizlerini kırıp eğildi, kendini sola doğru çekerken bir kolunu dirsekten kırıp ensesine doğrultulmuş silahı tutan kişinin koluna yasladı, silahı kendine çevirmesini engel olurken boşta olan eli çoktan yumruk şekli almış, silahı ateşleme fırsatı bulmadan boşluğuna sertçe geçirmiş, iki büklüm olan adamın arkasına geçerek boyun kıskacına almıştı. “Kimsin ulan sen?” Öfke ile yükselirken sesi, her an boynunu kıracak şekilde tutuyordu saldırganın boynunu. “Formdan düşmemişsin Yüzbaşım, hala tetiktesin.” Tanıdık ses tonu ile önce kollarını gevşetti sonra bir adım geri çekilerek suratında olan koca sırıtma ile ona bakan asker ile arasında mesafe koydu. “Deli misin lan sen? Ya kırsaydım boynunu ya atsaydım seni balkondan aşağıya?” Balkonda askeri bırakıp içeri girerken attı bedenini koltuğa. Formdan düşmediğini o da fark etmişti, biliyordu ama kendine de kanıtlamış olması iyi gelmişti. Üzerinde kamuflajı, asker traşı, keyifli sırıtışı ile Tunga’nın peşinden gelip karşısında olan koltuğa attı kendini asker. “Mis gibi ev yapmışız komutanım. Görevden gelince çalarız artık kapınızı, misafir edersiniz. Ben az bakmadım size karargâhta.” Bir yıldır kapısı çalınmıyorken bir gece üzerinde kamuflajı ile karşısında gördüğü askerin muhabbete gelmeyeceğini bilecek kadar tanıyordu herkesi. “Ne kadar zevzek insansın, ben yokken cezanı az tuttular herhalde senin. Bitin kanlanmış yine.” Tunga Visam, acımasız bir ceza sistemi olan bir komutandı. Haksız yere sesini bile yükseltmezdi ama sanki kasti olarak tüm hatalar o çevredeyken yapılır, cezaları için fırsat yaratılırdı. Keyfi kaçtı askerin, sırıtma sırası Tunga’ya geçtiğinde haklıydı. Karargâhta gittiğinden beri cezalar klasik asker cezaları olmuştu. Tuvalet temizlemek, izmarit toplamak, tekrar tekrar nöbet tutmak gibi basit cezalara dönülmüştü. Hoşuna gitmese bile adamın yaratıcılığını özlüyordu herkes. “Öt, neden buradasın?” Asker, kamuflajının içinde tuttuğu kahverengi sayfa boyutunda bir zarf çıkardı. Köşesine vurulmuş kırmızı mührün kullanım alanını biliyordu. Bu gizlilik seviyesinde olan görevlere daha önce çıkmıştı ama o zaman askerdi. “Kemal Albay’ım bunu bizzat size teslim etmemi istedi komutanım, sonra ne yapacağınızı siz zaten bilirmişsiniz. Bana müsaade artık komutanım, daha gidip nöbet teslim alacağım.” Parmakları arasında tuttuğu zarfı koltuğun üzerine bıraktı, oturduğu koltuktan kalkıp ona zarfı getiren askere baş selamı verirken evden çıkıp gitmesini izledi selam vermesinin ardından. Acelesi yokmuş gibi mutfağa girdi, bardak dolabında dört tane bardağı vardı bir tanesini aldı, yarıya kadar buz doldurup su ile tamamladı. Düşünmek için zaman veriyordu kendisine. Zarfı açtığında onu bekleyen şeye dair bir fikri yoktu, yeni bir görev çıkana kadar kafa tatiline çıkmış sayılmazdı. Teknik olarak TSK ile bir bağı yoktu. Salona döndü, koltuğa oturup bardağı yere bıraktıktan sonra orta sehpayı koltuğa yaklaştırıp zarfı dikkatlice açtı. Güçlü bir yapışkan ile yapışmıştı, iki kanadı birbirinden ayırırken ters çevirdi ve bir dosya, bir fotoğraf yığını, bir flash bellek ve beyaz kağıda yazılmış bir not düştü içinden. İlk önce dosyayı aldı eline. Kral Demirkan Operasyonu kalın ve büyük punto ile dosyanın ilk sayfasına yazılmıştı. Bir sayfayı çevirdiğinde ise Görev: Efsun notu ile hızlıca göz gezdirmeye başladı sayfalarda. İlk sayfa Demir Demirkan’ın ölüm ve otopsi raporuydu. Tek bir şiş darbesinin hedef kalpti, kalpte oluşan delik ile dolaşım bozukluğu ve kan kaybı sebebi ile ölümü kesindi. Cenaze eşi tarafından teslim alınarak aile kabristanına defnedilmişti. Efsun Demirkan eşi olarak ismi geçen detaydı. “Neye bulaşıyoruz biz böyle?” Kendi kendine mırıldandı. Sayfaları çevirdikçe sırayla Demir’in fotoğrafları, telefon ve mail kayıtları, gittiği bölgede bir anda farklı ülke temsilciler ile gerçekleşen toplantılar, tam o bölgeden ayrılan büyük tır seferlerinin kayıtlarına erişti. Bir şekilde Demir ile ters düşen insanların haftayı çıkarmadan şaibeli şekilde ölmeleri, ölümün ardından hisselerinin Demirkan’a geçmesi her bir ölüm ile Demir’in gücüne güç kattığını kanıtlar nitelikteydi. Her sayfa adamın ne kadar pislik olduğunu dair yüzlerce kanıtla doluydu, buna rağmen kusursuz iş insanı, yardımsever zengin, ideal bir koca profili çiziyordu dışarıya, zaten hep böyle yaparlardı. Dosyanın yarısından sonrası bir diğer Demirkan olan Vural ile ilgili bilgileri içeriyordu. Ailenin ikinci çocuğu, abisi ne yaptıysa onu yapan, onun izinden giden bir küçük kopya gibi yaşamıştı. Şimdi ise abisinden devraldığı krallığı sürdürmekte kararlı gibi bağlantılar kurmaya başlamıştı birkaç hafta içinde. Dosyayı bırakıp fotoğrafları eline aldığında Demir ve Varol’un bireysel fotoğraflarını hızlıca geçti. Suratlarını dağıtma isteği duyuyordu. Belki zamanında onlara sıkılan kurşunların kaynağı bu soysuzlardı. Bu düşünce damarlarında akan kanın öfke ile kaynamasını sağlarken buz gibi suyu tek yudumda bitirmişti. Ayrı bir şekilde destelenmiş fotoğrafların üzerinde olan paket lastiğini çıkardı ve ters çevirdiğinde gördüğü şey bir kadın fotoğrafıydı. Her fotoğrafta sağ köşede olan tarih ilerliyordu. Birer hafta arayla çekilmiş tüm pozlar bir zaman tüneli hissi vermişti Tunga’ya. Dosya, diğer fotoğraflar not ve zarfı koltuğun üstüne alıp her fotoğrafı tarih sırasına göre yan yana dizmeye başladı. İlk poz kafe tarzı bir mekanın önünde olan kaldırıma oturmuş, yorgunluğu yüzünden belli olurken su şişesinden su içerken çekilmişti. İkinci poz bir hafta sonrasına aitti ve Demir ile beraber bir arabaya binerken alınmıştı. Üçüncü poz bir yemek masasında yine Demir ve o kadına aitti. İlk poz dışında tüm fotoğraflarda beraberlerdi. Tatil bölgesi, deniz kenarı, düğün pozları gibi sıralanırken işler yirminci fotoğraftan sonra değişmeye başlıyordu. Kadının bakışları donuk, ifadesi korku ve tereddüt dolu bir hale dönüyordu hafta hafta. Ten rengi soluyor, gülümsemesi yalandan bile yüzüne yansımıyor, utanç ve mahcubiyet duyuyor gibi vücut dili sürekli alarm halindeydi. “Sana ne yaptı bu adam?” Tek olduğu fotoğrafı eline alıp mırıldanırken karşısında o kadın varmış gibi yönlendirmişti soruyu. Güzel bir kadındı, birkaç poz yakından çekilmişti, bal rengi gözleri dikkatini çeken ilk detay olmuştu. Sol yanağında bir gamze vardı, saçlarını çok sık topluyor olduğunu fark etti, bazen dalgalı bazen düz oluyordu ama bir şekilde sürekli topluyordu. Pantolonlar yerini rahatsız elbiselere bırakmıştı spor ayakkabılar ise oldukça yüksek topuklulara. Demir ile evlendikten sonra olduğu kişiden uzaklaşmış olduğunu fotoğraflardan bile görüyorken görememiş miydi kocası olacak adam? Fotoğraflara bakarken zamanın hızla akıp gittiğini fark etmedi, güneş doğmaya başlarken bakışlarını zar zor ayırmıştı fotoğraflardan. Son poz iki ay öncesine ait bir tarihteydi. Şimdi ne durumdaydı? Demir ölünce dönmüş müydü eski haline? Gelmiş miydi gözlerinin rengi kendine? “Kendine gel, sana ne oğlum el alemin kendine gelip gelmemesinden. Kafayı yedin iyice.” Zarfın içine kaldırdı fotoğrafları görüş alanından uzaklaştırmak için. Bilgisayarını masanın üzerinden alıp koltuğa tekrar oturduğunda belleği taktı ve içeriye eklenmiş olan tek dosyayı başlattı. Video Demir’e ait olan tüm servet ve yetkilerin Efsun’a bırakıldığına dair imzalı vasiyet ile başladı ardından bir kamera görüntüsü yansıdı ekrana. Vural ve sırtı dönük bir adam, bir masanın iki ucunda oturarak konuşuyordu. Sırtı dönük adamın arkasında kalan duvardan kaydedilmişti görüntü çekiş açısına göre. Ses ayarını yükselterek gözlerini ekrandan ayırmadan pür dikkat dinledi. “Daha yeni başlıyoruz. Önce varlığı silindi bu dünyadan ardından malı mülkü asıl hak sahibi olan bana geçti, ofisini aldığım gibi evini alacağım diğer adımım bu.” Bir yandan yemek yiyen ikilide yalnızca Vural konuşuyordu. Sesine yansıyan kıskançlığın boyutu takıntıyı bile aşmıştı. Vural Demirkan, abisini hastalık derecesinde takıntı yapmış tedavilik bir vakaydı resmen. “Evden sonra sırada Efsun var.” Tunga’nın kaşları çatılırken yaslandığı koltuktan huzursuzca doğruldu ve boynunu sağa sola yatırarak sesi biraz daha yükseltti. “O benim için son kale, Efsun’u aldığımda bitecek her şey. Sonra hakkım olan her şeye sahip olduğum için sonsuza kadar huzurla yaşayacak, tahtıma kurularak dünyanın kaderine karar vereceğim.” Kurşun değildi hakkı, döverek öldürülmeliydi gerekirse. Tunga’nın aklına düşen ilk düşünce bu olmuştu. Tedavi ile topluma kazandırılması bile riskti. Video kendi kendini silerek imha ettiğinde bilgisayarı kapattı, tüm sinirleri birkaç saatte ortalığı yakıp yıkacak boyuta ulaşmıştı. Silah meselesine olan sinirini atamamışken o kadın ve doğal olarak o kadına göz koymuş bir kansızın konusu ile yükselmişti. Beyaz kağıdı açtı, buna da baktıktan sonra dosyayı emir gelene kadar rafa kaldırmayı düşünüyordu yoksa gidip o herifi ibarete alem olması için canlı canlı yakma fikri her saniye daha çok yatıyordu aklına. “Kalkan yarın Yuva’ya bekleniyor, sabah içtimasına geç kalan her bir tim üyesi için Yüzbaşı Tunga Visam’ın eğitim süresi iki ile çarpılacaktır.” - Albay Kemal Yıkıcı Notta yazan cümleler zihnine ulaşır ulaşmaz göğsünün sol tarafında bir yıldır hissettiği acı ve boşluk hissi anında silindi. Eve geri çağırılıyordu. Emir gelmişti ve Yuva’ya geri dönme onayı almıştı. Telefon ekranına düşen WhatsApp grup aramasını cevaplar cevaplamaz beş adamın bir ağızdan cümleleri tüm evin içine yayıldı. “Komutanım size de geldi mi?” Çelik’in tuttuğu telefon bir aşağı bir yukarı hareket ederken Serhan’ın sesi bastırdı Çelik’in sesini. “Lan sıçırtma, sabit dur hoppidi hoppidi kusacağım şimdi ekranın sallanmasından.” Kaan Ali gözleri dolu dolu ekranda olan komutanına bakarken dokunsan ağlayacak kadar hassas duruyordu. “Ulan sığır mısınız? WhatsApp üzerinden grup araması yapmak ne? Lisede dedikodu ağı mıyız biz? Hadi aradınız diyelim bunu neden grup olarak yapıyorsunuz?” Halil bıkkın şekilde söylenmesine rağmen onun bile neşesi net şekilde anlaşılıyordu. Tunga’ya gelen not tahmin ettiği üzere herkese gelmişti. Aksi düşünülemezdi, Kalkan Yuva’ya eksik askeri ile dönmeyecekti elbette. Herkes Halil Teğmen’in uyarısı ile heyecanını baskılayıp komutanlarından gelecek olan bir cevabı bekliyordu. Tunga bir yıldır defalarca kez bir araya geldiği timine bakarken aradaki farkı daha net anlıyordu. Sivil bile olsa askerler onun askeriydi, tim onun timiydi. “İçtimaya gecikeni kafa üstü süründürürüm, saçınızı sakalınızı toplayın gelin, karargâha geldiğimde çay demlenmiş olsun.” Telefondan yükseldi bu defa ses eskisinden daha coşkulu bir tonla. “Emredersiniz komutanım!” ** Birkaç saat olmuştu eve geleli, Vural yoktu Vural’ın çalışanları yoktu. Özgürlüğü iliklerime kadar hissederken üzerinde küçük beyaz tavşanların olduğu bir pijama takımını üzerime geçirip bana verilen dosya ile birlikte yatağın ortasına oturmuş nereden başlayacağımı düşünüyordum. Dosyanın içinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum aslında birazcık korkuyordum ama biliyordum ki tüm koşulları bilmeden seçim yapacak kadar basit bir konu ile uğraşmıyordum Dosyanın kapağını açtım tek tek sayfalara bakmadan hızlı hızlı çevirip beni ne beklediğine göz gezdirdim. Bazı adamların fotoğrafları vardı, yüzleri göz hizalarına kadar yeşil bir kumaş ile örtülüydü sadece gözleri görünüyordu ve fotoğrafların yanında bilgiler vardı. Her sayfanın başında aynı başlık vardı. Kalkan Timi Yüzbaşı Tunga Visam Fotoğrafın detaylarını görmek için dosyayı kaldırıp göz hizamda tutarken ilk dikkatimi çeken detay bir çift mavi göz oldu. Mavinin o kadar uçuk ve parlak bir tonu gözlerini renklendirmişti ki ilk baktığımda gri sanmıştım onun göz rengini. İrisin dış hattında maviler daha belli olurken göz bebeğine doğru grileşerek rengi açılıyordu. Teğmen Halil Kısmet Gözlerinin kenarlarında kaz çizgileri vardı, kahverengiydi gözleri. Kısık bakan, daha çekik bir göz formu vardı. Kaşları ve kirpikleri kızıla çalan bir kahve tonundaydı. Teni daha çok güneş altında yanmış gibi bir esmerliğe sahipti, en azından göründüğü kadarıyla. Teğmen Serhan Akın Diyar Kara kaş kara göz tanımına uyuyordu yarısı olan fotoğrafta görünen sima. Sağ gözünün altında leblebi boyutunda mavi renkli bir ben vardı. İki kaşının ortasında karşılıklı iki mimik çizgisi duruyordu bir de. Asteğmen Kaan Ali Eser Sarışın bir adam olduğu belli oluyordu. Kıvırcık saçlarından birkaç tutam alnına dökülmüştü. Ela gözleri canlı bir parlaklığa sahipti. Kirpikleri yok gibi duruyorken sarışın olması kaynaklıydı muhtemelen. Astsubay Kıdemli Başçavuş Emre Kaya Şu ana dek baktığım askerlerin arasında en büyüğüydü doğum tarihine göre. Kalın siyah kaşları, kaşlarına göre açık bir kahve tonunda kirpikleri ve siyah gibi duran gözlerinde sert, ürkütücü bir bakış vardı. Astsubay Başçavuş Duman Marca Yeşil gözleri vardı kadrajda sadece yüzünü örten kamuflaj desenli boyunluğu gözlerinin altına kadar çekmiş ve benzer bir kumaşı alnına kadar da indirmişti. Yüzü diğerlerine göre daha belirsizdi. Hiçbirine dair bir detay canlandıramıyordum zihnimde aslında. Astsubay Kıdemli Çavuş Çelik Avşar Sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli bir genç adamdı. Aralarından fotoğraf anında gülümseyen sadece o olmuştu muhtemelen gözleri kısılmıştı. Diğerlerinin ciddi duruşuna zıt olarak sevimli bir ifadesi vardı gözlerine kadar yansıyan. Dosyayı özellikle bana vermelerinin sebebi için birkaç tahmin yürütebiliyordum, hepsi aynı sonuca çıkıyordu. O tim ile çalışacaktım eğer kabul edersem. Onlar bu konuda ne düşünüyordu onu da merak ediyordum ama asker oldukları için düşünmeden emri uygulamak gibi bir kuralları var diye biliyordum. Yine de beni ayak bağı, yük olarak görmelerini istemezdim. O his ile yeterince kıvranmıştım çünkü. Kağıtları topladım ve Kartal’a danışmak için odadan çıkarken üzerimi kontrol etme ihtiyacı hissettim. Ayıp olur muydu? Akşam olmak üzereydi, kısa kollu bir üst ve uzun bir pijama vardı. Üzerinde tavşan olması mı ayıp olacaktı? Rahatsız hissettiğim için değiştirdim üstümü. Gri bir eşofman altı ve beyaz bir kısa kollu giydim. Ev için daha uygundu sanki böyle. Demir’in tabuları zihnime işlemişti, atamıyordum ki. En kötüsü ise farkındaydım. “Kartal, bir şey sorabilir miyim?” Merdivenlerden inerken mutfaktan çıktığını gördüm. Büyük bir tepsi tutuyordu elinde. Dumanı tüten bir sürü tabak vardı. “Tam sana geliyordum.” Tepsiyi hafifçe kaldırıp indirdi, başı ile salonu işaret etti. Yemek masasını değil salonu! Düştüm peşine, dergi ve mumlukların olduğu orta sehpanın üstünü boşalttı ve ardından iki koltuğun arasına çekti, tepside olan iki çorba kasesi, iki sebze tabağına eklenmiş et ve iki salata kasesini dağıttı. “Yemek buldun ye dayak buldun kaç demişler, çök bakalım.” Koltuğa oturduğumda refleks olarak bacaklarımı toplamış ve bağdaş kurmuştum, omurgamdan aşağıya geçen bir ürperti ile bacaklarımı düzeltme ihtiyacı hissettim. Bunu görmüştü, görmezden gelmişti. Gözlerini dikip baksa daha çok utanırdım ve hiç olmamış gibi yapmıştı. “Bu tarifleri benim hatundan aldım, onun kadar müthiş yapamam ama hamileyken yenmesi gereken her şeyi söyledi. Üç gün aşçın olacağım sonra zaten tanışırsınız.” Şok oldum o an. Karısı mı vardı? Benim için karısını arayıp tarif mi sormuştu? Ne tanışmasından bahsediyordu ayrıca? “Tüh, söylemedim değil mi ben sana evli olduğumu? Adımdan önce onu söylerdim normalde, stresten oldu herhalde. Duysa benimki bunu var ya mezara sokar beni. Bir erkek adından önce evli olduğunu söylemeli ona göre.” Çorbanın içine daldırdığım kaşıkla hafifçe karıştırıp sıcaklığını dağıttım. “İki yıldır buradasın, eşin için zor olmuyor mu bu? Hiç izin aldığını görmedim gizli gizli gidiyorsun desem o da olmaz ki.” Ben iki kaşık alana kadar bitirmişti çorbayı, gerçekten yemek bulunca çöken biriydi. Gittikçe daha rahat hissediyordum kendimi, normal insan gibi. “Asker eşi olunca böyle oluyor. Evlenmeden önce her ihtimale anlattım ona, giderdim gelir bulmazdım ya da hiç gelemezdim. Yaptığımız iş belli, ölüm oranı belli, bu sebeple her zaman vatan sağ olsun kalanı zaten halloluyor bir şekilde.” Ölümü bu kadar kabullenmiş bir insan olması mesleği mi düşünce tarzı mı kaynaklıydı çözemiyordum hiç. “Fırsatım olsa bile gitmezdim, riske atamam ailemi. Biri takip eder, evi bulur, karşıma dikilir hesap sorar, elini uzatır aileme o zaman ben ben olmaktan çıkarım. Kızın büyümesini telefondan izlemek biraz can sıkıcı sadece ama sağ olsunlar, güvende olsunlar bana yeter.” “Kartal! Bir kızın bile mi var?” Gülerken salladı kafasını, büyük bir et parçası attı ağzına. “İki yaşında, doğumundan bir ay sonra gittim işte birkaç güne Allah izin verirse döneceğim.” Karısını arayıp hamileler için menü örneği alması daha mantıklı geliyordu şimdi. O bilmeyecek ben mi bilecektim? “Ayça adı, çok anlattım seni. Erken getirmem için bir saat dil döktü telefonda ama emir belli, düşünmek için üç günün var.” Tanımadığım, kocasının anlatması dışında beni tanımayan bir kadın iki yıldır görmediği kocasına beni erken getirmesi için dil döküyordu. Yalnızca onun gelmesi için değil, beni götürmesiydi talebi. Sebzelerden ağzıma atarken utanç ile kızardı yanaklarım, bu kadar sevgi ve ilgi görmeye alışık değildim. Vücudum garip reaksiyonlar veriyordu. “Ben ailen için risk olmayacak mıyım? Ya Vural...” Kelimeler takıldı dudaklarıma, çatalı bıraktım ve tabağı ileri doğru ittim. İştahım kaçmıştı. “Efsun! Sence sen birileri için tehlike olabilir misin? Yanlış anlama beni, kötü anlamda söylemiyorum ama şuna bak lokmalarını bile sınırlandırıp yiyorsun. Senden birine gelebilecek en büyük kötülük tükürüp kaçman olur.” Elimi yüzüme kapatıp gülmemi gizlemeye çalıştım. İyi bir şey demişti sanırım. Çorbanın yarısı, sebzelerin tamamı, etin yarısı ve salatanın tamamını bitirmiştim sonunda. Tepsiyi mutfağa götürüp bulaşıkları makineye yerleştirirken en son bu işlemi yaptığımda suratımda patlayan tokadın acısını ruhumda hissediyordum. “Hizmetçi olmak istiyorsan karım olarak girmemeliydin bu eve, işe alırdım ben seni.” Demir ve nefret kokan sesi kulaklarımda çınlarken inadına makineye koyduğum bulaşıkları çıkarıp elimde yıkamaya başladım. Bulaşık yıkamak beni hizmetçi yapmazdı! O hasta ruhlu bir manyaktı. Salona geçtikten sonra dosyayı sehpada bulmuştum, Kartal diğer koltukta oturuyor ve daha önce duymadığım bir şarkı mırıldanıyordu. Düştük kara sevdaya Birkaç saniye duyabilmiştim sadece beni görünce sustu. Koltuğa oturdum, geriye yaslandıktan sonra parmaklarımı birbirine geçirip elimi karnımın üzerine yasladım. “Sorularım var, öncelikle Kalkan Tim'i nedir? Fotoğraflarda sadece yüzlerinin yarısı ve künyelerinde olan bilgiler var? Neden özellikle o tim? Kabul edersem beni ne bekliyor? Bu oyunda rolüm ne? O timin rolü ne?” Tek nefeste arka arkaya sıraladığım soruların ardından öne doğru geldi, dirseklerini dizlerine yasladı. “Nefes al nefes.” Birkaç saniye boşluğa baktı sonra araladı dudaklarını. “Kalkan Tim'i özel kurulmuş bir ekiptir. Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı, genelde sınırın diğer tarafında olan operasyonlarda rol alan, özel askerlerden oluşan bir tim o sebeple bu işte bizimle olacaklar.” Söylediği her şeyi içimden tekrar ettim, bir bilgiyi bile unutursam canıma mâl olacak gibi hissediyordum. “Reddetme seçeneğin var, yüzlerini ifşa etmeleri yasak. Gizlilik ihlali vs. prosedür işte. Bir askere dair herkese açık bilgiler künyesinde olan bilgilerdir sadece, kalanları onlarla çalışırken birebir öğrenirsin zaten. Hem operasyonun hem senin hem ufaklığın güvenliği için en iyileri ile getirtildi, her Türk askeri savaşa hazırdır ama bize savaşa değil, gerektiğinde ölüme hazır olanlar gerek.” Yine o tanıdık his çöreklendi omuzlarıma, zarar mı göreceklerdi benim yüzümden? Ölüme hazır nasıl olurdu bir insan? Kendi canından bu derece geçmesi sağlıklı bir karar verme yetisi miydi? “Operasyon hakkında çok bilgi iletemem Efsun, biliyorsun güvenlik durumunu. Bir yıldır yanında olan Jilet olarak, on yıldır Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olarak söz veriyorum sana, güvende olacaksın. Yapabileceğinden fazlası istenmeyecek. Operasyon son bulduğunda ise istersen yeni bir kimlik ile yeni bir ülkede her sorundan uzak bebeğini büyütebileceksin.” Kararımı vermiştim, Albay Kemal ile yaptığım konuşma biter bitmez vermiştim aslında ama o an cesaret edip dile getirememiştim bunu. “Kemal Albay’a haber iletebilir misin? Kabul ediyorum, bu operasyon için elimden gelen her şeyi yapacağım. Size güveniyorum, bana ve bebeğime bir şey olmasına izin vermeyeceğinizi biliyorum.” Dosyayı ona doğru uzatırken sesim uzun zamandır ilk kez bu kadar kendinden emin çıktı. Kartal’ın yüzünde kısa süreli bir şok duygusu geçse bile anında sırıtmaya döndü. “Sen var ya o Demirkan boktan kardeşlere biri öteki tarafta bile olsa kolay lokma olmadığını, sen izin verdiğin için bugüne kadar onların güçlü olduğunu bir bir kanıtlayacaksın, benim de adım Kartal ise o bit yavrusu Vural dizlerinin üzerine çöküp yalvaracak sana.” Dileğim buydu, o silah işinde parmağı olan herkesi dizlerinin üzerinde görmek istiyordum. İnsanları düşürdükleri hallere düşmelerini ve bu işi yapanların arasında varlığımın olmasını istiyordum. Bebeğime güzel bir yaşam sunmak için o adamların silinmesini istiyordum. |
0% |