@laydactn
|
Yaşanmışları arkada bırakmak mı daha zordu, yaşayamadıklarınızın yaşayamayacaklarınız olarak kalması mı? Hiçbir zaman cevabımın olmayacağı yüzlerce sorudan en can acıtacak olandı. Birazdan, mutlu bir evlilik yapacağımı düşünerek geldiğim, üç yılımı geçirdiğim, ilk iki ay dışında her günümün bir önceki günden daha kötü geçtiği evi arkamda bırakarak ayrılacaktım. Evi Vural’a bırakıyordum çünkü burası ne bana aile ne yuva olabilmişti, iki valize sığdırmıştım her şeyi şimdi ise veda vakti gelmişti. İlk adım izimi kaybettirmekti, Vural bana ulaşamayacaktı o zaman haber duyulacaktı işte. Demirkan Krallığı, Demir Demirkan’a ait tüm servet onun vasiyeti ile bana kalmıştı. Vural’ın vasiyetten haberi yoktu, olsa şimdiye ölmüş olurdum. Bana erişemediği zaman ortalığı ateşe verecekti, orada da Kalkan devreye giriyordu. Ateş ne bana ne bir masuma sıçramayacaktı. “Hazırsan çıkalım mı? İlk önce karargâha geçeceğiz, güvenli bir ev ayarlanana kadar orada kalacaksın. Gelişin için özel bir alan hazırlandı, merak etme.” Bir tabur askerin arasında olacaktım, oradan daha güvenli bir ortam bulunmazdı sanırım. “Askeri helikopterin inebileceği bir alandan helikopter ile alınacağız, otuz-kırk dakikalık bir uçuş bizi Ankara’ya ulaştıracak.” Her an vazgeçeceğim gibi sürekli açıklamalarda bulunuyordu Kartal. Aklımda soru işareti yoktu sadece merak ediyordum. “Kartal, biraz gerginim yabancı bir ortama gireceğim için ve daha çok geriliyorum.” Durdu, valizleri arabaya yerleştirmek için evden çıkaracakken döndü. “Haklısın, düşünemedim özür dilerim. İşte rahat olsun için diye her şeyin bilgisini vermek istedim.” Birkaç adımda yanına ulaştım, kızmayacağını umut ederek eline uzandım. “Benim için çok şey yaptığını biliyorum, bebek bakıcısı gibi hissediyorsundur iki gündür. Ben özür dilerim asıl, düşüncesizlik ettim. İyi ki yanımdasın.” Boşta olan elini kaldırdı, saçlarımı karıştırdı ve arabanın ön koltuğunun kapısını açarak binmem için alan açtı. Herhangi bir valiz hazırlamamıştı o, arabanın bagajına 2 tane valiz, 1 tane sırt çantası konmuştu ve Demirkan’lar ile tüm bağım kopuyordu. Son kez dönüp bakmadım, iyi olarak hatırladığım anılar o kadar az sayıdaydı ki silinip gitmelerini kötü anılar sağlamıştı. Arabanın koltuğuna oturdum, kemerimi taktım ve camı açarak şehrin havasını son kez içime çektim. Ankara’ya gidiyorduk... Kartal sürücü koltuğuna yerleşti, motoru çalıştırdı ve beklemeden bahçeden çıkış yaptı. Daha önce uçağa binmiştim ama helikoptere hayır, askeri helikoptere hayır kere hayır. Başkaları olacak mıydı? Kim olduğumu biliyor muydu herkes? Sağ avuç içimi karnıma yerleştirdim, sanki bebeğe dokunabiliyormuş gibi okşadım parmak uçlarımla. İsim düşünmemiştim, cinsiyet tahminim yoktu, babasız bir şekilde nasıl büyütecektim, ona yetebilecek miydim bilmiyordum, Demirkan ailesine ait bir şey kalmadığında bundan etkilenecek miydi onu da bilmiyordum. “Karargâhta doktor var, muayene olmak istersen ayarlarız. Hem Ayça gelebiliyor gündüzleri destek olur sana. Ufaklık için endişelenme.” Onu düşünen sadece ben değildim, bu his bile bir şeylerle savaşmak için güç veriyordu. Bir piste giriş yaptık, pervane o kadar hızlı dönüyordu ki etrafta toz toprak kalmamış hepsi havalanmıştı. Asker yeşili renginde, kamuflaj deseninde, yakını geçtim uzaktan bile ürkütücü duran bir aletti. “Sen bekle, valizlerini yerleştireyim gelip seni alacağım. O sıra şunu saçlarına tak, rahatsız etmesin.” Torpido gözünden siyah bir şal çıkardı kucağıma bıraktıktan sonra indi arabadan. Valizleri aldı, tutuyor olmasına rağmen pervane gücüyle uçuyordu valizler. Helikopterden sarkan bir askere çantaları verdi, ellerini havada birkaç kere çevirerek bir şey söyledi sonra hızla olduğum tarafa doğru geldi. Şalı saçlarıma doladım, bir ucunu diğer omzuma atarak geriye doğru kaydırdım yüzüm açıldı. Bir şekilde bana verdiği kıyafetlerin uçuş için konforlu olacağını o zaman anlamıştım. Siyah kargo pantolon, beyaz bir kısa kollu ve ince bir ceket vardı üzerimde. Elbise tarzı bir şey giymiş olsam şu an rezilliğin dibini yaşamıştım... Arabadan indim, şal hava akımına kapılıp gidecek gibi savrulurken ellerimle tutmaya çalıştım, bir kolunu omzuma attı, kendi bedenini helikoptere yakın tarafta tutup bana siper olurken hızlıca koştuk. Az önce çantaları alan asker elini uzattığında düşünmeden tuttum ve beni yukarı çekmesine izin verdim. Ardımdan Kartal bindiğinde kapı kapatıldı ve rüzgar kesildi. Asker beni koltuk benzeri bir yere oturttu, kollarımdan geçirdiği kemeri karnımın üzerinde birleştirerek sıkıca bağladı sabitlendim oturduğum yere. Kartal aynı işlemi kendisi için yaptı ardından bir kulaklık uzattı. Şalı çıkarmadan kulaklığı kulağıma taktığımda helikopterin sesi kesildi. Bir anons duydum o sıra. “Yuva, paketi teslim aldık dönüyoruz.” Kartal sırıttı, paket elbette bendim. Sağ elini kaldırdı, kaşının hizasında tutarak asker selamı verdi ve göz kırptı. Helikopter havalandı, sürekli yükseldi yükseldi ve aşağısı artık çok silikti... ** "Allahım rüya görüyorsam ne olur uyandırma, bitkisel hayata sok beni geberene kadar kalayım.” Çelik dizlerinin üzerine çökmüş, ellerini dua eder gibi açmış, yüksek sesle dua yalvarış arası bir şey yaparken sonunda gelebildiği karargaha özlem ile bakıyordu. Birkaç adım sonra komutanlık sınırlarında olacaktı. “Kalk ulan kalk, topladın sokağın tüm tozunu kirini leş herifsin.” Duman gömleğinin yakalarından yakalayıp poşet kaldırır gibi kaldırdı Çelik’i yerden. Toza, çamura, pisliğe tahammülü olmayan bir insandı. Çelik dizlerinde olan tozu silkelemeden sarıldı Duman’a. “Beni çamaşır suyuna yatır abi, cifle ovala, tuz ruhuyla gargara yaptır. Biz buraya döndük ya cebimde sarı bezle dolaştır sesimi çıkarırsam namerdim.” Duman kendi pantolonuna bulaşan tozları o an düşünemedi. Kardeşine sarılırken zihninin bir köşesine atmıştı verdiği sözleri. “Ooo beyler! Bizsiz başlamışsınız.” Kaan Ali sarılan ikilinin üzerine atladığında Halil’in tövbe tövbe nidaları eşliğinde dahil oldu kalabalığa. “Tunga komutan adamım nerede?” Serhan Akın’ın omzuna kolunu attı Halil ve teker teker herkes sarılarak selamlaştı. Emre ve Tunga beraber göründü. Konuşmuyor, sadece yürüyordu ikili. Çelik iki elinin işaret ve orta parmaklarını dilinin altına bastırıp kulak çınlatacak bir yükseklikte çaldığı ıslığı Halil’in ensesine indirdiği şamar ile kesti. “Ne kudurdun lan sen? Dur, topladın herkesi başımıza.” Çelik ensesine inen şaplağın hızına alışıktı, artık sinek ısırığı gibi geliyordu. Halil time dahil olduğunda altı adam büyük bir özlemle bakıyordu karşılarında dağ gibi duran komutanlarına. Bir yıl ondan bir şey götürmüş gibi durmuyordu, içinde olan hiçbir şeyi yansıtmazdı dışarıya Tunga. “Komutanım, hoş geldiniz.” Bir dudağının kenarı kıvrıldı Tunga’nın. Daha önce bu kadar hoş bulduğu bir anı hatırlamıyordu. Bir anda herkes teker teker Tunga’ya sarılmaya başladı. Temas aralarında hep olurdu, şakalaşmak için bile dövüşürlerdi ama Tunga az temas ile gerektiği koşulda da kendi bedenine dokunulmasına izin vermeden çözerdi her durumu şimdi ise beş askerine bir abi sevecenliği ile sarılıyordu. “İçeriye girmek gibi bir planınız yok herhalde Kalkan, sevdiniz kapının önünü.” Kemal Albay kapının diğer tarafında, ellerini arkasında birleştirmiş gözlerine yansıyan mutluluk ile timi izlerken kapı askerler tarafından açıldı. Diğerleri yol vererek ilk girişi Tunga’ya bıraktı. Lacivert bir kargo pantolon, siyah bir kısa kollu ve postallar ile dimdik duruyordu Tunga. Ellerini cebinden çıkardı, parmaklarını birkaç kere açtı kapattı, ilk adımı attığında kapı sınırını aştı artık karargahtaydı. Hızla mesafeyi kapattılar. Tunga önde diğer beş asker arkada Kemal Albay’ın karşısında hazır ol komutuna geçip selama durduğunda yükseltti Tunga sesini. “Kalkan Tim'i, emredin komutanım.” Kemal Albay sarılmak, her evladını yüreğine bastırmak istiyordu ama yapmadı. Kolunda olan saate bakmak elini kolunu kaldırdı. “Askeriyenin içinde sivil kıyafetle dolaşılmaz asker! Sizlere eğitim mi verelim bu yaştan sonra? 20 dakikaya içtimaya çıkıyoruz.” Odaları kapatılmamış, başkalarına verilmemiş, kamuflajları temizlenmiş ve asılmıştı dolaplarına. Doğan operasyon merkezinin hazırlanması için aldığı emir sonrası her şeye el atmıştı. Çelik, Duman, Emre yatakhaneye geçti hızlıca, dolaplarında kamuflajlarının onları beklediğini biliyordu. Kaan Ali, Serhan Akın ve Halil üçüne tahsis edilmiş olan odaya geçti. Yan yana dizilmiş, aralarına dolap konmuş üç yatak onları bekliyordu bıraktıkları gibi. Tunga tek başına kaldığı odaya girdiğinde ise dolabın kapağın asılmış kamuflajının omuzlarında olan rütbelerinin yerli yerinde olduğunu gördü. Şimdi gerçekten evindeydi işte! On dakikaya tıraş olunmuş, üniformalarını giymiş, postalları bağlanmış şekilde bahçede, ezbere bildikleri sıra düzenine girmiş, gelecek olan komutanları bekleniyordu. Helikopter sesi duyuldu, Tunga’nın dikkati binanın arkasında kalan pisti görebilecek gibi o yöne döndüğünde operasyon helikopteri değildi gelen, sesinden anlıyordu. Helikopterin pervane sesi kesildi. Binanın arkasından gelen iki kişi göründü. Uzun boylu, yapılı bir adamın yanında ufak tefek bir kadın ve iki valiz vardı. Gözlerini kısarak incelemeyi sürdürdü. Kadının saçlarında olan şal kaymış, yüzünün bir kısmını gizliyordu ona rağmen tanıdık bir hisle çatıldı kaşları. Adam kadına döndü, bir şeyler dedi. Tekerlekleri ile çekerek getirdiği valizi kadının yanına bıraktı ve sırt çantasını valizin üzerine koydu. Döndü ve koşarak kendilerine doğru geldi. “Üsteğmen Kartal Korlev. Hoş geldiniz demek istedim komutanım.” Tunga ismen tanıyordu Kartal’ı. İki yıldır Demirkan görevinde olan üsteğmendi. Öncesinde ise görev dönemleri hep paralel olduğundan denk gelememişlerdi. “Sağ ol üsteğmenim, sen de hoş geldin.” Adama yönelik konuşuyordu ama gözleri ilerde duran, etrafa meraklı bakışlar atan kadındaydı. Rüzgâr yön değiştirdi sanki, kadının saçlarında olan şalı bir güçle kendilerinin olduğu yere doğru savurdu. Kadın bir an ne yapacağını şaşırmış gibi uzanmaya çalışmış ama parmaklarının ucundan kayıp giden kumaşı tutamamıştı. Tunga çıktı düzenden, birkaç büyük adımda kendisine daha yakın olan şalı yerden aldı. Elinin tersi ile birkaç noktaya bulaşmış tozu silkeledi ve kalan mesafeyi kapatarak kadının karşısına dikildi. Sol elinin içinde topladığı şal duruyordu, tenine değmiş noktalarının sıcaklığını hissediyordu sanki. Gördüğü bal rengi gözler ile nefesi kesildi. Yüzlerce fotoğrafta gördüğü, dönem dönem üç yılına şahit olduğu kadını bir anda karşısında görmeyi beklemiyordu. “Çok teşekkür ederim, bir an uçtu ben yakalayamadım.” Narin, kadife gibi bir pürüzsüzlük vardı kadının sesinde. Elini uzatmış, şalı almak için hamle yapacakken bakışları eline kaydı. İnce, uzun, zarif parmaklar çok kısa olmayan ama ojesiz tırnakların yanında eklem noktalarında olan kırmızılığa çalan hafif morluklar çekti dikkatini. Şalı kadının almasına izin verirken parmak uçları birbirine değmişti ve Tunga bir anda derin bir suyun içinde gibi hissetmişti bedenini. “Dikkatli ol.” Sesi ister istemez sert bir tonda çıkmıştı, morluklara kaymıştı aklı çünkü. Kadını ürküttüğünü fark ettiğinde şalı kadının elinden aldı, saçlarına nazikçe yerleştirdi, bir ucunu saçlarının dibinden geçirip omzundan aşağıya dökülmesini sağladı, diğer ucunu ise göğüs hizasından geçirerek diğer omzuna attı. Saçlarını, boynunu koruyan, gerekirse yüzünü kapatabileceği bir forma ulaştırdı şalı. “Böyle daha iyi, kaçmaz artık.” Gülümsemeye çalıştı, başarılı oldu denemezdi ama en azından sesi dövecek gibi çıkmıyordu. Kadın, adamın birkaç saniyede yaptığı şalın varlığına karşı çıkmazken gülümsemesi büyüdü. “Teşekkür ederim hem bunun için hem uçmasına izin vermediğiniz için.” Sol gamzesinde gördüğü derin gamzeye kitlemişti Tunga bakışlarını, kadının sesi boğuk boğuk geliyordu. Döndü arkasını ve geldiği yere döndü. Göğsünde hissettiği baskı nefes nefese bırakmıştı onu. “Kolay gelsin komutanım, hayırlı işler.” Kartal sırıtarak yanından geçti ve Efsun’un yanına döndü. Valizleri alarak onu karargâhın girişine doğru yönlendirirken bu operasyonda çok eğleneceklerini hissediyordu ve şeytani bir yanı vardı, yanılmazdı hislerinde. ** Otuz beş dakika boyunca herhangi bir konuşma olmadı aramızda. Helikopterin sesini bastırdığı için kulaklıklar kısmen sessizdi her şey. Ara ara pilot ile Kartal’ın başka bir dil gibi gelen konuşmaları ulaşıyordu kulaklarıma sadece. “İnişe geçiyoruz, hazırlan.” Ben yeni bir yere geliyordum o ise geri dönüyordu. Kıyasıya yarışır bir heyecanımız vardı. “Sen hazırlan, benden daha heyecanlısın.” Güldü. Sonunda iniş yaptığımızda kısa bir an midem bulandı, yolculuğun etkisiydi sanırım. Kartal’ın desteği ile hızlıca inebildim. Temiz havayı içime çekerken bulantımın durumu daha iyiydi. Midem bulanıyor diye birilerine nazlanacak değildim, an itibari ile askerlerin alanındaydım. Pistten uzaklaşırken önümüzde kale gibi duran bir bina vardı ve arkasında kalıyorduk. Öne tarafa doğru ilerlerken birkaç asker vardı bahçede. Put gibi dikiliyor, direkt karşıya bakıyor ve herhangi bir harekette bulunmuyorlardı. Yanlış bir zamanda geldiğimizi hissetmiştim. “Kalkan dönmüş, sen burada bekle. Selam verip hemen geliyorum sonra Albay’a götüreceğim seni.” Başımı salladım, valizleri yanıma çektikten sonra döndü ve o askerlere doğru koştu. Uzaktan bakıyor olmama rağmen boylarının uzunluğu şok etmişti. Kaçtı hepsi 5 metre mi? Güldüm bu fikirle, çok komik olurdu. Kartal birine selam verdi, konuşmaya başladılar ama bana dönen bir çift gözü fark ettim o an. Valiz bir an tekerlekleri ile uzaklaşacak sandım, onu tutmak için elimi uzattığımda esen sert bir rüzgâr saçlarımın üzerinde olan şalı savurup attı. Valizi bırakmayı son anda akıl edebilsem bile parmaklarımın ucu değdi kumaşa sadece, yetişemedim. O askerlere yakın bir yere uçmuştu, Kartal burada bekle dediği için gidip alamazdım. O asker Kartal’ın yanından geçti, yere düşmüş olan şalı aldı elinin tersi ile üzerini silkeledi. Kalan mesafeyi üç beş adımda kapattı bacaklarının uzunluğu sayesinde. Sol elinde tuttuğu şalı bana uzatmamıştı o an, utandım. Ayağıma getirmişim gibi düşünmezdi umarım. “Çok teşekkür ederim, bir an uçtu ben yakalayamadım.” Elimi uzattım şalı almak için, yüzümde dolaşan gözleri elime döndü nedenini anlamadığım bir şekilde kaşları çatıldı, ifadesi sertleşti. Parmak uçlarımız bir an birbirine değdiğinde benim ellerimin aksine sıcaktı teni, ürperdim o sıcaklık ile. “Dikkatli ol.” Olduğum yerde huzursuzca yutkunacak kadar tedirgin etmişti ses tonu. Şalı getirmek zorunda kaldığı için mi kızmıştı? Savunma yapmak için dudaklarımı araladığımda şalı elimden nazikçe çekti. Toplanmış katları açtı, boyu benden uzun olduğu için kolayca saçlarımın üzerine bıraktı. Uzun olan bir ucunu boynumun arkasından geçirdi çok kısa bir an baş parmağı boynuma değdi, omzumdan aşağıya bıraktı diğer ucunu nazikçe kavrayıp katlanmış olan kısmı tekrar açarak diğer omzuma atacak kadar uzattı. Şal daha sağlam duruyordu saçlarımda, boynuma esen rüzgâr vurmuyordu şal göğüs bölgemi bile gizlemişti. “Böyle daha iyi, kaçamaz artık.” Dudaklarının bir köşesinde hafif bir kıvrılma oldu ilk kez o an yüzüne dikkatlice baktım. Sakalları yeni kesilmişti muhtemelen. Keskin bir çene hattı, yüzüne orantılı bir burnu, vişne çürüğü renginde dolgun dudakları, esmer bir teni vardı. Göz göze geldiğimde kafama balyoz yemiş gibi bir irkilme ile sarsıldım. Gri gibiydi gözleri... Yüzbaşı Tunga Visam, gerçekten mavinin griye dönmüş bir tonuna sahip gözleri ile karşımdaydı. Toparlanmak için birkaç kere yutkunmak zorunda kaldım. O beni tanıyor muydu? Muhtemelen hayır ama ben tanımıştım. Fotoğrafta öyle göründüğünü düşündüğüm gözleri gerçekti ve buradaydı. “Teşekkür ederim hem bunun için hem uçmasına izin vermediğiniz için.” Şaşkınlığımı fark etmemiş olmasını diliyordum. Başında olan bordo beresinin gölgesi düşüyordu yüzüne. O an fark ettim bahçede olan altı adamın hepsinin beresi bordoydu! Kartal yanıma geldiğinde birkaç gündür gördüğümden daha büyük bir gülümseme vardı dudaklarında. Keyifle ıslık çalarken bir şey demişti o komutana, onu söyledikten sonra başlamıştı ıslık çalmaya. “Hadi gidelim, Kemal Albay bizi bekliyor.” Askerlerin önünden geçecektik, tam görüş hizalarına girecek ve yaklaşık on beş tane merdiven çıkacaktım. Düşmekten korkuyordum, arada takılırdım çünkü ama şu an yeri değildi! Kartal bir anda diğer tarafıma geçti, Yüzbaşı Tunga ile aramda olan varlığını yok etti bu sayede. Valizleri aramıza sığdırdı, yana doğru birkaç adım atmak zorunda kaldım. Adamdan birkaç adım uzaktayken atmam gereken üç beş adım vardı. Tam önünden geçerken karşıya bakan gümüş gözleri bana döndü, dilim damağım kurudu bir an. Neden öyle bakıyordu ki? İçimi görüyor gibi. “Komutan Gümüş...” Zihnimden tekrar ettiğimi düşündüğüm kelime dudaklarımdan dökülürken göz bebekleri kısa bir an büyüdü, dudakları yeniden kıvrıldı, bir baş selamı verdi ve oynattı dudaklarını. “Bal göz.” Duymuştu! Içimden değil dışımdan söylemiştim ve koca adam duymuştu! Utançla önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım ve merdivenleri koşar gibi çıkmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum, o gözlerin görüş alanından çıksam yeterdi. “Yüzbaşım ile ne güzel anlaşıyorsunuz öyle dakika bir gol bir.” Kartal’ın buram buram alay kokan sesi telaşla ona dönmemi sağladı. “Kartal hayır, şalım uçtu onu bana şey yaptı sadece. Öyle bir anlaşma yok, fotoğrafını görmüştüm ya oradan tanıdım sadece. Gol yok, gol ne hem?” Kahkaha atmaya başladı Kartal, neyi savunuyordum ortada bir şey yokken? “Sus! Senin yüzünden ayarım bozuldu, helikopter yaptı hep. Kafam şey oldu gitti geldi. Arabayla gelmeliydik.” Yanımızdan sürekli askeri üniforma ile birileri geçip gidiyordu. Bazıları Kartal’a selam veriyor bazılarına Kartal selam veriyordu. Dakikalarca güldü, selam verdi güldü selam aldı güldü ama hep güldü. Sinirlerim bozulmamıştı artık, sinir kalmamıştı ortada. “Tamam tamam asma yüzünü, eve döndüm ya onun mutluluğu var üstümde şu an. Takılma sen bana.” Bir odanın önünde durdurdu beni. Duvarda Misafir yazıyordu. Koyu kahve ahşap bir kapısı vardı. Bir komutan odası gibi durmuyordu. “Burası senin odan, içerde bir yatak bir dolap bir masa ve banyo var. Ufak bir yer, öyle çok büyük bir oda değil. İçinde banyo olan tek oda buydu o sebeple burada daha rahat edeceğini düşündüler daha büyük bir yer istersen ortak banyoyu kullanman gerekebilir. İhtiyacın falan olan bir şey olursa temin ederiz. Temizdir oda, yatak ve çarşaf yeni değiştirildi rahat olabilirsin.” Kapıyı açtı, içeriye girmedi valizleri itti kendisi kapının eşiğinde duruyordu. “Daha büyük bir odaya gerek yok, bu yeterli.” İçeriye girdim, Tek kişilik bir ranza vardı odanın ortasında, tam kapıya bakıyordu ve yatağın sağında tek camlı bir pencere vardı. İki kapılı bir dolap, bir sandalye ve bir masa ile sade ve temiz bir odaydı. Dolabın yanında olan kapı muhtemelen banyoya açılıyordu, o tarafa ilerledim. Bir klozet, lavabo, duşakabin ve lavabonun üzerinde bir dolap vardı. Kendimi 1+1 eve çıkmış gibi hissediyordum, özel alanımı düşünmeleri bile yeterli bir detaydı benim için. “Kartal, çok teşekkür ederim. Her şey o kadar yeterli ki benim için fazla bir şey isteyemem asla.” Gülümsedi, omzunu yasladı kapının pervazına. “Sen bizim için neler yapmayı kabul ettin, bir oda bir banyo açmışız sana eş mi görüyorsun bunları gerçekten? Hadi dinlen sen, kıyafetlerini dolaba yerleştirebilirsin. Dolabın içinde bir çekmece var onu da kullanabilirsin. Üniformamı giyip yetişmem gereken bir içtima var, ardından seni almak için birini yollarım Kalkan ve Kemal Albay ile resmi olarak tanışırsın.” Gitti, kapıyı arkasından nazikçe çekti. Bir başıma kaldığımda düşüncelere boğulmaktan korktuğum için hızlıca valizleri açmaya koyuldum. Ne kadar kalacağımı bilmediğim için her mevsime uydurabileceğim ana parçaları almıştım sadece. Askılar doldu, çekmeceler doldu, raflara katladıklarımı koydum. Boşalan valizleri üst üste dolap ve duvar arasına sıkıştırdım. Takip edilmemek için telefon, saat, bilgisayar gibi bir şey almamıştım yanıma. Anneme bile tek kullanımlık bir hattan haber yollamıştım. Duşa girdim, her an biri gelebilirdi ve bekletmemek için acele ediyordum. Banyoda kapının arkasına iki tane vücut iki tane saç havlusu konmuştu. Temiz olduğuna bir şüphem yoktu. Duş faslını hızlıca tamamlayıp saçlarımı salaş bir şekilde ördüm ıslaklığını havlu ile aldıktan sonra. Yakında karnım şişmeye başlayacaktı, o zamana kadar operasyonun tamamlanmasını diliyordum. Yüksel bel siyah bir kumaş pantolon geçirdim bacaklarımdan. Siyah beyaz çizgili, sıfır kollu bir bluz giyerek pantolonun içine soktum uçlarını. Beyaz spor ayakkabıları ayağıma geçirdikten sonra hazırdım. Örgümü sol omzuma atmıştım, ıslaklığı bluza geçiyordu ama hava sıcaktı zaten. Sandalyeyi çekip oturdum, elim karnımı bulurken odada yalnız olmama rağmen yalnız hissetmiyordum. “Beraberiz değil mi ufaklık? Bir hainin değil, benim çocuğum olarak anılacaksın. İyi bir anne olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım, söz veriyorum.” Neredeyse dokuz haftalıktı artık, iki ayı biraz geçmiştik. Hala çok küçüktü ama oradaydı benim için, biliyordum. Tık tık tık. Kapıya üç kez belli belirsiz bir ritimle vuruldu, sandalyeden kalktım masanın altına iterek kapıyı açtım. Benden biraz uzun, üzerinde üniforma olan bir kadın asker ile karşılaştım. “Efsun Hanım, Cansu ben Kartal Üsteğmenim size eşlik etmem için yolladı beni, sizi bekliyorlarmış.” Güzel bir kadındı, saçları ensesinde bir topuz ile derli toplu duruyordu. “Kapıyı tıkladıktan sonra içeriye girebilirsin, benim dönmem gerekiyor. Memnun oldum Efsun.” Beni arkasında bırakırken uzaklaştı. Kendinden emin, dimdik bir duruşla koridoru tek başına geri döndü. Yapabilirsin kızım, içerde herkes seni zaten bekliyor. Kendi kendimi gaza getirmeye çalışırken az önce benim kapıma vurulduğu gibi üç kere nazikçe vurdum kapıya ve biraz bekledikten sonra tek kanadı içeriye doğru itip girdim. Karşılıklı her iki duvarda üç üç olacak şekilde altı bilgisayar ve her bilgisayarın başında bir asker vardı. Kapının tam karşısında duvara asılmış projeksiyon perdesi duruyordu. Dışarıya göre bir tık daha serindi odanın havası, fark edilecek bir serinlikti. Odanın tam ortasına konmuş dikdörtgen masanın bir ucunda Kemal Albay tam karşısında ise o komutan oturuyordu. Ben içeri girince ilk önce Kemal Albay ayağa kalktı karşılamak için, diğer askerlerde Kemal Albay kalktığı için ayağa kalktı. O kulübede gördüğüm adama hem benziyor hem yabancıydı. Tam olarak albay duruyordu karşımda şimdi. Birkaç adım attım, masaya yaklaştım tüm gözler bana dönmüştü. İki kişi dışında herkes suratında olan şok ifadesi ile bakıyordu bana. “Merhaba.” Ellerimi önümde birleştirmiş, topluluğun önünde olmanın yarattığı stres ile mırıldanırken Kemal Albay yanıma geldi. Yüzümüz askerlere dönmüştü şimdi. “Görev Efsun’un kilit noktası olan kişiyi tanıştırayım sizlere. Efsun, operasyon sonlanana kadar bizimle olacak.” Efsun Demirkan değil, Efsun Mehru değil sadece Efsun.. olmak istediğim gibi. O komutan sağ tarafında olan sandalyeyi çekti bir sağ tarafı boştu zaten. Kemal Albay oturmam için eliyle işaret ettiğinde oraya doğru adımlarımı yönlendirdim. Bir toplantı odasıydı anladığım kadarıyla. Sandalyeye oturdum, ellerimi masanın üzerinde birleştirip öne doğru eğildim. Odanın boy ortalaması 2 metrenin üstüydü aralarında oyuncak bebek gibi kalmıştım. Kim olduğumu daha tam anlamamış beş adam sorgular gibi sürekli bana çeviriyordu bakışlarını. Oturduğum yerde küçülme ihtiyacı hissettim o bakışların karşısında. Burası askeriyeydi, askerler için toplantı odasıydı sivil olarak buradaydım. Yerim burası değildi elbette ama şartlar buraya getirmişti beni. “Gözünüze sahip çıkın, uyarmayacağım bir daha!” Komutan Gümüş’ün kısık ama sert ses tonu diğer askerleri kendine getirirken minnet dolu bakışlarla ona baktım göz ucuyla. Direkt Kemal Albay’a bakıyordu gözleri ne benim ne de diğerlerinin üzerinde değildi. Rahat bir nefes alırken Albay projeksiyon cihazının çalıştırılması için bilgisayar başında olan askerlerden birine işaret verdi. Önce beyaz bir sayfa ardından ise Demir’in her şeyi bana bıraktığını yazdığı vasiyetnamesi göründü ekranda. Teknik olarak o vasiyetname ile yeni silah kaçakçılık ağının sahibi bendim. Herkesin bakışları ilk önce ekrana ardından bana döndüğünde bu defa o komutanın gümüşleri de sorgular gibi bakıyordu. Anlamaya çalıştıkları şey bir vatan haini mi yoksa Albay’ın dediği kilit noktası olduğum muydu? |
0% |