Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş - İlk Kurşun

@laydactn

Adım Efsun.

Hayatımın ilk yirmi yılını Efsun Mehru olarak geçiren Efsun.

Son üç yılında Efsun Demirkan olan Efsun.

Bir aydır ise sadece Efsun...

Yine mezarlıktaydım, neden buradaydım onu bile bilmiyordum. Tek bir mezar için geliyordum bir aydır her gün buraya, kapısından içeriye giremiyordum sadece.

Rahatlamış mıydım? Evet. Korkuyor muydum? Evet. Özgür müydüm? Evet.

Demir Demirkan ölmüştü. İlk aşkım, en büyük pişmanlığım, canavarların gerçek olduğunu kanıtlayan kişi ölmüştü, kocam ölmüştü bana ise ne yapacağımı bile bilmediğim bir güç ve bin bir türlü bela bırakmıştı.

"Efsun, yağmur yağacak, gidelim mi?" Jilet her zaman olduğu gibi bir adım arkamda, elleri önünde birleştirilmiş, daima üç numara olan saçları, ifadesiz yüzü ile duruyordu. Mimik, duygu, düşünce belli olmazdı yüzünden.

"Gerçekten öldü mü?" Her gün bir kez sorduğum soru yine cevapsız kalırken öldüğünü biliyordum. Cesedini ben teşhis etmiştim. Nabzını, nefesini kontrol etmiş, sol göğsünde kalp hizasında olan deliği yakından görmüştüm. Üç aylık tatil olarak nitelendirdiği hapishane hayatında otuz günü devirememişti koskoca Kral Demirkan. Tuvaletin pis bir köşesine sıkıştırıp paslı bir şiş ile öfke ve nefret dışında hiçbir duyguyu barındırmayan kalbinde bir delik açılmıştı.

Siyah bir kaban vardı üzerimde, kalçamın biraz altında bitiyordu, içimde ise siyah bir elbise. Onun ölümü benim kurtuluşum olmalıydı ama matem havasını atamıyordum üzerimden çünkü ölümün soğuk nefesini artık ensemde değil damarlarımda hissediyordum. Bana bıraktığı her şey açık bir hedef haline getirmişti beni.

"Arabada bekle en azından, böyle sanki saldırıyı davet eder gibi sanki." Kendi kendine söylenirken arada bir sesine yansıyan bıkkın ton neden kaçıp gitmediğini sorgulatıyordu bana.

İki yıl önce Demir ile çalışmaya başladığında Jilet dışında bir bilgi vermemişti. Şans eseri bulunduğu yerde Demir'e yapılan suikastı engelleyerek bir numaralı adamı oluvermişti. Bir yıl sonra ise Jilet artık benim korumamdı. Ev sınırlarından çıktığım an bir adım arkamdaydı. Gölgem diyemezdim, gölgeler karanlıkta görünmezdi ama Jilet daima oradaydı.

"Gidelim, randevu saati geldi." Arka kapıyı benim için açtığında içine yerleştiğim araba koltuğa yerleşmemi bekler beklemez tüm kapıları güvenlik önlemi olarak kilitledi. Araç trafiğe karışırken gözlerimi kapatarak anıların zihnime sızmasına izin verdim.

2021 Mayıs

Durak isimli bir kafede işe başlamamın üzerinden geçen bir yıldı. Reşit olduğumdan beri çalışıyordum, işler değişir ama çalışma durumu daima sabit kalırdı. Babam gideli on yıl olmuştu, annem gidişi ile yıkılmamış beni hayatının merkezine koyarak iyi bir hayat yaşamamız için çalışmaya dönmüştü.

Sabah vardiyasında olduğum bir cuma günü öğrenci mekânı olarak geçen yere lacivert takım elbisesi, beyaz lüks arabası oraya ait olmadığını haykıran duruşu ile bir adam gelmişti.

"Bol şekerli Türk kahvesi lütfen." Pürüzlü, sert, genizden gelen bir ses ile verdiği siparişe refleks olarak gülmüştüm. O havaya şekerli kahve istemesi nedensizce komik gelmişti çünkü zihnimden en sert kahveleri isteyeceğine dair bir liste bile oluşturmuştum o sıra.

"Siparişimin tam olarak hangi detayı o güzel gülümsemenin dudaklarına konmasını sağladı acaba?" Kızmasını beklerken daha ılımlı bir ses tonu ile söylediği cümlede takıldığım nokta gülümsememi güzel bulması olmuştu.

"Hemen getiriyorum." Cevap vermek yerine kaçar gibi yanından uzaklaştığımda erkeksi bir kıkırtı dökülmüştü dudaklarından. Kovulacaktım! Müşterinin suratına suratına gülmüştüm sipariş verdi diye, üstelik adamın dışarıya park ettiği araba bu kafeyi iki kere alır satardı muhtemelen bu da patron için önemli müşteri klasına taşıyordu.

Kahvenin hazırlanmasını beklerken kendimce bir özür telaşına girmiştim. Tuzlu kurabiyelerden birkaç tanesini yerleştirdiğim servis tabağını tepsiye koyarken hazır olmuştu kahve.

Dökmemeye özen göstererek götürdüğüm servisi masaya bırakırken dudaklarımı aralayarak hissettiğim utancı bastırmak için kendimi sıkarak mırıldandım. "Özür dilerim." Sipariş verdiği kahveyi es geçerek ağzına attığı tuzlu kurabiyeyi o kadar yavaş o kadar sindirerek çiğnedi ki bir an zamanın yavaşladığını hissettim.

"Afiyet olsun." Masadan uzaklaştığımda diğer masaların siparişleri, yoğunluk, dinlenemeden oradan oraya koşturma telaşı yeşil gözlü adamı zihnimden söküp atmıştı adeta.

Zaman aktı, yelkovan akrebi dakika dakika takip etti. Her hareketinde çıkışa biraz daha yaklaşırken bacaklarımın isyan etmek için dile gelmesine ramak kala bitti mesaim. Üzerimi değiştirmek için uğraşmadan herkes ile vedalaşıp çantamı omzuma atarak çıktım mekândan.

"Bir gün daha bitti kızım, kaldı belirsiz eksi bir." Kendimi bildim bileli bir şey beklerdim ben. Bir olay mıydı bir kişi mi yoksa bir zaman mı bilmiyorum ama beklerdim. Geçen her gün belirsizlik eksi bir ile karşılardı beni.

Sokağı döndüğümde otobüs durağı görüş alanıma girdi, şansıma boş gelir ise oturarak yarım saat yolculuk yapar ardından eve ulaşır ulaşmaz yatağa atardım kendimi. Hava kararmaya başlamıştı artık.

Karşıdan karşıya geçmek için kaldırımdan adım attığım an önümde duran beyaz lüks arabanın camı açılmış, gülümsemesi yeşillerine kadar ulaşan kafedeki adamın yüzü girdi görüş alanıma. Sarı, kahve karışımı saçları özenle şekillendirilmişti. Tutamları uzun ama nizami bir kesime sahip diyebilirdim. Sarışın hatta kumral denebilecek bir adamdı.

"Hava kararmak üzere, gideceğin yere kadar bırakabilirim istersen." Öne doğru hafifçe eğildiğim için saçlarım boşluğa doğru dökülüyordu. Birkaç tutamı kulağımın arkasına sıkıştırıp hissettiğim huzursuzluğu sesime yansıtmamaya çalışarak mırıldandım.

"Gerek yok, teşekkür ederim nezaketiniz için ama zaten otobüsüm evin önüne kadar gidiyor hem birkaç dakikaya gelecek. Sizi işinizden alıkoymak istemem." Gülümsemesi silinmiyordu yüzünden, gözlerinin kenarlarında gülerken beliren ince çizgiler gözlerinin daha kısık görünmesini sağlıyordu.

"Bir anda karşına çıkıp arabaya davet etmek çok saygısızlık oldu, haklısın. Kusura bakma lütfen." Motoru kapattı, anahtarı alarak kapıyı açarak indi arabadan. Yolun kenarına bırakmıştı resmen arabayı, park edilmez işaretleri birkaç metre ötede duruyorken bunu umursuyor gibi görünmüyordu.

Takımının ceketini çıkartmış, beyaz gömleği vardı üzerinde sadece. Üstten iki düğmesi açık, kollarını katlamış, sabaha karşı olarak daha dağınık bir görünümdeydi.

"Hadi gidelim." Bir anda dibimde bitip eliyle durağı işaret ederken sol elini bel boşluğumun hizasına çekmişti, tek fark temas yoktu. Vücutlarımız arasında gözle görülür bir mesafe tutmaya özen gösteriyordu bilinçli olarak.

"Anlamadım? Nereye?" Boş boş baktığımı fark ettiğimde gözlerimi kaçırarak yolun başında otobüsü gördüğüm için orada daha fazla oyalanmayıp hızlı adımlarla yolu aşıp durağa ulaşmıştım. Bir adım arkamda, benim adımlarıma uygun hızda adımlar atarak durağa kadar geldiğinde sinirlerimin bozulduğunu hissetmiştim artık.

"Tam olarak ne istiyorsunuz acaba şu an? Arabanız orada, yol orada. Neden buradasınız?" Ayağımı yere vuracak kadar dolmuş hissediyordum, yorgundum çünkü. Yorgunken sabırlı bir insan sayılmazdım. Şimdi de bir belaya bulaşmış gibi hissediyordum.

Otobüs geldi, durakta çok kişi yoktu. Yaşlı bir teyzenin benden önce binmesi için geri çekildim. Kapıda olan demirken tutunarak bindiğinde çantamdan kartımı çıkarmıştım. Makineye okuttuğum karttan gelen onay sesini duyduğumda ilerlerken arkamda olduğunu hissediyordum.

"Kart basmadan nereye?" Şoförün sesi ile dönüp baktığımda gülümseme yerine boş bir bakış görünüyordu yüzünde. Neyden bahsettiğini anlamadığı belli olurken arka cebinden çıkardığı cüzdandan bir yüzlük banknotu şoföre uzattı. Adam bıkkın bir nefes alırken kart okuyucuyu işaret etti.

"Kredi kartı mı?" Şoför isyan edecek gibi yüzünü buruşturduğunda çoktan gülmeye başlamıştım. Birkaç adım geri gidip kendi kartımı tekrar okuyucuya okuttuktan sonra adam konunun kapanması ile rahatlayıp arabayı çalıştırmıştı.

Boş olan koltuğa oturduğumda sırt çantamı dizlerimin üzerine bırakmıştım. Yanım boştu ama karşımda olan koltuğa oturduğunda uzun bacaklarını sığdıramamış gibi birkaç kere pozisyon değiştirmişti. Bacaklarım bacaklarının arasında kalacak şekilde uzatmıştı iki yanıma doğru.

"İlk kez otobüse bindim, kart kullanıldığına dair bir uyarı yoktu. Neden para geçmiyor ki?" Gözlerimi kapatmış, başımı cama yaslamış uyumayı düşünürken sitemli sesi ile gülmeden edemedim.

"Daha önemli bir soru var ve sen bunu atlıyorsun, neden otobüse bindin ki?" Siz hitabını kaldırmıştım, o an bunun bilincinde bile değildim. Güldüğünü duydum yalnızca. "Güvenli bir şekilde evine ulaşmanı görmek istedim. Seni ben bırakabilirdim ama arabama gelmeyi reddettin, ben senin arabana geldim." Gözlerimi hafifçe araladım karşımda oturan, gördüğüm her an gülümseyen adamı ister istemez baştan aşağıya süzdüm.

Kumral bir teni, kahve-sarı karışımı saçları, saçları ile aynı tonda kaşları, kirpikleri ve hatta kısa sayılabilecek sakalları vardı. Güzel bir adam denebilirdi. Yabancı modelleri andırıyordu sahip olduğu ten ve sakal rengi. Yüz hatlarına kemikli diyebilirdim, yeşil gözleri, kusursuz bir forma sahip burnu, bir erkeğe ortalama dolgunlukta dudakları ise solgun bir renkteydi.

"Bu şekilde de evimi öğrenmiş olacaksın, aynı derecede rahatsız edici bir özel alan ihlali sanırım." Ona yönelik kurduğum her cümlede yeşil gözlerinde parıltılar geçiyor sanki. "Bu yolu seninle, seninle olmasa bile bir adım arkanda çok aşacağız muhtemelen. O sebeple adresini bilmem sınır ihlali olarak geçemez. Yarın bir gün benim evim olur belki, kim bilir?"

Günümüz

"İçeriye seninle geleceğim ama doktorun odasına giremem, bir şey olursa ne olduğu önemli değil seslenmen yeterli biliyorsun." Siz sınırını aşmayı kabul ettireli uzun zaman olmuştu. Jilet bana hiç diğer adamlar gibi patron resmiyeti ile gelmemişti çünkü. Ortama hâkim bir havası oluyordu, insanları yönetmek onun için kolaydı, patronu ve patronun karısı bile olsa.

"Doktor odasında kimse öldürülmez Jilet, sakin ol." Koluna iki kere vurup merdivenlere yönelirken bir şeyler mırıldandığını duydum ama net anlayamadığım için dönüp sorma gereği duymadım.

Danışmaya ulaştığımda yerlerin yeni temizlendiğini kanıtlar gibi çiçek kokuyordu tüm hastane. Sonucu bildiğim bir şeyi öğrenmeye gelmiştim, emin olmam gerekiyordu. Ardından yaşayacağım yıkıma içten içe hazırlamaya çalışıyordum kendimi iki gündür.

"Efsun Demirkan, randevum vardı Bige Hanım ile." Sistemden kontrol ederken dikkatimi çeken nokta sıkı topuz yaptığı saçlarının önlerinde hafif dökülmeler vardı. Gizlemek için boya tarzı bir şey kullanmıştı. Çok yakından bakıldığında görünmezdi ama teninde kahvemsi boya lekeleri duruyordu.

"Doktor Hanım sizi bekliyor Efsun Hanım. İkinci kat, direkt odaya geçebilirsiniz." Parlak zemine vuran ışıkları takip ederek önce asansöre ulaştım, çoktan Jilet asansörü çağırmış, kapıyı açık tutarken arkamdan binmişti kabine.

"Korkuyorum." Sessizce fısıldadığımda sesim titremişti, gözlerinin bana döndüğünü fark etmem ile yüzümü saklama isteğiyle dolup taşmıştım. Hamile olduğumu doktor söylerse inkâr edemezdim. Başımda zaten bela yığını varken bir bebeği bu kıyamette nasıl koruyacaktım?

"Her zaman bir çıkış yolu, bir ihtimal vardır. Senin karar vermen gereken şey öyle bir durum var ise varlığı ile karar vermek ama bu kararı içinde olduğun durum ile almamaya özen göstermek." Asansörün kata geldiğine dair uyarısının ardından kapı açıldı, ikinci kez düşünmek için kendime fırsat tanımadan hızlı adımlarla doktorun odasına attım kendimi. Belli belirsiz tıklamıştım sadece.

"Hoş geldiniz Efsun Hanım, sizi bekliyordum tam." Sarışın kadın masanın arkasından çıkıp yanıma geldiğinde elini uzatmıştı. Bir doktora göre uzun ve kırmızı ojeyle renklendirilen tırnakları ile elini uzattığında kendi elimi elinin içine bırakmış ve beni oturma alanına yönlendirmesine izin vermiştim.

"Eşiniz için baş sağlığı dileklerimi iletmeme izin verin lütfen, Demir Bey mükemmel bir insandı." Değildi diye çığlık atmak istedim. Ben de ona kanarak evet demiştim ama canavar ile tanışmam yarı yılı bulmamıştı.

Demir sosyopat, ruh hastası bir pislikti. Kontrol manyağı, zorba, dengesiz ve kötü olan her şeyin vücut bulmuş haliydi. Ruhumu katlederken eline bulaşan kan damlalarının kendine savaş nişanı yaparken bunu aşk için yaptığını savunmaktan başka bir yöntemi yoktu.

Sevgi vurmaz, kırmaz, kanatmazdı. İyileştirmesi gerekirken kör kuyulara atmazdı. Kabuslara, sinir krizlerine, psikolojik sorunlara neden olmazdı. Zihnimi, ruhumu, benliğimi katleden bir katildi.

"Teşekkür ederim." Kabanımı çıkardığımda muayene için hazırdım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki doktoru takip ederek muayene alanına geçmiş, elbisemi bacaklarıma kadar sıyırmak zorunda kalmıştım.

"Kan testleriniz birazdan sisteme düşer, ultrason seçeneğini deneyelim eğer bir görüntü alamazsak içerden kontrol ederiz." Nefesim kesildi bir an. İçerden kontrolün ne anlama geldiğini biliyordum, şu an onu kaldıracak mentale sahip değildim.

Soğuk, kaygan sıvıyı karnıma sıktığında ellerim yumruk şeklini almış, gözlerimi tavana dikmiş duyacağım sonucu beklerken ilk önce tenimde bir baskı hissettim ardından odaya yayılan bir kalp atışı sesi. Birkaç dakika sürdü, farklı açılarla tenimde gezdirdiği soğuk metalde kalp atış sesi ritmik şekilde kazınmıştı zihnime.

Kâğıt havlu verdiğinde o sıvıdan kurtulmak için hızla sildim karnımı, ellerim titriyordu. Emindim rengim atmıştı. Anne olmak hiçbir zaman hedeflerim arasında değildi, bir şeytan ile evde köşe kapmaca oynuyordum çünkü.

"Hayırlı olsun Efsun Hanım, sekiz haftayı biraz geçmiş gebeliğiniz. Her şey çok yolunda görünüyor, siz de duydunuz zaten ufaklığın kalp atış sesi bile çok net." İşte bitmişti, hamileliğim resmiyete dökülmüştü. Karnımda bir şişlik görünmemesine güvenmiştim bugüne kadar ama zaten daha ufacıktı.

Doktora ne sordum ne cevap verdi zihnim puslu bir belirsizlik ile sınanırken toparlanıp odadan çıkarken her zaman olduğu gibi bir kol boyu mesafede bulmuştum Jilet'i. Yüzüme bakar bakmaz anlamıştı sanki. Mahşer yerinde ne işi vardı savunmasız bir bebeğin? Kendimi bile koruyamazdım, ona nasıl bakacaktım?

"Hadi eve gidelim, biraz dinlenmen gerek. Sonrasını ben halledeceğim senin için." Başımı sallarken yıkılacak gibi olan vücudum onun kolunu belime sarması ile ayakta kalabilmişti. Varlığı için içimden teşekkür ederken baba gibi, abi gibi olan tavrının şu an beni sarıp sarmaladığını hissetmem tüm gardımı indirmiş gibi sessiz sessiz ağlamaya başlamıştım...

Loading...
0%