Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@lectea

-KARŞILAŞMA-

Alarmımı kapatmak için elimi yan tarafımda duran komodine attım. Sabah olsa bile hava hala karanlıktı. Alarmı kapattıktan sonra yatakta gerindim. Kalkıp yüzümü yıkadım. Üstüme siyah bir tişört altıma da siyah bir tayt geçirdim. Hava sabahları serin olduğundan belime ince bir hırka bağladım. Aşağıya inmeye hazırdım. Bir dakika, ben zaten aşağıda uyumamış mıydım?

Ya kendim kalkıp gelmiştim buraya ya da birisi beni odama taşımıştı. Kendim gelmiştim muhtemelen. Odamın kapısını kapatıp çıktım. Tam o sırada ağabeyimle göz göze geldik. O da yeni kalkmıştı muhtemelen. Saçlarının dağınıklığı ve gözlerinin hafif şiş olmasından anlaşılıyordu.

‘‘ Günaydın’’

‘‘ Sana da günaydın’’ Sesi soğuktu. Demek ki dün ki konuşmamız onu kırmıştı. Bu küslüğü devam ettirmemeye karar verdim.

‘‘ Ağabey, dün olanlar içi-’’

‘‘ Önemli değil, ne olursa olsun sana öyle dememeliydim.’’ Çok mahcup olmuştu bana karşı.

‘‘ Hayır, tam tersi. Asıl benim sana öyle davranmamam gerekiyordu. Hani sordun ya ‘ Sık oluyor mu?’ diye. Evet, sık oluyor. Ama böyle güçsüz görünmekten nefret ediyorum. O yüzden sert çıktım biraz. Kusura bakma lütfen. Eğer için rahat edecekse psikiyatriste gidebilirim.’’ Ardı ardına sözler sıralarken ağabeyimin bakışları da yumuşuyordu.

‘‘ Alen, gördüğün kâbuslar senin suçun değil. Ve sen güçsüz birisi değilsin. Hayatımda gördüğüm en güçlü kişisin sen. Sosyal medyadaki insanların senin hakkında düşüncelerini bilmiyor musun? Sana ‘Dünyanın En Güçlü Kadını’ diyorlar. Çünkü öylesin. Sen takım yönetiyorsun be! Hem de artarda şampiyonluklar alan bir takımı. Ama Alen, bunların hiçbiri olmasaydı yani sen takım yönetmeseydin bile benim için her zaman dünyanın en güçlü kişisi olacaktın. Adının, Zifir’in, tam tersisin. Gözlerinde, sözlerinde bile ışık görüyorum ben senin Alen. ’’

Gözlerim dolmuştu. ‘‘ Duygusal olmaktan nefret ediyorum.’’ derken ağabeyime sarıldım. O da benim sarılışıma karşılık verdi.

‘‘ Akşam davete gidiyoruz değil mi?’’

Başımla onayladım. ‘‘ Kıyafet işini hallettin mi?’’

‘‘ Birazdan çıkacağım.’’

‘‘ Tamamdır.’’ Ağabeyimle vedalaştıktan sonra evden çıktım. Dışarıdaki koşu yoluna doğru ilerledim. Evi almamdaki en büyük etken de bu spor alanları olmuştu zaten. 4 tane saha vardı. Futbol, basketbol, voleybol ve tenis. Voleybol ve futbolu kullanmıyordum neredeyse. Basket ve tenis sahalarında daha sık vakit geçiriyordum. Sahaların arka tarafına doğru yürüdüm. Uzun, mavi koşu çizgisi oradan başlıyordu. Etraf neredeyse aydınlanmıştı. Kulaklıklarımı kulağıma takıp güzel bir müzik açtım. Hava serin olmadığı için belime bağladığım ceketi banklardan birinin üzerine bıraktım. Kronometremi başlatıp koşmaya başladım.

1 SAAT 40 DAKİKA SONRA

Kaç tur olduğunu bilmiyordum ama kusacağımı hissedene kadar koştum. Çok terlemiştim ve kusma dürtüsüyle baş etmeye çalışıyordum. Suyumdan birkaç yudum aldım. Telefonumun zil sesini duydum. Arayan Oktay’dı. Aramayı cevapladım.

‘‘ Efendim’’

‘‘ Ağabeyinin kıyafetlerini hallettik.’’

‘‘ Tamamdır.’’

‘‘ Büge buraya mı gelecek yoksa evinden mi alacağız.’’

Ceketimi ve pet şişemi aldım. ‘‘ Büge gelemiyor.’’

‘‘ Niye?’’

‘‘ Grubuyla işi varmış.’’

‘‘ İyi.’’

Ses tonu soğuktu.‘‘ Hayırdır bir şey mi oldu?’’

‘‘ Yoo, hadi kapattım.’’ Oktay Büge’nin gelemeyişine üzülmüş müydü? Hatta sinirlenmişti. Kendi kendime gülerek eve yürümeye başladım.

 

 

 

19.00

Davet için sade ama şık, saten, sarı, hemen diz üstünde biten bir elbise tercih etmiştim. Makyajım ağır değildi. Hiçbir zaman abartı makyaj yapmamıştım, yapmazdım da. Ayakkabı olarak kısa topuklu, beyaz bir şey seçmiştim. Ayakkabılarımla uyumlu beyaz, küçük bir el çantasının zincirini koluma geçirdim. Parfümümü de sıktığımda artık hazırdım. Odamdan çıktığımda abim kapının önünde sırtını duvara yaslamış bir şekilde dikiliyordu. Siyah bir polo yaka tişört ve siyah pantolon giymişti. Ama giydiği forum low’ lar bu resmi görüntüyü bozuyor, daha spor bir hava katıyordu.

‘‘ Hazır mısın?’’

Kafasını salladı.‘‘ Evet, spor eşyalarını aldın mı?’’

Eşyalarımı sabahtan hazırlamıştım. Bir tişört, bol şort ve ayakkabılarımı almıştım.

‘‘ Aldım’’

‘‘ Tamam, o zaman. Çıkalım.’’

Merdivenlerden inerken ağabeyimle havadan sudan konuştuk. Dışarıya çıktığımızda yüzüme vuran yaz akşamı serinliği ürpermeme sebep oldu. Oktay arabanın önünde duruyordu.

‘‘ Hoş geldin Alptuğ, görüşememiştik.’’

‘‘ Hoş buldum Oktay, işlerimi hallettim dün, vaktim olmadı.’’ İkisi tokalaşırken ben de onları seyrediyordum. Selamlaşmaları bittikten sonra Oktay şoförün yanında ki koltuğa, ben ve ağabeyim ise arka koltuklara oturduk.

Davetin nerede olacağını çok merak ediyordum. Doğrusu davetiyeye bakmamıştım bile. Ağabeyimle Oktay sohbet ederken bende dışarıda akıp giden manzaraya dalmıştım. Nihayet araba yavaşlayıp büyük bir yalının önüne durduğumuzda geldiğimizi anladım. Yalı çok büyüktü aynı zamanda etrafındaki ışıklar yalının üstünde bir ışık haritası oluştuyordu. Bu yalının çarpıcı görüntüsünü artırıyordu. Kapımı açıp indiğimde etrafıma bir göz gezdirdim. Federasyonun düzenlediği bir etkinlik olsa da etrafta hiçbir basın mensubu görünmüyordu. Demek ki önemli ve özel bir davetti. Federasyonun Adis Yavuz Gürsay’a çok değer verdiği yalının ihtişamından bir kez daha anlaşılıyordu. Eğer yalının dışı böyleyse içerideki organizasyonu merak ediyordum. Bu düşünceler biraz sinirden gerilmeme sebep olsa da yüzüme memnun bir ifade yerleştirdim ve kapıya doğru ilerledim.

‘‘ Vay anasını, yalıya bak be! Yalı değil malikâne resmen!’’ Oktay’ın abartı beğeni cümlelerini duyduktan sonra arkamı dönerek ona ters bir bakış attım. Oktay bakışımdaki sinire anlam veremeyerek ‘Ne var?’ der gibi baktı bana. Adis Yavuz Gürsay’a neden bu kadar sinir olduğum hakkında bir fikri yoktu. Çok normaldi çünkü benim bile yoktu. Kıskançlık mıydı bu duygunun adı? Gıpta? İmrenme? Hayır, bunlardan hiçbiri değildi. Korkuydu… Adis’in benim konumumu alacağından korkuyordum ben. Adam daha 1 maç bile yapmadan gündeme oturmuştu. Kendime itiraf ettiğim gerçekle buz kestim.

‘‘ Alen’’ Oktay’ın sesiyle kendime geldim.

‘‘ Geldim.’’ Büyük kapının önündeki uzun merdivenleri çıkmaya başladım. Her adımımda merdivenin sensörlü ışıkları yanıyordu. Kapının önüne geldiğimde ağabeyimle Federasyon başkanı Fahri Ersoy’un sohbet ettiğini gördüm. 40’lı yaşlarda olmasına rağmen hala oldukça diriydi. Çok uzun değildi ancak düzgün bir fiziği vardı. Adımlarım hızlanırken konuşmalarının bazı bölümlerini duymaya başlamıştım.

‘‘ Seni tekrar aramızda görmek çok güzel Alptuğ.’’

‘‘ Teşekkür ederim Fahri Bey. Şirketteki işlerden vakit bulabilirsem geliyorum işte buralara.’’

Fahri Bey’in bakışları kısa bir süreliğine basamakları bitirmeye yaklaşan beni buldu.

‘‘ Yoksa geri mi dönüyorsun sahalara? Çok iyiydin Alptuğ, seni küçüklüğünden beri biliyorum. Sana da yakışır bir takım başkanlığı.’’ dedi elini ağabeyimin omzuna koyarken.

Bu sözlerinin bana inat olduğu her kelimesinden anlaşılıyordu. Tabii ki başarımı kıskanan pek çok insan vardı. Ama Fahri Bey sınırları aşıyordu. Kadın düşmanı bir pislikti. Benim yüzüme böyle cümleler söylemezdi ancak toplantılarda veya bunun gibi davetlerde ben başta olmak üzere diğer kadın meslektaşlarıma da ima yapmaktan çekinmiyordu. Ve daha kapıdayken Fahri Bey başlamıştı iğneli laflara. Merdivenler bittiğinde ağzının payını vermek için konuşmaya başlayacaktım ki ağabeyim benden daha hızlı davrandı.

‘‘ İltifatlarınız için çok teşekkür ederim Fahri Bey. Ama takımı Alen’den daha iyi birinin yöneteceğini düşünmüyorum. Malum kendisini takıma adadı. Hem şuan da yurt dışındaki kariyerimi bırakıp buraya gelmek gibi bir düşüncem yok. Olursa sizi muhakkak bilgilendiririm.’’

Fahri’nin yüzündeki şaşkınlık ifadesi karşısında kendimi tutmakta çok zorlandım. Ağabeyim ve Oktay kapıdan içeri girmişti bile. Yüzümü Fahri’ye biraz yaklaştırdım. ‘‘ Bu da sana aynı kandan olan insanlara bulaşmamak konusunda bir ders olsun.’’

Sözlerim üzerine yüzündeki damarlar belirginleşti ve yüzü kızardı. Onu orada domates gibi bıraktıktan sonra ben de keyifli bir şekilde salonun içerisine adımımı attım. Her şey kusursuz görünüyordu. Yukarıdan sarkan avizeler ve yuvarlak masaların üzerindeki kristal şamdanlar birbirini tamamlıyordu. Etraf sarı loş bir ışıkla aydınlatılmıştı ama herkesin yüzü gayet net bir şekilde seçilebiliyordu. Masaların örtüleri bordo saten bir kumaştan yapılmıştı ve üstlerinde kaliteli içkilerle beraber özenle hazırlanmış aperatifler duruyordu. Etrafı hayranlıkla izliyordum. Daha abartı bir davet bekliyordum ama bu kadar mükemmel bir organizasyon görmek beni de şaşırtmıştı. Arkamda bir sıcaklık hissettim. Oktay veya ağabeyim olmalıydı.

‘‘ Her şey şahane duruyor.’’ Sesimden bile büyülenmiş olduğum anlaşılıyordu.

Kendimi tutamayarak devam ettim. ‘‘ Eğer böyle bir ziyafet olacağını bilseydim Adis Yavuz Gürsay’ı bizzat davet ederdim.’’

‘‘ Öyleyse daha erken davranmanız gerekiyormuş…’’ Donakaldım…

Loading...
0%