Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@lectea

-BİRİ SANA, BİRİ BANA-

Soyunma odasında üstümü değişip dışarıya çıktım. Yalının içindeki davet salonundan çıkabilirdim. Salona girdiğimde birkaç saat önce onlarca insanla dolu olan salonun böyle görmek garip gelmişti. Telefonuma düşen mesajın sesiyle irkildim.

‘‘ Alen Hanım, motorunuz kapının önünde.’’ Kafamı toparlamak için biraz dolaşmak istemiştim. O yüzden soyunma odasına girdiğimde yaptığım ilk şey çocuklardan birine motorumu getirmelerini söylemek oldu. Çantamı sırtıma taktım. Dışarı çıktım. Dışarıda bir tane H2R vardı. Onun yanında duran motorumu görünce keyfim hemen yerine gelmişti. Vakit kaybetmeden kaskımı başıma geçirdim. Kaskın vizörünü de kapattıktan sonra motoru çalıştırdım. Sadece sürmek istiyordum. Şuan da kafamda sadece Yavuz’la olan tartışmamız vardı. Biraz ağır mı konuşmuştum? Ama o da benim damarıma basmıştı. Sinirden gerilirken motorun hızını biraz daha artırdım. Saat neredeyse 1’e geldiği için etraf neredeyse boştu. Kırmızı ışıkta durduğumda telefonum çaldı. Kaskımın bluetoothundan aramayı cevapladım.

‘‘ Efendim Oktay’’

Oktay nefes nefese kalmıştı. ‘‘ Alen, neredesin?’’

‘‘ Biraz dolaşmaya çıktım.’’

‘‘ Çıkarken Adis’i gördün mü diye soracaktım?’’ Yavuz mu?

Işık yeşile döndüğünde ben de hızlandım. ‘‘ Yok, Oktay. Siz maç yapmıyor muydunuz?’’

Arkadan ağabeyimin sesi geldi. ‘‘ Görmüş mü?’’

‘‘ Görmemiş.’’ Sonra tekrardan benimle olan konuşmasına döndü.

‘‘ Yapıyorduk evet ama sen çıktıktan 5-6 dakika sonra o da çıktı. Kötü görünüyordu giderken. Şimdi telefonları falan da açmıyor. Merak ettik. Neyse sen de dikkatli kullan.

Tam telefonu kapatacağım sırada Oktay tekrar konuştu.

‘‘Alen’’

‘‘ Efendim.’’

‘‘ Sen ayağını burkmadın mı? Nasıl motor kullanıyorsun?’’ Doğru ya, yalan atarken sonrasını düşünememiştim.

‘‘ Eee, yok ben iyiyim. Buz falan tuttum ya.’’

Oktay tabii ki de yalan söylediğimi anladı. ‘‘ Bağırmanın sebebi Adis’le alakalıydı değil mi?’’

Sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim. ‘‘ Yarın konuşalım mı?’’

‘‘ İyi, yarın mutlaka konuşacağız ama.’’

‘‘ Tamam, görüşürüz.’’

‘‘Görüşürüz.’’

Yine bir kırmızı ışıkta durduğumda bu sefer sadece ben vardım. Havanın serinliğini hissetmek için vizörümü açtım. Uzun süre sonra serin hava içimi ferahlatmıştı. Bir motor sesi duyunca yan tarafıma döndüm. Benim motorumla neredeyse aynı cc olan bir motor kullanıyordu. Benim ki R1’ di. O ise H2R kullanıyordu. Onun motorunda yeşil çizgilerle hatlar belirtilmişti. Benim ki ise tamamen siyahtı. Sanırım davettekilerden birisiydi çünkü bu motor benim çıkışta gördüğüm motorun aynısıydı. Ona dikkatlice baktığımı fark edince kafasını bana çevirdi. Vizörü kapalıydı ama erkek olduğu anlaşılıyordu. Demek ki Oğuzhan veya Tuğrul’dan birisiydi. Çünkü onlardan birinin motoru olduğunu hatırlıyordum. Bu kadar dikkatli baktığımı fark etmemesi imkânsızdı. Aklıma o an tek bir şey geldi.

‘‘ Yarışalım mı?’’ Bunu zorunda kaldığım için söylemiştim. Aksi takdirde motorcuları kesen bir kız durumuna düşecektim.

Bir gülme sesi geldi. Kafasını salladı.

‘‘ O zaman sahile ilk varan kazanır.’’ Sahile ne çok kısa ne de çok uzun bir mesafe olduğu için orayı varış noktası olarak belirledim. Vizörümü kapattım.

Kırmızı ışık yeşile döndüğü anda motoruma gazı verdim. O da hiç gecikmedi tabi ki. Aramızda mesafe bırakarak ilerliyorduk. Alt geçitten geçerken ikimizin motorlarının birleşerek çıkarttığı ses başka insanları rahatsız edebilirdi ancak bana şuan da huzur veriyordu. Uzaktan sahil göründüğün de daha da hızlandım. Motoru benimkine nazaran daha güçlüydü ancak ondan öndeydim. Sahile oldukça az bir mesafe kalmıştı. Bu sefer atak yapan taraf o oldu. Ama birinciliği elden bırakmadım ve sahile ilk varan ben oldum. Kazanmanın sevinciyle motorumu yavaşlattığımda kahkahalar atarak gülüyordum. Bu geceki gerginlikten sonra böyle güzel bir yarış iyi gelmişti. Kaskımı çıkarıp saçlarımı savurdum.

‘‘ Güzel yarıştı, tebrik ederim.’’ O mu?

‘‘ Bu arada şampiyonluğunuz için tebrik ederim Zifir Hanım.’’

‘‘ Bir dakika, ne?’’ O da kaskını çıkarınca zaten birkaç saniye önce anladığım gerçek bir kez daha yüzüme vurdu.

Yavuz…

‘‘ Sen…’’ Niye bu kadar sinirlendiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Beni kandırdığına mı sinirlenmiştim? Yoksa üzerinden bir saat bile geçmemiş olan kavgamızdan hemen sonra onunla karşılaştığım için mi?

Sinirle tekrar motoruma yürüdüm.

‘‘ Zifir bekle.’’ Kontaktaki anahtara ben elimi atmadan o çoktan çıkarıp eline almıştı.

‘‘ Anahtarımı ver.’’ Elimi anahtara attığımda yumruk yaparak anahtarı sakladı.

‘‘ Önce konuşacağız.’’ Sinirle nefesimi verdim.

‘‘ İyi, konuşalım. Neyle başlamak istersin? Mesela benim itibarıma ihtiyacın olmamasından başlamak ister misin? Ya da bana duyduğun nefreti yüzüme bir kez daha kusmaya ne dersin?’’ Bağırarak sarf ettiğim cümlelerden sonra nefes nefese kalmıştım. O ise sakinliğini korumakta hiç zorlanmıyordu.

‘‘ Bak Zifir, seninle aramda hiçbir sorun yok, ciddiyim. Sadece o anda zaten sinirliydim. Senle aramızdaki bu sebepsiz gerginlikte o an üstüne gelince kendimi tutamadım kusura bakma.’’

‘‘ Bence sinirlenince kendini kontrol etmeyi öğrenmelisin. Çünkü başka insanları incitiyorsun.’’ Onunla olan tartışmamızı hala unutmadığımı anlamıştı. O sırada yüzüme düşen birkaç yağmur damlasıyla bir an önce eve dönmem gerektiğini anlamıştım.

‘‘ Şimdi motorumun anahtarını ver de gideyim.’’

Ses gelmeyince kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Yağmurun şiddeti artmıştı ve damlalar Yavuz’un saçlarını ıslatmıştı. Saçlarını eliyle arkaya doğru atarak yüzünü kapatan tutamlardan kurtuldu.

‘‘ Saha da ağır konuşan tek kişi ben değildim Zifir. Tek suçlu benmişim gibi davranma.’’

Gözlerimi gözlerine sabitledim.

‘‘ Ne yapmam gerekiyordu? Sen bana hakaretler yağdırırken benim susmam mı gerekiyordu? Ayrıca yalan bir şey söylemişim gibi davranma. Öyle değil misin? Doping kullanıp arkadaşını döven bir pislik değil misin?’’ Tamam, Alen, çok ağır konuştuk sanki bu sefer.

Gözlerinde kırılmışlık duygusunun belirdiğini fark etmem uzun sürmedi.

‘‘ Sen çıktıktan 5 dakika sonra ben de çıktım çünkü kendimi sana borçlu gibi hissediyordum Zifir. Seni takip falan da etmedim. Yolda karılaştığımızda da beni tanıdığını düşündüm, o yüzden yarış teklifini kabul ettim. Ama keşke reddetseymişim teklifini.’’ Yağmur iyice bastırmıştı. Yavuz motoruna doğru ilerlerken kolundan tuttum.

Kaşlarım çatıldı. ‘‘ Öyle konuşup gidemezsin Yavuz. Neden reddetcektin teklifimi?’’

Bir anda tüm odağı ben oldum. ‘‘ Kask yüzünden beni göremedin ve yarış teklif ettin. Sonuç olarak kaskın içindeki kişi ben çıkınca suçlu yine ben oldum.’’

Konuşmak için ağzımı açmıştım ama sözlerine devam etti.

‘’ En azından ben sinirliyken kendimi kontrol edemiyorum. Sen sakinken bile haddinden fazla ağır konuşuyorsun. Zaten ben sana bu saatten sonra kendimi kanıtlasam neye yarar kanıtlamasam neye yarar.’’

‘‘ İlk karşılaşmamızdan beri aramızda olan bu saçma sapan tartışma havasını bozmak istemiştim. Belki bir anlığına arkadaş olacağımızı bile düşündüm. Meğer ne kadar aptalmışım.’’

Kelimeler sanki boğazımda kalmıştı. Konuşamıyordum.

‘‘ Anahtarın.’’ Elindeki anahtarı uzattı. Yavaşça anahtarı aldım.

‘‘ Bu saatten sonra ne ben senin yoluna çıkayım, ne de sen benim yoluma Alen Zifir İmren.’’

Motoruna doğru ilerlerken bir anda arkasını döndü.

‘‘ Sadece konuşmaya gelmiştim, Zifir. Sadece konuşmaya…’’

İşte bu sözleri ilk defa kalbimde bir şeylerin rahatsız olduğunu hissettirdi. Yavuz ise motorunu çalıştırıp gitti. Onunla gerçekten normal iki arkadaş olma fırsatını bu sefer kesinlikle kaybetmiştim. Kendimi motor kullanacak kadar iyi hissetmediğim için biraz oturmanın iyi geleceğini düşündüm.

Yavuz bana kendisinin kötü bir insan olmadığını kanıtlamak istemişti.

Peki neden?

 

AMERİKA – Göker Mert İmren’den

Evde oturup maçımı izlerken kapının çalmasıyla ayağa kalktım. Maç zevkimi kim bölüyordu ki? Sinirli bir şekilde kapıyı açtığımda kapıdakinin postacı olduğunu gördüm. İyi de kimse bana posta göndermezdi ki? Postacıya teşekkür ederek kapıyı kapattım. Koltuğa kendimi atıp hemen kâğıdı açtım.

İçinde Büge’nin, Alen’in, ağabeyimin ve benim fotoğraflarım vardı. Bazılarında beraber bazılarında ise tek başımızaydık. Her fotoğrafta farklı bir anım canlanıyordu. Ağabeyimle yaptığımız maçlar, hepimizin birlik olup Büge’yi havuza attığımız yaz günler, Alen’le beraber herkesten gizli bir şekilde korku film izlediğimiz akşamlar…

Fotoğrafların yanında bir de zarf gelmişti. Üstünde Büge ve benim özel olarak oluşturduğumuz alfabeyle

‘‘ Göker’ime’’ yazıyordu.

Zarfı açtığımda katlanmış bir kâğıt ve fotoğraf çıktı. Fotoğraftan önce kâğıdı açtım.

‘‘ Biri sana, biri bana… Seni çok özledim.’’

Yoksa o fotoğraf mıydı yolladığı?

12 SENE ÖNCE – İSTANBUL

‘‘ Göker.’’ Gözlerimi araladığımda karşımda Büge’yi gördüm.

‘‘ Büge, ne var gece gece?’’ Kafamı tekrar yastığıma bıraktığımda saçlarımı çekiştirdi.

‘‘ Göker, söz vermiştin dondurma yemeye gideceğimize. Kalk hadii’’

‘‘ Büge saat 2’ye geliyor. Ne dondurması?’’

‘‘ iyi, o zaman bende mutfaktan bir bıçak alayım bari. Patlatmam gereken bir top var da.’’ Yatağımdan kalkarken kolunu tuttum.

Kafamı yastıktan kaldırıp yüzüne baktım. Eğer gitmezsek en sevdiğim topumu patlatmakla tehdit etmişti beni. Yani gitmek zorundaydım.

‘‘ İyi, tamam, ama sadece yarım saatliğine. Anlaştık mı? Yokluğumuz fark edilirse babamdan yiyeceğimiz azarı düşünemiyorum çünkü.’’

‘‘ Anlaştık. Ben o zaman hırkamı giyeyim.’’

‘‘ Ama ilk önce topumu teslim et.’’

Uflayarak arkasını döndü.

‘‘ Çok çıkarcısın. Hırkamı alırken topunu da getiririz beyefendi. Yemedik.’’

Bu tripli hallerine güldüm. ‘‘ Hadi çok konuşma bücür. Vaktimiz az zaten.’’

Büge 5 dakika içerisinde topumu bana verdiğinde artık rahat bir şekilde dondurmacıya gidebilirdik. Parmak uçlarımızda merdivenlerden indik. Sorun kapıda ki güvenliklerdi.

‘‘ Arka tarafta küçük bir aralık var. Oradan çıkabiliriz. Zaten dondurmacı o tarafta kalıyor. Kimse fark etmeden geliriz.’’

Kafasını salladı. Hızlıca küçük boşluktan geçtiğimizde koşmaya başladık. Bir yandan da kahkahalar atıyorduk. Nefes nefese dondurmacıya vardığımızda dükkânın sahibi kapatıyordu dükkânı. Her zaman gece 2’de kapatırlardı. Biz de biraz gecikmiştik.

Adam bizi nefes nefese görünce şaşkınlığını gizleyemedi.

‘‘ Hayırdır gençler bu saatte?’’ Ben konuşmaya başlayacağım sırada Büge sözümü kesti.

‘‘ Abi, kapattığınızı biliyoruz ama o kadar yol geldik. Görüyorsunuz halimizi. Bizim için, lütfen? Parasını da fazla fazla veririz.’’

Abi Büge’ye dayanamamış olacak ki ‘‘ İyi bakalım, madem o kadar yol geldiniz.’’

Dondurmalarımızı aldıktan sonra abiye parayı uzattım.

‘‘ Hediyem olsun gençler.’’ Gülümseyerek abiye teşekkür ettikten sonra eve doru yavaş yavaş yürümeye başladık. Bir yandan da sohbet ediyorduk. Büge bir anda suratıma bakarak gülmeye başladı.

‘‘ Nee, ne var?’’ Mahcup bir şekilde neye güldüğünü anlamaya çalışıyordum.

‘‘ Dondurmayı senden çok yüzün yemiş sanki Göker.’’ Güldüğü şeyi anladığımda bende ona güldüm. Çünkü onun suratının hali de benimkinden çok farklı değildi.

‘‘ Sen kendine bak asıl.’’ İkimizde gülerken Büge boynuna astığı şeyi kabından çıkardı. Ne olduğunu soramamıştım giderken. Çıkarttığında bunun bir fotoğraf makinesi olduğunu gördüm. Büge makineyi ters çevirip fotoğrafımızı çekti. Makine çektiğimiz fotoğrafı alt kısımdan verirken Büge deklanşöre bir kez daha bastı. İkinci bir fotoğrafı neden çektiğini anlamadım.

‘‘ Neden 2 tane çektin?’’

Büge fotoğraf renklensin diye sallarken bir yandan da benim soruma cevap verdi.

‘‘ Eğer bir gün birbirimizden çok uzak düşersek veya birbirimizi çok özlersek birimizden birimiz bu fotoğrafı diğerine postalasın. Yani biri sana, biri bana…

Anladın mı?’’

Tebessüm ederek dondurmaya bulanmış yüzüne baktım.

‘‘ Biri sana, biri bana…’’

 

 

 

Loading...
0%