@ledeyna
|
Hepinize merhaba asklarim🫶🏻
İlk bölümünden bile harika olaylarla yazdığım hikayemi size hediye ediyorum.
Sizleri çok çok seviyorum ve keyifli okumalar diliyorumm <3
Bölüm şarkısı: Wicked Game-Trevor Something
1-)KASABADA MARSEL Bu ayaz havanın soğuğuna rağmen birçok kişi dışarıdaydı. Artvin'in bu küçük kasabası kendisini huzurlu hali ile belli ediyordu. Birçok kişi kasaba meydanında toplanmış şenliklerine kendini kaptırmıştı. Saat oldukça geç olmasına rağmen eğlencelerine devam ediyordu. Haki tonlarında ki paltoma biraz daha sarıldım. Ellerime taktığım siyah deri eldivenler sayesinde parmaklarımın sızlaması azalmıştı. Uzun süredir Artvin'de yaşamama rağmen soğuk canımı acıtmaktan hiç çekinmiyordu.
Hızlı adımlarımla kasabanın ortasına girdim ve sağa doğru ilerledim. Kalabalığı aşmak zor olsa da başarabilmiştim. Her akşam istisnasız geldiğim bu kafeye tekrar baktım. Yılın bu zamanlarında çok daha güzel görünüyordu. Kar kafenin her tarafını kaplamıştı ve yılbaşına yaklaştığımızdan dolayı Bade burayı ışıl ışıl süslemişti. İçeriye adımlarımı attığımda botlarım karların üstünde kaymamak için zor duruyordu.
Kapıyı yavaşça açıp içeriye girdim. Kırmızı cam kapı kapandığında sonunda o iyi gelecek sıcağa kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordum. Masaları geçip her zaman ki köşe koltuğumuza ilerledim. Aynı şekilde atkımı da çıkardım. Vücudum ısınmaya başlamıştı. Yanan şömine ortama loş bir hava katması burayı daha da bohem tarzına dönüştürüyordu.
Sonunda Bade mutfaktan çıkmıştı ve maviş, parlayan gözleri hemen beni buldu. Sanırım garsonlardan biri haber vermişti. Bakır, sırtını yarıda kesen saçları her zaman özendiğim bir genetik olmuştu. Gülümseyip onun masama gelmesini bekledim. Ellerini çırpıp, heyecanla konuşmaya başladı yanıma vardığında. "Bebeğim hoş geldin! Mükemmel bir kek hazırlattım. Şuana kadar yiyeceklerinizin en güzeli olacak. Hemen getireceğim. Kumsal nerde?" diye sordu etrafa bakınarak. Tam o sırada Kumsal'da kafeye giriş yapmıştı. "İyi insan..." dedim mırıldanarak.
Kumsal koşar adımlarla seke seke yanımıza geldi. Hevesle "Dışarısı buz gibi. Resmen buz kestim." dedi çenesi titrerken. Ellerini ovuşturup ağzından çıkan sıcak hava ile üflüyordu. Bade ile kıkırdamaktan başka bir şey yapamıyorduk. Bade hüzünle "Size kaç kere yalvardım. Bir kere çıkıp benimle kar topu savaşı yapmadınız. Ayıp ayıp." diye söylenerek gitti mutfağa. Kumsal'da kabanını çıkarıp karşıma oturduğunda sohbetimize başlamak için geç bile kalmıştık. Kumsal dikkatlice bana baktı. "Biliyor musun bugün nöbetteyken hastaneye bir savcı geldi. Başta anlayamadım, buralarda bir savcının ne işi olur ki? Benimle görüşmek istemiş fakat ben 8 saatlik bir ameliyata girmiştim. Hemşireler ne zaman çıkar belli olmaz deyince geri gitmiş. Ne adını ne sanını bulamadım." dedi düşünceli bir sesle. Açıkçası bu anlattıkları benimde ilgimi çekmişti. Kaşlarımı çatıp "Savcı mı? Bu kasabaya en son bir savcı geldiğinde çocuktum. Onu da hükumet, bizimkilere kafa tutuyor diye farklı bir yere atamıştı. Bir daha da buralarda hiç savcı falan görmedim." Dedim düzgünce hatırlamaya çalışarak.
Gerçekten önemli bir durum olmalıydı. Çocukken hatırladığım kadarıyla gelen savcı ailem ile çok uğraşmıştı. Babamın karanlık işlerini ortaya çıkarmasına olan cesareti bile takdire şayandı. Fakat bu kasabada herkes bilirdi ki Marseller ve Metreveli ailesini kimse bitiremezdi. Küçüklüğümden beri bu durumdan nefret ederdim. Bir Marsel olmak dışarıdan hoş görünse de içeriden sadece aileden olanlar bilirdi.
Bade elinde tabaklarla mutlu mutlu gelince dikkatimiz dağıldı ve mis gibi kek kokusuna aldandık. Tabaklarımızı ve kahvelerimizi önümüze bıraktıktan sonra yanıma oturdu. "Evet anlatın bakalım. Bugünün dedikodusu nedir kızlarım?" dedi kahvesinden bir yudum alırken.
Kumsal kek ile ağzını doldurduğu için anlatma işi bana düşmüştü. "Bugün hastaneye bir savcı gelmiş. Kumsal ameliyattayken beklemiş ama sonra gitmiş. Özel olarak konuşmak istemiş." dedim. Çatalımı kekime batırıp ağzıma attım. Bade tek kaşını kaldırıp "Şaka olmalı herhalde. Ledeyna bu kas-" derken sözünü kestim çünkü ne diyeceğini biliyordum. "Evet biliyorum bu kasabaya en son biz çocukken gelmişti. Bende aynı tepkiyi verdim. Bilmediğimiz şeyler dönüyor belli ki?" dedim sessizce. Ne olursa olsun bu olaylara bulaşmak en son isteyeceğim şeydi. Ben babam gibi bir asla değildim.
Bade düşünceli bir sesle "Bizimkiler bu sefer sınırları zorladı mı dersin?" diye sordu bana dönüp. Kumsal sıkıntıyla "Bence buraya bir savcı atamakla yanlış yaptılar. Şöyle iki üç tane atasalar anca başa çıkılır sanki." dedi gülümseyerek. Söyledikleri konusunda gerçekten de haklıydı. Üçümüzde katıla katıla gülerken keyfimiz yerine gelmişti. "Bir şey diyeyim mi? Bu savcıya en fazla 1 hafta veriyorum. Taş çatlasın 2 hafta. Fazla kalamaz. Keşke her şeyi düzeltse bizimkilerin saltanat devri bitse fakat hepimiz biliyoruz ki burada ki düzeni bozmalarına izin vermezler. Zamanında çok denendi." dedim kızlara bakarak. Onlarda bana katılarak kafalarını salladı. Tarçınlı kekimden bir çatal daha attım ağzıma.
Bade sinirle "Artık ne yaptılarsa çözsünler. Çözemezlerse de üzülecek değilim. Yıllarca kaç insanın ahını aldılar. Bir bakmışsın onlar çıkıyordur." dedi. Pencereye baktığımda dışarıda ki şenlikte eğlenen insanlara baktım. Gerçekten ailemden dolayı çok zulüm görmüşlerdi. Bunların hiçbirini desteklemedim aksine sürekli karşı çıktım. Lakin pek bir faydasını göremedim.
Kumsal nefesini verip "Neyse ya boşverin. Bizi ilgilendirmiyor sonuçta. Savcı bir şey öğrenmek istiyorsa tekrar gelir. Asıl sorunumuza gelelim. Hafta sonu düğün varmış, katılacak mıyız?" diye sordu heyecanla. Başımı yana yatırıp şaşkınca bakakaldım. "Biz ne zaman burada ki düğünlere katıldık ki?" diye sordum tek kaşımı kaldırıp. Bade araya girerek "Aslında katılsak fena olmaz sanki? Hem kasaba halkı ailemizi sevmese bile bizi severler. Bilirler onlar gibi olmadığımızı." dedi mutlulukla. Biraz düşündüm, belki değişiklik iyi olabilirdi. Belli belirsiz bir cevap verip "Olabilir, bakarız." dedim tekdüze ses tonuyla.
Birkaç saat daha oturduk. Her şeyden konuştuk. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Gerçekten yoktu. Biz birbirimizi tek gerçeğiydik. Ardından hepimiz evlerimize dağıldık. Eve girdiğimde hemen odama geçip yatağıma attım kendimi. Havaya bakılırsa yavaş yavaş aydınlanıyordu. Azda olsa uykumu çekmeliydim.
❄️❄️❄️
Kapı tıkırtımı duyduğumda gözlerimi zar zor açabiliyordum. Odaya giren kişi annemdi. Her sabah rutin olarak beni kaldırmaya gelirdi. Perdemi çekip "Hadi kızım kahvaltıya!" diye bağırırken tüm ışık gözlerime çarptı. Maalesef ki uyanmak zorunda kaldım. Annem odadan çıkarken bende ayaklanmış ve üstümü değiştirmek için dolaba ilerlemiştim. Hızlıca bol bir pantolon, üstüne de siyah boğazı bir kazak giydim. Sarı saçlarımı güzelce tarayıp dağınık bıraktım. Hafif makyajımı da tamamladıktan sonra bahçeye indim. Kahvaltımızı hep orada yapardık. Ben masaya oturduğumda herkes toplanmıştı. Babam beni görünce mutlu olmuşçasına gülümsedi. Beni seviyordu biliyordum. Kendi sandalyeme oturup bir şeyler atıştırmaya başladım.
Babam derin bir iç çekip "Evet, kızım okulunda bitti. Artık senin için tanıdığım sürenin sonuna geldik öyle değil mi? Herhalde başka bahanen kalmamıştır?" diye sordu gülümseyerek. Neyden bahsettiği konusundan ufacık bir fikrim yoktu. Zoraki yutkunarak gözlerine baktım. "Anlamadım baba, ne bahanesi?" diye sordum güçlükle.
"İdris ile evlenme konusunu diyorum kızım. Artık zamanı geldi." dedi keyifle. Neyden bahsettiğini şimdi anlamıştım. Tüm sinirim anında tepeme bindi. "Baba bıkmadın mı bana bunu dayatmaktan. Evlenmeyeceğim diyorum nesini anlamıyorsunuz?" dedim kızgınlıkla. Aynı şekilde babamda gerilmeye başlamıştı. Kaşlarını çatmış "Benden zaman istedin, verdim. Okuyacağım dedin ona da tamam dedim. Yeter artık bu iş çocuk oyuncağı mı sanıyorsun? Metreveli ailesi ile akraba olacağız. Gücümüze güç katmalıyız. Neyini anlamıyorsun kızım?" dedi kendisini sakinleştirmeye çalışırken. Hayal kırıklığıyla izledim onu. Gücünü benden daha çok sevdiğini anladım. Tüm kızgınlığım kırgınlığa dönüştü büsbütün. Anneme döndüm, yalvaran gözlerle "Anne sen bir şey söyle lütfen." dedim güçsüzleşen sesimle. Annem bakışlarını iç değiştirmedi. Her zaman ki sertliğiyle kararı yine babama bıraktı. "Hayırlısı babanın dediği gibi kızım. Karşı çıkma sende." dedi sanki çok kolay bir şeymiş gibi.
Öfkem daha da yükseldi. Artık kendime engel olamıyordum. Hızla kalktım sofradan. "Ben İdris Metreveli ile evlenmeyeceğim baba. Bunu aklına soksan iyi edersin. Sonrasında büyük bir karamsarlığa düşmeni istemem." dedim ve hızla bahçeden ayrıldım. Kapıdan çıkarken abime çarpsam da dikkate alamadım ve yürümeye devam ettim.
Kendimi evin dışına attığım da sonunda özgür hissediyordum. O evde artık her şey üstüme üstüme geliyor, daralıyordum. Arabaya bindiğimde gideceğim yerin şirket olacağını biliyordum. Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra merkezde ki şirketimizde çalışmaya başladım. Zaten başka bir şansım yoktu. Çalışmaya başlayalı bir hafta olmasına rağmen oraya alışmıştım.
Otoparka vardığımda arabamı park ettim ve şirkete çıktım. Odama girdiğimde artık kendimi daha rahat hissediyordum. Bilgisayarımı önüme çektim ve akşama kadar kod yazdım. Düşüncelerimi zihnimden alabilecek tek şey sevdiğim bir işi yapmaktı çünkü.
Saatler saatleri kovaladı, duygularım da ki fazlalık azaldı. Her şeyden geriye kalan hayal kırıklığımdı. Gecenin sonunda o eve nasıl gideceğimi düşünmek bile istemiyordum. Bugünün, yarının ve hatta onsan sonra ki iki günün işini bitirmiştim. Aslında bitirmesem de kimse hesap soramazdı zaten. Telefonuma baktığımda saatin 19.04 olduğunu gördüm. Yavaş yavaş kafeye geçsem iyi olacaktı. Yarım saate Kumsal'ın da nöbetinin biteceğini biliyordum.
Paltomu üstüme geçirip ağır adımlarla çıkış yaptım. Merkezden kasabaya inerken trafik yoktu. Zaten burada ki nüfus bir hayli azdı. Yol kenarına çektiğim arabamdan indiğimde ayakkabılarım yeniden kar ile buluştu. Önümü kapatıp bu soğuktan kurtulmak amacıyla hızlıca kafeye girdim. Bizim masamıza baktığımda Kumsal'ın çoktan geldiğini fark ettim. Hastaneden erken çıkmıştı anlaşılan. Yanına ilerleyip karşısına oturdum. Paltomu çıkarırken gülümseyip "Doktor Hanım hemen sorumu cevaplayın! Bu soğuk adamı kaç dakikada öldürür." dedim ısınmaya çalışarak. Kumsal biraz düşünür gibi yapıp "10 dakikaya hipotermi garantisi veriyorum." dedi gülerken. İkimizde işi şakasına vururken Bade geldi. "Güzel Hanımefendiler ne arzulardınız. Karadeniz'in bağlarından koparıp getireyim önünüze koyayım." dedi şakayla. Kumsal heyecanına yenik düşüp "Benim canım aşırı derecede pasta istiyor. Çilekli var mı Badem?" diye sordu. Acıkmış olmalıydı ki iştahı fazla görünüyordu. Bade kıkırdayıp "Var bebeğim var. Lamazi sen?" diye sordu bana dönüp. Lamazi bana taktıkları bir isimdi. Gürcüce güzel demekti ve benimde hoşuma giderdi. Ben pek aç sayılmazdım. Bir şey yememiş olsam da sabah ki meseleden dolayı tadım yoktu. "Ben kahve alsam yeter." dedim tebessüm ederek.
Bade mutfağa giderken Kumsal ile kaldık. Telefonunu açıp "Düğün için şunu alayım diyorum. Nasıl sence?" diye sordu. Ekranda siyah, uzun, straplez ve dar bir elbise vardı. Ona çok yakışacağına emindim. Fiziği zaten çok güzeldi. "Üzerinde muhteşem durur. Kesinlikle almalısın." dedim hayranlıkla. Kumsal anında telefonunu kapatıp bakışlarını diken gibi fırlattı. "Sen ne giyeceksin bakalım? Umarım bilmiyorum demezsin bana?" dedi azarlarcasına. Basite kaçarak "Evden bir şeyler bulurum ya." dedim kestirip atarak. Kumsal gözlerini devirip "Anlaşılan birlikte alışverişe çıkmamız gerekecek." dedi mırıldanarak.
Ardından beklemediğim bir şekilde "Abin gelecek mi bu düğüne?" diye sordu. Neden sorduğunu biraz da olsa anlayabiliyordum. Kumsal yaklaşık iki yıldır burada. Bade ile çocukluktan arkadaş olsakta Kumsal ile arkadaşlığımız sonradan oluştu. Abime karşı bir şeyler hissettiğini düşünüyordum fakat bunu asla kabullenmiyordu. Bende fazla üstüne gitmiyordum. Dudaklarımı aşağıya doğru kıvırıp "Bilmem, gelir herhalde." dedim imalı bir şekilde. Utansa da belli etmemeye çalıştı.
Kapının önünde yapılı bir adamın silüeti belirdi ve ardından hemen içeriye girdi. Boyu oldukça uzun ve bir o kadar da kaslı duruyordu. Boyumun 1.70 olduğunu varsayarsak benden en az 20 cm uzun olduğuna emindim. Etrafı izlerken ufacık bir an bakışlarımız kesişti. Koyu kahve gözleri neredeyse saçlarının tam aksi renkteydi. Teni neredeyse kar gibi beyazdı. Buralardan olmadığına emindim. Arkasından ise üç adam daha kafeye girdi. Onlar da aynı şekilde yapılı adamlardı. Bir an içi gözlerim onlarda takılı kaldı. Başta ki adam bağırmasa da yüksek sesle "Kimlik kontrolü yapılacak. Herkes masasında açık bulundursun." dedi emir verircesine. Bade içeri girdiğinde bunu duyunca tabakaları tezgaha bırakıp yanlarına ilerledi. Daha konuşmasına fırsat vermeden adam kimliğini gösterdi. Gördüğüm kadarıyla o bir askerdi.
Bade şaşkın bir şekilde "Komutan Bey elbette kimlik kontrolü yapabilirsiniz fakat nedenini sorabilir miyim?" dedi. Müşterilerinde içini gereksiz bir gerginliğin kapladığını biliyordum. Asker sert bakışlarını çekmeden "Siz kim oluyorsunuz?" diye sordu. Bade aniden cevapladı. "Buranın sahibi oluyorum." dedi cesur bir tavırla. Sert bakışları biraz olsun yumuşamıştı. "Öyleyse size daha çok soru sormamız gerekecek. Önce kimlik kontrolünü yapalım. Sonra da size her şeyi anlatalım." dedi tekdüze ses tonuyla. Bade'nin "Peki." Demekten başka çaresi yoktu. Sessizce yanımıza geldiğinde sorgulayıcı bakışlarımızı üstünden çekemedik. Açıklama yaparcasına "Bir askermiş, sorguya alacaklarmış beni." dedi sessizce. Hiçbir suçumuz olmamasına rağmen hepimiz tedirgindik.
Askerler masamıza geldiğinde Bade hızla "Lütfen burada sorun sorularınızı." dedi ve garsonlardan sandalye istedi. Şimdi yüzlerini daha iyi görebiliyordum. Asker olduğunu belirten adam söze girdi. "Üsteğmen Aybars Barlas Mertoğlu." dedi kendisini tanıtmak amacıyla. "Bade Metreveli" dedi utançla. Evet çünkü o da soyadından utanırdı. Babamın evlendirmek istediği adam da Bade'nin abisiydi.
Üsteğmen bir süre konuşamadı. Neye şaşırmıştı bilemiyordum ama dönüp arkadaşlarına baktığında gözlerinde farklı duygular vardı. Asker olduğunu düşündüğüm, yanında oturan kumral saçlı adam araya girdi. "Ben soramadan duramayacağım. Metreveli diye soy isim mi olur? Hiç duymadım daha önce." dedi kınarcasına. Bade gülümseyip "Gürcüyüz. O yüzden farklı gelmiş olabilir." dedi aydınlatmaya çalışarak. Diğer adam soruyu soran adamın sırtını sıvazlayıp düşük şiddetle vurdu. "Kusura bakmayın, mesleki deformasyon." Dedi konuyu kapatmak istercesine. Üsteğmen kaşlarını çatıp onlara bakınca ikisi de olduğu yerde sindi. Hizaları beni bulduğunda korkudan mı bilmem kalbim hızlanmaya başladı. Gözlerini kısıp "Siz?" diye sordu. Kendimi her ne kadar tanıtmak istemesem de şuan söylemek zorundaydım. "Ben Ledeyna Marsel." dedim tuttuğum nefesi bırakırken.
Bakışları daha da koyulaştı. Anlayamadığım bir şekilde gözlerini hiç ayırmadı benden. Ortamda garip bir sessizlik oluştu. Ardından Kumsal'a döndü. Bu bakışlardan kurtulmanın rahatlaması vardı içimde. Kumsal sormasına gerek bırakmadan "Kumsal Bayer." dedi ince sesiyle. Onun soyadından korkmasını gerektirecek bir durum yoktu ve bu konuda gerçekten şanslıydı.
Araya giren daha demin konuşan sarışın çocuk olmuştu. "Kumsal Bayer mi? Başhekim olan mı?" diye sordu. Kumsal kafasını sallayıp "Evet. Siz nereden biliyorsunuz?" diye sordu. Yeşil gözlerini Kumsal'dan bir an bile ayırmadan "Dün hastaneye geldim ama siz ameliyattaydınız." dedi hatırlamaya çalışarak. Hepimiz o an aydınlanmıştık. Kumsal aradığı şeyi bulmuş olması sebebiyle heyecanla "Siz savcısınız. Dün hemşireler söyledi geldiğinizi." dedi mırıldanarak.
Ufak bir böbürlenmeyle sarı saçlarını elleriyle geriye taradı ve "Evet Savcı Uzay Arslan." dedi. Onların arasına giren teğmen olmuştu. "Başhekim olmak için fazla genç değil misiniz?" dedi iğneleyici ses tonuyla. Çoktan sorguya başlamıştı. Kumsal saklamaya gerek duymadan "Hastanenin sahibi babam." dedi. Teğmen her dediklerimizi aklına kazıyormuş gibi duruyordu. Neler bilmek istiyordu ya da duymak bilmiyordum. Tekrar bana döndü hizaları. Koyu gözleri beni bulduğunda keskinleşiyordu sanki. Yutkunup konuştu "Ledeyna Hanım babanızın ismi buralarda çok duyulmuş. Savaşer Marsel babanızdı değil mi?" diye sordu emin olmak amacıyla.
Yavaşça kafamı sallayıp "Öyle" dedim. Gözlerini bir an bile ayırmadı benden. Sırtını dikleştirip "Sizinle açık konuşacağım. Aileniz hakkında pek iyi şeyler duymadım. Ve ben işimi en iyi şekilde yapmaya çalışırım. Burada kanuna uymayan her şeye karşı olmak için gönderildim. Yasaları yok hükmüne koyan ailenizi en yakın zamanda ziyaret edeceğimden şüpheniz olmasın." dedi tehdidinden korkacağımı düşünerek. Fakat bilmiyordu ki benim aileme olan nefretim onunkinden daha fazlaydı. O an aklımda bir şimşek çaktı. Eğer üsteğmen ailemi çökertirse bende İdris ile evlenmek zorunda kalmazdım.
"Yanlış anlaşılmak istemem üsteğmen. Eğer ailemi koruyacağımdan şüpheniz varsa yanılıyorsunuz. Marsel soyadı benim için taşımakta güçlük çektiğim bir zorunluluk." dedim anlayışla. Ondan yana olduğumu hissetsin istiyordum. Ama bakışlarına göre bana inanmadığı barizdi.
Daha önce hiç konuşmayan ve en kenarda oturan adam bir anda söze girdi. Mavi gözleri sanki kesip geçecekmiş gibi bakıyordu. "Zorunluluk derken? Kim böyle güçlü bir ailenin kanatları altında yaşamak istemez?" diye sordu. Bu sorusu canımı acıtmaya yetmişti. Savaşer Marsel'in gücü sadece savunmasız olanlara yeterdi. Gözlerime çöken hüzne engel olamadım. Bir an için aynı şeyi Üsteğmen'in bakışlarında da gördüğümü sansam da yanılmıştım ya da kendisine engel olmuştu bilemiyordum.
"Kendi ayakları üzerinde durabilen her insan önce o aileye baş kaldırır. Hayatta kalmayı başarabilenler ise boyun eğmeyi öğrenir." dedim üstü kapalı bir biçimde. Üsteğmen ayağa kalınca diğerleri de onunla birlikte ayaklandılar. "Sorguyu tamamladık varsayabiliriz. Zaten tekrar görüşeceğimize eminim. İyi akşamlar." dedi sakince. Ardından büyük adımlarıyla kafeden çıkış yaptılar.
Kızlarla birbirimize bakakalmıştık. Güçlükle konuşan Bade olmuştu. "Az önce ne oldu öyle?" dedi kısık kısık sesiyle. Başımı ellerimin arasına alıp "Sizde fırtına öncesi sessizliğini hissediyor musunuz?" dedim bıkkınlıkla. Kumsal mırıltıyla "Fazlasıyla..." dedi. Hiçbirimiz korkmuyorduk ama hepimiz tedirgindik.
Hızla başımı kaldırdım. "Kızlar bugün babamla tartıştık. Biliyorsunuz okuldan önce İdris ile evlendirmek istiyorlardı. Bugün yine o konu gündeme geldi. Bade özür dilerim ama senin abinle ölsem evlenmem." dedim aceleyle. Konuyu bağlamak istediğim bir nokta vardı. Bade içimi rahatlatmak istercesine "Saçmalama benim aptal abimle evlenmene asla izin vermem. Onunla evlenirsen hayatını karartmış olursun." dedi korkuyla. Asıl planıma geldiğimde zaferin tadını çıkaracağımı hissetmiştim. "O yüzden ben düşündüm ki, buraya gelen askerlerle bir anlaşma imzalayalım. Baksanıza bu sefer cidden güçlü gibiler. Yardımcı olursak bizi ailemizin baskısından çekip kurtarabilirler. Hem Marseller ve Metreveliler güçsüzleşir hem de onların safında olduğumuzdan zarar görmeyiz. Ben de şu evlenme işinden kurtulmuş olurum." dedim büyük bir ilgiyle.
Kızlara baktığımda ilk birkaç saniye hiç tepki gelmedi. Ardından Kumsal masadan kalkıp yanıma geldi. Bu yavaş hareketi beni korkutsa da başımı ellerinin arasına alıp öpünce kahkaha patlattık. "Bu şahane plan için senin aklını öpüyorum." dedi ve yerine oturdu.
Bade gülümseyip "Sen neyi, nasıl yapmak istersen öyle olsun. Biliyorsun Lamazi sen benim ailemden daha değerlisin. Bu yüzden hep yanında olacağım." dedi anlayışla. Ailemden göremediğim desteği dostlarımdan görmek beni iyi hissettiriyordu. Ne zaman battığımı hissetsem ayağa kaldırıyorlardı.
O gün sabaha kadar dertleştik. Hiçbirimiz evimize gitmedik. Ailelerimizi mi cezalandırmak istedik, yoksa biraz olsun kafamızı mı dinlemek istedik bilmiyorum. Yinede mutluyduk. Eve geldiğimde tek yaptığım kendimi yatağa atıp uyumaktı. Geri kalan hiçbir şeyi hatırlamıyordum.
Telefonumdan gelen ses beni uyandırmaya yetmişti. Saatin kaç olduğu konusunda en ufak bir fikrim olmasa da havanın çoktan aydınlandığını gördüm. Ekranıma baktığımda arayan kişinin Kumsal ve Bade olduğunu gördüm. Konferansa katılıp uykulu sesimle "Günaydın." dedim mırıltıyla. Telefonun ucundan gelen Kumsal'ın bağırışları uykumun açılmasını sağlamıştı bile. "Günaydın mı? Tünaydın demek istedin herhalde? Saat iki oldu kızım, neredesin sen?" diye sordu sıkıntıyla. Gözlerimi aralayıp "Odamdayım." dedim sessizce. Bade araya girip, sanki yanlış bir şey yapıyor muşum gibi "İnanamıyorum sana, hani alışverişe çıkacaktık. Akşam düğün vardı, unuttun mu?" diye sordu imayla. Telefonumu kulağımdan çekip tarihe baktığımda büyük bir pişmanlık yaşadım. Elimi alnıma vurup "Tamamen aklımdan çıkmış. Hazırlanıp, çıkacağım." dedim yatağımdan aceleyle kalkarken. Çoktan elim ayağıma dolaşmıştı. Bade kapatmadan önce "Tamam konum atıyorum." dedi.
Üstümü değiştirip, evden çıkmak için aşağı kata indim. Salonda tek başına oturan abimi görünce yanına gitmek istedim. Şu evlenme konusunu son kez onunla konuşacaktım. Belki o bir şeyler yapabilirdi. Babamın tüm işlerini o yürütürdü, şansımı denemek istiyordum.
Yanı başına oturduğumda ela gözlerini bana dikti. Gazetesini bir kenara bırakıp, sorgulayan bakışlarla izlerken konuya girmeye çalıştım. Derin bir nefes alıp "Abi nasılsın?" dedim ince çıkan ses tınımla. Kaşlarını kaldırıp "İyiyim güzelim, sen?" dedi merak edercesine. Bir anda yanına gelmem onda şüphe uyandırmıştı. Gözlerimi kaçırmak zorunda olduğumu hissettim. Utanarak "Ben iyi sayılmam. Olanlardan haberin vardır. Abi lütfen, lütfen İdris ile evlendirmelerine izin verme." dedim yalvarırcasına.
Bakışları yumuşamıştı, üzüldüğümü anlıyordu. Abim babam olmadığı her an anlayışlı bir adamdı. İç çekip "Ledeyna yapabilecek bir şeyim yok biliyorsun. Babamızı tanımıyor musun? Kendi kafası neye eserse onu yapar." dedi nefretle. Biliyordum, yine canı bir şey istemişti ve onu kızı da olsa zorla yaptıracaktı. Sinirle eskiyi hatırlattım ansızın. "Evet ama geçmişte seni de zorla evlendirmeye çalışmıştı abi. Sen karşı çıktın, evlenmedin!" dedim sesimin tonuna dikkat edemeyerek. İstemeden de olsa yüksek çıkmıştı. Ona maziyi hatırlatmak istemezdim ama benimde kendim için çabalamam gerekiyordu. Yolun sonunun nereye gideceğini bilmeden de olsa...
İşaret parmağını havada sallarken "Ledeyna bilmediğin şeylere karışma." dedi susmamı uyararak. Sabrının son demlerindeydik, hissedebiliyordum. Yine de durmadım. İçimde ki kine engel olamıyordum. Ayağa kalkıp, saçlarımı ellerimin arasına aldım. "Neyi bilmediğimi sanıyorsun abi? Babamın erkeksin diye seni kollamasını mı? Aslında fazlasıyla biliyorum." dedim tüm kinimi kusarken.
Anında ayağa kalkıp yüksekten bana baktı. Öfkeyle "Evet karşı çıktım! Sonucunda neler katlandım biliyor musun sen? Sevdiğim kadını öldürdüler! Hem de gözlerimin önünde. Tek damla yaşına bakmadan kıydılar ve çıkıp hiçbir şey diyemedim." dedi. Ardından sustu, bolca sustuk ikimizde. Ağzından kaçırdığı için kendinden nefret ediyordu. Bakışlarında görüyordum bunu.
Yutkundu ve "Ledeyna yanlış bir şey yapma sakın. Seni bir daha uyarmak zorunda kalmak istemiyorum. Anlıyorsun değil mi beni?" dedi sakince. Ne demek istediği açıkça belliydi. Yanlış bir şey yapmamın bedeli ölümdü. Kim olduğu fark etmeksizin. Bir damla yaş süzüldü yanağımdan. Sebebi neydi bilmiyordum. Beli bir şey değildi, bir kişiydi. Tek kişiydi, kim olduğu da belliydi.
Abim yanımdan ayrılırken tek kalmanın huzursuzluğu vardı içimden. Beni bir anımda bile mutlu etmeyen evi ardımda bırakıp bende çıktım. Arabama bindiğimde Bade'nin attığı konuma girip, karşıma koydum. Merkezden biraz uzaktaydı ama yine de yarım saat içinde orada olmuştum. Geldiğimiz moda tasarımcısının sürekli müşterisiydik.
İçeriye girdiğimde kapıyı görevli bir hanımefendi açmıştı. "Hoşgeldiniz Ledeyna Hanım." dedi memnuniyetle. Gülümseyip etrafa bakıyordum ki Bade el sallayıp kendini gösterdi. Hızlı adımlarla yanına vardığımda sıkıca sarıldım. Yanımızda bulunan koltuklara otururken "Kumsal nerede?" diye sordum. Bade gözleriyle işaret edip "Deneme kabinin de hanımefendi. 36. elbisesi için hazırlanıyor." dedi gülerek. Benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan "Duyuyorum sizi!" diye bağırdı.
Bade'yle birbirimize bakıp kıkırdadığımızda yine duyar diye daha kısık sesle güldük. Kumsal'ın gazabı bizim için en kötüsüydü. Sabırla beklerken Kumsal olduğu kabinden çıkmıştı. Üzerinde harika denecek derece güzel duran, buz mavisi, uzun, yırtmaçlı bir elbise giymişti. Gerçekten prensesten farkı yoktu. Mavi elbise, yeşil tonlarında ki gözlerini daha da belirginleştirmişti. Ona hayran kalmamak mümkün değildi.
Ellerimi çırpıp "Muhteşem olmuşsun. Gerçekten o çok yakışmış ki, bayıldım." dedim hayranlıkla. Kelimelerim yetersiz kalmıştı güzelliğine. Bade kahkaha atıp "Kız belalın çıkmasın düğünde." dedi kendine engel olamayarak. Onunla birlikte bende kahkaha attığımda Kumsal'da bize katıldı. Kabinine geri dönerken "Tamam o zaman bunu aldım." dedi sevinçle. Aradığı şeyi bulmasının mutluluğu vardı.
Bade'ye döndüğümde merakla "Sen aldın mı?" diye sordum. Her ne kadar geriye kalan son kişi olmak istemesem de "Çoktan." cevabını almıştım. Bade önüne döndükten sonra bir süre bekledi. Zihninde bir şeyleri tarttı belki de. Söyleyeceği şey dilinin ucunda olmasına rağmen tuttu kendisini. Diyecekleri ağır mıydı; bilmiyordum. Ama onu tanıyordum. Beni kırmamak için söyleyeceği şeyi gerekirse yüz kere düşünürdü.
Çenesini sıktı, haykırmak istiyordu aslında. Nefret ettiği bu konuya giriş yapmak için türlü türlü yolları denedi aklında. Biliyordu nasıl söylerse söylesin üzülecektim. Birbirimiz için isteyeceğimiz son şeydi fakat bir sözümüz vardı. Üçümüzde asla hiçbir şeyi saklamazdık.
Gözlerime baktı. Dolu olan mavi gözleri beni tedirgin etmişti. Tüm vücuduyla bana döndü. "Ledeyna nasıl söyleyebilirim bunu bilmiyorum ama senin bilmen gerekiyor. Engellemeye çalışsam da başaramadım. Abim ve annem nişan hazırlıklarına başladılar. En yakın zamanda söz kesilsin denilmiş. Sanırım 3 gün sonra seni istemeye geleceğiz." dedi zorla nefes alırken. Yenilgiyi tatmanın üzüntüsüyle konuşuyordu. Elinde olsa beni çekip kurtarmak istiyordu. Tanıyordum çünkü o benim kardeşimden farksızdı.
Dolan gözlerimden akan yaşı elimin tersiyle sildim. Kendimi güçlü tutmaya çalıştım. Hayatımın her anında dik duran bir kız olmuştum. Şimdi yine aynısını yapmakta ısrarcıydım. Kimse boynumu eğdiremeyecekti. Yenilsem bile o yenilgiyi hayatımın sonuna kadar kabullenmeyecektim.
Güçsüz çıkan sesimle "Anlıyorum..." dedim sadece. Başka bir kelime çıkmadı ağzımdan. Boğazıma oturan yumrunun gitmesi için yalvardım. O an her şeyi düşündüm. Hiçbirinde çıkış yolu bulamadım. Aradığım, çare olarak bulduğum tek yolu da yine babam kapatmıştı. Askere sığınmak istedim. Bir anlığına buna inanmıştım da. Babamın beni zorla tutan kanatlarından kaçıp onunkilere sığınabileceğimi düşündüm. Lakin beceremedim. Benim yüzümden masum bir insanın ölmesine göz yumamazdım. Babam bu kadar ileri gidebilir miydi bilmiyordum. Yine de her türlü onun hayatını riske atamazdım.
Kumsal büyük bir mutlulukla kabinden çıktığında ona belli etmemek adına kendimizi toparladık. Yine en iyi yaptığım şeyi yaptım. Rolümü oynadım. Kumsal elinde elbiseyi görevliye verirken almak istediğini belirtti. Kasaya giden ürünün arkasından özlemle bakarken Nermin Hanım bana elinde tuttuğu siyah bir elbiseyle geldi. "Ledeyna Hanım sizin elbiseniz zaten tasarlanmıştı. Geleceğiniz haber verilince tarzınıza uygun bir elbise diktim. Tüm ölçüleri bedeninize göre." dedi tüm kibarlığıyla.
Seçim şansımın olmaması beni mutlu etmişti. Karar verme konusunda pek iyi sayılmazdım. Alışverişimizi tamamladıktan sonra arabama doğru ilerledik. Emniyet kemerimi taktığımda hızla arabayı çalıştırdım. Yola çıktığımızda Kumsal yanımdan hafif bir şarkı açtı. Arkadan konuşmak için ortaya doğru kayan Bade öne doğru eğildi. "Kızlar sizce bu asker ve kaslı arkadaşları düğüne gelir mi?" diye sordu merakla.
Kumsal dikkatle dinlediği soruya yanıt verdi. "Bence gelmeliler. Kasaba halkıyla tanışmış olurlar." dedi umursamazca. Gözümü yoldan ayırmadan sol kavşağa girerken "Sanmıyorum. İşleri güçleri yok düğün dernekle mi uğraşacaklar?" dedim. Kırmızı ışık yanınca yavaşlayarak durdum.
Bade arkadan gelen sesiyle "İşleri insanlar değil mi? En çok insanı ancak düğünlerde bulabilirsin. Bence kesin olacaklar. En ufak bir suçu tespit etmek pahasına olsa bile." dedi kendinden emin tavrıyla. Bir nevi onu bende haklı bulmuştum ama söylemeye gerek duymadım. Kumsal destek çıkarak "Katılıyorum. Orada en ufak biri silah sıksa içeriye alırlar. Üsteğmen kudretli birine benziyordu. Ayrıca yanında savcısı olmakla birlikte kaç tane adamı var" dedi detaylarıyla. Söyledikleri doğruydu. Yine de göreceğimi ummuyordum.
Tüm işlerimizi hallettikten sonra Kumsal'ın evine geçtik. Tek yaşamasından dolayı rahat edebileceğimizi düşündük. Kendine ait küçük bir villası vardı. Babası ona hem hastaneyi hem de bu evi bıraktıktan sonra bu dünyadan göçüp gitmişti. Kumsal İstanbul'da yaşamasına rağmen babasının mirasına gözü gibi bakmak için burada bir hayat kurdu kendisine. Bizde ondan desteğimizi hiç çekmedik.
Eve girdiğimizde hepimiz farklı bir görevi üstlenmiştik. Bade bakır saçlarını düzleştirirken, Kumsal elbisesini giymek ile uğraştı. Ben ise kendime güzel bir makyaj yapmayı planladım. Başarılı olmuştum da, yüzümün bebek gibi durması hoşuma gitmişti. Badenin büyük aynada işi bitince yer değiştirmiştik. Sarı ve sırtıma uzanan saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Gözlerim daha da çekici duruyordu. Kendimi gerçekten beğenmiştim.
Kızlara baktığımda son hazırlıklarını yaptığını görünce koşar adımlarla elbisemi aldım. Üstüme giydiğimde arkasında kalan fermuar için Bade'den yardım istedim. Bade uzun uğraş verirken "Ay bu takılmış sanırım." dedi gerginlikle. Büyük bir sıkıntıyla ofladım. "Kilo mu aldım ya..." dedim sıkıntıyla. Gerçekten kabustan daha beter bir senaryoydu.
Bade ısrarla çektiği fermuardan intikam alırcasına "Saçmalama! Seninle alakalı değil bu sorun. Fermuar kalitesiz. Baksana Kumsal araya sıkışıyor." dedi. En azından biraz olsun içim rahatlamıştı. Her gün tartılmama rağmen bir değişiklik olması beni her an yıkabilirdi. Ben nefesimi tutmuş beklerken Kumsal'ın da yardımıyla fermuar hallolmuştu.
Rahatlamanın verdiği huzurla boy aynasının karşısına geçtim. Kumsal arkamdan "Bu kızın fiziği ağzımın sularını akıtıyor." dedi bana asılırcasına. Kıkırdarken kendi yansımama baktım. Evet kendimi beğenen birisiyim. Her insanın kendisini güzel bulmasını düşünürdüm. Ama bugün gerçekten hoş gözüküyordum. Siyah ve dar olduğu kadar mini, kare yaka elbisenin beni üşüteceğini bilsem de asla vazgeçmeyecektim.
Hepimiz tamamen hazır olduğumuzda siyah topuklu botlarımı ve uzun paltomu üstüme aldım. Evden çıkıp arabaya geçtiğimizde yol uzun sürmedi çünkü kasaba meydanına yakın bir kısımda kalıyordu. Kır düğünü olduğu için uzun bir patikadan geçtikten sonra gelmemiz gereken yere varmıştık. Masalar oldukça kalabalık ve doluydu. Neredeyse herkes buradaydı. Gözlerimi gezdirdiğim sırada dikkatimi çeken kişi Üsteğmen Barlas Bey olmuştu. Hiçbir şekilde burada bulunacağını beklemiyordum.
Kahve gözleri beni bulduğunda duruşunu dikleştirdi. Bakışlarını bir saniye bile ayırmadı. Aynı şekilde bende kaçırmadım hizalarımı. Fakat önüme birinin gelmesiyle odağımı kaybetmiştim. Gelin bana sıkıca sarılıp "Ledeyna Hanım gelmenize ne kadar mutlu oldum bilemezsiniz. Çok teşekkür ederim." dedi mutlulukla. Ardından Kumsal ve Bade'ye bakıp "Sizde öyle, hoş geldiniz." dedi tüm kibarlığıyla. Gülümseyip "Hoşbulduk Gamzeciğim. Mutluluklar." dedim vaktini çalmamak amacıyla kısa konuşarak. İlgilenmesi gereken çok fazla misafiri vardı.
Kızlara döndüm "Nereye geçelim?" diye sordum merakla. Bade karşılık niteliğin "Sanırım buna biz karar vermiyoruz. Bakın isimlerimiz şu masada yazıyor." dedi eliyle işaret ederek. Parmağını gösterdiği yer baktığımda gerginliğim gereksiz bir biçimde arttı. Masamız Üsteğmen ve arkadaşlarının olduğu masanın çaprazında kalıyordu. Anladığım kadarıyla değerli buldukları kişileri önemli yerlere koymuşlardı.
Masamıza doğru yürürken Bade heyecanla "Bakın gelmişler. Size demiştim." dedi zaferle. Gülümsemekle yetinirken sandalyeme yerleştim. Üsteğmen tam olarak karşımda kalıyordu. Neyse ki aramızda mesafe vardı ama bunu hiçe sayıp gözlerini ayırmadan bana bakıyordu.
Onunla daha fazla göz temasında bulunmadan önüme döndüm. Her masanın başında yanan ufak sobalardan dolayı sıcaklamaya başlamıştım. Paltomu çıkarırken gözlerim tekrar Barlas Beye takıldı. Neden olduğunu bilmediğim bir şekilde anında gözlerini ayırdı benden. Önüne dönmesinin sebebi paltomu çıkarmam mıydı? Göğüs dekolteme baktığımda bunu doğrular nitelikte olduğunu gördüm.
Düğün başlamıştı ki keyfini çıkaracağım anda hiç hoşuma gitmeyecek şey oldu. İdris Metreveli düğün alanına giriş yapmıştı. Birkaç kişiyle selamlaştıktan sonra bizim masamıza doğru gelmeye başladı. Kaslarımın gerildiğini hissedebiliyordum. Bade hissetmiş olacak ki elini sırtıma koydu. Ardından hızla kalkıp abisine sarıldı. "Abi hoş geldin. Seni beklemiyordum." dedi şaşkınca. Bade eğer abisinin geleceğini söyleseydi ben zaten burada olmazdım. Bilmediğini tahmin edebiliyordum.
İdris gözlerini bana dikip "Son anda vazgeçtim." dedi ima dolu sesiyle. Nereden öğrenmişti bilmiyordum ama o kaynağı bulduğum an kendi ellerimle boğacaktım. Yavaş adımlarla yanıma geldiğinde bir an bile yüzüne bakmadım. Elini omzuma koyacağını anladığım an sinirle ona döndüm. Bakışlarımın hançerden farksız olduğunu bilerek "Sakın!" diye bastırdım. Kelimem onu durdurmaya yetmişti. Sadece bir süreliğine...
Yanımda dikilmekte ısrar ediyordu. "Bana sarılmayacak mısın?" diye sordu keyifle. Bu huzuru beni sinir etmeye yetmişti. Ben günlerdir kaçan huzursuzluğum yüzünden uyuyamazken onun umurunda bile değildi. Ayağa kalktığımda boylarımız eşitlendi. "Asla." dedim gözlerinin en içlerine bakarken. Ona söylediğim bu iki kelime bile midemi bulandırmaya yetmişti.
Yanından geçip gideceğim sırada kolumu tutması beni durdurmasına sebep oldu. En başından beri zaten bu niyetle geldiği belliydi. Arkamda büyük bir silüetinde geldiğini gördüm. Tanıdık parfüm kokusunun kime ait olduğunu biliyordum. "Bir daha kardeşimde dokunmayı aklından geçirirsen, onu senden alırım İdris." dedi benim aksime tüm sakinliğiyle. Abimin yanımda olması beni her zaman güvende hissettirmişti. Ve şimdi beni yine koruyordu hem de ne pahasına olursa olsun.
Abim İdris'e üstten bakarken, İdris bozulmuş gibi duruyordu. "Kenan" dedi sadece. Devamını getirmeye korktu. Abim onu bakışlarıyla sindirmişti. Bade'ye baktım fakat abisine bir şey diyemeyeceğini biliyordum. Ardından Kumsal'a döndüm kaş göz işaretlerimle olaya müdahale etmesini istedim. Burada el atabilecek tek kişi oydu. Anlamış olacak ki hızla araya girdi. "Beyler yerlerimize mi geçsek? Fazla dikkat çekiyoruz." dedi uyarırcasına. İkisi de bu uyarıyı dikkate almış olacak ki yerlerine geçtiler. Neyse ki İdris'in ismi bizim masamızda değil babasının yanındaydı.
Abim yanımda ki sandalyeye oturup bana döndü. Göz kırpıp etrafı incelemeye devam etti. Şarkılar çalarken Bade daha fazla dayanamayıp "Yeter artık oturmaya mı geldik? Hadi kalkın." dedi bizi dansa teşvik ederek. Bunun için pek hevesim olmasa da Bade'yi kırmamak için birkaç horona eşlik etmek üzere alana çıktım. Kumsal'da bizimle geldiğinde asıl şimdi eğleneceğimizi biliyordum. Yavaş yavaş Kumsal'a horon tepmeyi öğrettik. Ancak ne Bade ne de ben bu konuda başarılı olamadık. Kumsal bir türlü beceremiyordu ve bu bizi kahkahalara boğuyordu.
Yerimize ilerlerken Kumsal ile dalga geçmeye devam ediyorduk. "Ya ne gülüyorsunuz. Ben sizin gibi Karadenizli değilim. Ayrıca bence gayet iyiydim." dedi yalandan bir üzüntüyle. Konuşmamıza abimde şahit olmuş olacak ki Kumsal'a ithafen "Üzülme Kumsal, bakarsın Artvinli bir damat getirirsin bize." dedi gülerek. Gülüşüm yüzümde donup kalmıştı. Kumsal'ın kırgınlığını içimde hissetmiştim. Solan bakışlarım yüzünde asılı kaldı.
Kumsal'ın da gözleri donmuştu. İçinde var olan tüm neşesi sönmüştü. Birkaç dakika abime bakakaldı fakat abim hiç fark etmedi bile. Bir insanın tek bir cümlesine bu kadar kolay kırılabiliyorduk işte. Hem de o kişi kurduğu cümlenin, karşısındakinin tüm hayatına tekabül edebileceğini bilmeden.
Önüme döndüğümde bir eksiklik fark ettiğimde karşıma baktım. Üsteğmen yerinde değildi. Diğer arkadaşları sohbet ederken o yoktu. Etrafa baktım ama gözükmüyordu. Kumsal eski sevincini yeniden kazanmış gibi yapıp "Bakın yeniden horon çalmaya başladı. Hadi Bade kalkalım da bana biraz daha öğret. Nasıl olsa Artvinli damat getireceğim ya, öğrenemem lazım." dedi özellikle abime bakarak. Abim ne olduğunu anlamamış bir şekilde bana dönüp "Ben kötü bir şey mi dedim?" diye sordu. Bilmiyorum anlamında kafamı sallarken kızlar çoktan kalkmıştı.
Abim ayağa kalkıp birkaç tanıdığıyla selamlaşmaya gidince masada tek başıma kalmıştım. Üsteğmen ise o sırada yerine oturuyordu. Ona bakmaya bırakıp önüme döndüğümde garson elimde kokteyller ile masama doğru geldi. Yanımda durduğu sırada bardakları masaya yerleştiriyordu. Tepsisi o kadar doluydu ki aniden kokteyl bardaklarından biri üstüme düştü. Ani bir refleksle kalktığımda hissettiğim soğukluk üşümeme neden oldu. Hatta buzlar donmama yetmişti bile. Garson çocuk endişeyle bana yardımcı olmaya çalışırken "Çok özür dilerim efendim. Çok özür dilerim-" diye sıralıyordu. Yaptığı hatanın şokuna girmiş olacaktı ki hali benden daha perişan görünüyordu. Ayağa kalkıp lavaboya gitmeden önce genç garsona döndüm. "Sorun değil gerçekten. Ben üzerimi değiştireyim gelince de patronunla konuşayım olur mu? Masrafların senden çıkmasını ve kovulmanı istemem. Basit bir hata yüzünden endişelenme sende." dedim onu rahatlatmak isterken. Korkmasını anlayabiliyordum. Daha çok küçüktü ve elinde olmayan sebeplerden zarar görmesini istemiyordum.
Arkamı dönüp lavaboya ilerlediğim de tek başıma nasıl halledebileceğimi düşünüyordum. Kapının önünde beklerken girip girmeme ikileminde kaldım. Yedek kıyafetlerim arabadaydı ve onları almadan içeri girmemin bir anlamı yoktu. Kızların hiçbiri yanımda değildi ve geleceklerini sanmıyordum çünkü kendilerini horona kaptırmışlardı.
Elimi başımda ovuşturup düşünmeye çalıştım. Yanıma doğru gelen birini gördüğümde gözümün ucuyla baktım. Komutan ağır adımlarıyla yanıma ulaşmıştı. Onu ilk kez sivil görüyordum. Yani ilk gördüğümde üniformalıydı. Siyah boğazlı kazağının dar kolları kaslarını oldukça belirgin hale getirmişti. Önümde durduğunda kafamı kaldırmak zorunda kaldım. Sorgulayıcı bakışlarım üzerinde gezinirken konuşamadım. Dilim tutulmuş gibiydim adeta.
Elinde var olduğunu fark etmediğim ceketini kollarını sararcasına arkamdan dolayıp omuzlarıma yerleştirdi. Hizalarını bir an bile ayırmadan "Hastalanacaksın. Üzerindekini değiştiremez misin?" diye sordu ilgiyle. Takılı kalan kirpiklerimi birkaç kere kırptım. Sesimin yumuşadığını hissederken "Kıyafetlerim arabada. Onları almam gerekecek." dedim mırıltıyla.
Adem elması hareketlendi. "Getirmemi ister misin?" diye sordu sert sesiyle. Çekinerek sorduğunu hissedebiliyordum. Kaşlarımı kaldırıp, ciddi olup olmadığını anlamaya çalışarak "Gerçekten mi?" diye sordum. Üsteğmen basitçe "Elbette." dedi. Ben onun bu kibarlığına şaşırıyordum fakat o benim aksime gayet normaldi.
Sorgusuz bir güvenle arabamın anahtarını eline bıraktım. İçimde engel olamadığım bir inanç vardı ona. Nedenini bilmiyordum ama onun yanlış bir şey yapmayacağına emindim. Sadece birkaç gün önce gördüğüm bu adama babamdan daha çok güveniyordum. Yanımdan ayrıldığında bende lavaboya girdim. Onu içeride bekleyecektim. Neyse ki yanlışlıkla arka tarafa ki lavaboyu tercih etmiştim. Bu yüzden buraya kimse uğramıyordu.
Yaklaşık olarak beş dakika sonrasında Üsteğmen gelmişti. Kapıyı tıklattığında o olduğunu anlayıp yavaşça açtım. Üzerimde ki elbise beni daha da çok üşütmeye başlamıştı. Ceket bile fayda etmemeye başlamıştı. Karşımda ellerinde tuttuğu poşetlerle beni bekleyen Barlas Beyi görünce rahatlamıştım. Mutlulukla elinden poşetleri alırken büyük bir minnettarlıkla "Teşekkür ederim." dedim.
Daha önce görmediğim belli belirsiz gülümsemesiyle kafasını eğdi. Elini ensesine atıp, geri çekildi. "O zaman ben gidiyim." dedi geri geri yürüyerek. Tebessüm ettiğim sırada daha fazla duramayacağımı anladım. Soğuk karnımı ağrıtmaya başlamıştı. Komutanda arkasını dönmüş gidiyordu. Ardından kapımı kapatıp önüme dönmüştüm ki aynada gördüğüm şeyle şok yaşamam bir oldu.
Elimi alnıma yapıştırıp kocaman ofladım. Elbisemin fermuarımı tamamen unutmuştum. Aniden aklıma gelen tek şeyi yapmak için kapıyı geri açtım. Ondan başka çarem yoktu. Buraya kimse gelmezdi ve ben düğünün sonuna kadar burada kalamazdım. Hızla Barlas Bey'e yardım istercesine bağırdım. "Barlas Bey!" Sesimi duymasıyla bana dönmesi bir olmuştu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken ona ellerimle gel işareti yaptım.
Bu yaptığıma günlerce hatta belki haftalarca utanacağımı bilememe rağmen elimden farklı bir şey gelmiyordu. Ağır adımları önümde durduğunda otuz iki diş sırıtmaya gayret gösterdim. Biraz şirinlikten zarar gelmezdi değil mi? Komutan kaşlarını çatıp "Bir sorun mu var?" diye sordu boğuk çıkan sesiyle.
Nasıl söylemem gerektiğini bilemeden kıvrandım olduğum yerde. Elimle zar zor arkamı göstererek olduğum yerde döndüm. Şuan ne yaptığımı ben bile bilmiyordum. Resmen çırpınıyordum. "Şey..." devamını getiremiyordum. Ben anlatmak için çabalarken komutan anlamak için benim kadar çabalamıyordu. Tek kaşını kaldırıp "Ney?" diye sordu. Gerçekten de anlamsız gözleriyle suratıma bakıyordu. Anlasana be adam! Garip durumumu bir kenara bırakıp sakince gözlerine baktım. Daha fazla dayanamayarak pat diye söyleyiverdim. "Barlas bey açar mısınız şu fermuarımı?" dedim dişlerimin arasından bağırmamaya çalışarak.
Ansızın söylediğim şey onu şoka uğratmış olacaktı ki bir anda öksürmeye başladı. Evet bende kendimden böyle bir şey beklemiyordum ama reflekslerime engel olamadım. Boğazını temizleyip bana döndü. Araya girip "Tabii isterseniz kızları da çağırabilirsiniz." dedim. Kendisine geldikten sonra başını iki yana salladı. "Sorun değil. Halledebilirim." dedi mırıldanarak. Eminim şuan ikimizde birbirimizden şaşkındık.
Arkamı döndüğünde birkaç adım daha yaklaştı. Arkamda olduğunu tamamen hissedebiliyordum. Parfümünü daha demin de alıyordum fakat şuan fazlasıyla yoğundu. O kadar kendisine özel erkeksi bir kokusu vardı ki insanın saatlerce yanında kalası gelebilirdi. Parmakları fermuarımı kavradığında nefesimi tutmama engel olamadım. Parmaklarının tenime değmesi beni ürpertiyordu. Biraz aşağıya indirdi fakat durmak zorunda kaldı. Zorla indirmeye çalışsa da gitmediğini anlamıştım. "Sıkışmış sanırım." dedi uğraşmaya çalışarak. Allah kahretsin sabahta aynısı olmuştu. Şuan fermuarın açılmasını değil de kilolu olduğumu düşünecek olması beni daha çok üzmüşü. Aceleyle "Aslında kilo almadım. Sanırım göğüslerimden dolayı." dedim ve ne dediğimi fark edince elimi ağzıma koyup kendimi susturmaya çalıştım. Gerçekten şuan fazlasıyla saçmalıyordum ve ne yapacağımı asla bilmiyordum. Aptalca konuşmalarım başıma bela olacaktı. Ayrıca şuan rezil olmuştum.
Komutan ufak gülümsemesiyle "Fark ettim." dedi nefesi boynuma çarparken. Ardından o da söylediği şeyden utanıp fermuarla uğraşmaya geri döndü. Şuan cidden ikimizde kendimiz gibi davranmıyorduk. Öte yandan buz gibi bir hava olmasına rağmen sıcak basmaya başlamıştı. Ellerimi yelpaze gibi sallayarak hallolmasını beklerken daral gelmişti. Komutanın sinirlenmeye başladığını nefes alışverişlerinden anlayabiliyordum. Bir anda öfkeyle "Yırtmamı ister misin?" diye sordu gerginliğiyle. Bunu ciddi sormasını beklemediğim için "NE!" diye abartı bir tepki vermiş bulundum. Hemen kendisini düzeltip "Fermuarı yani." dedi detay belirterek. En azından bu içimi rahatlatmıştı. Zaten farklı bir yolumuz yoktu. En mantıklı olanını söylemişti. İçinde bulunduğumuz bu utanç verici durumdan bir an önce kurtulmak istiyordum. "Olur." dedim kafamı sallayarak.
Komutan tek bir hamlesiyle fermuarı yırtınca irkilmiştim. Elbisemin bel kısmını tutuğunu anlayınca elini kavrayıp ben aldım. Açılmaması için yaptığı bir hamleydi ve işe yaramıştı. Önümü dönüp ondan birkaç adım uzaklaştım. Erkeksi kokusu hala tenimde geziniyordu. Hızla "Teşekkür ederim komutan yeniden." dedim minnettarlığımı belli etmek amacıyla. Belki de tüm işerini bırakıp benimle ilgilenmek zorunda kalmıştı bilmiyordum. Ama son bir saatini tamamen benim için harcadığına emindim.
Yanımda duran ceketi fark ettiğimde aceleyle "Ceketi-" dememle birlikte sözümü kesti. Dudaklarını birbirine bastırıp "Sizde kalabilir." dedi tüm kararlılığıyla. Gerçekten bu kadar efendi bir kişiliğinin olacağını tahmin edemiyordum. Dış görünüşünde ki sertliğin aksine bana bu kadar kibar davranması tüm önyargılarımı yıkmıştı. Sadece bana mı böyleydi yoksa herkese mi bilemiyordum tabii.
Komutan giderken bende tekrar içeri girip kapımı kapattım. Zaten bir daha kullanılmayacak olan elbisemi çıkarıp çöpe attım. Poşetin içinde ki kıyafetlerime baktığımda içinden siyah, mini eteğimi üstüme de dar kazağımı aldım. Üstüme giydikten sonra hala üşüdüğümü hissediyordum. Üsteğmenin ceketini tamamen üzerime aldığımda boyunun elbiseden farksız olduğunu gördüm. Kötü görünmüyordu fakat kolları için aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Sadece parmak uçlarım gözüküyordu o da tırnaklarımın uzun olmasından dolayıydı. Yoksa ellerim kaybolmuş bir biçimde duracaktı.
Lavabodan çıkıp seri bir şekilde düğün alanına ilerledim. Birçok kişi çoktan ayrılıştı. Masamıza baktığımda Bade ve Kumsal'ın oturduğunu gördüm. Beni bırakıp gitmeyeceklerini bilirdim. Ardından gözlerim yanlışlıkla Komutanın masasına kaydı. Yanında ki arkadaşları ile konuşuyordu. Masama doğru ilerledim ve yavaşça yerime oturdum. Bade ve Kumsal beni görünce telaşla konuşmaya başladılar. "Neredeydin sen. Bir şey oldu sandık." dedi endişeyle Bade. Kumsal ise üzerime bakıp "Bu ceket nereden çıktı? Elbiseni mi değiştirdin sen?" diye sordu merakla. İkisinin de üzerime gelmesinden dolayı "Kızlar hadi gidelim. Ben anlatacağım her şeyi size." dedim geçiştirmeye çalışarak. Sorularının bitmeyeceğini bilsem de çantamı alıp ayrıldım masadan. Arabaya ilerlerlerken kızlarda tüm meraklarıyla peşimden geliyorlardı.
Hatırladığım şeyle olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Arabamın anahtarı komutanda kalmıştı. "Kahretsin! Anahtarımı unuttum." dedim kendi kendime. Komutanın yanına gidip tüm arkadaşlarının önünde kendimi rezil edemezdim. Sıkıntıyla düşünürken Bade eliyle işaret edip "Çantana koymuşsun ya." dedi anahtarı göstererek. Gözlerim elime indiğinde gerçekten de arabamın anahtarı çantamın içindeydi.
Bunu yapan kişinin komutan olduğunu anladığım da omzumun üstünden ona baktım. Beni izliyordu ve ufak bir gülümseme yerleştirdi suratına. Kalbimde ki çarpıntıya engel olamayınca önüme döndüm. "Doğru..." deyip yürümeye devam ettim. Arabaya bindiğimizde kızlara "Kafeye gidelim mi?" diye sordum. Hepsinden istediğim yanıtı alınca kasaba meydanına sürdüm aracı.
Ağaçların var ettiği yollardan sürmeye başladım. Çocukluğumu geçirdiğim, her birinde anısı olan sokaklardan geçtik. Bazen gülüp bazen ağladığım ama her türlü tek başıma kalktığım taşlıkları gördüm. Büyümek istemesem de büyümek zorunda kaldığım yerleri aştık. Hayatım engelleri kaldırmakla geçti ve bu engelleri hep en yakınlarım koydu. Şimdi ise tek başına güçlenmiş ama bir o kadar da küçük bir kız çocuğu oldum. Çocukluğumu bırakmak zorunda kalmıştım bu ağaç dallarında. Her bir dalında bir duygumu bıraktım. İlk feda ettiğim duygum baba sevgisi olmuştu.
Ortaokul zamanlarımda sevgiyle bakan gözlerinde liseye geçince nefrete dönüşmesini gördüm. Neden bilmiyordum. Ben küçükken canını verircesine seven babam büyüyünce canımı almak istercesine nefret ediyordu benden. Bakışları, davranışları, ilgisi bütünüyle alabora olmuştu. Başlarda sebebini kendimde aradım. Aylarca, yıllarca kendimi suçladım. Neden diye sorguladım, nasıl bir hata yapmıştım da bu nefreti hak ediyordum. Düşündüm aylar geçti ve ben hep düşündüm. Bir cevap bulamayınca ağladım, hıçkıra hıçkıra ağladım.
Artarak ilerleyen kinime engel olamadım. Çok sonra anladım, bana olan sevgisizliğinin suçlusu ben değilmişim meğer. Sonra yine anladım suçlu ben olmasam da acı çeken hep ben oluyordum. Kurtulamadım bu tarif edemediğim duygudan. Bazen delireceğimi sandığım oluyordu ama delirmiyordum. Babam bana böyle bir hissi miras bırakmıştı. Peşime takmıştı; Ölene kadar unutamayacağım gerçekleri...
Umarım okuduğunuz bölüm hoşunuza gitmiştir. Çünkü ben çok büyük bir hevesle yazdım.
Lütfen yorumlarınızı özenle belirtin. Yazılanları okumak beni öyle mutlu ediyor ki...
İlk olarak Barlas ve Ledeyna arasında ki çekim hakkında ne düşündünüz?
Bade ile kimin olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Çünkü daha kitabı yazmadan onu aklımda ki kişi ile shipledimm
Kumsal'ın Kenan'a olan ilgisi ve Kenan'ın bundan bir haber olmasının bir sebebi var mıdır?
Benim aklıma gelenler bunlar lütfen sizde sorularınızı buraya yazın🤍
Lütfen oy vermeyi unutmayın, sizleri öpüyorumm🫶🏻🫶🏻 |
0% |