Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2-)YORGUNLUĞUN ESİRİ

@ledeyna

İkinci bölüme hoşgeldiniz canlarımm..

 

Sizlere müthiş olaylarla dolu bir bölüm hazırladımm. Çok beğeniceğinize eminim.

 

Bölüm de hoşunuza giden yerlere yorum yapmayı unutmayın çünkü çok hoşuma gidiyorr🫶🏻

 

Bölüm şarkısı: Rihanna - Stay ft. Mikky Ekko

 

2-)YORGUNLUĞUM ESİRİ

İşte yine buradaydık. Hayatın bizi her zaman topladığı ve hep toplayacağı o yer "Townera" Belki Bade burayı açmamış olsaydı bir yanımda doldurulması zor bir gençlik bırakacaktım. Kahvelerimiz elimizdeyken her şeyi anlatmaya başladım. "Aslında büyütülecek bir şey değildi. Sadece elbiseme kokteyl döküldü, bende temizlemek için lavaboya gitmiştim. Barlas Beyde arkamdan gelince yardımcı oldu. Abartılacak bir şey yok yani." dedim düşünmeye engel olarak. Madem abartılacak bir şey yoktu, o zaman sen neden zihnine düşenlere engel olamıyordun Ledeyna?

 

Kumsal kıvırcık saçlarını geriye atıp "İşte burası gayet önemli bir kısım! Kasabada kimsenin yüzüne bakmamış. Meydanda ki kahvehanede konuşulurken bile duydum, Eşref amca 'delikanlı çocuk ama kimseye tenezzülü yok.' diyordu. Şimdi söyler misin bana? Herkese terör estiren adam sana niye yardım etsin?" dedi garip bulduğum sorusuyla. Bir yandan haklı bulsam da mantıklı gelmeyen şeyler vardı.

 

"Bir gün karşılaşırsanız sorarsın Kumsal.'cığım." dedim. Çünkü bunlara benimde verebilecek bir cevabim yoktu. Ufak bir kibarlık yapmıştı hepsi bundan ibaretti ve bende kafamda büyütmek istemiyordum. Kahvemden bir yudum alırken camdan dışarıyı izlemeye dalmıştım. Yağan kar tanelerini izlemek her zaman hoşuma giderdi. Sanki içlerinde kayboluyormuşum gibi hissederdim.

 

Telefonuma gelen bildirim sesine tıkladığımda Zeynep ile olan mesaj kutuma girmiştim. Bana bir şeyler yazmış olmalıydı. Gözlerimi kısıp mesajını okumaya başladım.

 

-Ablacım bugün dönüyorum. Annem beni gördüğüne pek sevinmeyecek ama yine de kabullenmek zorunda değil mi?

 

Mesajını hızla bir yanıt gönderdim. Böyle düşünerek üzülmesini istemediğimden olumlu konuşmaya çalıştım.

 

-Saçmalama Zeynep elbette sevinir fakat erken dönmüyor musun?

 

-Zorla gönderildiğim bir yerde ne kadar kalabilirim ki...

 

Telefonumu kapatıp önüme döndüm. Haklıydı hiçbir şey yazmaya gücüm yetmedi. Bade bir şey söylediğinde dikkatimi ona verdim. "Abi?" oldukça şaşırmış bir biçimde karşımızda ki pencereye bakıyordu. Gözlerini takip ettiğimde neler olduğunu anlamaya çalıştım. Komutan, savcı ve yanında ki iki arkadaşıyla tam karşımızda duruyorlardı. Üstelik İdris'de oradaydı ve hiç iyi görünmüyordu. Her an bir gerginlik çıkacağı buradan bile belli oluyordu. Bade ayağa kalkıp koşarak yanımızdan uzaklaştığında bizde takip ettik. Neler olduğunu anlamasam da içimde hiç iyi hisler yoktu.

 

Yanlarına vardığımızda aslında bir konuşma değil tartışma olduğunu anladık. Komutan gayet sakin dururken İdris tam tersiydi. Bakışlarıyla karşısındakini korkutacağını sanıyor gibiydi fakat Üsteğmen'in asla etkilendiğini sanmıyordum. Bade hızla araya girip "Abi ne oluyor?" diye sordu korkulu bakışlarıyla. Abisi için endişelenmediğini biliyordum. Komutanın hizaları bana döndü. Bir anlğına sert bakışlarının yumuşadığını sanmış olsam da sanırım yanılmıştım. Eliyle beni gösterip "Madem Ledeyna Hanım burada, ona da soralım rızası dahilinde mi olmuş öyle değil mi?" dedi inceden bir keyifle.

 

Konun bana ait olasına önce şaşırsam da sonrasında merak etmiştim. Neler olduğunu anlatması için İdris'e döndüğüm de cevap vermedi. Komutan yanıtsız kaldığımı anlamış olacak ki hızlıca konuya giriş yapmıştı. "Ledeyna Hanım, sevgiliniz sizinle evlenmek için nikah dairesine gidip işlemleri hızlandırmaya çalışmış. Nüfus cüzdanınızın kopyası ile sahte bir evlilik cüzdanı almış. Bunu siz istemişsiniz hatta araya tanıdık bile koymuşsunuz. Bu yasadışı işleri üstleniyor musunuz?" diye sordu aniden.

 

Ne olduğunu bile anlayamadan başıma kaynar sular dökülmüştü. Dediklerini sindirememiştim. Evet İdris'ten nefret ediyordum ama insan düşmanına yapmazdı bunu. Gözlerim dolmuştu bu ihanetin sebebini sorguladım gözlerinde. Anlamak istedim canavarlığının sebebini. Lakin tek yaptığı yalvarırcasına bana bakmaktı. Hala daha utanmadan benden bir iyilik bekliyordu.

 

Bana yaptığı bu yalan ona ders olacaktı. Hayatı boyunca unutamayacağı bir plan yapacaktım. Sahtekarlık yaptığına pişman olacaktı. O gün orada kendime bir söz verdim. Benim canımı acıtan herkesten intikamımı alacaktım. Ne olursa olsun karşılarında dik duracaktım.

 

Dolu gözlerimi cesurca bakan bir kadına dönüştürdüm. Komutana çevirdiğim kahvelerim büyük bir özgüven taşıyordu. "Sevgilim değil üsteğmen. Kendisini tanıdığım bile söylenemez. Yüksek ihtimalle kimliğimi çalmış çünkü ona bir kopyasını vermedim. O benim olana asla sahip olamaz. Ayrıca benim tanıdıklarım yoktur. Eminim babamla iş birliği yapılmıştır. İsterseniz onu sorgulayabilirsiniz. Tam olarak bu işlerin adamıdır kendisi." dedim sakince. Gözlerinin en içine bakıyordum. Kirpikleri kısa bir süreliğine kırpıldığında mutlu olduğunu anlamıştım. Zaferin tadını yaşıyorduk ikimizde. Belliydi aynı saflardaydık biz.

 

Üsteğmenin yanında duran en az onun kadar uzun kumral, dalgalı saçlı adam askerlere emir verircesine "Alın bunu, soruşturmasına içeride devam edeceğim." dedi sinirle. Bu kadar hızlı olmasını beklemediğim bir şekilde bakakalmıştım. İdris öfkeyle üstüne saldıracaktı ki askerler engel oldu. Küfürler savurarak "Sen kim oluyorsun lan. Hangi sıfatla beni içeri tıkıyorsun?" dedi üstten bir tavırla. İdris bunu hep yapardı. Önce başına bela açar sonra babasının eteklerine saklanırdı. Güçlüyüm pozları bundandı yani. Gölgesinden korkan adam şimdi esip gürlüyordu.

 

Kumral saçlı adam parmağını kaldırıp "Hakim Deniz Kayıkça sıfatıyla tıkıyorum içeriye. Bir problem mi vardı?" diye sordu kaşlarını kaldırıp. İdris sorusunu ciddiye almış olacak ki "Evet vardı." dedi hızla. Deniz zaten öylesine sorduğu soruya gelen yanıtı umursamadan "Pekala ilgili makamlara iletebilirsiniz." dedi umursamadan.

 

Gün geçtikçe öğrendiğim her şeye şaşırıyordum. Bir üsteğmen, bir savcı, bir hakim ve bir de ne olduğunu hala öğrenemediğimiz adamla aynı kasabadaydık. Öğrenemediğimiz adamın da avukat olmasından şüphelenmiyor değildim. Olanları bir kenara bırakırsak İdris'in gitmesinden büyük bir mutluluk duymuştum. Komutan hiç ayırmadığı gözlerini ilgiyle "Ledeyna Hanım sizinle konuşabilir miyiz?" dedi boğuk sesiyle. Kar daha da arttırmıştı bu yüzden onları içeri davet etmek istedim.

 

"İçeride konuşmaya ne dersiniz. Hem ısınmış oluruz, kahve de var." dedim merakla. Komutan kafasını olumlu anlamada sallamakla yetinmişti sadece. İçeriye doğru geçecekti ki bizi durduran Bade oldu. Önümüze geçip "Ne yani önce abimi öylesine bir nedenden tutuklayıp sonra da kafeme mi gireceksiniz?" dedi öfkeyle. Kaşlarımı fark etmeden çattığımda Kumsal'a baktım. O da boş gözlerle bizi izliyordu. Ne olduğunu anlayamadan konuşmaya çalıştım. "Bade ne dediğinin farkında mısın?" diye sorguladım. Gerçek olmasına imkan veremezdim. Bade asla abisini savunmazdı hele ki haksız yere.

 

Deniz masum bakışlarıyla "Bade Hanım boş yere yapmadım bunu. Bir suç vardı ortada, yine sizi üzdüysem kusura bakmayın." dedi kırılmış bir tonda. Bade hüzünle "Evet üzüldüm." dedi ve birkaç saniye bekledi. Gülümseyip "Çok üzülmedim aslında hemen geçti." dedi kıkırdayarak. Onun gülmesiyle sonunda içim rahatlamıştı. Herkes olduğu yerde kaskatı kesilmişti. Gülmesine devam ederken "Tabi size mesleğinizden dolayı kimse şaka yapmıyor değil mi? Keşke fotoğrafınızı çekebilseydim." dedi katıla katıla gülerken. Ardından Kumsal'a birbirimize baktığımızda bizde kahkaha patlatmıştık. Hakim ve savcı da bize katılınca bitmeyen bir döngüye girmiştik.

 

Ardından kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Gülüşümü yavaş yavaş durdururken komutana baktım. Gözleri keyifle beni izliyordu. Hatta gülüşüme gülümsüyor bile olabilirdi. Bunu fark ettiğimi anlamış olacak ki hemen toparlanıp "Hadi geçelim artık içeriye." dedi aceleyle.

 

Townera'ya doğru ilerliyorduk ki hiç beklemediğimiz ufacık bir gürültü bizi durdurdu. Kanımın çekilmesine sebep olan ses silah patlamasıydı. Olduğumuz yerde kaldığımızda seri davranan kişi Barlas olmuştu. Hiç beklemeden koşarak sesin yükseldiği yere doğru ilerledi. Belinden silahını çıkarıp gözden kaybolunca peşinden koştuk. Korkmuştum ama yine de onu bırakmak istemiyordum. Hakim, savcı ve adını bilmediğim mavi gözlü adam tam arkasında gittiler. Karanlık ormanın en derinlerine girmişlerdi. Biz de onları takip ediyorduk. Çok geçmeden herkes durdu çünkü Barlas koşmayı bırakmıştı.

 

Merakla ne olduğunu anlamaya çalıştığımda dört adam da bir cesede öylece bakıyordu. Kanlar içinde Hareketsizce yatan bir bedene boş gözlerle bakıyorlardı. Gözlerimi sıkıca kapattım. Hiç açmak istemedim. Kalbimde ki sızı durmuyor gibiydi. Kim olduğunu bilmiyordum ve bir yanım hiç bilmek istemiyordu. Her zaman hayatımın bir dönüm noktası olacağına inanırdım ya iyi ya da kötü. Şuan o anlardan birinde miydik bilmiyordum. Ama eğer öyleyse bu periyot kötü bir başlangıçtı.

 

Uzay eğildi cansız bedenin yanında, ellerini saçlarına geçirdi. Gördüklerine inanmak istemiyor gibiydiler. Bade tüm cesaretiyle yanlarına ilerledi. Kendimde o güveni bulamadım. Kaldım öylece... Hiç bitmeyecek gibi gelen adımlarıyla yürüdü. Sonsuzluktan beter geldi o an zaman. Yavaşça eğildi ve yüzünü tanımaya çalıştı. Gözlerini kıstı ardından durdu. Öylece kaldı, bembeyaz olmuştu.

 

Daha önce şahit olmadığım kadar donuktu. Bade'yi bu hale getiren kişi kimdi? Neden boğazına bir yumru oturmuş gibi kaldı öylece? Konuşmasını istedim, söylemesini, hareket etmesini istedim. Yavaşça ayağa kalktı, gözlerinde ki yaşı akıtmamak için öyle zor duruyordu ki canım acıdı. Sadece Bade'ye baktığımda bile kalbime sancılar giriyordu. Gözleri yavaş yavaş gözlerim tırmandı. Kirpiklerini kırpamıyordu bile. Sırf gözyaşları akmasın diye kendini tutuyordu.

 

Hiçbir şey diyemeden bana sustu. Mavilerini sıkıca sardı gözlerime. Dayanamadım, yavaşça konuştum "Tanıdığımız biri mi?" dedim güçlükle. Asla istemediğim o ihtimali göz önünde bulundurdum. Eğer o cevabı alırsam aklımı kaybederim sandım. Yavaşça kırptım gözlerimi. Sanki her şey yavaşlamıştı, zaman ağırlaşmıştı. Gözleri evet diyor gibi bakıyordu. Ben hayır demesi için dua ettim. O an sadece o an aklımdan birçok kişi geçti. Tek tek herkesi düşündüm. Sadece birince canım yandı.

 

Adımlarım zorlandı. Hatta o kadar güçtü ki uyuştuğunu sandım. Yere her bastığımda bacaklarım titredi. Yerde yatan cansız bedene yaklaştım. Kan kokusu en ağır şekilde burnuma doldu. Titreyen ellerimle yere eğilmeye çalıştım. O ana kadar asla yüzüne bakmaya inancım yoktu. Gözlerimi tutamadım... Yüzüne baktığımda kalbim yerinden söküldü. Silahın kurşunu bana atılmıştı.

 

Dağlar, hayvanlar, insanlar duyacak kadar haykırdım kardeşimin ismini. Zeynep diye bağırdım ama o beni duymadı, uyanmadı. Kollarımın arasında aldım titreyen ellerimle. Gözyaşlarım durmuyordu ve hiç durmayacaktı. Dünyanın başına yıkılması ne demekti şimdi öğrenmiştim. Benim dünyam Zeynep'ti ve ben dünyama sahip çıkamamıştım. Kafam yasladım boynuna, uzunca masum kokusunu içime çektim. Çığlıklarımı savurarak ağladım.

 

Perişan haldeydim ama tek umurumda olan kendime olan kızgınlığım, suçluluğumdu. Ne kadar geçti bilmiyordum. Belki dakikalar, belki saatler bir an bile ayrılamadım başından. En son hatırladığım Barlas'ın ellerimden tutup yavaşça kaldırmasıydı beni. Gitmek istemedim, onu yalnız bırakamazdım. Kollarımı tuttu yavaşça, öyle yumuşak dokunuyordu ki bana. Çaresizce baktım gözlerine avutulmak istedim. Hem de tanımadığım bir adam tarafından. Kaldırdığında gözlerim karardı, başımın döndüğünü çok ağır hissediyordum. Biraz sendelesem de belimden tutup düşmeme izin vermedi. Kendimi bırakmak istiyordum. Kardeşimin yanına öylece kıvrılmak istiyordum.

 

Dibindeyken fısıldadım komutana "Kim yaptı bunu?" ağlamaktan gözlerim kızarmış, sesim boğuktu. Komutan bana acıyan gözlerle bakıyordu. O böyle davrandıkça daha perişan hissettim. Saçımı kulağımın arkasına doğru ittirdi. Sessizce, sadece benim duyabileceğim bir şekilde "Söz veriyorum, bulacağım." dedi. İlklerime kadar hissettim kararlılığını. Ve her şeyimi orada bıraktım. Ruhumu o gün oraya bağışladım.

 

❄️❄️❄️

 

Bende dahil olmak üzere herkes kapkaranlıktı. Üstümüze çöken karabulutlar bir an bile dağılmadı. Daha demin Zeynep'i defnetmiştik. Şimdi ise başında sadece annem, ben ve en yakınlarım vardı. Neden bilmiyordum ama komutanda, arkadaşları da bir an bile ayrılmamıştı yanımdan. Hala benimle birlikteydiler. Merhamete alışkın olmayan bir insandım.

 

Anneme baktım sessizce. Gözünden yaşlar akmıyordu. Bu kadar duygusuz olmasını kaldıramıyordum. Dayanamadım. Ona olan öfkemi kusmam gereken yer burasıydı belki de. "Hala başkalarını suçlu tutuyorsun dimi anne?" dedim gözümden bir damla yaş akarken. Bana baktı kibirle. Küçük Ledeyna olsaydı korkardı ama şimdi farklıydı. "Ne diyorsun sen?" dedi anlamamazlıktan gelerek. En iyi yaptığı şeyi yaptı; Rol.

 

"Zeynep'i sen gönderdin yurtdışına. Eğer istemediği halde göndermeseydin bu kadar erken gelir miydi? Kaç kere yalvardı sana. Resim kursuna gitmek istedi. Ama biraz olsun vicdanlı olamadın, senin bu ailede otorite için yapmayacağın şey yok dimi anne?" diye sordum iğrenerek. Tiksinmek bile az kalırdı aslında. Babam hiçbir zaman mülayim bir adam olamamıştı ama şimdi en korkak sesiyle "Kızım yapma böyle." dedi. Artık ikisine de katlanacak gücüm kalmamıştı.

 

Gitmek istedim hemen oradan. Zeynep'i onlarla bırakmak istemiyordum ama dayanamıyordum da. Hızla çıktım mezarlıktan arkama bile bakmadan ayrıldım. Bir taksi çevirecektim lakin elimi kavrayan sıcaklık durdu beni. Arkamı döndüğümde Barlas'ın bir çift koyu kahve gözlerini gördüm. "Benimle gel." dedi sadece ve peşinden gelmemi istedi. Elimi bir an bile bırakmadı. Bende onu bırakmak istemedim.

 

Arabasının kapısını açtığında merakla "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Elbette ki bir cevap alamamıştım. Sürdüğü, geçtiği yolları arkamızda bıraktık. Sonunda araba durmuştu. Önümüze baktığımda kocaman bir deniz gördüm. Anladığım kadarıyla bir uçurumun kenarındaydık. Barlas sessizce indi aradan. Bende peşinden gittim. Arabanın önüne yaslandığında onu taklit ettim. Konuşmasını bekledim. O da beni anladı.

 

"Ben annemi kaybettiğimde buraya gelmiştim. Çünkü bilirim insan değer verdiğine üzülür, öfkelenir, ağlar... Ama en çok neyi hissetmek ister bilir misin? Kokusunu Ledeyna. Yıllar geçtikçe asla unutmam dediklerini unutursun. Sesi, teni hatta belki yüzü bile silinir hafızandan. O yüzden şimdi ne yapmak istiyorsan onun için acele et." dedi hüzünle. Benim acım onun acısına benzemişti. Bu yüzden bakışları bu kadar yoğundu. Bende kendisini mi görüyordu?

 

Düşündüm keşkelerimi, pişmanlıklarımı, şöyle olsaydı dediklerimi. İlk aklıma geleni söyledim. "Bugün Zeynep'le konuşmuştum. Bana 'Zorla gönderildiğim bir yerde ne kadar kalabilirim ki?' demişti. Biliyor musun çok güzel hayalleri vardı. Daha 15 yaşındaydı ama sergi açmak için çok çabalamıştı. Görebileceğim en güzel resimleri yapardı." dedim gözümden bir damla yaş aktı.

 

"Çok düşündüm aslında bedelini. Neden bu cezayı çekiyorum diye sorguladım durdum. Aslında cevabın ne kadar basit olduğunu anladım. Babam yıllarca, sayısız insana tarif edilemez acılar çektirdi. Şimdi ise bize yapılmıştı neden isyan ediyordum ki?" dedim hırçın dalgalı Karadeniz'i izlerken.

 

Ona döndüm. Bakışlarım onu bulduğunda gözleriyle beni izlediğini anladım. Kızgın mıydım bilmiyordum ama sesim öyle çıkmıştı. "Ama yapmayacağım. Başkalarının hatalarını kendime mâl etmeyeceğim. Neden bize ait olmayan bir intikam yüzünden, benim için canımdan daha değerli birinin öldürülmesi gerekiyor komutan?" dedim sıktığım dişlerimin arasından. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ediyordu.

 

Alnında ki çizgiler belirginleşti. Yüzümü izledi öylece, bakışlarımı indiremedim. Ademelması hareketlendi yavaşça. "Bunu yapan kişiler tek tek hesabını verecek." dedi tüm inancıyla. Beni yatıştırırcasına çıkan sesine aldandım. Yere eğildi başım. Toprağı izlerken "Umarım." dedim sessizce.

 

Arabaya bindiğimizde kar tekrardan bastırmaya başlamıştı. Yolu izlerken kısık çıkan sesimle aklımda tuttuğum sorumu yönelttim. "Siz annenizi nasıl kaybettiniz üsteğmen?" dedim merakla gözlerine bakarken. Gözlerini yoldan ayırmadı. Bir süre cevapsız kaldım. Aklının başka yerde olduğunu anladım. Sorum zihninde bir şeyleri canlandırmıştı. Ardından derin bir nefes alıp yanıt vermeye çalıştı. "Annemi burada kaybettim. Askeriyeden aylar sonra izin alıp gelmiştim. Onunda haberi yoktu tabii, sürpriz olacaktı. Eve girdiğimde ilk gördüğüm asılı duran ayaklarıydı. Kaldırdım, saatlerce öyle bekledim ama ufacık bir fayda sağlamadı bana. Annemin boynuna ip dolanmıştı ama bu ip sadece onu öldürmemişti." dedi yorgun sesiyle. Hatırladıkça üzüldüğünü görebiliyordum ama asla belli etmiyordu. Sert ifadesini bir an bile değiştirmedi.

 

İçimde ki burukluğa engel olamadan "Bu bir intihar mıydı? Yoksa cina.." devamını getiremedim. İki seçenekte yüreğime dokunuyordu. Önüme baktım dayanamadan. Boğazıma oturan yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştım. Sol taraftan dönerken direksiyonu çevirdi. "İntihar dendi. Araştırılmasını istedim ama üzeri örtüldü. Dosya aniden kapandı, kimsenin de haberi olmadı. Ya da haberleri yokmuş gibi davranıldı." dedi boğuk sesiyle. Umursamaz görünüyordu ama biliyordum içinde dinmek bilmeyen bir fırtına vardı.

 

Yavaşça gözlerine baktım. Kahveleri yoğunlaşmıştı. Gözlerimi kısıp "O dosyayı yıllar sonra açamaz mısın?" dedim gizleyemediğim merakla. Hızla soruma yanıt verdi. "Açtım. Araştırıyorum ama gizli yürütmek zorundayım. Hakim arkadaşlarım da olsa yasaya aykırı hiçbir şey yapmam." dedi beni temin edercesine. Fakat bilmiyordu ki kurallar ne demek bilmeyen bir ailede büyümüştüm.

 

Merakla yüzünü inceledim. Kaşlarımı kaldırıp "Peki şüphelendiğin biri oldu mu ya da birileri?" diye sordum kasılarak. Kim olduğunu bilmesem de annesinin katilinin tanıdığımız biri olabileceğinden dolayı korkuyordum. Hizalarını yoldan ayırıp bana baktı. Sadece birkaç saniyeliğine gözlerimiz kesişti ve tekrar başını çevirdi. Ve ağzından tek bir şey çıktı, tek bir soy isim. "Marseller"

 

Tam o an gerçeklik algımı kaybettim. Kulaklarım duyduğu şeyler inkar etmek istedi. Ailemi yok saymak istedim. Daha az önce yaktığımızı söylediğim insanların arasında Barlas'ta mı vardı? Yeminimi tekrarladım. Ailemin canını yaktığı herkesin yanında olacaktım. Titrek çıkan sesimle "O zaman neden cezalandırmıyorsun?" diye sordum kirpiklerim ıslanırken.

 

Söylemekte kararsız olduğu şeyi düşündü. Bana güvenmiyordu ve bu çok normaldi. Kasılan çenesini hareketlendirdi. "Kanıtlarım yok. Arıyorum ama yıllar öncesine ait deliller tahmin edeceğinden daha zor bulunuyor." dedi acıyla. Ne kadar çabaladığını tahmin etmek zor değildi. Zaten yorgun bir adama daha fazla yük olmayacaktım. Madem suçlu benim ailemse ona kanıtları getirecektim. Bir acının daha cezasız kalmasına izin vermeyecektim. Sessizce "Anladım." dedim sadece. Bu kadarıyla yetinmeyeceğime adımdan çok daha emindim.

 

Araba yavaşladığında eve geldiğimizi anlamıştım. Adımımı atmak istemeyeceğim o yere girmek zorunda kaldığımı hatırladım. Durduğumuz da Barlas'a baktım. Onun da kahveleri bana döndü. Zoraki bir gülümseme yerleştirdim suratıma. Kafamı eğdim ve ardından tekrar gözlerine baktım. "Teşekkür ederim komutan. Her şey için..." dedim zar zor. Gözlerini bir saniye bile ayırmadı. Hızla kafasını aşağı yukarı salladı. Sanırım bu kadardı, diyecek başka bir şeyimiz kalmamıştı. Kapıyı açıp indiğimde eve girmemi beklediğini anladım. Çünkü ben kapımı kapatana kadar oradan ayrılmamıştı.

 

Eve girmeden önce bahçede abimi gördüm. Yalnız başına oturuyordu. Çaresiz, yorgun, bitkin görünüyordu. Şimdi yanına gidecektim ve hemen kendisini toparlayacaktı. Duygularını elinden geldiğince gizleyecekti. Halbuki insan olduğuna, bir robot olmadığına inandığım tek an üzüldüğü anlardı. Lakin onu da benden saklıyordu.

 

Ağır adımlarımla geçtim çardağa. Yanı başına oturduğumda beni fark etti. Gözyaşlarını elinin tersiyle hızla silip burnunu çekti. Hiç bakmadım yüzüne, sessizce kafamı göğsüne yasladım. Şaşkınlığını hissettim, kalakalmıştı öylece. Kollarını sardı yavaşça omzuma. Baş parmağıyla kolumu sıvazlıyordu. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Şimdi bir kardeşime sarılabiliyordum ama diğer kardeşim üşüyordu. Ağlamaktan değişen sesimle konuştum. "Zeynep'i koruyamadık abi. Acı çekmesine engel olamadık. Şimdi orada tek başına, biz yine yanında değiliz." dedim tırnaklarımla parmaklarımı kanatırken.

 

Saçlarımı okşadı sakince. Kafamı dudaklarının arasına koyup ufak bir öpücük bıraktı. "Zeynep'e sahip çıkamadım, haklısın... Ama seni canım pahasına koruyacağım Ledeyna." dedi daha da sıkı sararak. Tek bir kelimesine dünyalar kadar güvendiğim abim şimdi büyük bir yemin vermişti ve ona olan inancımın bir kez daha asla sarsılmayacağına emin oldum.

 

Bir şey söylemeden doğruldum koltukta. Avucumun içine aldım yüzünü. Ellerimi sıkıca sardım ve yanığından ufacık öpüp kalktım. Buruk bir tebessüm yerleştirdi suratına. Merdivenleri çıktım düşüncelerimle dolu zihnimle. Odama girdiğimde her şeyi bir kenara bırakıp saatlerce belki günlerce yatağa girdim ağlamak üzere. Öyle ki bir süre sonra uyuya kalmıştım.

 

Günler, belki haftalar geçti odamdan çıkmaya, telefonumu açmaya cesaretim olmadı. Rutin olarak gelen yemeklerim, Bade ve Kumsal'ın sürekli gelip beni odamdan çıkarmaya çalışmalarının haricinde bir şeyler değişmedi. Kullandığım peçetelerin haddi hesabı yoktu. Fakat fark ettim ki artık gerçek dünyaya geri dönmeliydim. Hala Zeynep'in katili bulunmamıştı. Eğer harekete geçilmiyorsa benim bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu işin peşini asla bırakmayacaktım.

 

Yataktan çıktığımda aynamla karşılaştım. Rezil görünüyordum hatta daha da beter. Üstümdeki geceliklerimi çıkardığımda odamın içinde ki banyoya yürüdüm. Ilık suda ferahlatıcı bir duş aldım. Suyun altında gevşediğimi hissediyordum. Yaklaşık 15 dakika sonrasında odama geçtiğimde karanlık havanın aydınlanması için üstümü giyip perdeleri açtım. Girdiğim bunalımdan her anlamda çıkmam gerekiyordu. Şuan için yapacağım tek bir şey vardı. Günlerdir planladığım babamın çalışma odasına girmekti. Bu saatlerde tersaneye gidelerdi. Babam önce gemileri tersanede tamir ettirir, sonra da o gemilerle kaçakçılık yapardı.

 

Odamdan çıkıp hızla kimse görmeden çalışma masasına ilerledim. Neyse ki kapısını kilitlemek gibi bir kurnazlık yapmamıştı. Önce masasının üstünde ki dosyalara baktım. İşlerle ilgili ıvır zıvır her şey vardı ama işime yaramazdı. Düşündüm daha eski şeylerin koyulduğu yerlere bakmalıydım. Yıllar öncesine ait kanıtların iyice saklanmış olduğu bir kısma. Etrafıma baktım. Birçok yer olumsuz geldi fakat bir yer hariç. Odanın en köşesinde duran, dikkatli bakılsa bile fark edilmeyen o sandık. O sandığın içinde ne olduğunu bilmiyordum ama hissediyordum. Seri adımlarımla yanına gittim. Her an odaya biri girebilirdi. Sandığı açtığımda önce üstünde birkaç önemsiz notlar gördüm. Biraz daha derinleri kurcaladığımda elime bir dosya geldi. Hemen açıp içinde yazılanları okumaya çalıştım. Üst başlığında Leyla Mertoğlu yazıyordu. Aradığım şeyi bulduğumu anlamıştım fakat daha fazlasını okuyamadım. Yaklaşan adım sesleri beni tedirgin etmeye yetmişti. Dosyayı tişörtümün içine sıkıştırıp sandığı eski haline getirdim. Ardından odanın sağ tarafından çıkıp merdivenlere yöneldim. Kendi odama girdiğim de tek yaptığım dosyayı içimden çıkarmak oldu.

 

İçine açıp bakma işini Barlas ile yapmak istedim. Bir an önce dışarı çıkıp yanına gitmem gerekiyordu. Siyah, dar boğazlı kazağımın altına yine aynı şekilde bir pantolon giydim. Uzun siyah kabanım sarı saçlarımı içinde bıraksa da rahatsız olmadım. Hızla evden çıkıp arabama bindiğimde hala nereye gideceğimi tam olarak bilmiyordum. Ardından merkezde bulunan kışla geldi aklıma. Orada olabilme ihtimalini düşündüm. Zaten şehirde sadece bir tane vardı. Hızla oraya sürdüm. Tek isteğim bir an önce gerçeğe kavuşmaktı.

 

Kışlaya vardığım da kasabaya göre daha soğuk olduğunu fark ettim. Merdivenleri ivedilikle çıktım. İçeriye girdiğim de masanın başında bir asker gördüm. Önüne geldiğimde bakışlarını bana çevirdi. Aceleyle "Üsteğmen ile görüşecektim." dedim ricayla. Kaşlarını kaldırıp "Kim geldi diyeyim?" diye sordu merakla. O sırada çoktan telefonu eline almıştı. Kararsızlık duysam da söylemek zorunda kaldım. Yutkunup "Ledeyna Marsel" dedim incelen ses tınımla. Asker başta duraksasa da bekletmeden numarayı çaldırdı. Komutan telefonuna yanıt verdiğinde asker "Komutan Ledeyna Marsel adında bir hanımefendi sizinle görüşmek istediğini söylüyor." dedi ardından bekledi. Neden beklediğini anlamaya çalışıyordum ki asker "Komutanım?" diye tekrar konuştu. Telefonu bir anda kapatıp bana baktı. "Sanırım hatlarda bir sorun oluştu." dedi mahcup bir sesle. Neler olduğunu anlayamıyordum. Barlas beni görmek dahi istemiyor muydu?

 

Ben karamsar düşüncelerime aklımı boğarken arkamdan kalın bir ses geldi. "Ledeyna?" dedi tok sesli adam. Sahibini görmek için arkamı döndüğümde bu kişinin Barlas olduğunu gördüm. Hızlı adımları beni bulduğunda bir anda hiç beklemediğim şeyi yaptı. Kollarını belime sardı. Öyle panikle sarılıyordu ki kalp atışlarını hissediyordum. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Ellerimi omuzlarına sardığımda kasıldığını hissettim. Birkaç saniye sonrasında geri çekildiğinde gözlerine baktım. Endişeyle "Kaç haftadır seni hiçbir yerde göremiyorum?" dedi merakla. Beni mi arıyordu her yerde? Bu dediği kalbimin ritmini bozulmasına sebep olmuştu. Böyle bir açıklamayı asla beklemiyordum.

 

Açık kumral saçları floresanlarda daha koyu gözüküyordu. Utangaçlığımı saklayamayarak ellerimi önümde birleştirdim. Kısık çıkan sesimle "Odana gidelim mi? Önemli bir şey göstermem gerekiyor." dedim dikkatle gözlerine bakarken. Kaşlarını kaldırıp özenle beni izledi. Ardından bekletmeden elleriyle yolu işaret etti. "Tabii , geç lütfen." dedi odasını göstererek.

 

Önüne geçtiğimde o da arkamdan geliyordu. İsminin yazılı olduğu kapıyı açtığımda o da arkamdan girdi. Gerginliğimden dolayı nefesimi tutuyordum. Odanın içine girdiğimde bakışlarımı gezdirdim. Fark ettim ki Deniz, Uzay ve o mavi gözlü adam da buradaymış. Hepsinin hizaları bana çevrildiğinde sorgulayıcı bakışlarla birbirimizi karşıladık. Deniz çapkın bir gülümsemeyle "Ben bu odada bir kız mı görüyorum yoksa bu bir serap mı?" dedi şaşkınca. İçimden gülümsemiş olsam da belli etmedim. Uzay keyifle "Onun adı Serap değil ki Ledeyna." dedi gülmemek için zor dururken. Ters bakışlarım onları bulurken alay geçmeye devam ediyorlardı.

 

Barlas kızgın durmasına rağmen Deniz'in gözleri onu görmüyordu. Hızla harekete geçerek çantamdan dosyayı çıkarttım. Sonunda dikkatleri başka tarafa geçebilmiştim. Barlas oturduğu masanın başından kalkıp yanıma geldi. Dosyayı ona uzattım. Önce anlayamadı, bu yüzden açıklama yapma gereği duydum. "Hani demiştiniz ya, annemin cinayetini araştırıyorum diye. Özür dilerim geç kaldım ama burada Leyla Mertoğlu ile ilgili bir şeyler yazıyor olmalı. Babamın çalışma odasını karıştırdım İçinde ne yazıyor bilmiyorum. Önce senin okumanı istedim." dedim büyük bir stresle. Ellerim birbirine karışmıştı ve ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum.

 

Şaşkın bakışları beni bulduğunda bu halini oldukça tatlı buldum. Dağılmış açık kumral saçları günlerdir dokunulmamış olduğunu belli ediyordu. Yine de çok güzel duruyordu. Kaşlarını kaldırıp "Ledeyna bunu bana getirmenin ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sordu tereddüt ederek. Emin olmamı istediğini anlamıştım ve ben hiç olmadığım kadar kendimden emindim.

 

Kafamı salladım yavaşça. Gözlerimi bir an bile kırpmadan "Biliyorum. Ailemi karşıma alıyorum demek..." dedim yutkunarak. Daha önce hiç sesli söylememenin verdiği rahatsızlık vardı. Ailemin arkasından iş çeviriyordum. Bundan hiç hoşnut değildim fakat eğer yapmasaydım hayatım boyunca yanlışımı telafi edemezdim.

 

İtinayla üsteğmenin dosyayı açmasını beklerken dudaklarımı ısırdım. Gerginliğime engel olamıyordum. Dosyanın dışına baktı biraz. Biliyordum onun da içini görmek korktuğu şeyler vardı. Ne yazıyor hiçbir fikrim yoktu. Daha fazla bekletmeden kapağı açtı. Onunda benim gibi ilk okuduğu Leyla Mertoğlu ismi olmuştu. Bir sayfasını daha çevirdi. Gördüğü şey neydi bilmiyordum ama kasıldığını anlayabiliyordum.

 

Uzay yanına yürüyüp dosyaya baktı. İkisi de ne okuyordu bilmiyordum ama fazlasıyla merak ediyordum. Deniz merakına yenik düşüp "Bize de okumaya ne dersiniz?" dedi sert sesiyle. Onun bu endişeli halini ilk kez görüyordum. Uzay ellerini saçlarından geçirdi sinirle. "Ne demek şimdi bu?" dedi kızdığını belli edercesine.

 

Deniz dosyayı Barlas'ın elinden çekip aldığında bende yanına geçip okumaya çalıştım. Sayfalar tekrardan açıldı. Kocaman sayfanın içinde tek bir şey yazıyordu. Sadece bir cümle. "Seri katil Kutay E. Öldürdüğü şahıs: Leyla Mertoğlu." Başka hiçbir şey yoktu. Deniz boş olan sayfaları teker teker çevirdi. Tek bir nokta dahi yoktu. Elimizde olan tek cümle de kanıt niteliğinde bile sayılmazdı.

 

Barlas'a baktığımda ne kadar iyi saklarsa saklasın üzüntüsünü hissediyordum. Bir boşluğa dalmış hiçbir şeye yanıt vermeden bekliyordu. Kendisini devre dışı bırakmıştı sanki. Onun canının acıması benim kalbimi daha çok yakıyordu. Gözyaşı akmıyordu ama içinde akıttığı damlalara sarılmak istiyordum. Fırtınasını dindirmek istiyordum. Bunu neden yapmak istiyordum bilmiyordum. Bazen anlam veremediğin şeyleri sorgulamadan yerine getirmek gerekirdi.

 

Deniz dikkatle "Barlas sen biliyor musun Kutay E.'nin kim olduğunu?" diye sordu bir ipucu arayarak. Elleriyle alnını sıvazladığında cevap verdi. "Tanımıyorum. Soyadı olsaydı istihbarattan alırdık bilgilerini" dedi sadece. Düşündüm, hafızamın en diplerinde bu isim fazlasıyla tanıdık geliyordu. Olduğum yerde yürüyüp geri geldim. O kadar dilimin ucunda biriydi ki. Uzay kaşlarını kaldırdı ve merakla "Sen tanıyor musun Ledeyna?" dedi tüm ilgileri bana çevirerek.

 

Barlas'ın gözerinde ki tüm umudunu görebiliyordum. Onun geçmişini boşa çıkarmayacaktım. Aklımdan herkesi tek tek düşündüm. Tüm tanıdıklarımı isimleriyle gözümün ucundan geçirdim. Ufak bir tahmin geldi bir anda. Zafer gülümsemesiyle "Sanırım tanıyorum." dedim. Telefonumu hızla cebimden çıkardım. Yarın ki düzenlenen baloda davetli listesine baktım. O kadar isim vardı ki bulmakta zorlanıyordum. Burada olmasına dua ederek kaydırdım aşağıya.

 

Ani bir heyecanla "Buldum!" diye bağırdım. Deniz telefonumu elimden alıp okudu yüksek sesle. "Kutay Ertem." dedi sadece. Sonunda soyadını bulmuştuk. Büyük bir hevesle Barlas'ın gözlerine baktım. "Yarın konuşma yapmam gereken bir balo vardı. Kardeşimin vefatından sonra tamamen aklımdan çıkmış. Eğer bu adamı yakından tanımak istiyorsanız size de davetiye hazırlatabilirim." dedim ani bir kararla. Soyadımı sevmesem de bunu kullanarak ulaşabilirdim.

 

Tüm gözler komutandaydı. Hepimiz ondan gelecek cevaba odaklanmıştık. Bakışlarını üzerimden ayırmadan "Olur. Zaten seni orada onunla bir başına bırakmam." dedi kesin bir şekilde. Ben şaşkınlığımı gizleyemezken o aksine rahatça odanın diğer tarafına gitti. Paltosunu eline alıp önüme geldi. "Hadi seni evine bırakayım." dedi emir verircesine. Şaşkınlığımı bir türlü gizleyemiyordum. Neredeyse kekeleyerek "Ama arabam?" derken sözümü kesti. "Çocuklar getirir." dedi gözlerini ayırmadan.

 

Beni odadan çıkarırken hala alık alık etrafa bakıyordum. Ne olduğunu anlayamadan önüme geçip yürümeye başladı. Peşinden koşar adımlarla onu yakalamaya çalıştım. Onun bir adımı benim üç adımıma tekabül ediyordu. Merdivenleri indiğimizde arabasının bahçede olduğunu gördüm. Siyah bir Range'e doğru yürüyorduk. Yan koltuğa oturduğumda ne kadar üşüdüğümü fark ettim. Eldivenlerimi almayı unutmuştum ve kemiklerim sızlamaya başlamıştı. Barlas arabayı çalıştırdığında ilk yaptığı hareket klimayı açmak olmuştu.

 

Yola girdiğimizde aramızda oluşan sessizlikten rahatsız olup bir konu açmaya çalıştım. Zaten aklımda biriken birçok soru vardı ama ilk önce aşırı olanla başladım. Yan profiline bakıp "Hani odada bir adam vardı ya. Mavi gözlü, hiç konuşmayan. Bana sinirli sinirli bakıyor sürekli. Ona yanlış bir şey mi yaptım bilmeden?" diye sordum ince ses tonumla.

 

Histerik bir şekilde gülümsedi. Ufacık gülümsemesi bile insanı kendisine hayran bırakabilirdi. Beni avutuyor muydu bilmiyordum ama "Hakan herkese öyledir. İstihbarat ajanı olduğu için ." dedi ve durdu. Tüm ciddiyetiyle bana dönüp kaşlarını çattı. "Sana karşı bir saygısızlığı mı oldu?" diye sordu. Sanki evet desem anında fişini çekecekmiş gibiydi. Yanlış anlaşılmanın telaşıyla "Hayır hayır olmadı. Benim ilgimi çekti sadece." dedim geçiştirerek. Bir ajan olduğunu tahmin edemezdim.

 

Aklıma gelen anımla sessizce gülmeye çalıştım ama beceremedim. Komutan birkaç saniye bana bakıp "Neden gülüyorsun?" diye sordu. Açıklamak zorunda olduğumu hissederek "Siz öyle biriniz savcı biriniz hakim çıkınca avukat olur diye düşünmüştüm." dedim ve ekledim. "Aslında benim aptallığım avukat olmak için fazla sessiz olduğunu düşünemedim." dedim kafamı sallayarak. Oda benimle birlikte güldüğünde komik bir hal aldı durumumuz.

 

Keyifli yolculuğumuz hiç bitmesin istesem de evime varmıştık. Araba durduğunda ayrılmadan önce son kez gözlerine baktım. Kahveleri en içtenlikle dokunuyordu. Tebessüm edip "O zaman yarın akşam baloda görüşürüz." dedim mırıltılı çıkan sesimle. Kafasını sallayıp olumlu anlamda "Görüşürüz." dedi sadece.

 

İndiğimde yüzüme çarpan buz gibi havayı aldırış etmeden bahçeye girdim. Merdivenleri hızlı adımlarla çıkıp eve ulaştığımda kapıyı ardımdan kapattım. Salona göz gezdirdiğimde babamı gördüm. Dosyanın yokluğundan şüpheleneceğini sanmıyordum. Zaten yıllardır açıp bakmadığı bir mesele olduğuna emindim. Ayakta dikildiğimi fark etmiş olacak ki hizaları beni buldu. Gözlüğünü çıkarıp "Kızım gelsene. Bende seni bekliyordum" dedi sevinçle. Bu mutluluğunun sebebi beni korkutuyordu. Ağır adımlarla yanına vardığımda tekli koltuklardan birine oturdum. Kirpiklerinin altından beni izledi. Karşısında manipüle etmeye çalıştığı küçük bir çocuk varmış gibi konuştu. "İdris ile aranızda olanları duydum. Sana iftira atmış. Bu büyük bir ayıp elbette fakat yine de o senin müstakbel eşin Ledeyna." dedi ve bana konuşma fırsatı bile vermeden cebinden bir yüzük çıkardı. Hiç bekletmeden "Şimdi bu nişan yüzüğünü tak ve onu affettiğini belirt." dedi. Bu bir rica değildi emirdi. Ne yaparsam yapayım ona engel olamayacaktım. Babam her zaman kendi bildiğini okurdu.

 

Donuk bakışlarım yüzükte asılı kaldı bir süre. Sonra yavaşça alıp parmağıma götürdüm. Bağırıp çağırıp inkar etmem hiçbir şeyi değiştirmeyecekti biliyordum. Anlamsız savaşa gerek yoktu çünkü Savaşer Marsel her zaman kazanırdı. Hiçbir şey söylemeden odama çıktım. Emimin o da yarattığı eserle gurur duyuyordu. Odama girdiğimde içimde ki sıkıntıdan kurtulmak istedim. Çözümüm basitti. Telefonumdan Bade ve Kumsal'ın numaralarına tıklayıp grup konuşması yaptım. Açtıklarında hızla "Balkon, pijama ve dedikodu üçlüsüne ne dersiniz?" diye sordum. Kumsal bir saniye bile beklemeden "Çekirdeğimi alıp geliyorum." dedi ve yüzümüze kapattı. Bu kadar hevesli olabileceğini tahmin edememiştim. Bade gülerek "Kafeyi şimdi kapattım zaten. Direkt size geçerim." dedi onaylayarak.

 

Telefonumu yatağa fırlattıktan sonra hızla üzerimi değiştirip pijamalarımı giydim. Mutfaktan birkaç parça abur cubur hazırlayıp yanına da kahve yaptım. Balkona yerleştirirken kızlarda gelmişti. Önce Bade'ye pijamalarını verip sonrasında da balkona Kumsal'ın yanına geçtim. Çoktan sallanan koltuğa kurulmuş telefonuyla ilgileniyordu. Bade de gelince tamamlanmış olduk.

 

Kumsal ellerini yanaklarına dayayıp "Anlat bakalım seni dinliyoruz." dedi açıklama isteyerek. Nasıl anladıklarını bilmiyordum ama paylaşmak için can atıyordum. Ellerimle saçlarımı tokasız dağınık bir topuz yapıp "Birkaç hafta önce abimle bir konudan tartıştık." dedim üzgünce. Bade başını yana eğip "Ne konuda?" diye sordu. Onu bekletmeden cevapladım. "Yıllar önce abim zorla evlendirilmeye çalışmış. O da beni gibi karşı çıkmış fakat babam bu yaptığının cezası olarak sevdiği kızı öldürmüş." sesimin titremesini önleyemedim. Kumsal'a baktığımda gözlerinde ki acıyı görmemek imkansızdı. Işıltısı sönüvermişti yavaş yavaş.

 

Elimin tersiyle burnumu silip yere eğdim başımı. "Size bunu anlatma sebebim-" derken sözümü kesen Bade olmuştu. Dolu gözleriyle bakışlarımı yakalamaya çalıştı. Titrek bir nefes alıp "Bize bunu anlatma sebebin Barlas ile bir anlaşma imzalayamayacak olman değil mi? Çünkü ona bunun yapılmasından korkuyorsun." dedi emin olarak. Her bir kelimesinde haklıydı. Tamamen böyle düşünüyordum. Babam onun da abimde olduğu gibi sevgilim olduğunu düşünürse Barlas'a yapılacaklardan korkuyordum.

 

Kumsal elini elimin üzerine koyup destek verircesine "Ledeyna o güçlü bir asker. Tek başına Marsel'leri dağıtabilecek güçte. Ayrıca görmüyor musun yanında ki savcı, hakim arkadaşlarını. Biz sadece senin iyiliğini isteriz. Ve ben görüyorum ki onun yanındayken sana kimse zarar veremez. Bu kişi baban bile olsa." dedi tamamen içtenliğiyle. Bu konuşma canımı yakıyordu. Kendi mutluluğum için başkalarının hayatına acı sokmayacaktım. Bu kadar bencil olmayı kendime yediremezdim. Babamdan farklı biri olmak için yıllarca çabalamıştım. Şimdi onun gibi olmaya hiç niyetim yoktu.

 

Bade elime odaklandığında neye baktığını biliyordum. Parmağıma nefretle bakıyordu. Sıktığı dişlerinin arasından "Nişan yüzüğü değil mi?" dedi umutsuzca. Hiçbirimizde birimize yetecek kadar bile umut kalmamıştı. Kafamı salladım sessizce.

 

Nefretle dolduğum sona yaklaşıyorduk. Bu evlilik belki benim için bir son olacaktı bilmiyordum. Sahi her son mutlu bitmezdi değil mi? Benim hikayem sadece mutsuz bitmeyecekti aslında. Yarım kalacaktı, tam olmayacaktı. Bazen geriye dönüşler yaşayacağım. Bilhassa pişman olduğumda neden diye isyan edeceğim. Asileşeceğim, kırgınlıkla taşacağım.

 

Bunca zaman dostlarımla tutundum hayata. Oyaladı onlar beni bir şekilde. Çünkü çaresizce yalnız kalmak istemedim. Onların bana ses olmasını istedim.

 

Hayat dediğin başka nedir ki zaten? Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. Demiş Sabahattin Ali... Bu yüzden geçmişimde takılı kalmayacaktım. Geleceğimde yaşayacaktım.

 

 

Güzel bi bölümü tamamladıkk<3

 

 

Ledeyna ve Barlas'ın anlık gelişen davranışları hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

Bade ile shiplediğim kişinin kim olduğunu tahmin edebildiniz mi?

 

 

Sizce Kumsal ve Kenan olabilecek mi yoksa farklı bir senaryo mu oluşacak?

 

 

Kutay Ertem merak duygunuzu uyandırıyor mu?

 

 

Lütfen bölüm hakkında düşüncelerinizi yorumlamayı unutmayın.

 

 

Oy vermeyi unutmayınn. Sizleri seviyorum🤍

Loading...
0%