Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3-) YALDIZLI BALO

@ledeyna

Hepinize keyifli okumalar🫶🏻

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın <3

 

Unutmayın düşünceleriniz benim için çok değerli. Lütfen bundan eksik bırakmayın beni.

 

Sizleri seviyorumm

 

🖤

 

Sırasıyla Bölüm Şarkıları:

Formula-Labrinth

Middle Of The Night-Elley Duhe

Closer-Single

 

3-) Yaldızlı Balo

"Kokteylleri giriş kısmına koydunuz değil mi?" dedim teyit edercesine. Balonun harikulade olmasını istiyordum. Annem her zaman bir şeyin mükemmel gözükmesini istiyorsan küçük detayların kusursuz olmasını sağlamalısın derdi. Genç çalışan beni onaylarcasına "Evet efendim." dedi ve yanımdan ayrıldı.

 

Kızlara döndüğümde bana yardımcı olmak amacıyla çalışanlarla iletişim halindelerdi. Güzel ilerlemesine rağmen içimde ki tedirginliği durdurmak çok zordu. Kapının girişinde bir hareketlilik gördüğümde bakışlarım oraya çevrildi. Gelen kişilerin üsteğmen ve arkadaşları olduğunu görünce gülümsemem genişledi. İçeriye girdiklerinde onları karşılamak için ilerledim. Kızların da dikkatini çekmiş olacak ki arkamdan geldiler. Komutan'ın gözlerine baktığımda uykusuz görünüyordu. Yinede güçlü görünmekten asla çekinmiyor, dimdik duruşuyla hayran bıraktırıyordu kendisine.

 

Gözlerinin beni izlediğini fark ettiğimde dalgınlığımdan kurtulup "Hoşgeldiniz." dedim sevecenliğimle. Komutan sadece gülümsemekle yetindi. Onları bekletmeden "Böyle geçin önce balo hakkında birkaç bilgi vereceğim. Sonra da plandan bahsedelim." dedim ortada bulunan masayı göstererek. Herkes masanın etrafına geçtiğinde ayakta bekliyorduk.

 

Ortaya 4 tane davetiye bıraktım. "Bu davetiyeler size ait. Her biriniz için farklı bir isim ve farklı meslekler tasarladım. Merak etmeyin bu kasabadan kimse baloda olmayacak. Bu yüzden kimliğinizin açığa çıkma ihtimali yok denecek kadar." dedim dikkatle.

 

Deniz araya girip davetiyeleri eline aldı. "Umarım adımı güzel bir şey seçmişsindir." deyip davetiyeyi açtı sabırsızca. Hevesle gözleri açılırken hayal kırıklığına uğradığı bariz belliydi. Oflayarak "Kubilay Açılar mı? Eğer daha önceden tanışmış olsaydık benden nefret edeceğinizi düşünecektim Ledeyna Hanım..." dedi tiksinerek davetiyeye baktığı sırada.

 

Gülümsememe engel olamadım. Açıklamaya çalışarak "Üzgünüm balodan en kolay eleyebileceğim isimleri çıkardım. Ayrıca lütfen Hanım demeyin." dedim yutkunarak. Deniz gülümseyerek tekrar davetiyelere döndü. Bu sefer Uzay'ın isminin yazılı olduğu zarfı açıp dikkatle okudu. Şaşkınlıkla "Ona Niccolò Francesco ismini verip bana Kubilay'ı mı layık gördünüz?" Ne kadar içerlendiğini buradan bile görebiliyordum. Uzay gülüşünü saklamaya çalışırken Bade yanıtladı. "Üzgünüm, aslında Uzay'ın davetiyesini ben hazırladım. Aranızda İtalyan erkeklerine benzeyen tek kişi diye düşündüm." dedi kısık çıkan sesiyle. Uzay'ın gülümsemesi yüzünde daha da büyümüştü.

 

Barlas konunun dağılmaması için Bade'ye dönüp "İyi olmuş. Zaten Uzay'ın İtalyancası var. İdare edebilir." dediğinde şaşkınlığımı gizleyemedim. Böyle bir tesadüfü beklemiyordum. Konuşmasına devam edip "Hakan baloda olmayacak. Dışarıda bekleyeceği için onun davetiyesine gerek yok." Dedi emir verircesine. Belli oluyordu ki Hakan bunu yeni duyuyormuş gibi değildi. Zaten bildiği aşikardı.

 

Kendi ismine baktı göz ucuyla. Mırıltıyla tekrar etti. "Altay Barutça" İsminden hoşlanmış gibi duruyordu ki keyiflenmişti. Yine bekletmeden meslekleri hakkında açıklama yaptım. "Kubilay Açılar başarılı mimar. Ülkede ki sayılı peyzaj mimarlarındansın Deniz. Herkesle iş birliği yapmayan seçici iş adamı olarak geçiyorsun." dedim vurgularıma dikkat ederek. Deniz sonunda tebessüm ederek "En azından mesleğim iyiymiş." dedi rahatlayarak.

 

En azından bir konuda içim rahat olacaktı. Uzay'a dönüp "Niccolò Francesco ünlü İtalyan manken. Lütfen takım elbiseyle gelmeye özen göster Uzay. İmajını asla bozmayan biridir. Ayrıca maalesef ki Niccolo'nun bir sevgilisi var. Son zamanlarda sık sık partilere götürdüğü için sana bir partner ayarlamak zorundaydım." dedim tüm gerginliğimle. Nefesimi tutarken bakışlarım Kumsal'ı buldu. Gözleri irileşirken kafasını iki yana salladı "Hayır olmaz. Ledeyna ben yalan bile söyleyemem. Koca baloda nasıl rol yapacağım." dedi tedirginliğine engel olamayarak. Ardından sıralamaya başladı. "Ayrıca benim İtalyancam yok ki. Uzay ile herkesin içinde nasıl konuşacağız." dedi endişeyle. İstemeyeceğini zaten biliyordum. Bu yüzden ikna etmeye çalışarak "Kumsal sen yüksek lisansını İtalyanca yaptın. Biraz konuşsan bile kimse bir şey fark etmez lütfen." dedim yalvarırcasına.

 

Kumsal iknalarımı boşa çıkaran sessizliğiyle cevaplarken Uzay araya girdi. Kumsal'ın hizalarını gözlerine taşıdı ve tüm kibarlığıyla "Takıldığın bir yer olursa tüm sorumluluğu bana bırakabilirsin." dedi cesaretini kırmamak adına. Uzay onu bir şekilde bakışlarıyla kabul ettirmişti. Bana dönüp "Pekala..." dedi mırıltıyla.

 

Sevincime engel olmadan Barlas'a döndüm. Son kez onun mesleğini söylerken heyecanımı bastıramıyordum. "Altay Barutça, limanda ki gemi tersanesi sana ait. Gemi mühendisi olduğun için ihracat ve ithalatla sen ilgileniyorsun." dedim anlayışla. Gözlerini kısmış ve odağını tamamen bana vermişti. Bana bakarken bile nefesim kesilecekmiş gibi hissediyordum. Boğuk çıkan sesiyle sadece "Anladım." dedi.

 

Anlatacaklarımın bu kadar olduğunu belli edercesine sustum. Sonra anide aklıma gelen şeyle Uzay ve Kumsal'a döndüm. "Bu arada Kumsal'ın adı Elena Cameron. Benim aktaracaklarım bu kadar." dedim sonlandırarak. Herkes dinlediklerini akıllarına kazarken Barlas kollarını göğsünde birleştirdi. "Öyleyse akşam görüşürüz." dedi arkasını döndü. Arkadaşları ile balo alanından ayrıldılar. Peşlerinden bakarken Bade çoktan bir çalışanın taşıdığı kutularla ilgilenmeye başlamıştı. Kumsal'a dönüp "Ben bahçe ile ilgileneceğim." dedim ve merdivenlerden inip havuz kısmına ilerledim.

 

Bu taraf kapalı ve sobalarla çevriliydi bu yüzden havuz buz tutmamıştı. Masaların dekorlarıyla ilgilenirken arkamdan abimin seslendiğini duydum. Yüzünde ki gülümsemesiyle yanıma geliyordu. Alnımdan öpüp "Fıstığım, nasılsın?" dedi beklenmedik bir şekilde. Gülümseyip "İyiyim abiciğim de sen neden bu kadar mutlusun?" diye sordum merakla. O sırada bahçeye Kumsal indi. Telefonuyla konuşuyordu fakat abimi görünce hızla kapatıp yanımıza geldi. Bakışlarını ondan bir an bile ayırmıyordu. Ne kadar aşık olduğunu görebiliyordum fakat abim göremiyordu. Hiçbir zaman da göreceğini sanmıyordum. Abim göz kırpıp "Öyle mi duruyorum?" diye sordu inanamayarak. Kumsal hayranlıkla gülüşünü izliyordu.

 

Önüme geçip sıkıca sardı kollarını. "Üzgünüm güzelim ama bugün baloya gelemeyeceğim." dedi kırmamak için sakince konuşarak. Şaşırmıştım çünkü o böyle etkinlikleri asla kaçırmazdı. Ben sorgulamaya gerek kalmadan Kumsal atladı. "Neden?" diye sordu merakla. Vereceği cevapla bende ilgileniyordum. Kaşlarını kaldırıp Kumsal'a döndü ve özenle cevap verdi. "Çünkü akşam için bir misafirim var ve benim için çok özel." dedi gizemini korurken. Kaşlarımı çatıp "Misafirinin bir adı yok mu?" diye sordum tutamayarak. Emindim ki Kumsal'da alacağı yanıttan korkuyordu.

 

Abim arkasını dönüp gitmeden önce söylediği son şey "Tanıyacağını sanmıyorum ama adı Çimen Karahan." dedi ve arabasına bindi. Ağzım açık kalmış, öylece izliyordum. Abimin etrafında hiçbir zaman bir kadın göremezdim. Her zaman eğer bir kadın yanımda olacaksa o evleneceğim kişidir derdi. Ve şimdi ilk kez bir kadını yanında tutuyordu.

 

Kumsal'a döndü hizalarım. Hayranlık olan bakışları hayal kırıklığına dönmüştü. İçinden belki binlerce gözyaşı dökmüştü ama belli etmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Arkasını dönüp, merdivenleri çıkmadan önce görebildiğim son şey gözyaşını elinin tersiyle silmesiydi. Hayatın bana adil olmamasına dayanabilirdim fakat en değer verdiklerimin kırılmasına dayanamazdım.

 

Peşinden ilerledim hızlıca. Boş olan odalardan birine girmişti. İçeride ağladığını biliyordum, kimseye duygularını göstermeyi sevmezdi. Kapıyı açıp içeriye girdim. Siyah koltukların birine oturmuş, elleriyle yüzünü kapatmış sessizce ağlıyordu. Yanına geçtim usulca, ellerini ellerimin arasına aldım. Göz bebeklerine baktım. Yeşilleri sulanmıştı. Nasıl gireceğimi bilemeden nefes aldım. "Kumsal ben çok üzgünüm." dedim duraksayarak. Ardından devam ettim. "Ben birisine yıllarca aşık kalmak ne demek bilmiyorum inan..." dedim, devam edecektim fakat bunu o üstlendi.

 

"Ledeyna haklıydın. 2 yıldır abine aşığım. Bu ne demek biliyor musun? 2 yıl boyunca içten içe kimse bilmeden acı çekmek demek. Kenan'ın gözlerine bakarken her gün kahroluyorum. Bazen bana ilgi gösteriyor sanıyorum, bazen benden nefret ediyor sanıyorum ama ben yinede mutlu oluyorum. Çünkü bana karşı bir duygusu olduğunu biliyorum. Şimdi ondan bile emin değilim... Bana açtığı ufak yaraları hiçbir zaman sorun etmedim. Aksine o yaralara sarıldım, ondan kalan anılara sahip çıktım. Lakin şimdi çok başka. Daha demin açtığı yara o kadar büyük, o kadar derindi ki kollarım sarmaya yetmiyor." Dedi ağlamasını bastıramayarak.

 

Bakışlarım yumuşadı, elimden hiçbir şey gelmedi. Kumsal'ı ilk kez nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Başım eğildi "Kumsal sana yalan söylemeyeceğim, kandırmayacağım da. Fakat şunu diyebilirim ki hayatın çok değerli ve sana bu değeri tanıyabilecek çok kişi olacak. Bazen sadece çevrene bakman gerekebilir." dedim sessizce. Ağlamasına dayanamıyordum.

 

Yalandan bir gülümseme takındı yüzüne "Sanırım haklısın..." dedi mutsuzca. Ayağa kalkıp elimi uzattım. Gülümseyerek "Şimdi Bay Francesco'nun size ihtiyacı var Bayan Cameron." dedim kıkırdayarak. Elimi tutarak o da ayaklandı. Gülümseyerek kapıyı açtığında odadan ayrıldık. Bade bizi gördüğünde "Nerelerdesiniz siz? 3 saat sonra balo başlamış olacak. Ben eve gidiyorum anca hazırlanırım." dedi aceleyle. Kumsal'da ona katılıp "Bende seninle geleyim. Oradan eve geçerim." dedi peşinden takip ederek.

 

Onlara veda ettikten sonra bende birkaç sokak aşağıda ki evime gittim. Sıcak bir duş aldıktan sonra üzerime bornozumu geçirdim. Aynamın karşısına oturmadan önce masamın üzerinde ufacık bir zarf gördüm. Özenle bırakıldığı barizdi. Parmaklarımla kavrayıp üçgen kısmını açtım. İçerisinden el yazısıyla yazılmış kısa bir not yazıyordu. Tüm dikkatimle okumaya çalıştım. "Seçimini yap. Doğrular mı, ölüm mü?" bu kadardı. Kağıtta bu cümleden farklı bir şey yazmıyordu. Kanımın ısındığını hissediyordum. Sıcaklık tüm vücudumu ele geçirmişti. Korku ne demekti bilmiyordum ama şimdi ilk kez o duyguyu doruklarda hissediyordum.

 

Aniden titrememe sebep olan şey telefonum olmuştu. Ellerim hiç bu kadar sallantıda olmamıştı daha önce. Ekranda yazan tek şey "Bilinmeyen Numara" kelimeleriydi. Cesaretim yoktu ama açmak zorunda olduğumu hissediyordum. Açtım yavaşça kulağıma götürdüm. Hiçbir şey demeden sessizce konuşmasını bekledim. "Korkuyor musun küçük ajan." dedi insan sesi olamayacak kadar kalın bir tınıyla. Anlıyordum ki ses değiştirme cihazı kullanıyordu. Boğuk ve bir o kalındı.

 

Titreyen ellerimle zar zor konuştum. "Kimsin?" sadece bunu söyleyecek kadar güveniyordum kendime. Elimde ki kağıtla buluştu gözlerim. Ölüm yazısıyla bakıştım. Sorumu aldırış etmedi. "Şimdi cevap ver küçük ajan doğruluk mu?" bekledi. Sonunu bildiğim kelimeyi canımı acıtarak bekletti. "Ölüm mü?" söylediklerinin ağırlığını tartamıyordum. Midem acıyla sancılanıyordu. Telefon ellerimden kayıp gitmeden önce kapatmıştı. Düşüncelerim her milimimi ele geçirmişti. Ne yapmam gerektiğini, ne olup bittiğini asla anlamıyordum. Fakat biliyordum ki bu beladan belki de hiçbir zaman kurtulamayacaktım.

 

Aniden kapı açılınca gözlerim o tarafa çevrildi. İçeriye giren görevli kadın dikkatimin dağılmasına sebep olmuştu. Elinde ki buz mavisi, kabarık elbiseyi özenle yatağımın üzerine bıraktı. "Efendim elbiseniz hazırlandı." dedi tüm memnuniyetiyle. Gerçekten tahmin ettiğimden çok daha güzel tasarlanmıştı. Arkasından birkaç kişi daha çantalarıyla girince kuaför olduklarını tahmin etmek zor olmadı. Hızla işlerine koyulup benimle ilgilenmeye başladılar. Ben ise saatler süren hazırlanmada tek düşündüğüm gizlenen adamın kim olduğuydu.

 

Sonunda işimiz bittiğinde saate baktım. Ne ara bu kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama neredeyse geç kalıyordum. Telefonuma baktığımda cevapsız aramaların dolduğunu görünce aceleyle elbisemi aldım elime. Birkaç dakika sonrasında tamamen hazırdım. Buz mavisi elbisemin üzerinde dalgalı topuzlu saçlarım göz alıcı duruyordu. Saatime baktığımda çok geç kaldığımı fark edip hızlı adımlarla evden çıktım.

 

Bahçeye girmeden önce merdivenlerde bir adam durdurdu beni. Bir an için anlayamasam da siması tanıdık gelmişti. Gülümseyerek "Ledeyna Hanım, Salih Keskin ben. Sponsorlarınızdan." dedi hatırlatırcasına. Şimdi daha iyi anlamıştım kim olduğunu. Tüm kibarlığımla gülümseyerek "Evet Salih Bey hatırladım. Karşılaştığımıza sevindim. Bu akşam ki elbisemde sizin anlaştığınız bir markaydı öyle değil mi?" diye sordum merakla. Gerçekten muhteşem ve kusursuz halledilmişti. "Evet öyle." dedi gülümsemesi yüzünde büyürken. Bir adım atıp gideceğimi belli edercesine "Teşekkürler, içeride görüşürüz." dedim nezaket göstererek. Dışarısı buz gibiydi ve daha fazla üşümek istemiyordum.

 

Merdivenleri çıkıp balo alanına girdiğim sırada gözlerim içeride gezindi. Yüksek ihtimalle balonun konuşmacısı olduğum için tüm gözler bana dönmüştü. Yani bence başka bir sebebi olamazdı. Ağır adımlarımla giriş yaparken tüm gözlerin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Açıkçası bu oldukça rahatsız ediciydi. Hizalarım bir çift gözü bulduğunda kalbimin attığını hissetmiştim. Emin olamıyordum ama sanki gözleri büyülenmiş gibi bakıyordu. Elinde ki içkisi her an düşecekmiş gibiydi.

 

Adımlarım Bade'nin bulunduğu masayı bulduğunda heyecanıma engel olamayarak ona baktım. Gerçekten şaşkınlığını gizleyemeyerek "Şuan gördüğüm tanrıçaya inanamıyorum." dedi abartılı bir şekilde. Ben cevap veremeden Kumsal arkamdan dolanıp, elleriyle ağzını kapattı. "Kelimenin tam anlamıyla şuan karşımda bir peri kızı var." dedi gözlerine inanamayarak. Kıkırdayıp "Lütfen doğruyu söyleyin güzel olabilmiş miyim gerçekten?" diye sordum emin olmaya çalışarak. Onların onayına ihtiyacım vardı. Bade ellerimi tutup "Gerçekten bunu sorduğuna inanamıyorum. Cinderella'dan farksızsın." dedi tüm samimiyetiyle. İkisine de inanıyordum.

 

Kumsal kafasıyla birini işaret edince ona baktım. Gözlerim Uzay'ı buldu. Gerçekten takım elbisenin içinde İtalyan beyefendilerine benziyordu. Bu karizmatik halinden etkilenmeyecek kız yoktu. Masal istemeyerek olsa da "Ben sevgilim Niccolo'nun yanına gitsem iyi olacak." dedi kendisini acındırarak. Gülümserken gitmesini izledim.

 

Bade bana dönüp haber verircesine "Ben bizimkilerin yanına geçiyorum." dedi üsteğmen ve grubunu belli ederek. Kafamı sallayıp "Tamam ben birkaç kişiye selam verip geleceğim." açıklayarak. Bade gittikten sonra bende birkaç tanıdığıma selam verdim. Balo için büyük bir katılım sağlanmıştı. Çağırdığım herkesin eksiksiz gelmesi beni şaşırtmıştı doğrusu.

 

Aldığım yanıtlara göre her şey mükemmeldi. Davetlilerden şuana kadar hiç olumsuz bir şey duymamıştım. Gecenin kusursuz ilerlemesini istiyordum. Gözlerim Barlas ile buluştuğunda birkaç saniyeliğine gözlerimiz kesişti. Siyah boğazlı kazağının içinde nefes kesici görünüyordu. Üstünde ki ceket ise geçen gece bana verdiğine benziyordu. Dalgalı saçları özenliydi. Buraya uyum sağlamakla fazlasıyla başarılıydı. Aslında zaten ondan fazlasıyla emindim.

 

Karşımda ki birkaç önemli misafire gülümseyerek veda ettim ve onların yanına geçtim. Bir an önce Kutay Erdem'in kim olduğunu bilmek istiyordum. Masalarına ilerlediğimde Barlas'ın önünde durdum. Sanki onunla ilk kez karşılaşıyormuş gibi "Hoş geldiniz Altay Bey." dedim elimi uzatarak. Gözlerini kıstı hafifçe, elimi tutup "Hoş buldum." dedi sakince. Birkaç saat öncesine göre daha dinç gözüküyordu.

 

Bade yanıma geçtiğinde sessizce "Merak etme Kutay çok uzağımızda." dedi beni rahatlatırcasına. Derin bir nefes verdiğimde o ana kadar gerginliğimin farkında değildim. Gözlerim odanın içinde dolanırken "Hangisi?" diye sordum merakla.

 

Bade kulağıma eğilip "Kapının hemen yanında ki masayı görüyor musun? Saçları uzun, gözlüklü, hafif sakallı." dedi hizalarını takip ederken. Arkadaşlarıyla konuşurken içkisini yudumluyordu. Keyifli gözüküyordu. Duruşumu dikleştirdim. Kaşlarımı kaldırıp "Sanırım onunla tanışma vaktim geldi." dedim ürkek bir nefes verirken. Bade'de en az benim kadar tedirgindi. Adımlarımı ona doğru yönlendirmiştim ki beni geri çeviren saten eldivenlerimi tutan parmaklar olmuştu. Sıcak dokunuşun sahibine baktığımda bu kişinin Barlas olduğunu gördüm. Sorgulayan bakışlarımı gözlerinde tuttum. Kısık ve o bir o kadar derin çıkan sesiyle "Tek başına olmaz az sonra yanımıza gelecektir. Benim yanımda tanışırız." dedi sabırla. Neden olduğunu bilmeden sözünü dinledim. Mırıltıyla "Peki" dedim ve masaya geri geçtim.

 

Yanımıza gelen kişi Deniz olmuştu. Gerçekten bu gece o da çok şık görünüyordu. Bebek suratının aksine boyu gerçekten çok uzundu. Yinede yüz hatları orantılıydı ve yakışıklı bir görünüm veriyordu. Kravatını genişletmeye çalışırken "Mimarlık ne zor işmiş arkadaş." dedi söylenerek. Bade kıkırdayıp "Buna takım elbisenin zorluğundan dolayı mı karar verdin." dedi dalga geçerek. Deniz kravatıyla oynamaya devam ediyordu. Kaşlarını çatıp "Bir saatte tam 45 kişiye ev yapma, 23 kişiye ise rezidans dikme sözü verdim. Ben sözelci olduğum için hakim oldum. Gelmişler alan hesaplaması yaptırıyorlar burada." diye sızlandı. Bade gülmesini durdurmaya çalışıyordu fakat pek başarılı olamıyordu.

 

Kumsal ve Uzay'ın da bize doğru geldiğinde gözlerim kapının girişine baktı. Kutay'ın hala orada olduğunu görmek beni rahatlatmıştı. Neyse ki bir çok kişi gruplar halindeydi bu yüzden dikkat çekmiyorduk. Kutay'ı izlerken önümü kapatan bir silüet beni afallatmıştı. Karşımda dikilen adamı yüzünü görmeye çalıştım. Sima olarak çok tanıdık gelen kişinin gülümsemesi tanımama sebep oldu. Büyük bir heyecanla "Dimitri!" dedim ve kollarımı sardım. Bellerimi kavrayan ellerini hissettiğimde içimde büyük bir mutluluk vardı.

 

Ayrıldığımızda büyük bir ilgiyle konuştum. Gülümsemem tüm yüzüme yayılmıştı. "Senin burada ne işin var?" dedim büyük bir beklentiyle. Onun baloya geleceğini tahmin etmiyordum. Burnumdan makas alıp "Prensesim çağırmış nasıl gelmem." dedi gülerek. Onu gerçekten çok özlemiştim. Barlas'ın hareketlendiğini gördüğümde hızla onlara döndüm. Tamamen aklımdan çıkmışlardı. Herkes garip bakışlarıyla bizi izlerken tanıtma amacı duydum. "Şey Dimitri benim çocukluk arkadaşım." dedim kim olduğunu açıklayarak. Bade gözlerini kısarken "Ben hatırlıyorum sanırım. Yunan askeri olan değil mi?" diye sordu çıkarmaya çalışarak. Dimitri kafasını sallayıp "Evet evet o benim." dedi böbürlenerek. Barlas'a baktığımda gözlerinde hoşnutsuzluk vardı.

 

Deniz kaşlarını kaldırıp "Asker mi?" dedi şaşırarak. Dimitri mavi gözlerini Deniz'e çevirdi. Gururla "Evet teğmenim, Atina'da" dedi rütbesini belli ederek. Barlas'ın omuzlarının kasıldığını görebiliyordum. Deniz keyifle "Atina küçük yerdir. Ziyaretinize gelmek isteriz Teğmen." dedi gözlerinde ki karanlık ifade ile. Ortalığın kızışacağını hissedebiliyordum.

 

Dimitri ufak bir kahkaha patlattı. "Ah şu Türkler... Zamanında ne çektirdik öyle değil mi. Yine de topraklarımızı büyütmemize izin vermediler." dedi rahatça. Anladığım kadarıyla Dimitri bu odada ki birçok kişi gibi onların da yabancı olduğunu düşündü. Zar zor yutkundum.

 

Uzay bozuk bir aksan ile "Akıllı olan kazanır." dedi. İtalyan gibi davranıyordu fakat Türk damarlarının kaynadığını hissedebiliyordum. Dimitri içkisinden bir yudum alıp "Ah ben ona akıl demem. Türk askeri her zaman hileli yarışır. Geçmişte de gelecekte de..." dedi dik duruşuyla. Kendisinden çok emin konuşuyordu. Barlas'ın çenesinin dişleri her an kırılacak kadar sıkı olduğunu gördüm. Kimseye fark ettirmeden önüne geçtim. Yavaşça vücudumu ona yasladım. Gerginliğin yerini gevşeme aldığında bende rahatlamıştım. Kendisini ne kadar zor tuttuğunu biliyordum fakat Dimitri'yi buradan öylece gönderemezdim.

 

Sözü Bade devraldı. Gözlerini kırpmadan "Bunu burada böyle rahat konuşmanız beni şaşırtıyor doğrusu. Tarihe bakılırsa pek objektif sayılmazsınız. Bu bilgi eksikliğinin nedeni kaynak yetersizliğinizden mi kaynaklı?" dedi öfkesini sakince kusarken. Sözleriyle darbe vurduğunu biliyordu. Bade hiçbir zaman bel altı vurmazdı. Dimitri böyle yapmış olsa bile.

 

Dimitri sinirlerini tutmaya çalışıyordu fakat başaramayacağını hepimiz biliyorduk. Hızla yanımızdan ayrıldı. Onun gitmesine sevindiğimi söyleyebilirdim. Barlas'ın önünden ayrılacaktım ki masamıza gelen Kutay kitlenmeme sebep oldu. Kutay yalandan bir samimiyetle göz kırparak "Ne kadar da yakışan bir çift." dedi gülerek. Bizi sevgili mi sanmıştı? Kafamı sallamıştım ki sıcak bir eli belimde hissetmem beni durdurdu. Ne demek oluyordu. Barlas yalandan bir gülümsemeyle "Teşekkürler." dedi basitçe.

 

Nedeni bilinmez dilim tutulmuştu sanki. Öylece bakıyordum sanki karşımda bir yaratık görmüşçesine. Aslında düşününce pek farklı sayılmazdı. Kendimi zar zor gülümsemeye ittim. Kutay elini uzatıp "Kabalığımın kusuruna bakmayın. Kutay Ertem ben." dedi tanışmak amacıyla. Önce Barlas sonra da ben sıktım avuçlarını. Ya gerçekten soğukkanlı bir seri katildi, işinde cidden profesyoneldi ya da yanlış kişiyle uğraşıyorduk. Her ihtimalde ikisini de tercih etmezdim.

 

Geniş bir gülümsemeyle "Kutay Bey gelmenize çok sevindim." dedim yalandan da olsa midemi bulandırarak. Gözlüğünü düzeltip "Babanızla çok iş yaptık Ledeyna Hanım. Şu sıralar iletişim halinde olmasak da ailenize çok değer veririm." dedi bağlılığını göstererek. Tebessüm etmekle yetindim. Barlas'a bakıp "Sevgilim Altay Barutça." dedim gözlerini izlerken. Boyu uzun olduğu için kafamı kaldırmak zorunda kalıyordum.

 

Kutay kaşlarını kaldırıp "Barutça mı? Tersanenin sahibi olan Barutçalardan mı?" diye sordu merakına yenik düşerek. Barlas gülümseyip kafasını salladı "Evet" dedi. Konuşan kişinin o olmasını istiyordu. Kutay sorgularcasına "Gemileriniz dünyaya açılmış diye duydum." dedi ağzından laf almaya çalışarak. Barlas büyük bir ilgiyle "Evet işlerimizi globale taşıdık. İthalat ve ihracat yapmaya çalışıyoruz." dedi sanki bilgi veriyormuşçasına.

 

Daha rahat konuşabilmeleri adına yanlarından ayrılmak için birkaç adım öne çıktım. "Siz iş konuşmaya devam edin beyler. Bu konular beni pek sarmıyor." dedim dudaklarımı büzerek. Barlas gülümsediğinde ona karşılık verdim ve masadan uzaklaştım. Annesinin katiliyle yalnız bırakmalı mıydım bilmiyordum fakat soğukkanlılığının bilincindeydim. Onun işi asla batırmayacağını biliyordum. Kendimden çok güveniyordum.

 

Kumsal ile karşılaştığım da Uzay ile konuşuyorlardı. Onların daha iyi anlaştığını görebiliyordum. "Ben konuşma yapmak için sahnenin arkasına geçiyorum." dedim belirterek. Kafasını sallamakla yetindiğinde balo alanından çıkıp arkaya yöneldim. Uzun bir koridordan geçiyordum. Arkamdan yankılanan bir ses duyduğumda başımı çevirdim. Bağıran kişinin görevli bir çalışana ait olduğunu gördüğümde kaşlarım çatıldı. Koşar adımlarla yanıma gelip "Ledeyna Hanım bunların size ait olduğu söylendi." dedi nefes nefese. Elinde ki zarfları gördüğümde almakta tereddüt ettim. Farklı bir şansım yoktu fakat yinede korkuyordum. Şu sıralar zarflardan hiç hoş şeyler çıkmıyordu.

 

Ben beyaz zarfı yırtarken getiren çocuk çoktan gitmişti. İçine dikkatle baktığımda ufacık bir flash bellek çıkmıştı. Ne bir not veya yazı yoktu. Sadece bir USB bellek. İçinde ne olduğunu fazlasıyla merak ediyordum. Eve gidince bilgisayarıma takmak adına çantama bıraktım. Hızla perdenin sağ kısmına geçip konuşma için içeriye girdim.

 

Sahneye çıktığım anda gelen tüm misafirlerden alkış koptu. Benim gözlerim ise sadece Barlas'ta idi. Titrek bir nefes verdim. "Hepiniz hoş geldiniz öncelikle. Aslında sözü fazla uzatmak istiyorum çünkü bu balonun asıl amacı eğlenmek değil. Buraya çıkmadan önce çok düşündüm konuyu nasıl istediğim noktaya bağlayabileceğim diye. Sonra dedim ki kendi kendime bu konu öyle araya sıkıştırılabilecek bir mesele değil."

 

"Bazılarının hoşuna gitmese de bugün burada kadın olmayı konuşacağız. Ya da bu sefer sadece biz kadınlar konuşacağız. İzin verilmeyen, kıstırılan her cümle burada açığa çıkacak. Gerçekçi yaklaşalım, hepimiz biliyoruz ben burada 10 dakika konuştuktan sonra içkilerimizi içmeye devam edeceğiz. Neden böyle olduğunu anlamak zor değil hepimiz bahanelere sığınırız."

 

"Biz kadınlar olarak hepimiz bunlara maruz kalıyoruz. Çirkin iftiralara, mobbinglere, tehditlere... Aşk, sevgi, hoşlantı her insanın doğasında vardır. Fakat şiddet kimsenin yaratılışında var olamaz. Sevmenin dini, milleti olmaz. Bu yüzden bahanelerin arkasına sığınmayalım lütfen."

 

"Ben bugün kadın olmanın sadece çeyreğinden bile bahsetmedim ama eve gittiğimde iyi ki konuşmuşum diyeceğim. İyi ki susmamışım diyeceğim. Lal olmuş kişileri konuşturmaya çalışmayın, siz onların çığlığını yansıtın. Çünkü bazılarımızın sesleri kısılmış olabilir." dedim cümlemi tamamlarken.

 

Belki de ağlamadan, dimdik durabildiğim nadir anlardandı. Daha fazla bir şey söylemeden birkaç adımlık merdivenden aşağıya indim. Balo pistine vardığımda Barlas'ın hayran bakışlarının benim üzerimde olduğunu görmemek mümkün değildi. Yanaklarım kızarmadan hızlı adımlarla yanına gittim. Önünde durduğumda hala hizalarını ayırmıyordu. Bakışlarını kesen şey Dimitri'nin tekrardan yanımızda belirmesi olmuştu. Barlas'ın sıcak elini belimde hissettim. Dimitri balo sakinlerinden öğrenmiş olacak ki sevgili olduğumuza şaşırmamıştı. Dimitri'ye döndüğümüzde içkisiyle çapkın bir şekilde gülümseyerek "Ledeyna harika bir konuşmaydı. En az Barlas Bey kadar sert görünüyordun sahnede." dedi Dimitri Barlas'ı aşağılamaya çalışırcasına. Onu karakterinden vurmaya çalışmıştı.

 

Benim yerime cevap veren o olmuştu. Gayet rahat bir tavırla "Bir aslanın eşi de aslan olmalı. Kim görmüş aslanın çakalla birlikte olduğunu." dedi laflarıyla alt ederek. Dimitri'nin ne kadar bozulduğunu suratından çok net görebiliyordum. Öyle içerlemiş olacak ki hiçbir şey diyememişti.

 

Dimitri gittiğinde bakışlarımı Barlas'a çevirdim. Boyu benden oldukça uzun olduğu için kafamı kaldırmak zorunda kalıyordum. "Kutay'la ne konuştunuz?" diye sordum merakla. Sessizliğe önem vermeme rağmen o korkusuzca söyledi. "Gemilerimden birinde silah ticareti yapmak istediğini söyledi. Açıkça demedi tabii ama niyetini belli etti." dedi kafasını yana eğerek. Gözlerim heyecanla büyürken "Bu iyi bir şey değil mi? Onu içeri atabilirsin silah kaçakçılığı yaptığını söyleyerek." dedim sabırsızlıkla. Benim aksime daha umutsuz ve sakin duruyordu.

 

Başını iki yana sallayarak dudaklarını birbirine bastırdı. "Geçerli kanıtlarımız yok." dedi. Kahve gözleri solgunluğunu saklıyordu. Kaşlarımı çattım. "Hakim de, savcı da senin arkadaşın. İstediğin gibi içeri attırırsın." dedim sorgulayarak. Deniz ve Uzay onun tek kelimesine bakardı. Bakışları derinleşti. "Oyunu kuralına göre oynarım. Yunan askerinin dediklerinin aksine hile yapmadan da yarışı kazanabilirim" dedi kararlı ifadesiyle. Attığı adımlar kadar emindi sözleri. Onun bu dik duruşuna özenmemek elde değildi. Hayranlıkla bakıyordum fark etmeden.

 

Kafamı olumlu anlamda salladım. Diyecek bir şey bulamadım. Haklıydı o bir yolunu bulurdu. Ona inanıyordum. Konuşmamızın arasına giren şey dans müziğinin çalması olmuştu. Çiftler yavaş adımlarıyla dans pistini doldurmaya başlamıştı. Çiftler uyumla dans ediyorlardı.

 

Beklemediğim bir şekilde Barlas belimden çekerek beni piste çekti. Gözlerim irileştiğinde "Kutay'ın gözleri bizdeyken açık veremeyiz." dedi fısıltıyla. Pistin ortasındayken beni kendisine biraz daha çekti. Kalbimin atışlarını hissetmesinden korkuyordum. Kahve gözleri öyle içten bakıyordu ki sanki yakalanmışım gibi hissettim. Heyecanıma engel olmak adına bambaşka bir konu açtım öylece.

 

Derin bir nefes alıp "Kutay'ın sana inandığına emin misin?" dedim tereddütle. Aklımın ondan farklı her yere kaymasını istiyordum. Gülümsedi gizlice "Benimle hoş sohbeti vardı." dedi alay edercesine. Bakışlarım kısıldı "'Düşmanın tatlı sözlerine aldanma, balın içinde zehir olabilir' demiş Sadi." dedim uyarırcasına.

 

Bekletmeden "'Gerçek düşmandan sonsuz bir cesaret akar içinize' demiş Kafka" dedi uyumla gözlerimi inceliyordu. Sıcaklık belimi kavrarken dansın ritimleri çoktan hücrelerimize akmıştı. Nefeslerimiz birbirine çarpıyordu. Öyle ki saniyeler durmuş, saatler geçmesin istiyordum...

 

Uzay Arslan;

Dans müziği çıktığında dikkat çekmemek adına elimi Kumsal'a uzattım. İkimizin sevgili olduğu bir görev üstlenmiştik ve bunu en iyi şekilde yerine getirmem gerekiyordu. Kumsal şaşkın gözleriyle elime baktı. Korkuyla "Olmaz, yapamam." dedi ısrara açık olmayan bir tavırla. Gecenin başından beri her konuda olduğu gibi ona güvence vermeye çalışıyordum. İlk saatler stresini almayı başarmıştım lakin yinede çok çekingendi. Onu inandırırcasına "Yaparsın Kumsal. Bak saatlerdir bir çok kişiyle İtalyanca konuştun, sevgili gibi davrandın. Dans senin için eminim çocuk oyuncağıdır." dedim başarabileceğini söyleyerek. Özgüveninin ne kadar yüksek olduğunu görebiliyordum. Sadece potansiyelinden haberi yoktu.

 

Kararsız kalmaya devam etti. Kesin bir cevap veremedi. Sessizliğini korurken kafamı eğdim. "Kumsal takılmayacağını biliyorum fakat tüm sorumluluğu bana yıkabilirsin biliyorsun değil mi?" diye sordum. Nedenini bilmediğim bir şekilde bana güvenmesini istiyordum. Gülümsedi yavaşça. O an kalbime ne olduğunu bilemedim. Bir ok mu saplanıvermişti anlayamadım. Yıllarını mesleğine adamış bir adam ne anlardı kalpten, duygudan. Bu yüzden adını koyamadım. Elimi tuttuğunda başardım hissine kapıldım bir anlığına. Piste götürdüm ağır adımlarımla Ellerimiz havada buluştuğunda yüzünü izledim. Kafasını kaldırdı gözlerime bakmak için "Teşekkür ederim her şey için." dedi mırıltıyla. Tebessüm ettim sözcüklerini dinlerken. "Rica ederim." dedim kafamı yana yatırarak.

 

Bakışları etrafta dolanırken kaşlarını kaldırdı. Hizalarını takip ettim. "Sanırım bize özenmişler şu sevgili rolü konusunda." dedi ve kıkırdadı. İnsanı oracıkta kalbini durdurabilecek güçteydi gülümsemesi. İçimde bir şeyler bunun rol olmasını inkar etmek istiyor gibiydi.

 

Ledeyna Marsel;

Dans bittiğinde masamıza geçtik ağır adımlarımızla. Ben Barlas'ın gözlerine bakamasam da o bu konuda cesaretliydi. Deniz yanımıza geldiğinde Barlas'a doğru eğildi ama yine de benimde duymamı istercesine sesli konuştu. "Ben yavaştan gidiyorum. 10 dakika sonra Uzay ve Kumsal çıkacak. Balo bittikten sonra kafede buluşuruz." dedi. Bade son cümlesinin üzerine geldiğinde hızla "Bende seninle geleyim. Kafeyi birlikte açarız." dedi sessizce. Biz kafamızı sallarken onlar balo alanından çıkış yapmak üzerine yanımızdan ayrıldılar.

 

Sadece ikimiz kaldığımızda Barlas kulağıma eğildi. "Belki en başında söylemeliydim ama doğru zamanı bulamadım. Bu gece çok güzel olmuşsun." dedi fısıltıyla. Sesini takip ederek başımı çevirdiğimde yüzlerimizin ne kadar yakın olduğuyla karşılaştım. Biraz bile geri çekilmedi. Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. "Teşekkür ederim." dedim dedim kısık çıkan sesimle. Öyle ki gülüşüne bakılırsa yanaklarım çoktan kırmızıya bürünmüştü. Balo alanında ki insanlara döndüğümde onun hala bana baktığını hissediyordum.

 

Ben anın büyüsüne kapılmış olacağım ki yanımıza Uzay ve Kumsal geldi. Bizlere veda ettikten sonra balonun sonuna yaklaşıyorduk. Saatten bir haber olduğum kesindi fakat yinede çok geç olduğunun farkındaydım. Zaten misafir sayısı da oldukça azalmıştı. Tek tük insan kalmıştı. Son birkaç kişi ile ilgilendikten sonra içeride kimse kalmamıştı. Bizde oradan ayrılıp kafeye gittik. Dışarıdan gördüğüm kadarıyla hepsi toplanmıştı. İçeriye girdiğimizde Bade parlayan gözleriyle bizi karşıladı. İkimize de birer fincan kahve verdiğinde içim ısındı.

 

Hepimiz masaya yerleştiğimizde kısa bir sessizlik oluştu. Uzay ciddiyetiyle konuya girdi. "Elimizde ne var? Kutay'ı alt edebilme imkanına sahip miyiz?" diye sordu kollarını göğsünde birleştirirken arkasına yaslanarak. Barlas iç çekerek yanıtladı. "Kutay tersanenin sahibi olduğumu öğrenince silah ticareti yapmak istediğini belli etti." dedi sert kahve gözleri tek bir noktadayken. Deniz girdi söze "Hangi ülkeden de sevdiğini bahsetti mi?" diye sordu garip bir şekilde. Bu sorunun amacını anlayamasak da Barlas anormal bir şekilde hızla cevapladı. "Rusya" dedi sadece. Kumsal kafası karışmış bir şekilde "Sevdiği ülkeden niye bahsetti ki ya?" dedi mırıldanarak. Uzay açıklama yaparak "Böyle kişiler önce sohbet arasında yapmak istediklerini azar azar anlatır. Asıl amacını bir anda söylemez." dedi. Her gün böyle insanlarla takılıyor olamazlardı değil mi?

 

Bade'den gelen ses hepimizi kitlemişti. Özellikle de beni... "Abi?" Camda ki hizalarını takip ettim. İdris kafenin içine giriyordu. Kanım dondu, boğazım kurudu. Masamıza kadar geldi korkulu adımlarıyla. Hayal kırıklığı yaşamıştım kendi içimde. En azından bu kadar erken çıkarmalarını beklemiyordum. Hüzünlü gözlerim Barlas'a döndü "Çıkardınız mı onu?" diye sordum titrek bir sesle.

 

İdris yanıma geldiğinde kolumdan tuttu serseri biçimde. Daha ayağa bile kalkamadan sendeledim. Beni arkasına alan Barlas ikimizi de şaşırtmaya yetmişti. Sıktığı dişlerinin arasında kızgınlığını hissediyordum. Öfkeyle konuştu "Nasıl çıktın sen içeriden!" sesi İdris'in dizlerinin titremesine bile neden olabilirdi. Lakin korkusuz rolünü oynamaya çalıştı inatla "Yüzbaşının emriyle serbest bırakıldım." dedi dişlerinin arasından.

 

 

Deniz sinirle masaya vurdu. Bağırışı beni bile korkuttu. "Hangi asker benim sözümü çiğneyebilir." dedi sinirle. Öyle öfkeliydi ki gözleri dönmüştü. İdris onların aksine daha rahat bir tavırla cevapladı. "Halit Mertoğlu" dedi. Herkes şaşkınlıktan dolayı sessizleşmişti. Tek kelime edilmedi orada. Barlas'ın gözlerinde ki öfke daha farklı bir duyguya dönüşmüştü. Üzülmüş müydü? Bilemiyordum ama iyi bir duygu olmadığını anlayabiliyordum. Buz kesmeme sebep olan İdris beni almadan gitti. Anladığım kadarıyla bu sadece gövde gösterisiydi. Daha fazlasına cesareti olmadığını biliyordum.

 

Barlas hızla yanımızdan ayrıldı. Öyle büyük adımları vardı ki kimsenin ona yetişemeyeceği belliydi. Deniz'in hırçınlığı geçmemişti. Eliyle bir sandalyeyi savurdu. "Sikerim böyle işi." dedi ellerini saçlarından geçirirken. Kumsal Uzay'a yaklaştı. Fısıltıyla "Halit Mertoğlu kim?" diye sordu anlamayarak. Soyadı benzerliğine bakılırsa tahmin edebiliyordum. Alnını eliyle ufalladı. "Babası." dedi bıkkınca. Bir şeylerin ters gittiğinin o da farkındaydı.

 

Barlas'ın babası da bir asker miydi? Üstelik şimdi ona karşı bir hamle yapmıştı. Bunun için babasıyla kavga etmeye mi gitmişti? Buna izin vermek istemiyordum. Onun meslek hayatını benim takıntılı-sözde- sevgilim etkileyemezdi. Daha fazla düşünmeden peşinden gittim. Hızla arabama atladığımda direkt kışlaya sürdüm. Onu orada bulacağıma emindim.

 

Yaklaşık 15 dakika sonrasında önüne vardığımda karanlıktan önümü bile göremiyordum. Bahçede ise sadece iki asker nöbet tutuyordu. Merdivenlerden içeriye girdiğimde masada oturan asker yerinde değildi. Zaten yolu bildiğimde odasına gittim. İçeri girince ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece Barlas'ın yapabileceklerini engellemek istiyordum. Onu kendisinden korumak istiyordum.

 

Kapının önüne geldiğimde bağırışları çok net duyuyordum. Öyle ki bu sesler benim girmemi engellemişti. Aralık olan kapıdan Barlas'ın sırtını görüyordum. Anladığım kadarıyla babası masanın başında oturuyordu. Barlas nefretini kustu tüm varlığıyla. "Ne işin var burada baba! Neden bırakmıyorsun peşimi. Neden sürekli benim yapacaklarımı engellerken buluyorum seni!" dedi haykırarak. Ellerini bir yerlere savuruyor yüksek sesler çıkıyordu. Yüzbaşının kendisini tuttuğunu görebiliyordum. Sakin görünse de mimikleri açık ediyordu. Mimikler bu hayatta her şeyi ele verirdi. Kontrol edercesine "Tonlamana dikkat et oğlum. Ben görevimi yerine getirmeye çalışıyorum. Bakanlık burada işleri kızıştırdığını söyledi ve bende atandım." dedi açıkça.

 

Barlas'ın buna inanmadığını biliyordum. Çenesinde ki kaslar belirginleşiyordu. "Ben zaten neden seni dinliyorsam." dedi arkasını dönerek. Fakat yine yüzbaşıya baktı. Masasına yaklaştı ve hiç acımadan "Ben senin gibi bir katilin oğlu değilim." dedi nefretle. Bu cümlesi kanımın damarlarımda durmasına sebep oldu. Katil kelimesi dudaklarından döküldüğünde kaskatı kesildim. Duyduklarımın doğruluğuna emin olamadım. Yüzbaşının köpürdüğü yükselen sesinden anlaşıldı. "Ne dediğine dikkat et!" dedi uyarırcasına.

 

Barlas asla geri adım atmadı. Sözlerini biraz bile saklamadı. "Benim babam senin için öldü. Şimdi bir katilin emirlerine uymayacağım." dedi ses tonu azalırken. O kadar hırçın konuşuyordu ki gözlerinde küçük bir erkek çocuğunun geçmişini görüyordum. Barlas hala erkek çocuğunun etkisindeydi. Birkaç adım geriledi. Yüzbaşı öyle kızgın bakıyordu ki ona saldırmasından korkuyordum. Bir anda bağırdı Barlas'a. Ben korkmuştum fakat onda azıcık bile etki etmedi. "Haddini bilmezsen değil emirlerime uymamak o üniformayı rüyanda dahi giyemezsin! Ve unutma bu odaya ancak ben izin verirsem girebilirsin. Beni yapmak istemediğim şeylere zorlama Üsteğmen. Bir sabah ansızın silahını bırakmak ve rütbene veda etmek zorunda kalabilirsin!" dedi nefesini düzensizce solurken. Açıkça tehdit ediyordu. Üstelik bunu babası sandığımız kişi yapıyordu. Bu adam babası değilse kimdi?

 

Barlas'ın üzgünlüğünü başını eğmesinden anlıyordum. Ağlıyor muydu bilmiyordum. Gözleri kızarmış duruyordu. Sessizce mırıldandı. "Annemin haklı olduğunu biliyordum. Bazen keşke onun yerine sen ölseydin diyorum baba..." dedi fısıltıyla. Yüzbaşı hayal kırıklığıyla baktı Barlas'a. Yüzü binlerce parçaya bölünmüştü. Gözlerinde ki acıyı görebiliyordum.

 

Barlas daha fazla bir şey demeden çıktı odadan. Kapıdan geçerken karşısında beni görmesi şaşırtmıştı. Ama yinede tepkisini göstermedi. İçeride göremediğim yüzünü şimdi anlayabiliyordum. Gözleri ıslaktı. Babası tarafından yaralanmış bir erkek çocuğunun masumluğu vardı. Kirpikleri yaşla doluydu. Hızla arkasını döndü. Gözlerini siliyordu, biliyordum. Onun bu çocuksu duygusunu gizlemesine bende üzüldüm. Tekrar döndü bana yavaşça. Acı tüm kalbimi çevrelemişti. Onun yaşadıklarını benim içimi sızlatıyordu. Bakışları beni bulduğunda bekletemediğim o şeyi yaptım; sarıldım. Kollarımı ona sardığımda kafasını boynuma gömdü. Ellerini belime sararken sıkıca sardı. Öyle sıkı tutuyordu ki hiç bırakmayacak gibiydi. Duygularını bastırmaya çalışıyordu kafasını saklarken. Sarılmaya devam ederken kulağına fısıldadım. "Ben sana inanıyorum. Sen kendine inanmıyor musun yoksa komutan?" dedim sessizce. Harap olmuş bir şekilde kafasını kaldırdı. Saçları dağılmış, gözlerinin kızarıklığı artmıştı. Kafasını aşağı yukarı salladı zar zor yarım bir tebessümle. Elimde olsa tüm gücümü oracıkta ona verirdim. O yıkılmasın diye her şeyi yapardım.

 

❄️❄️❄️

 

Buz gibi nehrin içinde donuyordum. Lakin üşümek umurumda değildi. Boğuluyordum fakat o da umurumda değildi. Zeynep'i kurtarmalıydım. Onu yüzeye çıkarmalıydım. Elini tutmaya çalıştım. Elini uzatıyordu ama yetişemiyordum. "Abla bu sefer kurtar beni..." dedi umutla. Yüzmeye çalıştım, ona yetişemiyordum. Aramızda ki mesafe bitmiyordu. Ben geliyordum ama o geri çekiliyordu sanki. Nefessizliğim bilincimin gitmesine sebep oluyordu. Ölmek istemiyordum. Kardeşimi kurtarmadan ölemezdim. Dibe battım. Vücudum sertçe yere çarptı.

 

Acıyla uyandım. Sırtımda ki sızıyla yatağıma baktım. Su içindeydi, kıyafetlerim ise terden ıpıslaktı. Kabusum beni yatağımda acı çektirecek kadar etkiliydi. Ellerimi saçlarımdan geçirdim pişmanlıkla. Saate baktım telefonumdan 04:12 yazısını görmek daraltsa da kafamı koyduğum şeyi yapacaktım. Üzerime paltomu geçirdim aceleyle. Eğer Zeynep'in mezarını göremezsem içim rahat edemezdi. Bu rüyanın bir anlamı var mıydı bilmiyordum ama yine de yanında olacaktım.

 

Sokağa çıktığımda kimsenin olmadığını anladım. Karanlıktı ama her yer kar içinde olduğundan beyazlık yerini almıştı. Mezarlığının başına vardığımda toprağının üzerinde diz çöktüm. Onun orada yattığını bilmek bile gözyaşlarımın sayısız akmasına başlangıç oldu. Elimde toprağını ufalarken "Zeynep hatırlıyor musun küçükken sen sürekli saklanırdın. Ben seni deli gibi arardım kaybetmekten çok korkardım. Her yeri arardım sonra bir bakardım saklandığın yerde uyumuşsun." ağlamalarım anıların hatırlanmasıyla artmıştı. Zar zor devam ettim. "Şimdi nerde uyuduğunu biliyorum ama seni kaldıramıyorum Zeynep..." kendimi tutmaya çalışıyordum ama olmuyordu.

 

Arkamda bir hareketlilik olduğunu fark ettiğimde kafamı çevirdim. Abimin yanıma oturduğunu gördüğümde onu izledim. Gözyaşlarımı saklamadım. Çok yorgun duruyordu. Gözlerinden çaresizlik akıyordu. Uykusuz olduğunu anlamak zor değildi. Hıçkırıklarla ağlayarak "Onu çok özledim..." dedim burnumu çekerek. Başını eğdi sessizce. "Bende." dedi sadece. Onunda ağladığını görebiliyordum.

 

Nasıl olurdu bir acının peşine düşmek. Ne getirirdi insana intikam. Şimdi onun yasını tutuyordum, sonra benim yasım tutulacaktı. Hayat bundan ibaret miydi? Her şey bu kadar hızlı mı sona ulaşırdı? Er zaman kalana mı zor, gidene mi zor diye sorulurdu. Belki de ikisini de hissedene dar gelir bu dünya. Nefes almak kadar basit şeyi zorlaştırır kader. Sahi sevgisizlikte yalnızlığa kadir midir?

 

 

Herkese selam canlarımm

 

Bölümün içine iyi ya da kötü şeyler serpiştirdim fakat sonda birazcık üzmüş olabilirim.

 

Özellikle Barlas'ın babasının gölgesinde küçük bir çocuk olduğunu işlemek benim bile kalbimi kırdı.

 

Şimdi size soracağım soruların aslında cevaplarını merak ediyorum.

Sizce Halit Yüzbaşı, Barlas için bir baba mı olacak yoksa düşman mı?

 

Ledeyna ve Barlas aşkı nasıl ilerliyor?

 

Şiirler hoşunuza gidiyor mu? (Ayrıca tanıdık geldi mi?)

 

Kumsal ve Uzay arasında ki çekim açığa çıkıyor gibi. Fakat Kumsal'ın Kenan'a olan aşkı da onaylandı. Bu durum kimi kıracak kimi sevindirecek?

 

Benim sorularım bu kadardı. Aklıma gelmeyenleri de sizden duymak isterim. Yorum kısmına merak ettiklerinizi yazmayı unutmayın.

 

Ve lütfen oy vermeyi unutmayın😋

 

Sizleri seviyorum asklarim🤍

Loading...
0%