Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@leeseaa

Yarı kapalı gözlerle yatakta döndüm. Erimiş, son ateşini yayan mumu hafif kuru gözlerim yüzünden tam seçemiyordum. Yanımda mışıl mışıl uyuyan adamın derin nefes sesleri kulağımda ritmik bir hal almıştı. Saatlerdir kalkmamıştı. Birlikte olduktan hemen sonra gözlerini kapatmış ve bu saate kadar açmamıştı. Yanında olduğumun bile farkında değildi.

Birkaç saat sonra sabah olacak, beni belki de tanımıyor gibi yapacaktı. Adımı sormamış, kim olduğumla ilgilenmemişti. Onun için sadece küçük bir tavernada karşısına çıkan, sıradan bir kadındım.

Beni tanımadığını sanıyordu.

Halbuki herkes gibi adımı biliyordu.

Dirseklerimden güç alıp doğruldum, örtüyü göğüslerime çektim ve onu inceledim. Esmer teni kandilin yaydığı cılız ışığın altında parlıyordu. Huzurlu görünüyordu, göğsü kalkıp iniyordu ve gece kiminle birlikte olduğundan bihaberdi.

“Adımı bilseydin benden şu an kaçardın.” diye fısıldadım.

Ben onun için karanlıktım, katildim, herkesin korkulu rüyasıydım. Başına buyruk bir kadın, dillere destan büyücü, çekinmeden can alan; Cassandra.

Bacaklarımı yataktan sarkıtıp kıyafetlerimi çabucak aldım. Karmakarışık evinde çıkış yolunu ararken giyinmeye başladım. Çulsuz değildi, belki de bir tüccardı veya krallık için çalışıyor olabilirdi. Hayal meyal hatırladığım koridordan elbisemin kuşağını bağlayarak geçtim ve kendimi tahta kapının ardına attım.

Her zamanki elbiselerimden birisi üzerimde değildi, tanınmak istememiştim. Düşündüğü gibi, krallığın köyünde yaşamaya çalışan bir insandım sadece. Birkaç saattir büründüğüm rol buydu.

Evden çıktıktan hemen sonra yukarıya, kapalı gökyüzüne baktım. Üç saat sonra güneş doğacaktı. Sokaklarda kimse yoktu, belki kaleye doğru birkaç gardiyan görülebilirdi. Parmaklarımı omuzlarıma götürdüm ve olmasını istediğim siyah pelerinimi büyüyle üzerime yerleştirdim. Başlığı örtmedim, temiz havayı içime çekmek ve etrafı iyice görmek istiyordum. Karanlık sokakta tek başıma yürümeye başladım.

Tarih aklıma geldiğinde düşüncelerim iki sene önceye kaydı. Bugün ayın yirmi biriydi. Büyük savaşın olduğu tarih, dillere destan o gün…

Krallılar arasında bitmek bilmeyen güç savaşı, iki yıl önce ufacık bir sebepten dolayı gün yüzüne çıkmıştı. Bir kadın, krallıların arasını bozan, onları taarruza zorlayan kişi olmuştu. İki krallık birbirine girmiş, savaş öncesi dost kazanmaya çalışmışlardı. Pay çıkarmak isteyen, menfaat için savaşa giren krallıkların arasında gerçek güç olarak nitelendirebileceğim, dünyayı yöneten krallılar yer almamıştı.

Onlar bir başka düşüncelerin içerisinde boğuluyordu. Onlar daha büyük bir kargaşaya hazırlanıyorlardı. Yanılmayı umdum.

İki yıl öncesi zihnimde tekrar oynadı.

“Yeter!” Bir tepenin zirvesinde durmuş, aşağıdaki kan gölünü izliyordum. Binlerce asker, binlerce kadın ve çocuk, krallıkları için can veriyordu. Sesim bir mırıltı gibi çıkmıştı fakat aşağıdaki herkesin zihninde yankılanmıştı.

Ağzımdan çıkan bir kelimeyle ellerine kılıçlarını almış olan herkes durdu ve başını kaldırdı. Onca insanın ve büyücünün arasındaki bir adam avazı çıktığı kadar bağırdı. “Cassandra!”

Binlerce kişinin her birini net bir şekilde görebiliyordum. Geldiğimi duyurdu, en başından beri izlediğim anlaşıldı. Benin yarattığım sessizliği fırsat bilen bir adam yayını gerip karşısındaki düşman olarak bildiği askerin başına yolladı. Adam yere düşerken çıt çıkmadı lakin gözler benden kaydı ve ona döndü.

“Sözümün üstüne…” diye fısıldadım. Elimi kaldırıp açık parmaklarımı bir bir kapatırken konuşmaya devam ettim. “ben dur demişken.” Elim yumruk şekline geldiği an yayını bırakmamış olan adam nefesi kesilerek yere düştü.

Bir dizim kırık durmaya son verdim ve ayağa kalktım. Simsiyah tül elbisem rüzgarla birlikte savruluyordu.

Onların gözünde ölümden farksızdım ve ölümü getirdiğime inanıyorlardı çünkü ben böyle bilinmesini istemiştim. Cassandra, yakıp yıkar ve arkasına dönüp bakmaz, aldığı canları umursamaz.

Fakat hepsi benim bir savaşın içine bu şekilde atlamayacağımı, durdurmak istersem de binlerce kişiyi aynı anda öldürmeyeceğimi bilirdi. Ama savaşın olmasını istemezsem de o savaş durdurulurdu çünkü saldırıya geçen tarafın üzerine bir lanet gibi çökerdim.

“Aptal krallar hepinizi öldürecek. Çocuklarınız, kadınlarınız ve kocalarınız… bir hiç uğruna hayatınızdan olacaksınız. Bu sadece güç gösterisi, bu sadece bir gurur meselesi. Bu krallar, çocuklarının uçkuru için sizi ölüme götürüyor.”

Bu savaş, bir kadın iki farklı krallığın prensleriyle birlikte olduğu ve ikisinden de kopamadığı için çıkan bir savaşın gösterilen yüzüydü. Prensler gurur yaparken babaları sadece düşmanları ortadan kaldırmak istiyordu.

“Bu kadar cana değer mi? Bu topraklarınız için savaşmak değil, bu tamamen aptal yerine konmak! Aklınızı kullanın.” Son sözümün ardından bir daha kılıç sesi duymadım.

Yürürken ayağım bir taşa çarptığında kendime geldim ve düşüncelerden çıktım. Soğuk hava yüzüme çarparak tenimi kırmızılaştırıyordu ama üşütmüyordu. İçimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu.

Dakikalardır aynı tempoda tuttuğum yürüyüşüm etrafımı saran ve tanıdık olan büyüyle yavaşladı. Yolun ortasında durup karşıma baktım. Karaltı oluştu, küçüldü, duman misali şekil aldı. Git gide boyuma yaklaşan siyah duman tamamen kaybolunca hasret kaldığım yeşil gözlerle buluştum.

Onu görünce birbirine doladığım kollarımı açtım. Yüzümü küçük ama pek rastlanmayan bir tebessüm ele geçirdi. “Saya,” Kız kardeşim karşımdaydı. Onun yüzündeki gülümseme çok daha büyüktü. Birbirimize yaklaşırken onu kısık gözlerle süzdüm. “Beni aradığını bilmiyordum.”

Sarılmadan önce omzunu kaldırıp indirdi. “Bulmak zor olmadı. Dün gece bir yerlerde yangın çıkmış. Cassandra’nın işi olduğu ve ölümü getirdiği konuşuluyordu.” Bana sarılırken hoşuna gitmemiş gibi cümleleri imayla sıralıyordu. Geri çekildi, omuzlarımdan tutmaya devam etti. “Yine.”

Suratına değil, başka yerlere baktım. “Sebebi vardı.”

“Gerçekten mi?” diye sordu.

“Hovardalar, sapkın tutkuları olan birkaç serseri… Pazardan dönen tezgahtarların yollarını kesip takip eden, köşeye kıstıran piçler.”

“Öldüreyim dedin?”

“Şaşırtıcı olmazdı.” dedim sakince. “Hak ediyorlardı.”

“Senin burada olduğunu düşündüm ve doğru çıktı.”

Dudaklarımı kıvırmaya, gülümsüyor gibi görünmeye çalıştım halbuki geçen yıllarda yaptığım çoğu işten memnun değildim. Bir kısmım eğleniyor, büyüye devam etmemi istiyordu ama bir parçam da herkes gibi bir evimin olmasını, akşamlarımın sakin geçmesinden yanaydı.

Fakat kutsal büyücü olduğum için ve düzeni korumam beklendiği için mümkün değildi.

Saya da ben de seçilmiş kişilerdik ve ikimizin sınırları yoktu. Ben adaleti gözü kara biçimde sağlayandım fakat benim düşüncelerim ve yaptıklarım birçoğuna göre adalet değildi. Ben acımadan öldürüyordum lakin Saya elini kana bulamamayı seçmiyordu. İnsanlar beni görünce kaçacak delik arıyordu ama Saya ile karşılaştıklarında ona yaklaşmak, nasıl birisi olduğunu görmek için deliriyorlardı. Tabii, Saya’nın da yakınına cesaret edip de yaklaşan olmamıştı.

Saya insanları, büyücüleri ve diğerlerini, ırk ayırmaksızın, seviyordu ama ben kendimden başka kimseye güvenmezdim. Kız kardeşim hariçti. Tek bir ailem vardı ve o da Saya’dan başkası asla değildi. Onu bile son zamanlarda hiç göremiyordum çünkü birlikte dolaşmaya uzun süre önce son vermiştik.

Cassandra olarak bir yere adımımı attığımda yüzümü göstermemek tercihimdi. Başlığımın ardına gizleniyordum ya da büyüyle kayboluyordum. Bu şekilde krallıklar arası normal ve sıradanmış gibi gezmek mümkün oluyor, şüphelendirmiyordu.

Göz ucuyla kız kardeşime baktım. “Buraya sadece beni görmeye gelmiş olamazsın.”

Saya dudaklarını araladı ama konuşamadı. Gözlerimiz aynı anda sokağın sonunda beliren at arabasına döndü. “Sıradan insanlarla uğraşma.” dedi Saya hafif bir endişeyle.

Başlığı başıma geçirdim, yüzümü gizledim. Eğer o benimle konuşmazsa ben de susacaktım. Saya’ya tekrar soru yöneltmek için at arabasının geçmesini bekledim ama düşündüğüm gibi oldu, yavaşladı.

Saya homurdanırken ben dizginleri elinde tutan adama bakıyordum. “Hanımlar,” Başlığı geriye attı, orta yaşlarda bir köylüydü. “gece bu saatler tehlikeli olabilir. Tenhadasınız. Sizi gideceğiniz yere kadar bırakabilirim.”

Başımı yana eğip adama iyice baktım. Adam ne yaptığımı anlamasa da kız kardeşim durumu hemen kavradı.

Düşüncelerinin içerisindeydim.

Ve düşünceleri mide bulandırıcıydı.

“Durma!” diye bağırdı Saya ama adam oralı olmadı.

Bir adım ilerledim ve adama bakarak, “Eğlencemi bozuyorsun Saya.” diye mırıldandım.

Kız kardeşimin adı dudaklarımdan döküldüğü an eğilmiş bir vaziyette duran adam dikeldi ve hayret etti. Bir bana bir de kardeşime baktı. “Saya…” dedi adını söyleyerek, zihninde tanıdık ismi aradı. Yutkunduğunu uzaktan duydum, ardından beni yeni görüyor gibi “Cassandra!” diye sesini yükseltti.

Onu endişelendiren Saya değildi. Benim burada olduğumu belki de tahmin etmiş olmalıydı ve şimdi kanıtlanmıştı.

Saya “Devam et!” diye bağırarak adama yolu gösterdi, benim de kolumu tutuyordu. Onu ikinci kez uyardı.

Ne olduğunu anlayamamış ve dilini yutmuş köylü atlara hızla vurarak ilerledi, arabası parçalanacak kadar zangırdadı.

Omuzlarımdan sarsıldım. “Ne bok yiyorsun sen? O da neydi öyle!” Yüzüne bakmaya devam ettiğimde daha da sinirlendi. “Kara büyü mü kullanıyorsun Cassy?”

“Bir kerelik.”

“Gerçekten mi? Durup dururken mi?”

Gözlerimi devirdim.

“Cassy!”

Teslim oluyor gibi ellerimi kaldırdım. “Tamam. Arada sırada kara büyüyü çağırıyorum ama sadece birkaç kere oldu. Kendimi kaybetmedim ve aklım gayet yerinde Saya.”

Kara büyü, akıllara sığmayacak gücü kişiye veren şeytani bir kuyuydu. İçeriye giren bir daha çıkamıyordu ama ilk önce kendini kaybetmek gerekliydi. Kutsal büyücüler olarak kara büyüden kolay kolay etkilenmezdik fakat sıradan bir büyücü kanı sadece birkaç saatte aklını yitirirdi. Ben dozajı biliyordum ve hiçbir zaman kendimi kaybetmezdim ama Saya güce olan tutkumdan dolayı kolayı seçeceğime inanıyor gibiydi.

“Gerçekten.” dedim güven vermek ister gibi ve hemen konuyu değiştirdim. “Niye geldim demiştin?”

“Kahinler çağırıyor.” Parmağını burnuma kadar kaldırdı. “Sevgili ablam bir kralı mı öldürdü acaba? Ya da krallıkların içinden geçmiş de olabilirsin. Aklıma neler geldi bir bilsen.”

Başımı hızla sağa sola salladım. “Ben bir şey yapmadım.” Hiçbir krala dokunamazdım çünkü yasaktı. Benden veya Saya’dan daha yüce birisi varsa onlar da kahinlerdi ve eğer kralların kendisine dokunursak, taraf seçersek, ne dillerinden kurtulabilirdik ne de cezalardan.

“Ne?” Saya şaşırarak konuştu. “Şimdi daha da meraklandım.” Gözlerini kıstı. “Kara büyüden dolayı da çağırmıyorlar…” diyerek uzattı, onay bekledi.

“Kullanmıyorum dedim!”

“Tamam. Tamam…” Gözlerini tepeye kaldırdı. Birkaç saat sonra güneşin doğacağının farkındaydı. “O zaman tapınağa gidelim Cassy.” Yüzümü buruşturdum ama nafileydi. Kahinler çağırdıysa gitmek zorundaydık, aksi takdirde ansızın kendimizi orada bulabilirdik. “Haydi.”

İç geçirip hiç sözcük kullanmadan büyü yaptım. Sadece kutsal büyücülerin kullanabileceği olan yer değiştirme büyüsünü zihnimden tamamladım. Bedenim sokağın ortasından bir illüzyonmuş gibi silindi.

Gitmenin imkansız olduğu tapınağın yüksek merdivenlerinin önünde kendimi buldum. Dağın zirve noktasında konumlandırılmış ve insanların giremeyeceği, hatta bulamayacağı tapınak…

Yukarıya uzanan sayısız merdivene bakarak kapüşonumu çıkardım. “Bir şey yapmadığından emin misin?” diye bir daha sorunca ofladım.

“Eminim.” Değildim. “Haydi Saya. Bir an önce şu işi bitirelim. Sıkıcı hayatıma geri dönmek istiyorum.”

Loading...
0%